8 entry daha
  • bölüm i: savaş öncesi dönem
    on yedinci yüzyıl, ortaya çıkmakta olan mutlakiyetçi kralların, iktidarı merkezileştirme çabalarının damgasını vurduğu, ulus-devlet inşasının par excellence çağıydı. fransa'da, xiii. louis ve xiv. louis'nin sırasıyla en önemli bakanları olan kardinal richelieu ve kardinal mazarin, soyluları ve onların bölgeleri üzerindeki özel egemenlik iddialarını dışlayan katı monarşik çizgiler dahilindeki bir gelişime önderlik eder göründüler. ingiltere'de, monarşik gücü merkezileştirme çabası elizabeth'in ardından gelen stuartlar ile yoğunlaştı. elizabeth 1603'te öldüğünde, doğrudan bir mirasçı bırakmadı. tudorların soyu, stuartların önceden içinde yer aldıkları iskoç krallığına uzandığı için tudorların yerini stuart hanedanlığı aldı ve ingiliz tahtı iskoçyalı vi. james'e geçti. onun ingiltere'nin i. james'i olarak tahta çıkışı ile birlikte, iskoçya ve ıngiltere ortak bir monarşi altında birleşti.

    fakat bu ortak monarşi gerçekte birleşik bir krallık yaratmadı. aslında, ingiltere ve iskoçya birçok açıdan birbirinden tamamen farklıydı. bunlardan biri dinlerinin farklı olmasıydı: ingiltere'nin reformasyonu yukarıdan aşağıya gerçekleşen ve tamamlanmamış bir girişimdi; iskoçya'nınki ise daha köklü olarak şehirli nüfustan kaynaklanıyordu ve inançlarında daha aşırıydılar. katolikliği reddetmiş ve 1550'lerin başında john calvin'i cenova'da bir akıl hocası olarak şahsen tanımış, yüksek düzeyde bir iskoç papazı olan john knox, birçok iskoç'u sonraki yıllarda kalvinizmin militan bir politik versiyonuna sürekli olarak dahil etti. knox'un kalvinizmi, anglikan piskoposluk sistemini örgütsel olarak yaşlılar ve presbiteryen -ismi bu nedenle presbiteryencilik'tir- komiteleri ile değiştirdi; presbiteryen düşüncesinde, bu komiteler ve onların papazları, roma piskoposu papanın katoliklik tarafından yaratılan dinsel monarşi üzerinde üstünlük kazanmasından önce varolan ilk hristiyan kilisesi'ne benziyordu. tahmin edilebileceği gibi, politikanın olağan olarak dinsel temelde yürütüldüğü bir çağda, presbiteryenlerin hiyerarşi karşıtı dinsel duyarlılıkları seküler mutlakiyetçiliğin kendisine de bir meydan okumaydı. knox, "tanrısal olmayan" kralların iktidardan devrilmelerinin adaletin dayattığı bir görev olduğunu dobra dobra söylemekten çekinmedi ve bu inançla silahlanmış biçimde doğrudan politik ilişkilerin içine girdi.

    bunun ötesinde, presbiteryenlik en sonunda iskoç milliyetçiliği ile özdeşleşti. sofu bir katolik ve bir frankofil olan guiseli mary, 1554'te iskoç tahtına çıktığında, iskoç bağımsızlığını açıkça tehdit eder görünen oldukça büyük bir fransız askeri destek kuvveti ona eşlik etti, bu onun yönetimine karşı iskoçya'nın çoğu bölgesinde fransız ve katolik parti karşıtları ile fransız ve katolik parti yandaşları arasında açık bir çatışmaya neden olan, yaygın bir muhalefeti canlandırdı. guiseli mary'nin ingiltere'deki protestanlara karşı harekete geçmeye çalışmasından sonra, sıkıntı içindeki katolik karşıtı parti knox'u cenova'dan geriye liderleri olması için çağırdı ve onun katı rehberliği altında iskoç meclisi papanın otoritesinin kaldırılması ve iskoçya'da katolik uygulamaların yasaklanması lehinde oy kullandı.

    mary'nin 1560'daki ölümü üzerine, iskoçların kraliçe mary'si olarak bilinen, katolik sofulukta kendisiyle eşdeğer olan kızı mary, protestanların kendi yararlarına şevkle kullandıkları bir dizi skandaldan sonra, 1567'de görevini bırakarak iskoçya'dan kaçmak zorunda kaldı ve ingiliz kuzeni elizabeth'den sığınma istedi. prebisteryenlik iskoçya'nın devlet dini oldu ve iskoç kirk'ünün (iskoçların adlandırdığı şekliyle prebisteryen kilisesi) ülke üzerinde etkisi, bir süreliğine, meclis ve monarşiden -her ikisi de genelde ülkenin ayrıcalıklı tabakalarının çıkarları adına konuştular- daha fazla oldu. kirk, bu nedenle, iskoçya'nın en güçlü kurumu haline geldi.

    stuart merkeziyetçiliği
    bu fırtınalı tarih iskoçların kraliçesi mary'nin oğlu i. james'in politik bakışını çok etkiledi. ingiliz tahtına çıkması üzerine, onun yarı iskoç yarı fransız soyundan gelmesi katolikliğe dönüş yaptıracak bir güçten çok korkan yeni uyrukları arasında büyük huzursuzluk yarattı. toplumsal olarak hareketli ve nispeten çoğulcu olan ingiliz toplumunda ılımlı püritenler, resmi anglikan kilisesi'yle bir arada sessizce yaşıyordu. james'in protestanlık yönündeki açık-lamalarına rağmen, fransız geçmişi birçok ingilizin aklında protestanlığa bağlılığı hakkında kuşkulara neden oluyordu. ve aslında, james kendi krallık otoritesinin karşısındaki güçler olarak gördüğü protestan iskoç meclisi ile beraber iskoç kirk'ünden gerçekten nefret etmekteydi. halkın protestan inancına bağlılığı hakkındaki kuşkuları, onun bazen hoşgörüşlü, bazen kısıtlayıcı davrandığı katoliklere davranışındaki kararsızlığını da azaltmadı, ta ki 1605'te parlamento'yu onunla birlikte havaya uçurmak için yapılan, ama onu ülke içinde daha katı bir katolik karşıtı duruşa sürükleyen bir katolik eyleme kadar. fakat katolik karşıtı önlemlerine ingiliz uyruklarından gelen destek, onun ingiltere'nin amansız, aslında o çağda atalarından miras kalan hasmı katolik ispanya ile sayısız flörtünden çok daha ağır bastı.

    elizabeth'in hoşgörüsüne karşın, james'in demokratik eğilimli püritenlere zalimce davranması onun dinsel politikaları hakkında daha ciddi kuşkulara neden oldu. din işlerinde presbiteryenlerden daha eşitlikçi olan püriten hareket, taşranın okur yazar ve parlamenter tabakaları arasında artan bir destek buldu. tudor ve stuart kralları tarafından benzer biçimde gerçekleştirilen zulüm, büyüyen radikal püriten eğilimi yeraltına sürmüştü; bu eğilim, orada, üyelerinin bireyin inanç gücüne ateşli bir binyılcılıkla bağlı oldukları küçük ve gizli cemaatler biçimini aldı. kalvin'in seçilmiş kişilerinin adlandırıldığı gibi, "azizler" -kalvin'in öğretilerine göre kurtarılmaları önceden alnına yazılanlar- tanrı'ya, bireysel bilince ve özellikle incil'e olan sadakatlerini herhangi bir seküler otoritenin üzerine koydular; aslında, tanrı'nın insanlardan yaşamalarını istediği -ingiltere'de hüküm sürmekte olan toplum yapısından çok uzak olan- toplum türünün çerçevesinin incil'de açıkça ortaya serilmesi kendi başına bir kanıt olarak görüldü. 1604'te hampton sarayı'ndaki tahtın önünde öğretilerini kabul etmeleri için ılımlı püritenlere bir fırsat sağlanmasından sonra, james onlara kesinlikle karşı olduğunu açıkladı. "ne piskoposlar, ne de kral" stuart mutlakıyetinin yol gösterici bir sloganı haline geldi ve onların gizli toplantılarına yönelik baskılar artırıldı.

    james'in otoriter yaradılışı onu aslında daha popüler olan tudor haleflerinden ayırmıyordu; fakat james'in yönetimi, halkını ve geleneklerini iskoçya'da büyümüş bir kraldan daha iyi bilen elizabeth yönetimine bariz biçimde zıttı. ingiltere, james'in kültürel olarak tanımadığı bir bölgeydi ve buranın yerel gelenekleri onun mutlakiyete yönelik beceriksiz eğilimi ile tamamen tersti. iskoç olarak doğan kral, vilayetlerin ve bölgelerin idarecileri olarak üst sınıfların imtiyazlarını veya ingiltere'de bölgesel yönetimin ağır bastığını hiç anlamıyordu.

    ingiltere, james'in yalnızca kültürel olarak tanımadığı bir bölge değildi, iskoçya'nın kıt kaynakları ile karşılaştırıldığında, aşırı ölçüde zengindi. reformasyon'un standart anlatımlarındaki "burjuva" olgusuna rağmen kalvinist iskoçya, gerçekte ekonomik olarak gelişmemişti ve hızlı büyüyen ticari bir sınıftan kesinlikle yoksundu. tam tersine, arkaik klanları, onların reisleri ve kurumları krala ingiltere'de olduğundan daha fazla güç verir görünen yarı feodal bir toplumsal düzenden mustarip olan iskoçya, xvii. yüzyıl standartları ile dahi gelişmiş değildi. james, bu yeni, daha seküler ve bayındır ülkede, kendini iskoçya'da hissettiğinden çok daha öksüz hissediyordu.

    ve bu gösterişçilik toplumsal olarak çok tedirgin ediciydi. kralların ilahi hakkına sofuca inanan james, kendi gösteriş tutkusunun giderek daha fazla kızgınlık uyandırdığı ıngiltere'yi kendi kişisel mirası olarak görür gibiydi, parlamento ve ülkenin büyüyen orta sınıfları karşısında kralların ilahi hakkı olduğuna dair bir doktrin ileri sürdü. ingiltere ona kısıtlama olmadan sağılabilecek bir toprak gibi geldi. james parlamento'nun vergi toplama ve tüm akçalı yasaları onaylama hakkını da kavrayamadı. fiyatların arttığı bir dönemde, elizabeth'e tatminkar gelmiş olan yıllık 400.000 pound'luk mütevazı bir kazanç, fransız sarayının yüksek yaşam standartlarına ve çok zengin ispanyol monarşisine kraliyet otoritesinin modelleri olarak kıskançlıkla bakan bir krala yalnızca yetersiz değil, yakışıksız da geliyordu. "saray" ve "taşra" arasındaki uçurumu önemli ölçüde genişleten bir politika benimseyen james, müthiş politik sonuçlarıyla birlikte, kendisini ve varislerini mali, hatta askeri olarak parlamentonun kontrolünden bağımsız kılabilecek kaynakların arayışına başladı.

    tekellerin, unvanların ve benzerlerinin satışından yeterli gelir elde etmede başarısız olduktan sonra, james vergileri artırmak için en sonunda ilk parlamentosunu toplantıya çağırmak zorunda kaldı. mutlakiyete bağlı bir kralla karşılaşan avam kamarası, kralın isteklerine açıkça engel oldu; en fazla, istediği paranın yalnızca bir bölümü için kabul oyu aldı ve avam kamarası, aşağılamadan bir farkı olmayacak biçimde, onun iç ve dış politikalarını özgürce ve eleştirel biçimde tartışmaya başladı, böylece james'in devlet meseleleri konusunda yalnızca kralın imtiyazında olduğuna inandığı şeye izinsiz girilmiş oldu. james, "tanrı'nın ne yapabileceğinden kuşkulanmak küfürdür", diye bir açıklamada bulundu, "...gücünün doruk noktasındaki bir kralın ne yapabileceğinden şüphelenmek fesatçılıktır... gücümün tartışılır hale getirilmesini ka-bul etmeyeceğim." parlamento bu kışkırtıcı açıklamaya, "konu ile kralın hakları ile veya devlet ile ilgili tüm konuları özgürce tartışmaya" hakkı olduğunu söyleyerek, eşdeğer bir kendine güven içinde yanıt verdi.

    rencide olan james, 1611'de parlamento'yu aceleyle feshetti; bir on yıl boyunca onu tekrar toplantıya da çağırmadı. parlamento'nun olmadığı bu dönem* boyunca giderek despotlaşan kral, halkın seküler konularda bir mutlakıyetçi ve dinde katolik yanlısı olduğu hakkındaki kuşkularını artırdı. varlıklı tebaasından zorla borç aldı ve ticari gelirlerden yeni gümrük vergileri topladı; 1611'de unvanları sattı, pazara çıkarıp satmaktan başka hiçbir amaca hizmet etmeyen baronet payesini yarattı. ingiliz mallarının ve deniz ticaretinin büyükçe bir bölümünü oluşturan önemli metalann üzerindeki tekeller satıldı, bu james'in sonunda toplantı çağrısı yapmak zorunda kaldığı iki parlamento'nun; biri 1621'de, diğeri 1624'te krallığın talep ettiği vergilerin bir bölümünden fazlasını onaylamaya boyun eğmezcesine tekrar reddetmesi ile sonuçlandı. 1621 parlamentosu, gerçekte, kralın lord şansölyesi sir francis bacon'ı mali yolsuzluklarla suçlayarak james'in burnunu sürttü, böylece monarşinin krallıktaki tüm politikaları kontrol ve idare etmeye ilişkin "ilahi" hak iddiasına meydan okuyarak onu kavgaya davet etti.

    halkın huzursuzluğunu daha da artıran james, ispanyol büyükelçisinin kendi görüşlerini etkilemesine açıkça izin vererek ve oğlu charles ile bir ispanyol prensesi arasında evlilik anlaşması müzakeresi yapmaya çalışarak, uyrukları arasında yaygın bir dehşete yol açtı. tedirgin ingiliz halkı ne yenilmez armada'yı unutmuştu, ne de ispanyol engizisyonu'nun kıta'da eziyet gören protestanlar üzerine dini inançları nedeniyle saldığı müthiş korkulardan bihaberdi. james'in parlamento'nun desteklediği çizgiye daha yakın bir ispanyol karşıtı politikaya doğru epeyce gecikmiş kayışına rağmen, avam kamarası, intikam alırcasına bir tavırla, ona talep ettiği vergilerin ancak yarısından daha azını toplaması için izin verdi -aynı tavır ispanya'ya karşı bir savaş için toplanması gereken vergi sözkonusu olduğunda da devam etti. kralın gözde komutanı buckingham dükü george villiers liderliğinde ekim 1625'te câdiz'e karşı bir ingiliz deniz seferinin başarısızlığa uğramasını, muhtemelen kuşatma altındaki la rochelle hügenotlarına yardım etmek için fransızlarla yapılan masraflı bir çatışmanın izlemesi, bütün ülkenin öfkesini yatıştırmaktan ziyade artırdı. ingiltere'nin, kıta tarzında, katoliklere hoşgörü gösteren bir mutlakıyete doğru kayacağı, mali kaynaklarının müsriflikle tüketileceği ve ingiliz ticareti üzerinde ispanya'nın hegemonya kuracağına yönelik korkuların hepsi, "taşra" ve "saray" arasında giderek artan, patlamalara yol açabilecek bir uzlaşmazlığı besledi.

    belki de yalnızca mart 1625'teki zamanlı ölümü james'i bir devrimin patlak vermesinden kurtardı. fakat yalnızca babasının mutlak kraliyet imtiyazları fikrini paylaşmakla kalmayıp parlamento ile babasından bile daha fazla kavgaya girişen oğlu i. charles bu şansa sahip olmayacaktı. fransız bir katolik prenses ile evlenmiş olduğundan, charles'ın tahta çıkışı halk arasında büyük endişe yarattı ve haziran 1625'te toplanan ilk parlamentosu onun yönetim harcamaları ve ispanya ile savaş için para isteklerine derin kuşkuyla baktı. charles'ın protestan davasını içeride ve dışarıda destekleme vaadine rağmen, parlamento'nun onayladığı fonlar söz konusu amaçlar açısından tamamen yetersizdi. hatta bir kararda daha alçaltıcı olanı ve görülmemişi bile gördü; parlamento kralın gümrük vergilerini toplayabilmesini bir yılla sınırlandırdı -önceki parlamentoların her yeni krala tüm egemenlik dönemleri boyunca rutin olarak verdikleri bir hakti bu. lordlar kamarası, aslında, bu vergi toplama ödeneğinin geçmesine kolayca izin vererek charles'ı mali olarak nefessiz bıraktı. charles parlamento tarafından verilmiş herhangi bir izin olmaksızın gümrük vergilerini toplamaya başladığında kral ve parlamento arasında sert bir sürtüşme yaşandı. ağustos'ta parlamento oxford'ta yeniden toplandığında, "taşra" ve "saray", her iki tarafın dış politikayı ve dini politikayı idare etmek için hak iddialarında bulundukları, kralın 12 ağustos 1625'te kamara'nın oturumlarını aniden tatil etmesine neden olan bir çarpışma seyrine girmişti.

    bu tatsız başlangıcın üzerinden bir yıldan az bir süre geçtiğinde ve dini politika üzerinde büyüyen tartışmaların yanı sıra dış politikadaki ciddi gafların ardından, charles fon eksikliği nedeniyle 1626 şubat başında westminster'de buluşan ikinci parlamentosunu sonunda toplamak zorunda kaldı. kral, edward coke ve robert phelips gibi avam kamarası'nın önde gelen sözcülerini pervasızca dışlamaya girişti. avam kamarası üyelerini yıldırmaktan ziyade öfkelendirmeye yaradı bu çabalar. parlamento liderleri, sir john eliot ve sir dudley digges, çok nefret edilen buckingham dükü'ne karşı güçlü bir mu-halefeti harekete geçirerek ve 8 mayıs'ta lordlar kamarası barosunda onu resmi olarak suçlayarak saray'la açık bir çatışmaya girdi. charles, buna eliot ve digges'ı hapse atarak yanıt verdi, fakat her ikisi de kısa süre sonra serbest bırakıldı; bunun üzerine kral ikinci parlamento'yu, ülkenin üzerinde kara bir bulut bırakarak, 15 haziran'da dağıttı.

    charles şimdi kendi felaketinin nedeni olacak kişisel yönetime ve keyfi uygulamaya doğru büyük adımlar atmıştı. ülkeden sistematik biçimde zorla vergi topladı, askerleri özel meskenlerde barındırdı ve parlamentonun izni olmadığı apaçık ortada iken "tonnage ve poundage" topladı. krallığa ait topraklar, ormanlar ve diğer mülkler birkaç kişiyi zenginleştiren ve onların statüsünü artıran tekeller ve unvanlar krallık müzayedelerinde satıldı; ve ülkenin ticari çıkarları, fiyatların ve hollanda ile ticari rekabetin arttığı bir dönemde sürekli bir müdahale konusu oldu.

    charles'ın mart 1628'de üçüncü parlamentosunu toplamak zorunda bırakıldığı zamana kadar saray ve taşra'nın arası tamamen açıktı. kral 1.250.000 pound gibi inanılmaz bir meblağın, olağanüstü bir yüzsüzlükle, ispanya ve fransa ile savaşları sürdürmenin yanı sıra kendi sıradan gereksinimlerinin karşılanması için eklenmesini talep etti, avam kamarası (şimdiye dek hem zenginlikte hem de popülerlikte lordlar kamarası'nı çok gölgelemişti) bunu reddetti. parlamenterlere göre, charles'ın savaşları yalnızca acınacak hatalar değildi ve yalnızca gerçekte onlara ait olan mali hakları suistimal etmemişti, fakat aynı zamanda idaresi zor soyluları kontrol etmek, muhaliflerini gizlice ve keyfi biçimde hapsetmek için artan biçimde star chamber'ı (vii. henry tarafından kurulan, kralın danışmanlarından ve yargıçlarından oluşan bir kurul) kullanmaktaydı. bu son suistimal, her keyfi uygulamayı ülkenin temel özgürlüklerinin rezilce çiğnenmesi olarak gören "özgür ingilizlere" bilhassa tiksindirici geliyordu.

    charles'ın dini konulara yaklaşımı ona karşı olan antipatiyi artırmaktan başka bir işe yaramadı. 1633'de, canterbury başpiskoposluğunu yürüten william laud'un idaresi altındaki anglikan kilisesi, mutlakıyetin desteklenmesinde kayda değer bir ideolojik payanda haline geldi. anglikan uygulamaları ve inançları, kraliyet otoritesini güçlendirmek için özellikle kullanışlı olan roma katolikliği'nin ritüellerine, düzenlemelerine ve inanışlarına öncekinden daha fazla yaklaştı. arminiusçu öğretileri benimseyen laud, aslında orta ve alt sınıflarda popülerleşmiş olan püritenlikten yüksek kilise'yi uzaklaştırmak için onu katolik bir doğrultuya sokmaya çalıştı. iskoçya'dan ingiltere'ye yayılan daha ılımlı presbiteryenlik dahi bu yeni katolik yanlısı eğilimle keskin bir karşıtlık içindeydi, bu da başpiskopos laud'u ingiltere'de en nefret edilen kişilerden biri yaptı.

    laud'un çabalarının kralların tanrısal hakkını destekleyerek ve anglikan kilisesi'nde kralın otoritesini genişleterek krallığın gücünü arttırdığı konusunda artık bir şüphe yoktu. hatta yüksek kilise adamları kralın otoritesini sorgulamanın günah olduğu yönünde vaazlar verdiler. anglikancılık, gerçekte, kral ve piskoposların birbirlerinin ilahi hak iddialarına anlamlı biçimde arka çıktıkları, tam anlamıyla bir saray dini haline geliyordu. zenginler, unvan sahibi soylular, saray mensupları tabakası ve onlara tabi olanlar, laud'u ve onun yüksek kilise piskoposlarını desteklemesine karşın, köy beylerinin, zanaatkarların ve yeomanların büyük kitlesi giderek onların avam kamarası içindeki muhalifleri etrafında ve ülkenin her yerine dağılmış, kendini davalarına adamış ve aslında eleştirel olan protestan vaizlerin etrafında toplanmaya başladılar.

    bir kralcı olmasına karşın charles'ın geleneksel ingiliz haklarını ihlal ettiğini hisseden john eliot ve zamanın büyük hukukçusu sir edward coke'un liderlik ettiği parlamento, 7 haziran 1628'de krala olumlu yanıt vermesini talep ettikleri kapsamlı bir haklar bildirisi sundular. bildiri açıkça şöyle diyordu:

    "bundan sonra parlamento'dan geçen bir yasayla verilen genel bir izin olmadan hiç kimse herhangi bir yardımseverlik, hediye, borç, vergi ve benzeri şeyler yapmaya veya vermeye zorlanamaz; ve kimse sorgulanmak için çağrılamaz, veya bunun için yemin etmeye zorlanamaz veya dikkati çekilemez veya hapsedilmez, veya diğer şekillerle rahatsız edilmeye maruz bırakılamaz, veya bu konuyla ilgili itirazlar veya reddetme çağrıları susturulamaz; ve hiçbir özgür insan daha önce bahsedildiği şekilde hapsedilemez veya gözaltına alınamaz; sayın kral sözkonusu askerleri ve denizcileri geri çekmeyi lütfedecekler ve halkınız gelecekte böylesine eziyet çekmeyecek ve sıkıyönetim tarafından geliştirilen söz konusu komisyonlar yürürlükten kaldırılacak veya iptal edilecek; ve bundan sonra benzer yapıya sahip hiçbir komisyon herhangi bir kişiye veya kişilere karşı benzer şeyler talep etmeyecek."

    bildiri, kralı ülke içi ve dışı yerleşik imtiyazlarından mahrum etmiyordu; krallığın yönetimin başı olarak statüsüne veya parlamento ile geleneksel ilişkisine de meydan okumuyordu. fakat ingiltere'yi anayasal bir monarşi yapmak için geniş kapsamlı taleplerde bulunuyordu. buna uygun olarak bildiri, parlamento izni olmadan konulan vergilerin tümünü -kraliyet varlıklarının satılması bir yana bırakılırsa- yasadışı sayıyordu, bu yasadışılık iç muhaliflerine karşı kralın kullanabileceği merkezi bir bürokrasi geliştirmeyi ve sürekli bir ordu kurmayı kapsamaktaydı. star chamber'ın uygulamaları gibi keyfi güç kullanımını yasadışı kılıyordu ve krallığın tümünde, yağmurdan sonraki mantarlar gibi ortaya çıkan püritenlere ve mezhepçilere eziyet etmek üzere yüksek kilise hiyerarşisi tarafından komisyonların ve mahkemelerin kullanılması hakkını reddediyordu. belge, gerçekte, diğer ülkelerdeki birçok kralın elde etme girişiminde bulunduğu mutlakıyeti kesinlikle reddederek bir yurttaş hakları bildirgesi olmuştu.

    charles, babasının 1610'daki görüşlerini hala ateşli biçimde sürdürüyordu:

    "monarşi yeryüzündeki en üst şeydir; krallar yalnızca tanrı'nın dünyadaki vekilleri ve tanrı'nın tahtında oturanlar değildir, onlar tanrı'nın kendisi tarafından bile tanrılar olarak adlandırılmaktadır... iktidarımın tartışılmasını hoş karşılamayacağım."

    fakat en sonunda bildiri'yi kabul etti, büyük ölçüde parlamento'nun verdiği bir rüşvet sonucu: avam kamarası, belgeyi imzaladığı takdirde acil ihtiyacı olan 350.000 poundluk mali destek sözü verdi. bununla birlikte, bildiri'yi kabul etmesinin ardından charles'ın, gümrük vergilerini tek taraflı toplayarak onu çiğnemeye devam etmesi fazla uzun sürmedi. avam kamarası, azledilen buckingham'ın kraliyet danışmanlığı görevinden de uzaklaştırılmasını talep ettiğinde, charles öfkeyle parlamento'yu tatil etti. bir sonraki parlamento ocak 1629'da toplandığında, charles'ın ilahi otoritesine bir kısıtlanma olarak kibirlice reddettiği "tonnage ve poundage" hakkını tekrar bir yılla sınırlandırdı.

    gerçekte, avam kamarası'nın son oturumu kargaşayla sonlandı. başkanın (kralın atadığı birinin) avam kamarası'nı kapatmasını engellemek için üyeler onu sandalyesinde oturmaya zorladılar; "roma katolikliğini'' yürürlüğe koymaya veya parlamento tarafından yetkilendirilmeden vergi toplamaya girişen herhangi birinin "ingiltere'nin düşmanı" olarak ölüm cezası ile cezalandırılmasını düzenleyen çok sayıda karar acele ile çıkarıldı. avam kamarası daha sonra dağıldı, fakat üyeleri kavgayı doğrudan halka taşımaya hazırlanmıştı. düşmanlık duygusu, saray ve taşra arasındaki silahlı çatışmayı kaçınılmaz kılarak avam kamarası'nı kraliyete karşı mücadeleye sokacak kadar bilenmişti.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap