35 entry daha
  • söylenecek çok şey var ve bu yazıyı kaç başlık altında toplayacağıma ya da nelerden bahsedeceğime dair en ufak bir fikrim yok. değinmek istediğim noktalar, parmak basmaya gayret ettiğim ayrıntılar tamamen bilinçakışı şeklinde şekilleneceğinden sevgili okuyucu, biraz kafayı kırmak zorunda kalabilirsin.*

    bu film matrix'e ilham verenlerden biridir evet. sadece ilham değil eline de verir 'imho' felan yane. bu cadde ağzı da nerden takıldı merak ediyorum. sanırım deminden beri orospu gibi çiğnediğim sakızdan. farkında mısın bilemiyorum ama giderek ayşe arman yazısına dönüşüyor bu. hatta bak kahve yaptım kendime bi yudum alayım tam olsun. tamam tamam, anlıyorum sözlük formatına uymuyorum; ama kabul et sevgili moderatör, sözlük ağzından biraz uzaklaşalım diyelim.

    henüz başlayamamış konuyu toparlayacak olursak, blade runner'la olaya başlayalım. blade runner'da android ile insanı ayıran yegane unsur, üzerine en çok eğinilinen nokta insanların anılarının olması ve androidlerde böyle bir mef'umun olmamasıdır. o dönemde tabii ki baudrillard ve türevleri vardı. birçok adam simulacra, simülasyon vb. hakkında yazıp çiziyordu ve gelişen teknolojiyi takip eden film endüstrisi çıkmazlarında tabii ki bunlardan yararlanıyordu, ancak ridley scott'ın pek muhterem blade runner'ı bugünün perspektifinden sanal gerçeklik konusunda bir takım eksiklikler barındırmaktadır. dediğim gibi, anı odaklı bir insan - makine ayrımı bugün sanal gerçeklik ve inşa edilmiş geçmişle çok rahat challenge edilebilir (çok özür diliyorum sevgili tdk ve tdk'cılardan. challenge etmek cuk oturdu şerefsizim). zaten örnekleri de bu filmde apaçık önümüze serilmektedir. çöp kamyonunda kızını anlatan ya da esas kızdan filmin başında ağır dayak yiyen adamlardan bahsediyorum (ki bu klişeyi ikinci filmde çok güzel alaşağı etmişler. ona da bilahare değineceğim). diğer yandan hollywood ve batı dünyasının sık sık düştüğü en büyük hata (ki bence hata), bizati onun kendini temellendirdiği binary opposition (cartesian opposition da diyebiliriz - tdk'cılara müjde: ikili karşıtlık) üzerinden hareket etmesidir. yani ister blade runner olsun, ister matrix olsun, ister robocop, ister terminatör vb cyborg filmleri olsun (cybernetic organism), her zaman ya makinasındır ya da insan. arasında bir durum yoktur. evet aslında vardır, robocop insanlığını sorgulamaktadır, gene anıları canlanır, matrix'de neo insandır kesinlikle sadece yaradılışı farklıdır, blade runner'da da 2001 yılına kadar herkes harrison ford'u insan sanmıştır. olayı çok fazla dağıtmadan şuna varmaya çalışıyorum: bütün bunlarda arasında olma durumuna referanslar verilmeye çalışılmış ancak foucault'nun archeology of knowledge'ında ve levinas'ın "nakedness of the other"ında dikkat çekildiği üzere, bugünkü batı düşüncesi* tamamen bu ikili karşıtlık üzerine kurulmuştur. denyo descartes "i think, therefore i am" demiş ve ortamın amına koymuştur (şaka şaka, descartes süper adamdır. cidden severim, denyo dediğime bakma). ancak sorun şu ki akıl ve vücut (mind and body)(akıl yerine ruh da denebilir, portakal da) kesin çizgilerle birbirlerinden ayrılmış ve bunu takiben freud id, ego, superego gibi plato'dan arak şeyler ortaya atmış, sonra adamın biri beyond the good and the evil demiş, onu tımarhaneye kapatmışlar ve ta ki bildiğin bir takım ibneler* bütün sistemi challenge edene kadar (bak gene dedim), batı pastanın kaymağını yemiştir. hatta bu ibnelerin üniversitelerde okutulması da enteresan bir durumdur. konuyla tamamen alakasız ama söylemeden edemeyeceğim, içinde bulunduğumuz sistem o kadar dinamik ve bu dinamikleri yaratan herifler o kadar zeki ki, governmentality bugün sistemin içinde tartışılabilir bir olgu haline gelmiştir. başka bir deyişle sistemin parçası olmuştur. neyse, ghost in the shell'de (blade runner'ı hatırlayacak olursak) insan ile makinayı ayıran şey ise dna üzerine yüklenmiştir. çünkü insanı insan yapan (çok dünyayı kurtaran adam repliği gibi olacak) onun özgül olan tek özelliği dna'sıdır (tamam parmak izi de var off). dolayısıyla filmde gördüğümüz bütün cybernetic atraksiyonlar dna'sı olan bir taşıyıcı olduğu sürece insandır. bu durumda hanım kızımız da, bato da (kıroyum böyle yazdım) esasen insandır. ancak işin koptuğu nokta şurada ortaya çıkıyor. hani demiştim ya batı dünyası ikili karşıtlık üzerine kurulu, doğu da ise bayağı bomba olaylar var bilmeyenlere söyleyeyim (gerçi aslında batı ve doğu da tamamen inşa edilmiş dalgalar olup, ibn-i haldun, farabi gibi adamların plato, socrates, aristo okuduklarını sonrasında ise machiavelli, hobbes gibi erken modern siyasi düşünce tarihi adamlarının da bu abimleri okuduklarını gözardı etmemek gerek. yani batıyı batı yapan doğu, doğuyu da doğu yapan batı. ya işte aslında aynı bokun suyu diyorum kısaca; sadece perception ve tarihsel gelişim olayı. ne yazık ki öteki mevzusu bizleri kötü etkilemiştir). bizler de o kadar güzel topraklarda yaşıyoruz ve bazı şeyleri o kadar güzel bir perspektifren önyargı süzgeçlerinden arındırmış şekilde görüyoruz ki, dilimizde can diye bir kelime var. eğer yanılıyorsam lütfen mesaj atarak beni düzeltin ama herhangi bir hint-avrupa dilinde tam olarak can'a karşılık gelecek bir kelime yok. can nedir? can akıl (ruh) ile beden arasında bir şeydir. "canım acıdı" deriz, vücudu kasdederiz. "canım sıkılıyor" deriz ruhu kasdederiz. hatta "canım çıktı" deriz, 'context'e göre ikisinden birini kasdederiz (başak şenova'ya göz kırpıyorum). kısaca şunu söylüyorum. bu filmde bunlar kesin hatlarla birbirinden ayrılmamaktadır. dna falan filan hikaye. filmin sonunda hanım kızımız net ile birleşmiştir. eskiden insan olan bir varlık bedenini bırakmış ve information superhigways içinde yerini almıştır. yani bir açıdan ghost, shell'in içinden çıkmıştır. ama ne var ki, ikinci filmde görüleceği üzere, shell bir interface haline gelmiştir (biliyorum bokunu çıkardım ama bilinçakışı be aabi). tabii shell'in interface haline gelmesi onun artık ghost'a göre daha az önemde olmasına yol açmıştır gibi bir yargı oluşmamalıdır. neticede varoluşun temellendirdiği öğeler sadece yer değiştirmiştir. fakat bu varoluşun değiştiği anlamına gelmez. burayı toparlamak gerekirse, net ve gerçek dünya içiçe geçmiştir ama hâlâ ayırıcı bir takım unsurlar vardır. ne zaman ki bunlardan biriyle bütünleşirsen ya da bütünleşik haldeysen, bir diğerine geçiş için interface kullanmak zorundasın. yaşadığımız dünyada netle bütünleşik bir canlı olmadığından herhangi bir gerçek dünyaya geçiş interface'inden bahsedemeyiz. ancak şöyle düşünelim: ben gerçek dünyaya dahil bir varlık olaraktan ve tamamen geleneksel eski yöntemlerle bu dünyaya gelmiş bir insan halimle nete girmek için klavye kullanıyorum, telefon kablosu, bilgisayar vs. kullanıyorum. yani benim nete dahil olmam, nette bir ghost olarak yer almam shell bulmama bağlı. ve shell olarak bu saydığım öğeleri kullanıyorum. hanım kızımız ise tam ters yönden, bu tarafa gelirken ikinci filmde kendine bir vücut buluyor. yaneeee, olay aslında hiç de karışık değil.

    çıkacak ilk sonuç şu: beden ve ruh aslında sadece birer interface'dir ve herhangi biri olmadan tamamen işlevsizdir. film buna parmak basmaktadır ve daha fazlası da vardır. elbette ki daha sonra bunlara da değineceğimdir.
38 entry daha
hesabın var mı? giriş yap