100 entry daha
  • bir ülkenin savaşa girip sürdürebilmesi için hayati önem taşıyan hammaddeler var. pamuktan magnezyuma, kromdan petrole, buğdaydan demir cevherine kadar onlarca kalem.

    çelik olmadan silahlanamaz, pamuk yoksa askerinizi giydiremez, buğday yoksa karnını doyuramazsınız. yani, bunlar olmadan savaşamıyorsunuz. net. ve dünya üzerinde bunların tamamına sahip olan, tabiri caizse siki daşşağına denk hiçbir ülke yok. bir kısmına sahip olsa da, diğerlerini dışarıdan temin etmek zorunda. ister ingiltere gibi arap petrollerine çökersin, ister almanya gibi türkiye’nin suyuna gidip paşa paşa krom ithal edersin, artık o sana kalmış. savaş endüstriniz tedarik anlamında sıkıntı yaşarsa dünyanın en güçlü, en modern, ne bileyim en boyun eğmez ordusu bile olsanız bir kıymet-i harbiyesi yok. rakibiniz üretim hacmi olarak sizden daha iyiyse geçmiş olsun. yoksa biliyorsunuz, bir türk dünyaya bedel. ama işte, endüstri olmayınca gidip amerika'ya efelenemiyorsunuz. 2. dünya savaşında almanya'nın başına gelen de budur nitekim.

    almanya’nın kurulduğu andan itibaren pek değişmeyen ve iki senaryoyu kapsayan bir savaş doktrini mevcuttur.
    birincisi, güçlü donanması ve yüzyıllardır sömürgeleri sayesinde kurduğu deniz ticareti ile almanya’nın açık denizlerle irtibatını kesen ve ekonomik olarak büyümesini engelleyen ingiltere. almanya, ingiltere ile kapışmadan dünya üzerinde söz sahibi olamayacağını bilir ve buna göre kendisini hazırlar.

    ikincisi, avrupa için her zaman bir tehdit olan, son zamanda da rejim ithali olasılığı ile korku yaratan doğal düşman rusya. almanya, kendi refahı için yaşam alanı olarak gördüğü (lebensraum) doğu avrupa’ya muhtaç olduğunu, buralarda rusların da gözü bulunduğunu, zaten azıcık palazlandıkları an üzerlerinde baskı kurup avrupa’yı sindireceğini ve rusya ile papaz olmadan almanya'nın büyüyemeyeceğini bilir.

    alman savaş doktrini bu iki ana senaryoya göre şekillendirilmiş olup taa prusya zamanlarından beri buna göre hazırlanırlar ve sık sık da savaşa girerler. bir tür rutin diyelim.

    nazi iktidarı, her ne kadar gözü dönmüşlüğün zirvesinde idiyse de, yine de bu iki senaryo hakkında “ezeriz, .mına koruz” gibi bir iyimserlikleri yoktu. gücünün zirvesindeki hitler bile, hiç ummadığı kadar kolay bir şekilde fransa’yı işgal edip ingiliz seferi kuvvetlerini manş kanalına sürdüğü halde ingiltere’yi tamamen dize getiremeyeceğini bilecek kadar gerçekçi düşünüyordu. o zamanlar umabileceği en iyi senaryo, ingiltere ile yapılacak avantajlı bir barış anlaşmasıydı. hatta bu amaçla, ingiliz halkının gururunu incitmemek adına dunkirk’te sıkışmış ingiliz ordusunu ezmediği bile konuşulur. yüzbinlerce ingiliz askerini kırıp geçirmenin ingiliz inadını körükleyeceğini düşünmüş olabilir, kim bilir? gelgelelim, ingilizler barışa yanaşmayınca almanya uzun bir yıpratma savaşına girmek zorunda kaldı. hitler adayı işgal edemiyorsa tecrit edecek, bir yandan da hava gücünü kıracaktı. fakat, bu da olmadı ve britanya adasının sömürgeleriyle ve amerika ile olan bağlantısını kesemedi. zira bunu yapacak deniz gücü mevcut değildi. u-botlar beklenenin üzerinde bir terör yarattı ise de, ingilizler amerika’nın da yardımı ile bunun üstesinden geldiler. alman su üstü gemilerinin açık denizlere çıkıp bu deniz yollarını kesmesi söz konusu bile olmadı. bir iki cılız girişim, zaten kısıtlı olan deniz gücünü yıpratmaktan başka işe yaramadı. havada da beklenen başarı sağlanamayınca almanya ve ingiltere arasındaki savaş tıkandı kaldı.

    bu durumda eldeki ikinci senaryo akıllara geldi. aralarındaki saldırmazlık paktına rağmen, stalin’in bıyıklarını burarak almanların güç kaybetmesini beklediği kesindi. avrupa’nın geleceği tehlikedeydi. rusların gerekli güce ulaşmalarına fırsat vermeden öldürücü darbe vurulmalıydı. ayrıca böyle bir zaferin, müttefikleri de barışa zorlayacağını düşünüyordu. rusya’yı halletmiş bir almanya ile kimse savaşamazdı. üstelik, yazının başında da bahsettiğim hammaddelere büyük ihtiyaç vardı. ukrayna’daki tahıl rezervi ve kafkasya'daki rus petrol sahaları özellikle hayatiydi. evet, en iyisi inisiyatif eldeyken rusya’ya saldırmaktı. yalnız, burada almanların en büyük hatası, yaptıkları durum değerlendirmesiydi. rusya’nın gücünü, kaynaklarını, zorlu coğrafyasını iyi bilen nazi beyin takımı, rusların mevcut rejimden pek de hoşlanmadığı, ani bir saldırı ile elde edilecek bazı askeri başarıların kızıl orduya silah bıraktıracağı, diktatör stalin’in ruslar tarafından indirileceği gibi fazlasıyla iyimser ve hatalı bir çıkarımda bulundular. hatta hitler’in, ordu genelkurmayını “biz sadece kapıya sağlam bir tekme atacağız, bütün o çürümüş yapı kendiliğinden yıkılacak” diyerek ruslarla savaşmaya ikna ettiği, sonradan ele geçirilen nazi arşivleriyle sabittir. fakat ne oldu? olmadı. yanlış hesap bağdat’tan döndü ve ruslar moskova kapılarından geri çevirdikleri alman ordusunu berlin’e kadar kovaladılar.

    stalingrad’a gelince..

    stalingrad, bütün 2. dünya savaşının en dramatik cephelerinden biridir. şehir ruslar tarafından muazzam bir inatla savunulmuş, neticede de saldırganlar çembere alınıp yok edilmiştir. ayrıca, tamamen yitip giden koca bir ordu dışında, almanlara “n’oluyoruz lan” dedirtmesi bakımından yarattığı psikolojik tahribat da insan ve malzeme kaybı kadar kritik bir unsur, adeta bir dönüm noktası olmuştur.

    ancak genel kanının aksine, stalingrad’ın alınması halinde almanların savaşı kazanacağı gibi bir çıkarımda da bulunamayız. barbarossa harekatı çok geniş bir cephede cereyan eden olaylar silsilesidir. koca harekat sadece stalingrad muharebesine indirgenemez. ayrıca, stalingrad ele geçirilse dahi almanların önünde daha çok büyük engeller vardı. öncelikle kaynaklarının sonuna geldiklerini eklemek lazım. müttefik hava akınları, kuzey afrika, balkanlar, işgal altındaki bölgeler, işe yaramaz müttefik italya falan derken almanların üretim kapasitesi savaşın gereklerini karşılayamaz olmuştu. üretim olmazsa, top, tüfek, tank üretemezsen, ürettiğin tanka da yakıt bulamazsan savaşı sürdüremezsin. velhasıl alman savaş endüstrisi de insan kaynağı başta olmak üzere kayıplarını telafi edemez hale gelmişti. zaten hammadde ve insan sıkıntısı var, doğu cephesi tam bir kıyma makinesi, her şeyi öğütüyor, üretim tesislerin gece gündüz hava akınına uğruyor ve sen bir tarafta müttefikler, öbür tarafta da rusya ile mücadele ediyorsun. vah ki ne vah.. sonuç kaçınılmaz. öte yandan, rusya’nın ural bölgesinde habire yeni tümenler meydana getiriliyor, çatır çatır üretim yapılıyor, sonu gelmeyen insan kaynağı durmadan cepheye sevk ediliyordu. şöyle belirteyim, 2. dünya savaşı süresince (ki koca savaştaki insan kayıplarının %80 gibi bir kısmı rusya cephesinde meydana gelmiştir, ruslar bizim 2. dünya savaşı dediğimiz şeye “büyük anavatan savunması” derler.) herhangi bir rus tank fabrikasına tek bir tane bile bomba düşmemiştir. anlatabildim mi? böyle bir durumda almanya stalingrad’ı alsa ne yazar? burada stalingrad, psikolojik üstünlüğün el değiştirmesi açısından bir sembol olarak görülmelidir bence.

    doğu cephesindeki alman yenilgisinin sebeplerine gelince;

    carl von clausewitz, büyük frederic, otto von bismarck, ikinci wilhelm gibi kelli felli bir takım alman dayılar oturup "nasıl daha iyi savaşırız" diye kafa yorarak modern bir alman ordusu için temeller atmışlar, bunu gelecek nesillere miras olarak bırakmışlar, ancak sonuna da "olm bak, naparsanız yapın, sakın ha bu iki cephede birden savaşmayın. neymiş, iki cephede birden savaşmıyormuşuz" diye eklemişler. gelgelelim, kurmay sınıfından bir asker olmayan hitler için bu uyarılar pek bir şey ifade etmemiş olacak ki, generallerinin bütün itirazlarına rağmen "nolcak ya, bişey olmaz" diyerek olaya bodoslama girmiş. doğu cephesindeki alman yenilgisinin esas nedeni, bana göre aynı anda hem müttefiklerle, hem de ruslarla savaşmaya kalkmasıdır.

    rusya'nın zorlu coğrafyası malum, napolyon bile başa çıkamamış. hele "general kış" dedikleri o yenilmesi imkansız düşman? bu konuda almanların tam anlamıyla hazırlıksız yakalandıkları bir gerçek. bütün planlarını tek ve ani bir darbeye bağlayıp "kışa kadar moskova'ya girer, kremlin sarayı önünde fotoğraf çekiniriz" diye hesap yapan nazi liderleri, ordularına kışlık donanım temin etmeyi dahi gereksiz görmüştü. ihtiyaç doğduğu anda da lojistik meselesi ortaya çıktı. rusya'nın yetersiz ulaştırma altyapısı yüzünden en ufak malzemenin bile nakli sorun oluyordu. mevsim yağmurları ile bataklığa dönen yollarda ilerleyecek doğru dürüst araç yoktu. her türlü tekerlekli araç çamura saplanıp kalıyordu. "lan keşke daha fazla paletli araç yapsaydık" diye pişman oldular ama geç olmuştu. rusya'nın içlerine girdikçe daha da uzayan ikmal yolları, operasyonun iyice batağa saplanmasına neden oluyordu. almanların lojistik konusundaki mallığına bir örnek vereyim mesela; stalingrad'da kıskaç altında bulunan 6. ordunun lojistik sorunu gündeme geldiğinde göring ipnesi "havadan hallederiz, o iş bende" diyince "oh oh ne güzel, yaşasın" diye sevinmiş bunlar. olm var ya, saflığımla meşhur bir türk vatandaşı olarak bana böyle bir şey deseler, "hmm yüzbinlerce kişilik ordunun sadece erzak ihtiyacı bile tonlarca tutar, kaldı ki mühimmat, silah, personel, araç gereç, sıhhi malzeme, ohoo imkansız hacı" derim. bunca alman'ın yaşadığı akıl tutulmasını anlamakta zorluk çekiyorum. göring de, zamanında"ingiliz hava kuvvetlerini ben hallederim, sıkıntı yok" diyen luftwaffe komutanı hermann göring ha, yanlış olmasın.

    mevsimin ve iklim şartlarının bu kadar kritik olduğu bir operasyona planlanandan 6 hafta geç başlamak da açıklanabilir bir şey değildir. mayıs ayında başlaması planlanan harekata ancak haziran sonunda başlanabildiğinden, nispeten elverişli olan mayıs ayı boş geçilmiştir. bu 6 haftalık zaman kaybının da, italya'nın yunanistan'dan yediği dayak yüzünden kaynaklandığını da söyleyeyim. hitler'in, italyanların başarısızlığını telafi etmek için önemli kaynaklarını ve çok ciddi bir zaman dilimini heba etmesi büyük hatalardan biridir.

    kimileri, operasyonun güney cephesi değil de moskova üzerinde yoğunlaşması halinde sonucun farklı olabileceğini iddia eder. alman ordusunun ileri gelenlerinin de fikri bu yöndeydi. düşman başkentinin alınmasını önemli bir psikolojik faktör olarak gören generaller, aynı zamanda rus demiryolu ağının bu kritik kavşak noktasını ele geçirerek kızılordu birliklerinin cephelere ulaşımını da engellemek niyetindeydiler. üstelik, istihbarat raporlarına göre ruslar moskova savunması için muazzam miktarda kuvvet toplamaktaydı. başkentin alınması halinde bu kuvvetleri imha etme fırsatı elde edeceklerini de düşünüyorlardı. oysa hitler'in gözü kırım'ın donetz havzasındaki maden bölgeleri ile güneydeki tahıl stoklarında ve kafkas petrollerinde idi. askerlerin yoğun itirazlarını "maalesef generallerim savaşın ekonomik boyutundan hiç anlamıyorlar" diyerek görmezden gelmiş, hedefi stalingrad olarak belirlemiştir.

    işi daha da dramatik yapan şey ise, başlangıçta stalingrad’ı almak için çok uygun fırsatların kaçırılmış olmasıdır. 6. ordu hedefine yürümeye başladığında birliğin çok önemli bir unsuru, 4. panzer ordusu ayrılarak grozni'deki petrol kaynaklarını almak amacıyla kafkaslara doğru inmiştir. koca bir panzer ordusu, boru değil. alman generallerinin sonradan söylediğine göre bu kuvvet stalingrad’ı neredeyse dövüşmeden alabilecek büyüklükteydi. işler sarpa sarıp da panzer ordusu 15 gün sonra geri çağırıldığında çok geç olmuş, siklet merkezinin stalingrad olduğunu anlayan ruslar, bütün güçleri ile savunmaya geçmişti. neticede grozni ile stalingrad arasında koşuşturup duran panzer birliği bir işe yarayamamış, iki hedef de yalan olmuştur.

    hitler'in en tartışılan kararlarından biri de, orduya verdiği "asla geri çekilmeme" emridir. bu emre göre her alman askeri elinde tuttuğu mevziyi ölene kadar savunmak durumundadır ve hiçbir suretle geri çekilemez. oysa askerler geri çekilmenin de bir savunma stratejisi olduğu, oynak bir savunma taktiği ile eldeki birliklerin çok daha efektif kullanılabileceği konusunda ısrar ederler. nitekim, stalingrad savaşında 6. orduya geri çekilme izni verilmemiş ve koca bir ordunun göz göre göre yitip gitmesine neden olunmuştur. son ana kadar "gelip kurtarıcaz, sıkın dişinizi" güvencesinin asılsız çıkması ve kuşatmadan kurtulmak için girişimde bulunması yasaklanan 6. ordunun kaderine terk edilmesi de askerlerin kafasındaki "führer" imajını ciddi şekilde sarsmış, ordu ile hitler arasındaki o güven hissi sonsuza kadar kaybolmuştur.

    doğu cephesindeki en büyük hatalardan biri de, nazilerin işgal politikasıdır. sovyetler birliği içinde bağımsızlık isteğini yüksek sesle belirtip stalin'in canını sıkan ukrayna ve ruslar tarafından işgal edilmiş bulunan baltık ülkeleri başta olmak üzere ruslardan bıkmış halkların desteğini almak mümkündü. ancak doğu halkları, "bolşevizmden kurtuluş" sloganı ile gelen almanların pek de öyle dost canlısı olmadığını, tersine "üstün" alman ırkının refahı için ellerindeki en ufak kırıntıyı dahi alıp kendilerini ölüme mahkum etmeye niyetli gözü dönmüş istilacılar olduğunu çabucak anlayıverdi. almanlar daha harekata başlamadan işgal edecekleri topraklardaki halkların akıbetini planlamış, milyonlarca insanı kıtlığa ve ölüme mahkum etmekte en ufak bir sıkıntı bile görmemişlerdir. istiladan sonra işgal altındaki toprakların yönetimini devralan sd örgütünün sivil halka yaptığı zulüm, eziyet ve köle olarak çalıştırma amacıyla insan kaçırma gibi benzersiz uygulamaları da halkın gözünü çabuk açmış, bolşevik karşıtı, komünist, muhalif demeden herkes nazilere karşı direnişe geçmiştir. bu anlamda kaçan tren almanlar için gayet büyüktür.

    aynı dönemde cereyan eden çöl savaşı, yani afrika korps için harcanan kaynakların ne kadar gerekli olduğu ve bu birliğin rus cephesinde kullanılmış olsa neleri değiştireceği de hep tartışılmış bir konudur. erwin rommel, fritz bayerlein, wilhelm ritter von thoma gibi zırhlı birlikler konusunda aşmış komutanların meziyetlerinden rus cephesinde yararlanmak gayet mümkündü oysa.

    almanların bir diğer hesap hatası da, rusların askeri gücü ve üretim kapasitesi konusunda olmuştur. tamamen bitti dedikleri kızılordunun cepheye sürdüğü her yeni tümen, alman tarafını şaşkınlığa uğratmıştır. almanları hayrete düşüren ikinci şey de rus mühendisliğidir. rus savaş malzemelerini derme çatma, taklit mamuller olarak değerlendirme eğilimi bulunan almanlar, karşılaştıkları her rus üretimi kamyonla, uçakla, topla, tüfekle birlikte kiminle savaştıklarını daha iyi anlamışlardır. hele t-34'ün ilk görüldüğü andan itibaren alman tarafında yarattığı dehşet dikkat çekicidir. nazi ileri gelenleri, rus savaşını planlarken bunları hiç hesaba katmamıştı tabi. hatta heinz guderian, cicim ayları döneminde bir rus heyetine tank fabrikası gezisinde eşlik edip "işte bunlar bizim yeni tanklarımız, şöyle güçlü, böyle kıvrak" diye anlatırken heriflerin bıyık altından gülümsediğini anılarında yazar. o dönem adamların tank tezgahlarında t-34 varmış meğersem. hitler'in kendisi de bütün bu gelişmelere, savaş esnasında "ruslar sibirya'da büyük miktarda taze kuvvetler donatıyor, fabrikalar ayda 1200 tank çıkartıyor" diyen istihbarat raporlarına rağmen rakibini küçümsemeye devam etmiştir. rus savaş üretimi kapasitesini iyi değerlendiremedikleri için de bu üretimi sekteye uğratacak önlemler alma, örneğin 4 motorlu stratejik bombardıman uçağı imal etme gereği duymamışlardır. doktrinleri gereği rusya ile savaşa hazırlanırken yapılan bu ihmalin ağır sonuçları da olmuştur tabi. silahlanma programının başındaki isimler "führer bize kaç uçak yaptınız diye soracak" diyerekten bütün ağırlığı avcı uçaklarına verdiler. tamam, o me109'lar, fw190'lar falan, hepsi süper, hepsi ikonik ama savaşı avcı uçakları değil, bombardıman uçakları kazandırıyor. böyle de bişey var. sonuçta stratejik bombardıman uçağı yokluğu rus üretimine engel olunamamasına yol açmış, bu da doğu cephesi için son derece kritik bir unsur olmuştur.

    bütün bunlar ardı ardına gelince sonuç malum, almanları anavatanlarına kadar kovalayıp avrupa'nın önemli bir bölümünü işgal eden rusya süper güç haline geliyor. sonra iki kutuplu dünya düzeni, silahlanma ve uzay yarışı, krizler, kore, vietnam falan filan..

    sonuçta almanlar doğu cephesinde yenilince, biz de yenilmiş sayıldık.. ahahaha, şaka lan şaka.. türkiye o günün şartlarında yapabileceği en iyi şeyi yapmış ve almanları fazla kıllandırmadan tarafsız kalmayı başarabilmiştir.

    hiç bitmeyen geyikler vardır, efenim hitler aslında türkleri pek sever, kıymet verirmiş, müttefik olarak görürmüş, bizden hafif çekinirmiş, "aman ağzımızın tadı kaçmasın ali rıza bey" diyerek bize bulaşmamış, yok 12 adaları teklif etmiş, stalingrad’ı alsalar almanların yanında savaşa girecekmişiz falan.

    arkadaşlar, bunların doğruluğunu tespit edebilmek için nazi ideolojisine biraz aşina olmak gerek. üstün ırk diye bir kavram var, biliyorsunuz. almanlar, germenler, nordik ırklar falan. yalnız bizim nazi hayranlarının göz ardı ettiği bir şey var ki, o da aşağı ırkların varlığıdır. nasyonel sosyalizme göre doğu halklarının tamamı zayıf ırklardır ve bunlar alman çıkarlarına ne derece hizmet ettiklerine göre kıymet görürler. 1. dünya savaşından kalan tecrübelerine dayanarak ne kadar kullanışlı olduğumuzu bilen alman dostlarımızın gözünde müttefik kuvvetlerini oyalayacak yeni bir cephe açma, yani mihver devletler saflarında savaşa girme ihtimali olduğu müddetçe türkiye de kıymetli olmuştur tabi. yoksa kara kaşımız, kara gözümüzün hatırına değil. aşağı ırkları primattan hallice organizmalar olarak gören ve işe yaramayacaksa boşu boşuna dünya nimetlerini sömürmesin diyen nazi ideolojisindeki yerimiz budur işte.

    sağda solda görüyorum, rahmetli hitler şöyle iyi adamdı, böyle iyi adamdı, aslında haklıydı, ömrü yetmedi falan diyenler oluyor. hişş, aman diyim..
65 entry daha
hesabın var mı? giriş yap