• dogma akımı var dediler geldik...
    beğenerek izlediğim, iki çift, dört insan arasındaki karmaşık denklem üzerine taş gibi bir dram, sağlam gerçeklikle giden şükela bir danimarka filmi. oyunculuklar çok doğal, duygular çok iyi yansıtılmış. bu yüzden seviyorum zaten dogma akımını; film izliyormuş hissi değil de, karşında birileri bir şeyler yaşıyormuş sen de tanık oluyormuşsun hissiyatı veriyor.
    onun dışında cæcilie karakteri çok tatlıydı, olsa da yesek dedirtti bir çok sahnede. sarışınlardan pek hoşlanmam ama kendisi yüzünden ara ara filme odaklanmakta zorluk yaşadım *

    bu arada;
    --- dogma akımına dair ---
    dogma kuralları:
    1- çekimler yerinde gerçekleştirilmeli. set dekorları kullanılmamalı.
    (eğer hikaye için özel eşyalar gerekiyorsa, çekimler bu eşyaların olduğu yerde yapılmalı.)
    2- kaynağı belli olmayan, görüntüden bağımsız müzik kullanılmamalı.
    (eğer sahnenin çekildiği yerde gerçekleştirilmiyorsa müzik kullanılmamalı.)
    3- omuzda kamerayla çalışılmalı.
    (film, kameranın yerleştirildiği yerde çekilmemeli. çekimler, filmin geçtiği yerde yapılmalı.)
    4-film renkli çekilmeli. özel ışıklandırma kabul edilemez.
    5- optik çalışmalar veya filtre kullanımı yasaktır.
    6- film sahte olaylar içermemeli. (cinayetler gerçekleşmemeli, silah kullanılmamalı vs.)
    7- zaman ya da mekan konusunda seyirci şaşırtılmamalı. (filmde olanlar şu anda ve burada gerçekleşiyor.)
    8- tür filmleri kabul edilemez.
    9- film 35mm. formatında çekilmeli.
    10- yönetmenin adı jenerikte geçmemeli.
    --- dogma akımına dair ---

    özetle: 8/10 verdim ben bu filme, izleyin.
  • dogma'nın sömürüldüğü bir evre vardı. bak abi biz dogma çekiyoruz diye aşırı titreyen kameralar, karakterlerin burun kıllarından buseler. bu film bir ustalık aşaması dogma için. hiçbir abartı yok bak biz dogmayız diye. herşey yerli yerinde kullanılmış. elbette hala burun deliklerini görüyoruz ama burun deliklerini gördüğümüz imsam sadece başını yönetebilen bir felçli bize verebileceği bu zaten.

    konuya gelirsek, 4 insan arasında pek de hızlı ilerleyen bir ilişkiler bütünü. bunu fransız ekolü çekseydi karnınızda bir gaz sancısıyla salondan ayrılırdınız. hayır ilişkilerin mistifike edilecek yanı yok, aşkın da yok. ağlayarak sızlayarak döktüğünüz gözyaşlarının süresi 5 dakika. güçlü karakterler yok herkes zaaflı, zaaflarından çıkış aramaya çalışıyor herkes. sırasını herkes savıyor ağlayarak ama yeni kararlarıyla. ve dünyanın en eski dürtüsü aşk değil cinsel dürtü.
    aile parçalanıyor ama 2. kadın yüzünden değil. adamımız diyor bir sahnede tamam beni belki beni affeder ama ben yine de o eve dönmek istiyor muyum diye? önünde yeni bir hayat olan bir kadın ve bir erkek bedeli yeteri kadar ödedim deyip yola koyuluyor. genç bir adamın buna pek şansı yok felçli ama kanaatkarlık hakim oluyor ona da. ama evli kadın felçli değil ama aynı acz içinde o da evliliğin felci içinde. koca yarılırken çocuklarımdan uzak dur diye haykırıyor. onun felci de o. 3 çocuklu,kariyerli koca ve ışık alan dubleks ev.

    bir de kaza var elbette. bir kazanın kabusa dönüştürdüğü bir çift ve bunda senin suçun yok diye diğerini teselli eden bir başka çift. kimse kendi bedelinden mahrum değil malesef.

    neyse uzattım. sıkılmadan izleyebileceğiniz karnınızda gaz ile değil ağrıyla biten bir film.
  • seneler seneler öncesinde hakkında iki satır karaladığım dogma akımına ait bir film:

    ---spoiler---

    "son bir buse...
    şu başında "son" geçen kelime öbeklerinden hayatım boyunca korkmuşumdur. son bir dokunuş, son bir bakış, son bir buse ateş-i aşkınla çatlayan dudaklarıma... harman yeri olmuş hâr olmuş goncanın her bir dalı. hayatın bahçesinde. "açık kalpler" böyle bir sonla başlıyor. neredeyse 6 aydan fazla olmuş filmi seyredeli, ama hala o acı fren sesi kulaklarımda. nefret ettim sonlardan hele son öpücüklerden, sonu olmasın hiçbir hayalin, hep eksik bir tat gibi kalıversin dudaklarda son bir busenin isteği ama olmasın son.

    çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden
    cekiyor tebesirle yekun hattini afet;
    alevler icinde ev, ust katinda ziyafet!

    ben marie'nin yerinde olsam niels'in suratına fırlatırdım bu mısraları. herhalde en hüzünlü şey bu dünyada, bir kadının gitme diye yalvarmasıdır. perişanlık ve çaresizliğin pençesinde bir anne, sevdiği adamı kendi elleriyle başka bir kadının kollarına bırakıyor. ne hüzün. paprika steen in oyunculuğu çok güzeldi. hani ne bileyim hüzün ve aldatılmışlık bu kadar mı yakışır bir simaya, festen'e de şöyle bir göz gezdirdim orada da harika bir iş kotarmış.
    hüzün diyorduk, çaresizlik diyorduk gitme den daha fenası ne olabilir diyorduk. bence, git demek zorunda olmak, hayallerini bavula koyup yüklediğin bir gemiye limandan el sallamak zorunda olmak, kahrolurcasına seyretmek başka limanlara yelken açtığını sevginin. gitme den daha fenası joachim'in o son öpücükten sonra ki günlerde git demek zorunda olmasıydı. açık kalpler işte soğuk danimarka'dan böyle sıcak bir gulfstream akıntısı olarak yayılmıştı dil denizinin kıyısına. "

    ---spoiler---
  • karakterlerin beklentilerini gösteren sahneler güzel olmuş. nikoaj lie kaas ve mads mikkelsen in oynadığı her film gibi bu da izlemeye değer. insanların duygularının ne kadar değişken olabileceğini vurucu bir olayın akabinde yaşananlarla anlatmış.
  • 22. uluslararasi istanbul film festivali kapsamında ''aile kutsaldır!'' ana başlığı altında gösterilmiş, güzel bir dogma örneği.film festivalde açık kalpler adıyla yeraldı.
    konusuna gelince;
    2002 toronto fipresci ödülü dogma kurallarına uyularak çekilen açik kalpler, yerine getirilemeyen sözlerden, yaşamın planlanmaması gerektiğinden bahsediyor. kısmen romans, kısmen trajedi olan bu film, aşk ve acı, şüpheler ve değişimler, başlarına her şeyin gelebileceği açık kalpler üzerine tam anlamıyla yürek parçalayıcı bir öykü. cecilie ve joachim genç ve âşıktırlar. yakında evleneceklerdir ve önlerinde koca bir hayat vardır. ama işler ters gider ve birdenbire her şey tepetaklak olur. işler sadece cecilie ve joachim için değil; üç çocuk sahibi, mutlu bir evlilik yaşayan, otuzlu yaşlarının sonlarındaki marie ve niels için de değişir. evlilikleri, niels cecilie’ye sırılsıklam âşık olunca ciddi şekilde sınanır. acaba niels ve cecilie, aşkları için her şeyden vazgeçmeye hazır mıdırlar? kesin olan tek şey vardır: bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır...
    -filmin konusu iksv den alıntıdır.-
  • dogma'nın yalın ve gerçekçi kadrajına giren ajitasyondan, abartıdan bihaber danimarka dramı.
    danimarkada duygu dicem, mantık dicem... izlediğim her filminin hikayesini değerlendirirken "haklı ama" diye düşünmekten kendimi alamıyorum, shakespeare bile bu ülkede bir ibnelik var demiş, boşuna dememiş galiba.
  • son zamanlarda "feel good movie" şeklinde tabir edilen filmler izliyordum, çoğunlukla netflix'te. sonra mads mikkelsen hayranlığım kabardı, bu filmi izlemeye karar verdim ve izlemiş olduğum diğer bütün filmlerdeki "iyi hissetme" durumunu tek bir film silip attı.

    film çok kaliteli, güzel bir film. hem ilginiz film boyunca diri tutuluyor, hem de "klişe" denebilecek pek bir şey yok filmde.

    ama ilk yarım saati işkence gibi. kendinizi ya da değer verdiğiniz birini o halde görmek, hayal dahi etmek istemeyeceğiniz bir durum yaşanıyor. umutsuzluk ve katı bir gerçekçilikle durumla yüzleşiliyor. hiçbir şey iyiye de gitmiyor. filmin devamı bu denli sarsıcı değil, diğer ilişkiler dallanıp budaklandıkça yaşanan durum biraz normalleşmeye başlıyor, özellikle bunu yaşamayanların perspektifinden.

    dogma tekniğiyle yapılabilecek en iyi filmlerden biri bence. çünkü bu teknik bir filmi çekilmez hale de getirebilirdi fakat ustaca uygulanmış.

    mads mikkelsen ve danimarka filmlerindeki vazgeçilmez ekürisi nikolaj lie kaas sevenlerin atlamaması gereken bir film. fakat "biraz kafa dağıtayım, havam değişsin." diyorsanız uzak durun. üzülürsünüz.
  • insanın ne kadar garip bir mahluk olduğunu gösteren bir danimarka filmi.

    --- spoiler ---

    çapraşık duygular duyduğu biri için karısını ve üç küçük çocuğunu bırakan bir baba ile araba kazasından sonra erkek arkadaşı sakat kalan bir kızın yaşadıkları aşkı(?) anlatıyor
    --- spoiler ---

    izlemeye değer bir film. en az (bkz: hunt) kadar psikolojik ve dramatik.
  • danimarka yapımı, susanne bier filmi. efter brylluppet filminde olduğu gibi yönetmen yine aynı olayın etkilediği dört insanın, hayatın beklenilmeyenleri karşısındaki duruşlarını işliyor.
    --- spoiler ---

    birbirini çok seven cæcilie ve joachim heyecanla evlilik hazırlıkları yapmaktadır. ancak geçirdiği bir kaza sonucu joachim boynundan aşağısı tutmayan bir felçli durumuna düşmüştür. joachim ilk etapta olayın şokunu cæcilie'i yanından uzaklaştırarak atmaya çalışırken kazada joachim'e çarpan marie'nin doktor kocası, marie'nin ricasıyla cæcilie ile ilgilenir, ona destek olur. bu durum, süreç içinde doktor niels'in cæcilie'e tutkuyla aşık olmasıyla sonuçlanır. ve olaylar gelişir.

    dört karakterin ruh dünyasına ayrı ayrı inen ve kamuya açık ettikleri duygularıyla içlerine hapsettikleri duygularını ayrı ayrı göstererek onların duygu dünyalarına girebilmemizi kolaylaştıran yönetmen, oldukça ağır ve dramatik bir malzemeyi insanı ciğergâh etmeden sunmayı başarıyor.

    bu dörtlüden işi en zor olanı sanırım joachim. 20'li yaşlarının başında hayat dolu ve aşık bir genç olarak bir sabah işinize giderken kaza yapıyor ve ömür boyu yatalak olarak yaşaması gereken bir felçli haline geliyorsunuz. kendinize gelip acı gerçeği öğrendiğiniz an zannediyorum ilk yapmak isteyeceğiniz ölmek olacaktır fakat bunu gerçekleştirme yetilerinden mahrumsunuz zira sadece kafanızı hareket ettirebiliyorsunuz. bir de yanınızda çok sevdiğiniz, sizin için kahrolan ve var gücüyle size yardım etmek isteyen sevgiliniz var. kendinize veremediğiniz zararı ona vermek istiyorsunuz ve tüm yardımlarını reddererek onu kovuyor, yakınınızdan uzaklaştırmayı başarıyorsunuz. hayatın baharında, esprili, arzulu bir genç iken yaşarken yatağa gömülmek tasavvuru zor bir trajedi. o yüzden joachim'e empati yapabilmek de yaptıklarını yargılamak da pek mümkün değil.

    cæcilie için de durum çok zor. dağ gibi sevdiceği gözünün önünde arabanın altında eziliyor, yatağa mahkum oluyor ve henüz travmayı atlatamadan nişanlısı tarafından acımasızca reddediliyor. sevgi ve şefkat ihtiyacı zirvedeyken kendisine yakınlık gösteren niels ile önce duygusal sonra tensel yakınlaşma gerçekleşiyor. bu noktada cæcilie'in oldukça bencil davrandığını ve bir yuvayı, kurulu düzeni dağıtırken, bir anne ve üç çocuğunun mutsuzluğuna neden olurken en ufak bir tereddüt yaşamadığını görüyoruz. soğukkanlı bir şekilde hakkıymış gibi davranıyor veya dile getirmese de nişanlısını o hale sokan anne ve kızından intikam alıyor. zira joachim çağırdığında bir an bile düşünmeden niels'in yatağından kalkıp koşarak hastaneye gitmesi, niels ile duygu bağı kurmadığının göstergesiydi.

    niels'e gelince aslında ilgili bir baba, sadık bir eş iken karşısına çıkan ilk imtihanı kaybeden biri olarak görebiliriz onu. gerçekten sadık bir eş ama evliliğinde aşkı da cinselliği de unutmuş biri aynı zamanda. böylesi bir vasatta karşısına epey güzel bir kadın çıkıyor ve iyi niyetle yardım etme modundayken ilişki tek taraflı aşka evriliyor. tek taraflı kalacağını bilse kendisini kaptırır mıydı bilinmez ama uğruna karısını ve çocuklarını yüzüstü bırakıp çekip giden biri olarak cæcilie tarafından aynı tutkuyla sevilmek isterdi sanırım. zaten filmin en etkileyici iki sahnesinden birinin niels'in cæcilie'in evine giderek onun duygularının ne olduğunu netleştirmek istediği, bunu yaparken de hüngür hüngür ağladığı sahneydi ki buz gibi bir adam olan mads nikkelsen'i o halde görmek ayrıca etkileyiciydi.

    dördüncü halka, joachim'in yatağa mahkum olmasına neden olan kazayı yapan, kazadan çok etkilenen, iyi niyetle kazazedelere yardım etmek isteyen, bunu yaparken de yuvası dağılan marie. belki de joachim kadar masum bir karakter. yuvasını kurtarmak için yaptıkları takdire değerdi. hatta filmin en çarpıcı ikinci sekansı, marie'nin niels'in evden gitmesine ağlayarak engel olma çabalarıydı. ''onu seviyor musun'' sorusuna, çaresizce ''hayır sevmiyorsun'' diyerek yine kendi cevap vermesi, onun kapıdan çıkmasını engellemek için koluna sarılıp ağlayarak, feryat ederek bırakmak istememesi çok çarpıcıydı. sahneyi çarpıcı kılan, bir kadının bütün kadınlık gururunu ayaklarının altına alma pahasına kendisini aldatan kocasına yalvarmasıydı ki kim olursa olsun birine yalvarılması kötü bir şeyken bunu bir kadının kocasına yapıyor olması insanı çok etkiliyor.

    dörtlü halkaya dahil etmediğim ama olaydan çok derin şekilde etkilenen biri ergen genç kız, ikisi küçük olmak üzere üç çocuk ki her şey gözlerinin önünde yaşanıyor ve onların da duygularını olanca çıplaklığıyla hissediyorsunuz.
    insanların duygu dünyalarına girişi kolaylaştıran ana unsur da oyuncuların kalitesinin yanı sıra yönetmenin, yaşanan gerçekliğin dışına çıkarak karakterlerin içsel duygularını görüntüyü renksizleştirerek ve flulaştırarak vermesiydi ki her yaptığında film biraz daha derinleşti.

    oldukça gerçekçi hatta sert sayılabilecek tarzda işlenen film, hayatın içinde gayet sıradan ve iyi olan insanların travmatik olaylar sürecinde ve sonrasında ne kadar bireyci olabildiklerini de gözler önüne seriyor.
    --- spoiler ---
  • aniden değişen hayatlar. kızgınlık, öfke, ortada kalmışlık ve çaresizlik bir arada.

    --- spoiler ---

    joachim'in bir anda felç kalması filmdeki tüm hayatları değiştirir. cecilie'in durumunda biri olmak oldukça zor. fakat intikam için bile olsa erkek arkadaşına çarpan kadının kocasıyla ilişki yaşaması onaylanabilecek bir davranış değil. joachim'in çaresizliğini ve ne yapacağını bilemeyen halleri insanı derinden etkiliyor. düşünsenize bir gün önce ne hayaller kuruyorsun sabah kalkıyorsun arabaya biniyorsun ve 1 saniye içinde artık farklı bir yaşamın içindesin. özellikle joachim'in kız arkadaşını bir süre sonra yanında istemesi ve zar zor taşınarak geldiği restoranda garsona ( görünen o ki o adamı kazadan önce de tanıyor) tuvaletini yaptırması için yardım istemesi üzerine garsonun tepkisi hemen ardından joachim'in acı gerçeği anlayıp kimsenin aslında yanında olmayacağı ve her işte yalnız kalacağı, hayatının geri kalan kısmını bu duygular içerisinde geçireceğini anlaması onun kadar benim canımı da çok yaktı.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap