• susanne bier'in yönettiği ve yabancı dilde en iyi film kategorisinde danimarka'nın oscar adayı olan film. ayrıca 26. uluslararası istanbul film festivali'nde de gösterime girecek.

    (bkz: after the wedding)
  • avrupa insanının buz gibi görünüşünün ardındaki duygusallığı bu denli yansıtabilen bir film daha görmedim şahsen.
    filmin infosunda tür olarak dram yazıyor ya, hah işte; dram sözcüğünün sinemadaki tam karşılığı, bu filmde tokat gibi suratına çarpıyor insanın..

    --- spoiler ---
    ve bir de "ölmek istemiyorum" krizinin ayyuka çıktığı anda, o oyuncunun performansı yok mu.. aman allahım! çok başarılı.
    --- spoiler ---
  • son zamanlarda das leben der anderen ile birlikte izlediğim en iyi avrupa filmlerinden biri. yalnız hindistan kısmı biraz az tutulmuş. daha güzel yansıtılabilirdi sanki.
  • mads mikkelsen'in basrolde oldugu 2006 yapimi bir susanne bier filmi.

    hindistanda cocuklara yardim amaciyla calismakta olan jacob (mads mikkelsen), bir hayirseverin yardim yapmadan evvel illa ki gorusmek istemesi neticesinde memleketi danimarkaya doner. jørgen (rolf lassgård) helene (sidse babett knudsen) ile evli, birisi kevlenmek uzere olan kizi ve kucuk ikizleriyle yasamaktadir. anna (stine fischer christensen) dugun toreninde jacob'in gecmisine dair tum aileyi etkileyecek bir gizi ortaya cikartir...

    danimarka sinemasinin genel havasina uygun bir film "after the wedding". hareketli kamera kullanimi ve kirli sesiyle olabildigince gercekciligi arttirmaya calisan, oyunculara buyuk isler dusen bir yonetime sahip. yakin cekimler ve diger tum seylerde oyuncularin omuzlarina buyuk bir yuk bindirilmis.

    filmin en buyuk artisi da burada, oyunculuk. mads mikkelsen (ki kendisini en son yeni james bond filmi, casino royalede kotu adam rolunde gormustuk) basarili bir performans sergiliyor. fakat ondan daha ote bir oyuncu var ki bu filmde gercekten insani kendisine bagliyor. histeri krizinde gosyazi dokmemek icin gercekten ugrasmak gerekiyor. jorgen rlundeki rolf lassgard dan bahsediyorum. gercekten cok basarili, ust duzey bir oyunculuk sergilemis.

    oyunculugun disinda filmde dram etiketine yakismayacak duygusal bosluklar mevcut. ornegin hindistan ve jacob'un cocuk sevgisi gibi konular izleyici ile yeterince baglanti kuramiyor ve afaki kaliyor. benzer sekilde iyi bir yan hikaye olabilecek olan anna ile christian arasindaki iliski futursuzca harcanmis. filme ismini verdigi gibi konuya da etki etmesini beklerdim dugun ve sonrasindaki evliligin.

    hareketli kamera ve asiri zoom neticesinde bazen insani mahosluga iten bir duygu hasil oluyor. hareketli cekimlerin gozle uygun gitmeyisi vb nedenlerden oturu bir yapaylik hissetmemek elde degil.

    bu filmi izlerken aklima her nedense basrollerinde julia roberts, susan sarandon ve ed harris olan stepmom geldi. erkekler kadin olmus, kadinlar erkek.

    oscar sahibi olabilecek kadar harika** bir yapim degil, ama izlenmeye deger.
  • sorabilecegi sorularin cogunun pesinden gitmeyen bir film. biyolojik baba mi cocuga emek veren, buyuten baba mi ikilemine saplanmamasi, filmi benzer hikayeler anlatan filmlerden ayiriyor. ama uc, hatta belki dort ayri hikayayi birden anlatmaya calisiyor film ve, jorgen'in hikayesi disindakiler, mesela jacob'un hindistandaki hikayesi, mesela anna'nin ne hissettigi, hepsi biraz yuzeysel kaliyor. en rahatsiz edici yaniysa bence finali.

    --- spoiler ---
    final rahatsiz edici cunku, jacob'un danimarka'da kalmaya karar verme sureci cok hizli geciliyor, ve hikaye her ne kadar biyoloji/emek ikilemine saplanmadan ilerliyor olsa da sonunda kan bagina dayali iliskiler emek vermeye dayali iliskilere tercih ediliyor. daha da rahatsiz edici olan, filmin baslangicinda inanilmaz bir emek ve alturism ornegi olarak sunulan hindistan'daki yetimhane projesini filmin sonunda bati'dan gelen milyon dolarlarla, ve de jacob'un oz kizini ve eski sevgilisini tercih etmesiyle kurtariyor olmasi. "burda hersey cok guzel artik" diyor, pramod, ve biz de seyirci olarak, jacob ona "benimle gelmek ister misin?" diye sordugu ama kendisi kalmak istedigi icin rahatliyoruz; olen oluyor ve de kalan saglarin hepsi hallerinden memnun. ama iste boyle olunca ne jacob gercekci bir karakter olabiliyor, ne de film baslangicindaki cesur sorularini takip edebiliyor.

    --- spoiler ---
  • doğum günüm şerefine açılan moviemax festival sayesinde an itbariyle seyredilen film*. sıkı filme benziyor. daha fazla kaçırmamak lazım.
  • ölüm karşısında ne kadar aciz olduğumuzu*, karar vermenin; bazen ne kadar güç*, bazen de ne kadar kolay olduğunu* gösteren, bir babanın büyük iyilikler için küçük mutluluklarını terk etmesini, sonuçta karşısına daha büyük mutlulukların da çıkabileceğini anlatan bir film*
  • bir tanesi aynı zamanda çok iyi insan olan harika iki babanın hikayesini oldukça duygusal olarak anlatan film.
  • oluyorken olamamis, iyi kalpli izleyicinin beklentilerine yenik dusmus gibi hissettim jacob - ki yine bir baska mads mikkelsen performansiyla karsi karsiyayiz - ne yonde karar verecegini acik ettiginde. oysaki ters yonden istikamet halindeydi hikaye:

    --- spoiler ---
    cocugundan yillarca haberi olmayan ve hayatini baska memleketlerin cocuklarina adayan bir adam, yillar sonra, çocuğunu besleyip büyüten baba tarafindan cagrilip, bu varsil adam tarafindan cocugun bundan sonraki hayatinda ona goz kulak olmasi teklif edilirse ne yapar? ustelik emanet edilenlerin icinde, cocugun annesi, yani biyolojik babamizin eski sevgilisi, emekci babamizin karisi da varsa? ve de tum bunlar, yaklasmakta olan bir olum nedeniyle oluyor ama olmeye giden iyi kalpli-tas gorunuslu varsil adam, tum bu iyilik tekliflerinin yaninda, pek tabii her insan gibi, olmekten delicesine korkuyor, "olmek istemiyorum!" diye once icten ice ardindan ciglik cigliga bagiriyorsa?

    --- spoiler ---

    yonetmen koltugunda susanne bier oturuyor; ama hikaye ve senaryoda yine anders thomas jensen imzasini goruyoruz. kendisinin daha once izlemis oldugum iki filmindeki (bkz: adams aebler), (bkz: blinkende lygter) yogun kara mizah bu filmde kendini cok sinsice ilerleyen yogun bir drama birakmis. karakterlerin her birinin sahip oldugu hikayeler ayrica islenmeye deger; ama bunun filmin temel odak noktasini bulaniklastiracagi korkusuyla hemen hemen hepsi ya kisaca gecistiriliyor ya da filmin bir aninda gosterilen bir daha donulmeyip orada birakiliyor. bunun icin filmin mimarlarini suclayamam; soz gelimi anna-christian iliskisine, ya da helen-jacob mazisine zaman ayirmak cok seyler de goturebilirdi; ama yine de boylesi bir "her seyin yerli yerine oturdugu ve herkesin olduklari yerden azami memnun olduklari" mutlu son, bu filmin hikayesinin ve sormaya calistiklarinin agirligi yaninda biraz guduk kaliyor. ha, bir de film 2007 oscar odullerinde, pan's labyrinth ve auf der anderen seite gibi iki olaganustu filmle kapismaya layik gorulmus akademi tarafindan. oyle de bir film, hakkini yemeyelim simdi.
hesabın var mı? giriş yap