• yemedim içmedim, yeni başlayanlar için görsel bir seri hazırladım (reklamsız).

    fazla teori veya tanım içermiyor, bununla sınava hazırlanıp çakarsanız kapıma dayanmayın. daha ziyade, hepimizin hayatına yön veren "çin abd ilişkileri" üzerinden, temel ekonomik kavramların mantığı anlatılıyor.

    lisedeyken dünya ekonomisinden bahsedildiğini hatırlamıyorum, bunun için üniversiteye kadar beklemek tam bir delilik. orada da en baştan teoriyi dayıyorlar (saatlerce tahtadaki eğrilere bakıyorsun), halbuki bilgisayarla borsa simülasyonlarıyla başlasalar kaç kişi uyur derste.

    ***

    220 slaytı yapması günler sürdü (verileri bulmak kolaydı ama en basit çizim bile zahmetliymiş), hızlı hızlı geçip detayları kaçıranları tek tek tespit ediyorum.

    dört bölüme ayırdım, her bölüme direkt linkler aşağıda ama kapak sayfasından başlamak daha iyi:

    0) yeşilin 600 milyar tonu ( kapak)

    1) birinci ton: ağır abiler
    -çin ve abd ekonomilerinin boyu ve işlevi
    -ticaret dengesi(zliği)
    -türkiye ile kıyas
    -terminator 6 (reklam yok derken bu hariç)
    bölüm için yorumlar

    2) ikinci ton: çin "mucizesi" nedir
    -ticaret rakamlarının yalan dünyası
    -ihracatın fazlası göz çıkarır
    -"trickle down economics"
    -sabit kur ve merkez bankasının rolü.
    bölüm için yorumlar

    3) üçüncü ton: çin "mucizesi"nin nedenleri
    -enflasyon
    -cari manipülasyon
    -devalüasyon
    -mastürb.. yok, bu sadece paralı versiyonunda var.
    bölüm için yorumlar

    4) dördüncü ton: kartal vuruşu
    -abd'nin para politikaları ve karşı saldırısı
    -global ticaret savaşları ve ittifakları
    bölüm için yorumlar

    ***

    uzman değilim, işin mantığında bir hata varsa haber verin.
    bunu ilerde videoya dönük bir hale getireceğim. simdilik, yüzlerce jpegden kolayca ppt dosyası hazırlamanın yolunu bilen varsa, sunum dosyasını da paylaşırım, siteye gitmeye gerek kalmaz.
  • "ekonomi insan hayatinda onemli bir yere sahipken sadece universitelerde ve belli bir kesime ogretilmesi ilginc bir ayrintidir".
    bertrand russell
  • birbirinin zitti iki sey soyleyip ikisiyle de nobel alabileceginiz bilim dali.
  • eski yunanca terim, türkcesiyle ev (oikos) idaresi (nomia).
    makro olgulari irdelerken, mikro örneklerden yola cikmak her zaman o kadar saglikli bir yöntem olmasa da, konunun anlasilabilirligi bakimindan, böyle bir kestirmeye basvurmak durumundayim. en basit soruyla baslayalim: hayat nasil idame ettirilir? yani, acliktan ölmeden dünya üzerinde hayatta kalmak icin gerekli kaynaklar nasil kazanilir? bu basit sorunun, dalli budakli bir yaniti var:

    1. biri bu kaynaklari karsiliksiz sunar.
    2. emek harcayarak bu kaynaklar elde edilir.
    3. baskalarinin emeginin ürettigi artidegere el konulur.
    4. daha önceden birik(tiril)mis kaynaklarin getirisi yenir.
    5. siddet kullanilarak baskalarinin kaynaklari gasp edilir.

    1. ilk savda irdelenen, doga insanlara, "adem ile havva cennetten kovuldugundan beri", emek harcamadan pek bir sey sunmadigindan, sadece cocukluk ve, sansli bir insanoglu iseniz, genclik dönemini kapsamaktadir. fazla da bir karisik konu olmadigindan cok kurcalamadan ikinci maddeye gecelim.

    2. insanogullarinin ezici bir cogunlugu, hayatini emek harcayarak idame ettirmekte ve de bu ezici cogunlugun icindeki bir diger ezici cogunluk sadece yasamini sürdürebilmeye calismaktadir. harcanan emek kaba olarak iki öbege bölünebilir: a) kolgücü satilarak ya da b) bilgi satilarak bunun karsiligi alinir. alinan karsiligin harcanan emege denk düsmedigi, artik genelgecer kabul görmüs bir olgudur. bu fazlalik da, bir sonraki maddede incelenen hayat idame bicimini yesertmenin yani sira, harcanan emek ile bu emege ödenen karsilik arasindaki farktan dogan bu artidegere kimin el koyacagina dair yüzyillardir süren bitip tükenmek bilmeyen tartismalara yol acmaktadir. bu da, sürdürülebilir örnegi pek olmayan karma iktisadi düzenekler bir yana birakilirsa, kabaca iki grupta incelenebilir:
    a) kapitalizm: emegin getirdigi artidegere özel kisiler el koyarak (ideal durumda) kendi iktisadi olusumlarina aktarirlar.
    b) sosyalizm: artidegere devlet el koyarak (gene ideal durumda) bunu kamu iktisadi olusumlarina aktarir.
    burada, hangisi daha iyi tartismasina hic girmeden, sadece sunu vurgulamak istiyorum: üretilen artidegerin tekrar üretime yatirilmasi bir ekonomik dizgenin devamliligi icin önkosuldur. bu, en kisa tanimla, ekonomik büyümeyi saglar. bunu gerceklestirmeyen her ekonomik dizge, kapitalist olsun sosyalist olsun, bir cok örnekle de sabit oldugu üzere, eninde sonunda batar. dogaldir ki, üretimden kastedilen de, bir sermayedarin veya devletin kazanilan tüm artidegeri sadece patates, bolu tüneli, savas ucagi vb. üretimine yatirmasi degildir. yatirim alaninin verimli ve isletilebilir olmasi gerekir. aksi takdirde, her ne kadar iktisadi bir girisime kaynak aktarimi yapilsa da, verimsiz alan negatif etkide bulunarak kaynak israfina yol acacaktir. kisacasi, ekonomik dizgenin sürdürülebilirligi icin, el konulan artidegerin verimli ve isletilebilir yatirimlara iyi tasarlanmis bir bicimde sürekli aktarimi esastir. mikro ölcekten yola ciktigim icin, burada dis etkenler ve pazarlama sorunlarini göz ardi ediyorum.

    3. artidegere el konmasi sorunu, sümer kent devletlerinden bu yana insanoglunun zihnini kurcalamis bir konudur. tanri adina, tanrinin elcisi adina, kral adina, imparator adina, yol, su, elektrik adina, sosyalist anavatan adina, hür tesebbüs adina diye uzadikca uzayan bir listenin var olmasi, anilan olgunun insanligin avci toplayici toplumdan cikip da yerlesiklige gecmesinden itibaren varoldugunu, ancak gerekcelerin degistigini bildirir. kuskusuz ki, bu artideger gaspina calisanlarin da yanit vermesi gecikmemis, bu da antik caglardan bu yana devam eden sinif mücadeleleri biciminde kendini göstermistir. bunlara girmeye de gerek yok, gene altini cizecegim nokta, küresellesme ile birlikte dünya kapitalizminin büründügü ve cogu kisinin gözden kacirdigi yeni durum: eskiden belirli bir toprak parcasi üzerindeki bir devlet yapisi üzerinde örgütlenmis burjuvazi, global ekonominin aglarinin percinlenmesiyle, komsusuna rakip ya da bagimli ve de kendi icine kapanik halini terkederek uluslararasi bir burjuvazinin olusumunun ilk meyvalarini tatmaya baslamistir. varolan yeni durum kisaca söyle özetlenebilir. lenin'in tabiriyle emperyalist asamada birbirini bir kasik suda bogabilecek belli odak ülkelerde biriken kapital, artik sinir tanimadan dünya capinda yogunlasarak, ulussuz bir sermayenin dogusunun ilk canlarini calmaktadir. küresel ekonomiyle birlikte sonuna kadar acilan kapilar, artidegerden beslenen sinif icin yepyeni bir cag baslatmis oldu: sermayenin sinirlara takilmadan serbest dolasim özgürlügü. bunu cok karisik laflara basvurmadan en yavan bir örnekle ifade edecek olursam: türkiye'de grev yapan bir emekci kitlesinin, eski tabirle üretimden gelen en ufak bir gücü bulunmamaktadir. cünkü uluslararasi burjuvazi, buna panzehir olarak sermayenin küresel capta serbestce dolasimi ilkesini uygulamaya koymustur. adam bir gün bekler, bir hafta bekler, bakti ki olmuyor, pilini pirtini ve üretim araclarini toplayarak, dünyanin baska bir ucuna, cok daha ucuza calistirabilecegi insanlarin bulundugu bir ülkeye (bkz: cin) elini kolunu sallaya sallaya gider, geride biraktigi da, hic umursamadigi bir yigin issiz olur. uluslararasi burjuvazi milletlerüstü iliski aglarini kurmus, emperyalist dönemin köhnelesmis jargonu milliyetcilik teranesine kis kis gülerken, emekci sinif hala bu tanimin icne sikisip kalmis, küresel anlamda örgütlülügü birakalim, daha da kötü duruma düstükce, coktan son kullanma tarihi gecmis milliyetcilik ideolojisine cansimidiymiscesine sarilir olmustur. cansimidi olarak sarildigi nesnenin aslinda ayagina bagli tas oldugunu anlamasi da daha uzunca bir süre sürecekmis gibi görünmektedir.

    4. biriktirilmis kaynaklari, arap ülkelerindeki petrol zenginligi gibi, ya bizzat doganin kendisi sunar veya kendisinin ya da baskalarinin üretimden cekilmis artideger birikimleri emek harcamasi gerekmeyen gercek/tüzel kisilige rant olarak sunulur. bu birikimin getirileri faiz, kira veya kar bedelleri olarak hic bir üretici girisimde bulunmayan sahisa geri döner. kapitalist ekonominin, üretim ve paylasim eksikliginden ötürü, en belali cikmazlarindan biridir. yeri gelmisken söyleyeyim, dünya üzerinde dolasimda bulunan dolar miktarinin bir kac katinin aslinda hic varolmamasina ragmen sanal olarak bilgisayar ekranlarinda varoldugunu bilir miydiniz? bununla ne ekonomik krizler cikarilir (ya da cikarilmistir), ne ülkeler batirilir (ya da batirilmistir), oy ki oy!

    5. sirayla gidiyorum farkettiyseniz. geldik ekonomik zenginligin en pis, fakat buna denk en karli babina. kisaca yagma ekonomisi olarak da adlandirilabilecek bu madde, yerlesik topluma gecen ilk insanlarin varolmasindan bu yana, "salak miyim lan ben, onlar calisir, ben tepesine biner, ümügünü sikar, kaynaklarini yerim" diyen "barbar"larin ortaya cikisiyla birlikte dünyanin gündemine girmistir. ne ilginctir ve tarihin ne garip bir cilvesidir ki, bu hazirlöpcü barbarlardan balcik tabletlerin üzerine kazidiklariyla ilk sikayet eden halk, gene ayni mantikla ülkeleri isgal edilen son halk olan iraklilarin yasadigi topraklarda hayat bulmus dünyanin ilk uygar toplumu sümerlerdir.

    sonsöz: ekonomi, emekcilerin ürettigi artidegerin verimli ve islevsel bir yeniden üretim sürecine aktarilmasiyla, toplum gönencini icindeki siniflari da gözeten adil bir paylasim yoluyla yükseltme bilimidir. bunu saglayamayan her düzenek, hangi dokunulmaz perdelerin arkasina saklanirsa saklansin, eninde sonunda batmaya mahkumdur.
  • tekrar olacak, lakin, şöyle derli toplu dursun; doksalardan epistemelere mavi yolculuk; yani, gözümüz güneşi baş parmak büyüklüğünde görüp algılarken (sanı), aslında onun gerçekte bizim havsalamızın alamayacağı kadar, muazzam ölçüde büyük olması (hakiki bilgi). yanılgılardan kurtulma, arınma.

    -----
    doksa) ekonomi, "ilerleyen", kendini sürekli "aşarak" ve kuramsal olarak güçlenerek "gelişen", gitgide en "doğru"ya ulaşan ve "kıt kaynak ile sınırsız insan arzusu" "çelişkisini" aşmaya çalışan bir "bilim".

    şema da şu şekil:
    (kurucu 2 buçuk kişi) adam smith, ricardo, (parantez içinde marx) => ("iktisat felsefesi" bırakılıp "iktisat bilimi" bu aşamada kurulur) neoklasik iktisat => keynes ve devletçilik => milton friedman ve neoliberalizm ile şahikasına ulaşan
    "bilim olarak iktisat" yani "iktisat bilimi".

    üniversitede 4 sene öğretilen bu saçmalık, tamamen ve tamamen egemenlerin ideolojik kurgusu, ve çokçok büyük bir yanılgı. anlamlı herhangi bir fikir üretimini bırak, en ilkel, en basit bir veri, enformasyon üretimine dahi ket vuracak bir pranga.
    ------
    episteme) ekonomi, neyin, ne miktarda ve nasıl üretileceğine, üretileninse nasıl bölüştürüleceğine ilişkin kuramsal ve sistematik yaklaşım.

    tasnifi de, üç büyük felsefi akımın iktisadi tabanına referansla şöyle yapılabilir:

    1) liberalizm: (kurucu) adam smith => bentham, jean-baptiste say ve malthus => neoklasik iktisatçılar jevon, menger, walras => (günümüzde) milton friedman ve chicago okulu yani neo-liberalizm
    2) sosyal demokrasi: (kurucu) ricardo => john stuart mill, alfred marshall => veblen => sraffa, keynes ve schumpeter => (günümüzde) post keynesçilik ve modern sosyal demokrat tartışmalar
    3) sosyalizm: (kurucu) marx => artı değer ve emperyalizm tartışmaları (kautsky, lenin, hobson, rosa luxemburg, plehanov, nikolay kondratiyef) => (geç kapitalizm) sweezy, paul baran, mandel - bunlara paralel olarak- bağımlılık okulu: andre gunder frank, wallerstein, samir amin => (günümüzde) neoliberal iktisadın sosyalist-marksist eleştirileri, post fordizm, enformasyon çağı, post modernizm tartışmaları, sermaye hareketleri ve bunun sosyal olanla, toplumsalla bağlantısını inceleyen kuramlar (mesela david harvey, negri-hardt, bob jessop) ve daha neler neler.

    bu üçlü tasnif, tüm eksiği gediğine rağmen (ki her şemalaştırmada, sadeleştirmede bu tip hatalar kaçınılmaz), başlangıç noktası olarak ideal.

    ***
    not: "günümüzde" kısımları, elbette en sıkıntılı taraf. örneğin siyasi liberalizm ile iktisadi liberalizm arasındaki ayırım temel bir ayırım mıdır? hangi model sosyalist, hangisi sosyal demokrattır? sosyalizm tahayyülü iktisat tartışmasında nereye düşer? en basitinden, iktisat bir bilim midir? bilim nedir? toplumsaldan, kültürden ayrı bir "iktisat", "saf iktisat" diye bir şey olabilir mi? olabilirse ne kadar anlamlıdır? vs. vs. zaten o nedenle, bu şemalar sadece ve sadece "giriş" için idealdir görüşündeyim.

    not 2: epeyce değiştirerek ve biraz ayrıntılandırarak kullandığım bu 3'lü tasnifin ilk fikri kurtar tanyılmaz'dan, ve elbette bu yazıdaki tüm fikirler, eksik/gedik beni bağlar.
  • 185 sayfa monopol piyasalarini anlatip 185. sayfada gercek hayatta monopolistik piyasa yok diyebilen, butun ekonomi kitaplarinda tezlerini savunup savunup on the other hand die bitiren guzide bilim.. (bkz: gercek nedir)
  • öncelikle birçok mesaj gelmişti. (bkz: 28 ocak 2014 faiz artırımı/#40019616) daha sonra yani dün yarım puan faiz indirimi oldu politika faiz puanında. neden yüce cumhurbaşkanımız böyle istedi fikir verir.

    tanım: öğrenmek isteyenler için şöyle bir yol izlerlerse kolaylıkla bilgi sahibi olabilecekleri bilim dalı.

    derslere çalışırken bile üniversite döneminde, anlamakta zorluk çekerdim. daha basite indirgeyip anlamaya çalışırım, çünkü iktisat yani ekonomi soyut bir bilimdir. varsayımlar üzerine durum açıklaması ve gözlemler yapar. bildiğiniz gibi basın organları, tv kanalları herkes her şeyi biliyormuş gibi anlatıyorlar e bi bakıma da haklılar çünkü anlatılması uzun sürebilir. yine de cumhuru-reisimizin merkez bankasına, "faizleri düşürün olm millet rahatlasın!" baskısı ya da "faiz lobisi ıvır zıvır ne ola ki, fed tahvil alımlarını durduruyormuş dolar niye yükseliyor olm salağa anlatır gibi anlatır mısınız?" gibi taleplerden dolayı şöyle bir tavsiyeler bütünü oluşturdum kendi çapımda:

    iktisat ile ilgili bilmeniz gereken bence birkaç ufak detay var. birincisi iktisadi düşünce tarihi. hangi fikir neden doğmuş ne olmuş manasında. diğer ikisi ise iktisadın inceleme aşamasıyla ilgili. iktisat genelde iki bölümde incelenir. birincisi mikro, ikincisi makro boyutta. mikro iktisat sizin, yani tüketicinin üreticinin daha doğrusu bireyin davranışlarını ve piyasaya etkisini inceler. ihtiyacınız nedir gidip hangi malı alırsanız ne oranda tatmin olursunuz faydanız ne olur, bu davranışınızın talebe ve arza etkisi misal siz bir malı ne kadar isterseniz piyasa talebi yükselir ve fiyatı artar gibi konular mikroda incelenir. mikro geçilmeden makro dersi verilmez iktisat fakültelerinde. makro iktisatta ise, işe devlet karışır, toplumu daha geniş bir bakış açısıyla para politikasını faizi yabancı paraları, işsizliği emeği, milli geliri refahı serveti inceler. biraz basit anlatıyorum :)
    o sebeple önce benim kanaatim genel ekonomik terimler nedir ne değildir ile ilgili bir şeyler okumanız. o yüzden aşağıya bi sıralama yapacağım:

    kitap olarak dr. mahfi eğilmez'den başlamanızı öneririm. kolay ekonomi kitabın ismi. örneklerle kolay ekonomi diye de aratabilirsiniz. http://www.idefix.com/…asp?sid=jympnpw2k4u1oq42ww6y
    mahfi eğilmez, ankara siyasal bilgiler mezunudur, her gün tvde gazetelerde gördüğünüz ekonomi finans terimlerinin açıklamalarıyla ne olduklarıyla istatistikleriyle alakalı açıklayıcı bilgiler doludur kitabında ve çok basit dilde açıklamış, remzi kitabevi baskısı. ayrıca bu adamı takip etmenizde fayda var.
    http://www.mahfiegilmez.com/

    para ile ilgili de, http://www.idefix.com/…asp?sid=gshg7lpu107sey5ffyrj sadun aren de iktisat profesörü. çok basit dilde paranın geçmişinden günümüze ne işe yaradığı fonksiyonları para politikası gibi terimleri anlatıyor.

    http://www.kitapyurdu.com/…tap/default.asp?id=48702 leo huberman'ın yazdığı, murat belge'nin çevirdiği kitap; feodal toplumdan yirminci yüzyıla. burada da güzel bir tarih anlatımı var feodalizmden sanayi toplumuna ve kapitalizme geçiş. tarih severler daha çok hoşlanacaklar.

    bu noktadan itibaren iktisada giriş ile ilgili ders kitaplarına yakın kitaplara bakmanızda fayda olacaktır. en azından yukarıda okuduğunuz feodal toplumdan yirminci yüzyıla kitabını daha verimli anlamak için.
    orhan türkay gayet basit bir mikro kitabına sahiptir. hatta en kolay anlatımlı ders kitabıdır. http://www.kitapyurdu.com/…sp?id=57395&sa=189351273
    buradan kişinin istekleri bu istekler sonucu talepleri talebinden sağladığı faydalar vs. güzelce bir sürü şey öğrenebilirsiniz.

    sonra zeynel dinler iktisada giriş. http://www.kitapyurdu.com/…p?id=122158&sa=189351337 bu iktisat dersi almayıp kpss dahil bi sürü sınavda soru bile çözebileceğiniz aşamaya gelebileceğiniz gayet de basit anlatımlı bir kitap. bakmanızda fayda var.
    hatta bir yukarıda bahsettiğim orhan türkay hocanın iktisat teorisine giriş kitabı da başlangıç için güzeldir. http://www.kitapyurdu.com/…sp?id=57386&sa=189351562 daha ince bir kitap.

    makro zor bir alandır. ama mikrodan yani bireyin davranışlarını yukarıda bahsettiğim kitaplardan az biraz anladıysanız makroya bakabiliriz. makroda çok fazla detaya girmeyin sonuçta müfettiş uzman vs .olmayacaksınız. tabi makroya giriş için yine mahfi hocadan: http://www.idefix.com/…asp?sid=elu1t6ml55esl0rih5gg bu kitap makro için güzel bir giriş kitabı.

    yine daha temel gerektirmeden incelenebilecek her türlü iktisadi düşüncenin analizi yapılmış tarafsız kitap. e.k. hunt yazarı. iktisadi düşünce tarihi. kalınlığı korkutmasın sıkmaz.

    ayrıca yine iktisadi düşünce tarihi ile ilgili güzel bi kaynak da tutkular ve çıkarlar, albert otto hirschman. burada 17.18. yüzyıllarda kapitalizm nasıl işliyordu neler vardı güzel bir örnek. http://www.idefix.com/…asp?sid=rvlzwbd3n3gzgqo085nk

    http://www.idefix.com/…asp?sid=fojnuzs0bf6factrifl4 yine mahfi hocanın 2008 krizinin neden çıktığına dair kolay ve basit dille anlatımını öneririm. çünkü şu an yaşadığımız sıcak para faiz ve amerika merkez bankasının politikası ile alakalı türkiye ekonomisinin durumunun nedeninin bağlantısını bulabilirsiniz. entryde anlattığm durum.

    şimdilik aklıma gelenler bunlar, makro ile ilgili ders kitabı kıvamında bir şey bir kaynak söylemedim çünkü ağır. bunlar işinizi görür, yine de iktisadi doktrinler ve makro ile ilgili kaynak önerisi isterseniz daha ders kitabı kıvamına yakın birkaç ekleme yaparız. iktisadi doktrinler dediğim gibi devlet yönetiminde etkili olduğundan makro ile verilir genelde. ikisi birbirine bağlıdır. takas sisteminden yeraltı kaynaklarına, tarıma kadar tarımdan sanayiye kadar, adam smith'in dehasını ortaya koyan wealth of nations(günümüz ekonomisinin temeli bu eserdir) ve piyasayı birbirine dengeleyen görünmez el invisible hand ve john maynard keynes'in 1929 dünya ekonomik buhranı üzerine yazdığı genel teorisi eserine göz gezdirip bilgi sahibi olursanız ve bu kavramları öğrenseniz bence yeterli olur. gözünüz korkmasın mahfi hoca ve yukarıda yazdıklarım gayet eğlenceli kitaplar. iki adet ders kitabı kaynağı söyledim onları sadece bilgi edinmek için gerekli kısımlarını karıştırarak incelerseniz boğmaz sizi. adam smith'in eseri ise çok ağırdır ama kült eserdir, das kapital gibi.
  • türkçe'ye fransizcadan geçmis ancak aslen yunanca kökenli terim. yunanca karsiligi "oikosnomos"tur. oikos, aile, hane halki, ev anlamina gelir. nomos da kurallar demektir. eski yunan'daki kullanimi, evi idare etmekte geçerli olan kurallar bütünüdür.

    köken itibariyle 20.yy'a kadar politik bir terim olarak kullanilmis, insani rasyonel ya da kendi zevk ve istekleri pesinde kosan bir birim olarak düsünmeyen, bir malin degerini o malin üretiminde harcanan emek üzerinden belirleyen bir sistemi ifade etmekte kullanilmistir. bu süreçte ekonomi, ahlak felsefesinin bir alt dali olarak görülmüstür. fiyatin piyasada degil, adil ya da dogal yollarla belirlendigi, bireysel çikarlarin degil, sinifsal çatismalarin etkin rol aldigi bir kavrami temsil etmistir. asla bir bilim olarak görülmemistir. ekonominin bu çagda ilgilendigi asil sorunsal, kit kaynak sorunu degil, sermaye birikimidir.

    kit kaynaklarin etkin kullanimi ya da üretim faktörlerinin verimli dagilimi gibi sorunlar ekoniminin içine 20yy.'da neo-klasik iktisatçilar tarafindan sokulmustur. bu çagda ekonomi, bir bilim olarak algilanmis, dengeli bir sistemin varligi inanci agir basmis, birey merkezli "gerçeklere" dayanan ve pozitif olarak algilanan bir sisteme dönüstürülmüstür. ekonomi ahlakla ve politikayla yollarini ayirmis, toplumdaki tüm siniflarin degil de tek bir sinifin -kapitalistlerin- ihtiyaç ve taleplerine cevap verecek bir "bilime(!)" dönüstürülmüstür.
  • ister sosyalist olun, ister kapitalist olun, ekonomiyi bilmeniz gerekiyor. hem cebinizdeki parayı iyi idare etmek hem de güncel olaylar hakkında sağlıklı bilgi edinmek ve yorum yapmak için bilinmesi gerekiyor. ayrıca liselerde 4 yıla yayılan bir müfredatla ders olarak işlenmesi gereken bir bilim. böyle olmasa bile en azından ilk iki yılda olması gerekiyor.
  • hayatımın (belki bir çoğumuzunkinin) ağzına sıçan, katiyen sevmediğim halde need for speed hot pursuitte multiplayer esnasındaki rakibim gibi ısrarla peşimi bırakmayan bilim dalı. evet bazı ekonomistlere göre çok eğlenceli, çok kazançlı bir meslek olabilir. ama onlar için edebiyat öğretmenliği ne kadar banel bir meslekse, benim için de ekonomi o kadar sıkıcı.

    hayatımda bir çok yanlış, bir o kadar da doğru şeyler yapmış olabilirim. hayattaki yanlışların öss sınavındaki mantığı feyz alarak doğrularımı götürüp benim yaşama sevincimi alacağını bilemezdim. efendim ben bu ekonomiden çok çektim, artık bıktım. yemin ederim gırtlağıma kadar geldi. çok samimiyetsiz bir bilim dalı olduğuna kalıbımı basarım.yani bu alanda profesörlerle dolu ülkelerin krizlere girmesi fazlasıyla saçma gelmekte şahsıma. 2 kişiye bir doktorun düştüğü ülkede insanların hapşırmaktan ölmesi gibi.

    neyse kendisiyle tanışmamız çok eskiye dayanır. aslında şanslı bir çocuk olarak doğduğumu söyleyebilirim. elim ayağım düzgün, şirin, ebeveynlerin görünce yanağını mıncıklayacağı cinsten bir çocuktum. 80'lerin ikinci yarısında dünyaya gelen çoğu kimse gibi o günlerin, şu günlerden milyon kat güzel olduğunu düşünürüm. babam çalışan, annem emekli ortadirek kavramı yok olmadan önce, ideal bir ortadirek aile örneğiydik. geniş ailemiz, namı diğer sülalemiz ise orta seviye zengin sayılırdı. hayal meyal hatırladıklarım haftada bir dışarıda yemeğe çıkabildiğimiz, renault 12 toros da olsa bir arabamız olduğu, bolluk bereket içinde yaşamasak da asla sıkıntı çekmediğimiz falan... henüz ekonomi nedir anlamayacak kadar masum bir çocuktum. sadece pikniğe gittiğimizde bana verilen köfteleri ısırır, restoranlarda yediğimiz döneri 'kağıt köfte' olarak adlandırırdım. henüz ilkokulun çağının ilk yarısını geçmemişken bir gün televizyonlarda bir haber gördüm. cumhurbaşkanı ölmüştü. merhum 'özal'ı kaybetmiştik. anlamadan bakıyordum. aslında ben ekonomi ile o gün tanışmışım. tabi paradan tek beklentisi yumurta çikolata ve atari salonu jetonu olan bir çocuk olarak o günlerde ilk defa ekonomi kelimesini duyduğumu hatırlıyorum. anlamsız gelmişti halen de öyle. 90'ların ikinci yarısında ilk kez ekonominin krize girebileceğini rusya'dan öğrenmiştim. başa gelmeden bilinemezdi nasıl bir şey olduğu, haliyle merak etmiştim. tanrı o zamanlar günahsız bir çocuk olan beni duymuş olacak ki hemen akabinde türkiye'ye de bir kriz yolladı. sindire sindire de olsa öğrenmeye başlamıştım artık. görüp istediğin bir şeyi alamamanın acısını biliyordum. ardından deprem, işleri bozulan babamın emekliliğe sevki, anayasa kitabı fırlatmak gibi eften püften bir bahaneyle çıkan tarihin en büyük ekonomik krizi... evet lisedeydim ve daha iyi anlayabiliyordum ne manaya geldiğini.

    lise demişken, buraya kadar olanlar makro boyutta sadece beni ilgilendirmeyen, herkesin bildiği ekonomik verilerdi. benim maceram ise yeni başlıyordu. ortaokuldan mezun olan ben adını bile unuttuğum liselere yerleştirme sınavında 'denizcilik okulu' kazanmış, mesafesi uzak olduğundan 'yatılı gideceksin' dayatması yapan babamın ısrarları, evde yeni alınmış henüz enter tuşunun üzerinde reçelli ekmek dahi yenmemişi bilgisayar, deprem korkuları gibi nedenlerden bu okula gitmeyi reddettim. sonradan aslında kazanıp da yedek kadrodan girmek istediğim 'iletişim meslek lisesi'ne ise annemin 'sen matematik seviyorsun, senden edebiyatçı olmaz, iletişimde yapamazsın sen' gibi sığ bakış açısıyla belkide henüz 13-14 yaşlarında, kafası basmadan hayatımın en büyük hatasını yaparak, diğer hak kazandığım 'anadolu ticaret meslek lisesi'ne kaydımı yaptırdılar. tamam edebiyattan nefret eder karakterde biriydim belki ama bu benim yaratıcı olduğum gerçeğini değiştimiyordu. basmakalıp olmayan, ezberden nefret eden yaratıcı bir çocuktum. kaldı ki iletişime gidenlerden okul bitirirken roman yazmaları beklenmiyordu. iletişim, ticarete göre çok daha yaratıcıydı ama istemeyerek, aile baskısıyla bu saçma yola sokuldum. işte ekonomiyle haşır neşirliğim bu yıllarda derslerin arasına giren ufak tefek ekonomik konularla akademik seviyeye ulaşmaya başladı. artık her gün televizyonlarda ekonomik krizle ilgili haber görüyordum. öğrenci olarak bir dürüm, bir simit alırken bile tekrar tekrar hesap yapıyordum. yine de aileme masrafsız bir çocuktum. bana verdikleri haftalıkları harcamaz, biriktirirdim. sonrasında ayakkabı, pantolon gibi zorunlu ihtiyaçları, hiç kimseyi zora sokmadan kendim alırdım. tabi bu birikimlere ulaşmak kimi zaman 3-4 aylık sabır gerektirirdi. neyse, lise sonrasına yaklaşırken bizden önceki dönemde katsayı uygulamasının 180 derece dönüşü ile göz göre göre göt gibi ortada kaldık. artık üniversitede de bu aptal mesleği değiştiremeyecek, hep ekonomik konularla akraba olacaktım. sevmediğim bir üniversiteyi nereye kadar kazanabilirdim? niçin kazanmak için çabalamalıydım? çabalamadım tabi. ben çabalamasam da onlar çabalayıp beni aynı bölümü 'dış ticaret' olarak adlandırılmış, karbon kağıdıyla kopyalanmış kadar benzerine 2 yıllık olarak beni aldılar. tabi ekonomik veriler yine kıçımı tırmalamakta, mikro ve makro ekonomi, uluslararası iktisat gibi dersler son senede de bitmemekteydi. artık ekonomofobia olarak adlandırılabilecek bir korku türünün ilk kurbanı olmuştum. eziyeti, uzayan senede bitirip hayata atılmak istiyor, cebimde az, hatta asgari ücret bile olsa biraz para olsun istiyordum; haklı olarak. bu yüzden okul bitmeden iş aramaya koyuldum. inanın nerelere, ne işlere başvurdum. temizlikçilik, tezgahtarlık, marketlerde raf dizme, tekstil mağazalarında satış elemanı olmak gibi basit, düşük ücretli ama kafamın rahat olacağı ne işlere. hiç biri beni beğenemedi veya tecrübe istedi. artık ümidi kesmiştim. parasız bir şekilde okulu bitirmek daha mantıklıydı. son olarak başvurduğum bir kobi vardı. oldukça küçük ölçekli, toptancılık yapan, sadece 2 çalışanı olan, büyükçe iş merkezlerinden birinde bulunan bir kobiydi. markette raf bile dizemeyecek vasfım olamayan beni almayacaklar diye düşünürken satış elemanı olarak işe aldıklarını belirttiler. artık iş hayatına giriyordum.

    satış elemanı arıyoruz derken bana dedikleri sattıkları ürünleri, parrkendeci müşterilerine tanıtmam, ürünün detaylı bilgisini aktarmamdı. ticaret veya ekonomi ile alakası yoktu. maaş düşüktü fakat sevebilirdim. neden olmasındı? tabi buzdağının görünmeyen kısmı vardı. daha ilk haftalar geçmemişken klasik bir türkiye kobisinde olduğumu farketmiştim. ne olursan ol, hangi mevkide olursa ol, her işe koşacağın türde kobilerden. gerektiğinde muhasebeci, gerektiğinde stokçu, satın alma elemanı, getir götürcü, amele, temizlikçi... ister istemez yine ekonomiyle uğraşmaya başlamıştım. artık hayattan hiç bir beklentim kalmamıştı. henüz 20'li yaşların başında sadece yaşamak için yaşıyordum. işimi sevmiyor, fakat az da olsa para kazanıyordum. bu esnada okulu bitirdim, askerlik nedeniyle açık öğretimin bana sunduğu 4 yıllık diploma teklifini değerlendirdim. yeni bölümüm 'işletme' olmuştu. bundan sonra hem ekonomi hem hukuk vardı işin içinde. gerektiğinde amele bile olduğum bir işim, düşük bir maaşımın yanı sıra hayatımda kendi üstüme olan hiç birşeyim yoktu. annemin benim yerime yaptığı seçimin cefasını çekerken iletişimden mezun olan arkadaşlarımın bir kısmı ünlü talk showların lobisinde parayı kırıyor, bazıları spor muhabirliğinde gazeteye iddia yorumları yazıyor, bir kısmı fotoğrafçı olarak avrupa maçlarını takip etmek için yurtdışına çıkıyordu. ben ise gelecekten çok umutsuzdum. hayat beni hep mutsuzlukların, hep içinde olmak istemediğim yolların içine itiyordu.

    bir kaç sene çalıştıktan sonra, çoğu türk gencinin hayalinde olan 'bir gün yurtdışında yaşayacağım' tabusunu ciddi olarak düşünmeye başlıyordum. maddi imkansızlıklar benim gitmeme büyük engeldi. maksat sana asgari ücret vermiyoruz diyebilmek için, işverenim tarafından verilen 40-50 lira üstündeki maaşımı çocukluk yıllarından gelen sabırla biriktirmeye başlamıştım. aslında tam bir amacım olmaksızın para biriktiyordum. ilk olarak bir pasaport, çeşitli belgeler, vize derken kendime yurtdışına çıkacak kadar para biriktirmiştim. bu parayı abartı görmeyin, o zamanın parasıyla diplomatik masraflar ve ulaşım ücretleri de çıktıktan sonra 700-800 lira bir paraydı. bu parayla orta seviyede, yaşamanın aklımdan bile geçmeyeceği bir ülkeye tatile gidecektim. benim için anlamsız olan, bir geleceğim olmayan işimden ayrıldım ilk olarak. yolculuğa koyuldum. ufkumu genişletmek anlamında, ilerde bir gün yurtdışına gidersem ne tip şeyler görebilirim diye, sürprizlere kendimi o zamandan hazırlamak için gidiyordum. ayak bastığım topraklarda 1 haftada sosyal, kültürel ve tabi ki 'ekonomik' anlamda inanılmaz farklılıklar, inanılmaz rahatlıklar görüyor, her seferinde başımı öne eğerek bugüne kadar yaşamadığımı düşünüyordum. yaşamanın aklımın köşesinden bile geçmeyeceği, gözümde küçülttüğüm bir ülkede insanlar yaşamaktan zevk alıyorlardı. bu gerçekten acı vericiydi. ben ise ergenliğe ekonomik krizle girmiş, hep duygularımı bastırmış, hep sabretmiş, hep katlanmış bir hayatın adamıydım. 1 hafta köprünün altından akan sular kadar çarçabuk geçti. döndüğümde gerçekten mutsuz hissettim kendimi. 'niçin orada doğmadım, niye orada yaşamıyorum' diye kendimi parçalıyordum. artık çalışabileceğim bir işim de yoktu, açık öğretimin bana sunduğu diplomayı da alacaktım bu sürede. bir karar alma vaktiydi. ya askere gidecek, akabinde yalancı bir gülümseme ile gittiğim iş görüşmelerinde '5 sene sonra kendinizi nerede görüyorsunuz' sorusunun cevabına kafa patlatacaktım ya da bu diyardan gidecektim. çok sancılı bir dönemdi. ekşi sözlüğe yazarlık için yaptığım başvuruda bile 70 bin kişi vardı önümde. çevremi, sevdiklerimi bırakmak istemiyordum ama kendim için bir şey yapmam gerekliydi. hayattan bir beklentim, bir umudum olmalıydı.

    bir sabah kendimden emin bir şekilde yataktan fırladım ve artık gitmem lazım diye mırıldandım. ama gitmenin bir raconu olmalıydı. öyle her ben gideceğim diyeni kabul etmiyorlardı. üstelik elimde bir açık öğretim diplomasıyla nereye gidebilirdim? o sıralar kuvvetli bir araştırmaya girdim. her yönden bir açık kapı bulmaya çalıştım. bir çıkış yolu üniversite okumaktı. yapmam gereken çeşitli teferruatlar vardı. eğer başarılı olursam beni üniversitelerine kabul edeceklerdi. adeta hayatıma yeni bir amaç bulmuş, kişiliğime yeniden kavuşmuştum. özgüvenim yerine gelmişti. ilk iş hiç te kolay olmayan belgeleri topladım, sonra gerekli sınavları, dili vb. şeyleri sırasıyla, okula yeni başlamış bir talebe azmiyle, çabuk ama özenli bir biçimde tamamladım. bu yaşımdan sonra üniversite okuyacaktım, üstelik seçebildiğim bölümlerden birinde. sunduğum belgeler yeterliydi, sınavı verdim, gerekli fakülte seçimlerini yaptım, koskoca dili kısa sayılabilecek sürede yeterli gördükleri seviyeye getirdim ve beklemeye koyuldum. ilk tercihim içinde bolca yaratıcılık bulunduğuna inandığım bir meslek olan 'mimarlık' fakültesiydi. ama kazanamadım. ikinci olarak çakma mimarlık diyebileceğim 'inşaat mühendisiliği'ydi. ona da kabul alamadım. korkmuyordum çünkü artık karşımda ekonomi bölümü yoktu, artık seçimlerimi ben yapıyordum. üçüncü tercihim olan 'bilgisayar mühendisliği'ne yeterli görüldüm. artık kendi kodlarımla kendi yaratıcılığımın zirvesine çıkabileceğim bir bölüm vardı önümde, çok mutluydum. ama hain ekonomi benim mutluluğumu kaldıramadı. tam bu sıralarda bulunduğum ülke ekonomik krizin sinyallerini vermeye başladı. doğduğumdan beri bir şekilde ekonomik krizin içinde bulunan ben, artık kendi kendime sormaya çekindiğim soruyu sormya başlamıştım. 'ulan bütün cenabetlik bende miydi?'. ilk başlarda pek umursanmasa da yankıları daha sancılı geldi. ilk defa kriz gören insanlar sudan çıkmış balığa dönerken, bağışıklığı olan ben çok sarsılmadım. hayatımda pek fazla bir şey değişmemişti. memlekette veya burada kriz vardı. en azından artık istediğim bölümde, hayatımda yeni bir sayfa açma şansı elimdeydi. (yanlış anlamaya mahal vermemek için belirtmek isterim, sıradan bir ortadirek hatta artık ortadirek bile sayılmayan bir aileden biri nasıl yurtdışında üniversite okuyabilecek imkanlara sahipti. ilk olarak okuduğum üniversitede harç dahil hiç bir ücret talep edilmiyor, kitaplar bile öğrencinin hakkı olarak dağıtılıyor. ayrıyeten çevremde orta zengin sayılabilecek 2-3 akrabanın bir miktar koltukaltıma girmesi gerekiyor.)

    krizi göz ardı edip fakülteme başladım. ilk olarak kayıt olma prosedürü, sonra ders programı. yalnız ders programı bir garipti. başlangıçta çok umursamadım, ama dersler başlayınca acı gerçek gün yüzüne çıktı. 'uygulamalı bilgisayar mühendisliği' bölümünde mikro ekonomi dersindeydim. nasıl olabilirdi? neden? niçin? ben mühendistim. ekonomiyle neden ilişkili olmalıydım sorusunu öğrenci işlerine yönelttiğimde, bana bölümün adındaki 'uygulamalı' kısmının ekonomik dünyada uygulanması yani, iş hayatıyla beraber sunulması olduğunu söylediler. evet bilgisayar mühendisi olacaktım, hatta bitirdiğimde o ülkedeki sıradan bilgisayar mühendislerinden daha ciddi bir mertebede olacak, gördüğüm ekonomik veriler beni bir anlamda çalıştığım işyerinde onların şefi konumuna getirecekti. ama ortada parlayan bir sorun vardı; ben şef olmak istemiyordum ki... sadece istediğim kendi eserlerimi yaratmaktı. ülkede böyle bir meslek dalına ciddi talep olduğundan ve her gün gazetede bu işle ilgili yaklaşık 20 ilan olduğundan bilgisayar mühendisliğine ekonomi bilimini harmanladıklarını, bu bölümün diplomasıyla iş bulmanın normaline göre çok daha kolay olduğunu belirttiler. adeta gözlerim dolmuştu, ağlamaklıydım. yine kurtulamamıştım bu illetten. eminim ben öğrenci işlerindeyken ekonomi bana götüyle kıs kıs gülüyordu 'nasıl koydum ama? girdi mi?' diyerekten. ama sana and olsun ekonomi, yemin ediyorum. bunu da bitireceğim, gerekirse 10 ülke daha gezeceğim, 3 dil saha öğreneceğim ama sonunda akşam haberlerinde senin esamenin okunmayacağı, seninle ilgili bir konu duyduğumuzda strese girmediğimiz bir ülke bulacağım kendime. yemin ediyorum bu cenabetliği kıracağım bir gün! lanet olsun sana.
hesabın var mı? giriş yap