• viski tatmak icin high street uzerindeki albanach'i, kalacak yer icin bir cok alternatif var tabii ki ama yine high street uzerinde gayet guzel isinan [eger iskoc degilseniz, iskocya'da ciddi problem bu] ve musteri hizmetleri inanilmaz olan [asagida aciklayacagim] inner city lets'i oneririm.

    http://www.innercitylets.com/

    biz bu sehre esim ve babasi ile gittik, uc gun kaldik.
    ilk gun bizi innercity'den jon adinda biri karsiladi ve kalacagimiz daireyi [otel odasi degil, mutfagi ..vs.. olan bir apartman dairesi kiraliyorsunuz otel fiyatina] gosterdi. ayrilirken anahtari kapidaki posta deliginden iceri atip kapiyi da cekip gidebilirsiniz dedi. uzerine, hem ev hem de sehir hakkindaki tum sorularimizi sabirla yanitladi ve gitti. daha sonra kendisine telefonla bir kac sey daha sordum, onlara da gayet guzel cevap verdigi gibi sadece o sehirde yasayanlarin bildigi, "nerede ne yapilir ?" turu bilgiler, ipuclari da verdi.

    ayrilacagimiz gun gelip cattiginda esimin babasi merdivenlerden asagi inmeye basladi, ben kapiyi cektim ve anahtari iceri atmadan once "hersey tamam mi? anahtari iceri atiyorum, bir daha acamayacagiz" diye bagirdim, ikisinden de "tamamdir, at" yanitini aldim ve anahtari attigim anda esimin babasindan "dur dur ! el cantami icerde unutmusum" yanitini aldim. o sirada anahtarin iceri tarafa dusme sesi geldi. e iceri giremiyoruz haliyle. jon'u tekrar aradim olayi anlattim dedim boyle boyle, "2 3 saat bekleyebilir misiniz? cunku ben su an sehir disindayim" dedi. dedim "45 dk sonra londra'ya donus trenimiz var ve iceride kalan cantada pasaport ve cuzdan var".

    baskasi olsa "banane lan, bana mi sordunuz" der gecer, bu adam ise sanki iceride kalan canta kendisininmis gibi panik yapti, kendisine dert edindi "hemen geliyorum" diye taksiye atladi 20 dk sonra "ya ben cok yaklastim size ama trafik cok ama merak etmeyin yetistirecegim" dedi, birazdan kan ter icerisinde geldigini gorduk. adamcagiz taksi ilerlemiyor diye inip kosmus. sayesinde trene ucu ucuna yetistik ustelik tum israrlarimiza ragmen taksinin parasini bile kabul etmedi.

    acikcasi boyle bir musteriye adanmisligi bir daha gorebilecegimi sanmiyorum.
  • ölmeden gidip gormeyi cok istedigim bir sehir. pound boyleyken nasil olacaksa... yani, nasil bi para kazanmaliyim ki, dunyanin en basit istegi olan "su sehri gormek istiyorum" istegimi yerine getirebileyim. bunu da yerine getiremeyeceksem bilmiyorum, cebimdeki nufus cuzdaninin bana faydasi ne.
    yok yani, oyle ucuzcu tatil yapmak istemiyorum. bildigin, otelde kalmali, buranin publarinda takilmali, surekli disarda yemek yemeli, eglenmeli cosmali tatil pesindeyim. yanimda goturdugum konservelerle, "couchsurf muhtesem bi seyyyaaaaa" degil. bunu yapmak icin fazla yetiskinim, mesaimin hakkini istiyorum.
  • bu sehre dair "kaleye cikmaniza gerek yok, bir halt yok verdiginiz paraya degmez" diyeni, "sehir iki uc saatte biter, ufacik yer zaten" diyeni islak mese odunu ile iki uc saat dovmek isterim.

    kiyamam ama.

    bir sekilde britanya adasina ayak basmissaniz buraya ugramadan donmeyin, yazik edersiniz. soguktan olesiye nefret eden beni bile, ustelik de aralik ayinda kendisine hayran birakti bu sehir.
  • britanya'dadir, ama ingiltere'de degildir.
    birlesik kralliktadir, ama ingiltere'de degildir.
    iskocya'dadir, ama yine, nedir ? ingiltere'de degildir.

    tekrarlayalim, neymis? ingiltere'de degilmis.
  • masal gibi bir sehir gercekten.

    ilk gittigimde londra'da gecirdigim onca gune pisman olup keske daha onceden gelseymisim dedim. sehir oyle bir guzel kokuyordu ilk ayakbastigim sabah saatlerinde, sanki kocaman bir firinda birbirinden guzel kekler pastalar yapiliyordu. sonradan scotch whiskey heritage center'da lowlands'te uretilen viskilerin kokusunu aldigimda sehir acaba viski mi kokuyor diye gecirdim icimden.cunku ayni cikolatali kurabiye kokusu hakimdi..

    insanlari da kokusu gibi ayri guzeldi sehrin. sabahin korunde nereye gidicez simdi diye haritadan bulmaya calisirken daha yardim bile istemeden insanlar teklifsiz yardimci olmaya calisti. kalacagimiz otelin sahibi sabahin korunde ucret almadan kahvalti ikram etti ve normal check-in saatinden saatler once odamiza girmemize izin verdi. geceleri yorgun odamiza donerken viskilerine ortak olmamiz icin 'olumu gor, allah adi verdim' gibisinden israrlarla bizi bara buyur etti. kiz arkadasimla birlikte iki gecelik konaklamamiz boyunca iskoc misafirperverliginin guzel orneklerinden birine tanik olduk..(hotel ceilidh-donia)

    sonra tirmandigimiz arthur's seat'ten, calton hill'den hayatimizda gordugumuz en guzel manzaralardan birini kazidik bellegimize. etraftaki sokak muzisyenlerinin caldigi gayda sesleri, icinde bulundugumuz fantastik filmin soundtrackleriymis gibi geldi kulagimiza. erkeklerin etek giymesine alistik. giydikleri eteklerin desenlerinin bile sadece kendi klanlarina ozgu oldugunu, iskoclarin dost ve dusman klan mensuplarini bu farkli ekoseler sayesinde tanidigini ogrendik, sasirdik. birazcik da sansli oldugumuz icin tum klanlarin katildigi royal mile'daki gecis torenini izleme sansi bulduk, yuzyillardir suren bir gelenegin gorkemine sahit olduk. whiskey heritage center'da viskinin tarihine bir yolculuk yaptik, o leziz iskoc viskilerinin nasil uretildigini bastan sona gozlemledik ve tatma firsati bulduk. dunyanin turist cekme amaciyla kurulan en eski eglence merkezini, camera obscura'yi gezdik, gormenin inanmaya yetmeyecegini anladik. sokaklarda, caddelerde gordugumuz yuzlerce unlu mucit heykelinden iskoclarin gundelik hayatimizda yaptiklari buluslarla nasil da buyuk bir yer kapladiklarini hayretle ogrendik. o devasa gotik binalarin, anitlarin yaninda kucucuk kaldik, etkilendik.. 2 gun boyunca ayaklarimiz patlayana kadar gezdik, kilometrelerce yuruduk ama gorulmedik tek bir sokagin varligi bile huzursuz etti, az gezdik diye pisman olduk.. isterdik ki agustos'ta baslayan festivallerine de kalalim, o guzel sehir nasil da karnaval alanina donusuyor gorelim ama vaktimiz yetmedi. gordugumuz her iskoc yine gelin dedi, ilk firsatta yine gidecegiz sanirim.
  • britanya adasinin kuzeyinde bulunan iskocya baskenti olan bu sehir yaz kis demeden dondurucu soguklara gebedir. kaleye cikildigi vakit asagi bi buz kalibi olarak ineceginizi sanirsiniz. ayrica burda bulunan whiskey museuma gidilmeli hepsinden denenmelidir. yazilisinin aksina edinboro seklinde okunur, edinburg die okunduunda 3 saat gulme krizine girerler. university of edinburgh political science almis yurumustur.
  • gectigimiz haftaki tatilden mutevellit ziyaret etme firsatini buldugumuz iskocya'nin baskenti.

    ulasim; londra - king's cross istasyonundan yaklasik dort bucuk saat suren bir (hizli) tren yolculugu sonrasi edinburgh'nun (edin-bro gibi telaffuz ediliyor genelde) merkez istasyonu waverley'e ulasiyorsunuz. gidis - donus tren bileti (lner) gun ve saat etkili elbette ama first class icin ortalama £200 civari iken, second class £100-120 civari. first class'ta, yemek (veya saatine gore kahvalti), iki - uc kez sicak ve soguk icecek ikrami da var. soguk iceceklere alkol de dahil.

    turkiye'den ise thy direkt olarak edinburgh'ya ucuyor, bu yolculuk da dort bucuk saat suruyor, fiyati £350 - £400 civarinda. unutmadan, birlesik krallik yesil (hususi) pasaport sahiplerinden de vize istiyor.

    konaklama: simdi sehir, yeni ve eski sehir olarak ikiye ayriliyor. bu ayrimi yapan cadde ise tren istasyonundan ciktiktan sonra onunuze cikan cadde olan princess street. biz new town'da queen street uzerinde kaldik. otellerin fiyatlari sehrin genelinde degisse de (gecelik) ortalama £120-£150 civarinda. hostel veya paylasimli seceneklerde daha ucuza veya daha ihtisamli yerlerde daha pahaliya kalinabilir.

    gorulecek yerler; edinburgh'yu edinburgh yapan olay sehrin genel mimarisi. zira edinburgh, dunyada en fazla ozel ve mimari oneme sahip binayi (listed building) bunyesinde bulunduruyor. bunlarin cogu eski sehir denilen bolgede, bu bolge takribi 11. yuzyil ile 16.yuzyil arasindaki yapilardan olusuyor. adamlarin yeni sehir dedikleri yer ise, 18 ve 19.yuzyillardan kalma. (yeni.. sehir.. 18.yuzyil).

    neyse, gorulecek yerlerin basinda edinburgh kalesi geliyor. sonmus bir volkanin ustune insa edilen kale'ye giris, online alirsaniz £18.00, kapida alirsaniz £21.00. kaleye uc saat gibi bir sure ayirmaniz gerektigi soyleniyor. ayrica pazar, paskalya cumasi ve noel gunu haric her gun saat 13:00'de kalede top atisi yapiliyor. bunun sebebi de, zamaninda (1861) forth korfezindeki gemiler saatlerini, kaleden atilan top atisina gore ayarlarmis. online bilet alirken bu saat araligi (ve oncesi) ilk once tukenen biletler oluyor. o nedenle 3-4 gun onceden alirsaniz iyi edersiniz. ayrica her yil agustos ayinda kale'de "military tattoo" isimli bir askeri / geleneksel gecit gosterisi oluyor. bilet fiyatlari £35.00 ile £600.00 arasi degisiyor. internette eski bir kapanis videosunu buldum, fikir vermesi acisindan. ayrica yine agustos'ta fringe festivali de var (belki ikisi de ayni organizasyon kapsamindadir, bilemiyorum, cunku tarihleri -her sene- hemen hemen ayni)

    holyrood palace; ingiltere icin buckingham neyse, iskocya icin de holyrood o. kralice'nin iskocya'daki ikametgahi ve resmi temaslarini gerceklestirdigi yer. hemen iskoc parlamentosunun karsisinda. ayrica buranin arkasinda, icinde sehri kus bakisi gorebileceginiz arthur's seat'e cikan yolu da barindiran holyrood parki yer aliyor. holyrood sarayi sali ve carsamba gunleri kapali. giris £17.50, buckingham'in yilda on hafta acik oldugunu dusunursek ve bu sene ki ucretinin £30.00 olacagini dusunursek, fena degil. sarayin en ilgi cekici noktalarindan biri 16.yy'da hukum suren ve vatana ihaneten idam edilen kralice mary'nin odalari. eger erken yeni cag donemine ilginiz varsa ziyaret edin derim. kucuk bir not; royal standard edinburgh'da bu sarayda uygulaniyor. simdi nedir bu derseniz, kralice saraydaysa kraliyet bayragi gondere cekilir, eger sarayda degilse union jack denilen birlesik krallik bayragi gonderde olur.

    iskoc parlamentosu; holyrood'un karsisinda demistik. ilk gun meclisin kapisinda, holyrood'un oralarda gezerken, "genel ziyaretci girisi" tabelasi gorduk. neyse girdik dolaniyoruz, zaten kucuk bir alan. gorevliler sordu iste nasil yardimci olabiliriz, "gezmeye geldik" dedik, "oturumu mu izleyeceksiniz?" dediler, oyle bir imkan varsa neden olmasin" dedik. 2 kat yukarda parlamento gorusmesi varmis, son 2-3 dakikasina yetistik. bir bakan yardimcisi konusuyordu, bes - on milletvekili vardi. iki tane de polis var, biri kapida digeri de izleyici terasinin bir diger kosesinde, velhasil ilginc bir deneyimdi. (bank holidayden bir gun oncesi oluyor bu)

    dynamic earth; yukaridaki ikilinin hemen karsisindaki bilim parki. giris £17.50. bileti direkt kapidan alabilirsiniz. bir kat asagi iniyorsunuz. buyuk patlamadan gunumuze dunyanin ve dolayisiyla katmanlarinin, buzullarin, yagmur ormanlarinin vs nasil olustugunu, uc veya dort boyutlu alanlardan gecerek goruyorsunuz. ben cok begendim acikcasi, eger amsterdam'daki heineken experience'i gorduyseniz onun gibi bir sey. o kadar degil ama gibi iste. biraz daha gelistirilirse sahane olur.

    iskocya ulusal muzesi; giris ucretsiz. iskocya'nin tarihi, teknolojik ve moda ile alakali tarihinden galeriler var. bilim ve teknoloji galerisi ilginc, zira telefonun mucidi alexander graham bell edinburgh dogumlu. iskoc yani. bu bolumde ilk telefon kutusunun bir replikasi var. ilginc bir not; graham bell 2 agustos 1922'de olmus, ancak cenazesinin yapildigi gun olan 4 agustos'ta amerika ve kanada'daki tum telefon sistemleri bir dakikaligina kapatilmis. bu bolum harici pek ilgi cekici bir sey yok (bence tabi).

    iskocya ulusal galerisi; burasi da girisi ucretsiz olan bir ulusal galeri. icinde tablolar var, ancak (sayet tablo merakiniz varsa) titian ve rembrandt tablolari var. edinburgh'da gormek sasirtti acikcasi. bu vesileyle bir kac iskoc ve amerikali ressam da tanimis oldum. acikcasi bu tarz galerileri gezmek, insanda zamanla bir "estetik" algisi olusturuyor. ulke-sehir fark etmeksizin 15-20 dk bile girip gormenizi tavsiye ederim.

    iskoc ulusal sanat galerisi ; ya da diger adiyla modern one. adindan da anlasilacagi uzere "antin kuntin" eserlerin sergilendigi bir muze. su aralar en meshur parca; salvador dali'nin istakoz ahizeli bir telefonu. yani gozde eseri o, kalici mi surekli mi orda ona dikkat edemedim. ayrica bir finli (soyadindan tahmin ettigim kadariyla) ilginc eserleri var. bir kac degisik sey daha vardi, ayrica buranin icinde -bahcesi de olan- sahane bir kafe var, bir soluklanin derim. zaten bu muzeye de giris ucretsiz. ayrica hemen karsisinda da modern two da var (girmedik). ancak bahcesinde "there will be no miracles here" isimli bir neon pano var, ilginc - hos bir sey.

    calton hill; sehri "birazcik" yukaridan gorebileceginiz bir tepe. buradan hem forth korfezini, hem arthur's seat'i hem kaleyi vs her yeri gorebiliyorsunuz. bu tepede, trafalgar muharebesinin kumandani lord nelson onuruna bir anit da var. zira londra'daki unlu trafalgar meydaninin adi da bu savastan gelmektedir ve orada da nelson onuruna bir anit vardir. yine bu tepede bir gozlem evi gibi bir sey var, kapaliydi. gitmeden kontrol etmekte fayda var. cunku edinburgh'nun meshur bir fotografi var su sekilde muhtemelen gozlem evinden cekilmis olmali. ayrica burada atina'daki parthenon'dan esinlenerek yapimina baslanan, ancak butce yetmedigi icin yarim kalan bir yapi var. yerel halk buna edinburgh'nun utanci diyormus.

    dean's village; bu mahallenin tarihi 12. yy 'a dayaniyor. buradaki dean, dekan anlamindaki dean degil. derin anlamina gelen "dene"'den geliyormus, bu da leith cay'inin derinliklerinde yer aldigi icinmis. leith cay'ini takip ederseniz, suyun kenarindan cok sahane bir yol gidiyor ustunu yer yer agaclarin orttugu. o yolu bir boy gidin gelin mutlaka. sonra da koy veya mahalle artik ne derseniz, onun icini dolasarak tekrar yukari cikin. (tekrar yaziyorum buraya mutlaka gidin).

    royal mile; kale ile holyrood sarayi arasindaki caddenin adi. tahmin edeceginiz uzere bir milden olusuyor ama olusmuyor da. ingiliz milinden 107 yard (97 metre) kadar daha uzun, bunun da sebebi iskoc milinin ingiliz milinden farkli olmasi ve su anki halini alana kadar farkli rakamlarin kabul edilmis olmasi. velhasil royal mile her bir tuvit dukkanina (tweed), bes tuvit dukkanin dustugu bir cadde. bir tweedci, bir pub / restaurant, bir hediyelikci.. siralama boyle gidiyor. kabaca royal mile bu. ayrica britonlarin busker adini verdikleri sokak sanatcilarina da rastlamak mumkun. bu tuvit dukkanlarinda bol bol atki, sal, diz ustu battaniye gibi seyler satiyorlar. ayrica ekonominin-kapitalizmin babasi kabul edilen iskoc adam smith'in de bu cadde uzerinde bir heykeli var. sebebi de adam smith'in son yillarini burada gecirip burada hayata gozlerini yummus olmasi. bu hediyelikcilerin bazilarinda -yani nispeten iskoc olanlarda- kilt de satiliyor. kiltler £350-400'den basliyor, onune takilan cantalar £100-150 civari. komple geleneksel bir iskoc erkegi gibi giyineyim diyorsaniz, hepsi komple £1000 civarini buluyormus. bu cadde uzerinde holyrood sarayi tarafinda edinburgh muzesi ve hemen karsisinda canongate tolbooth gibi iki enteresan yapi da var. ayrica bu tolbooth'un hemen altinda bir fudge shop var. merakiniz varsa deneyebilirsiniz. bir dilimi £2.20.

    princess street gardens; kale ile princess street arasindaki bahceler, kalenin asagisi bir nevi. cok guzel manzarasi var. ross cesmesini fona alip guzel kareler yakalayabilirsiniz.

    yeme-icme isleri; britanya'nin yeme-icme isinin "yeme" kismiyla pek bir alakasi yok. fish & chips, sunday roast ve yorkshire pudding gibi seyleri biz neredeyse yemekten dahi saymayiz. iskocya'da bunlara ek olarak bir de haggis adini verdikleri bir yemek var. ben et yemedigim icin denemedim ancak kabaca, sirdan benzeri bir sey sanirim. zira kuzunun kalbi ve her iki cigerinin kiyma haline getirilmesine tuz, sogan ve bazi baharatlarla iskembe icinde pisirilmesinden yapiliyormus. bunu yiyebileceginiz en meshur yerlerden biri arcade bar iken, digeri ise j.k rowling'in harry potter ve olum yadigarlari kitabini bitirdigi balmoral oteliymis.

    harry potter demisken; j.k rowling 1993 yilinda edinburgh'ya tasinmis. 90'larin sonunda ise bu sehirdeki yapilardan ilham alarak harry potter'i yaratmis. potter soyadi, kitabi yazdigi iki kafeden biri olan the elephant house'un (burasi gecen agustos'ta yanmis su an kapali) arkasindaki sokak olan potterrow'dan geliyor (olmali). bu kafenin arka tarafindaki masalardan ayni zamanda kale de goruluyormus. bir diger kafe ise nicolson caddesi uzerindeki nicolson's cafe. her iki kafenin de disinda "j.k rowling harry potter kitabinin bazi bolumlerini burada yazmistir" gibisinden plakalar var.

    yeme icmeden devam edersek; sehirde elbette bir suru yeme alternatifi var. st. andrew's meydani ve george street'de nispeten taninmis zincirleri ve/veya orta ustu yerleri bulabilirsiniz. st.andrew's meydaninda harvey nichols brasserie (gitmeden rezervasyon yapin, aksam 22:00'a kadar acik), ivy (ayni sekilde rezervasyon yapin), dishoom (hint mutfagi), gaucho, gordon ramsey ve nispeten daha uygun fiyatli wahaca (meksika) gibi restaurantlari bulabilirsiniz. hemen yakininda george street uzerinde hard rock cafe (amerikan), caddenin sonunda baba (lubnan) ve hemen karsisinda las iguanas (latin amerika) gibi yerler de var. iki kisi £40-50'den asagi pek cikamazsiniz. wahaca, las iguanas, hard rock cafe, dishoom ve baba'da vegan/vejeteryan secenekleri var. son olarak, takribi yarim saatlik sira beklemeyi goze alirsaniz mary's milk bar isimli de cok meshur bir dondurmaci var, bence deger. buyukce iki top dondurma £4.25.

    oteliniz kahvalti vermiyorsa, costa, pret gibi zincir kahve dukkanlarinda kahvalti yapabilirsiniz. kisi basi ortalama £7-8 gibi rakama isi halledersiniz. daha yerel bir sey icin yine george street uzerinde victor hugo deli. burasi oldukca bilindik bir yer. wafflelari buyuk ve guzel, deneyin, £5.00 civari.

    viski mevzusu, benim viskiyle (hic) aram olmadigi icin, kale tarafinda gordugum whiskey experiencea girmedik, zaten giremezmisiz de zira saat bes civariydi. burasi saat 10:00 - 17:00 arasi acik. silver ve gold tur var, silver £19 gold ise £32 imis. muhtemelen tattirilan adet ve yillanmislik nedeniyledir fark. ancak, princess street uzerinde de johnnie walker'in magazasi var. sanirim burda da ufak tefek tadimlar yaptiriyorlar, kucuk kucuk shot bardaklar dolasiyordu etrafta. tahmin edeceginiz uzere envayi turlu (red-blue-black-green vb gibi) viski var. 70'lik (yaz icin cikarilan blonde olandi sanirim) £21.50'den basliyor yanlis hatirlamiyorsam. ayrica mont-sweatshirt-tshirt vb hediyelik bir suru sey de var.

    futbol; buranin da komsusu glasgow kadar olmasa da, kendi capinda bir derbisi var. hearts ve hibernian arasinda. hearts'in stadi modern one muzesi istikametindeyken, hibs'in mabedi calton hill tarafina dusuyor.

    ozetle, edinburgh guzel sehir. ne over ne de underrated. yuruyerek her yere ulasabileceginiz ve bu esnada biraz bacak egzersizi yapacaginiz, brittanica ansiklopedisinin dogdugu bu besyuz bin nufuslu sehir, tarihin icinde bir nebze kaybolmak icin ideal.
  • londra'dan uçakla 1, trenle 5, otobüsle 10 saatte gidilebildiğini okudum önceki entry'lerde. görüyor ve arttırıyorum: bisikletle tam iki hafta sürüyor ve 14. günün şafağında, pardon sabahında şehre girilebiliyor :)
  • kadim pagan kültürünü yansıtan yılbaşı kutlamaları oluyor hala burada. her 30 aralık gecesinde binlerce kişi, ellerinde meşalelerle edinburgh kalesinde buluşup şehirde dolaşıyorlar gece boyunca. tüyler ürpertici bir gece olmalı. bunun bir benzerine ben bir gece winchester'da da rastlamıştım. daha küçük boyutlusuydu elbette. zira edinburgh, winchester'dan on misli fazla nüfuslu bir şehir.

    büyük britanya, çok kendine has, cool bir ülke. avrupa'dan kopuk, başına buyruk bir yer. geleneklerine, kültürüne sıkı sıkıya bağlı. bana kalırsa japonya ve çin ile birlikte dünyanın en saf ve bozulmadan kalabilmiş kültürlerinden birine sahip.

    ve ben bu yüzden burayı çok seviyorum.
  • “to be or not to be”nin meşhur can yücel çevirisi “bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?” ise; edinburgh’da kulağımıza çalınan, bir amerikalı turistle şehrin yerlisi bir iskoç arasında geçen ingilizce diyalog da aşağıdaki avam örnekle çevrilebilir:

    am.: selamünaleyküm, bu edinbörgh kalesi ne tarafta acep?
    isk.: ne demek ulan edinbörgh?!
    am.: ne diyem, mahmut mu diyem? edinbörrgh!
    isk.: dayı diycen, ağa diycen, edinbara diycen!

    bu etekli arkadaşların -bara olarak telaffuz ettikleri –burgh eki, yunanca “pyrgos” kelimesinden türeyip, 'kale' veyahut 'surlarla çevrili binalar topluluğu' manasına gelmekte. zaten en tepede bir kaya parçasına kurulu edinburgh kalesinden aşağıya doğru salındığınız royal mile’da gördüğünüz viski renkli tüm binalar insanı hayrete düşürecek kadar haşmetli. her elli metrede kendine has bir meydan, her meydanda bir heykel. eski şehirde ortaçağ ve yeni şehirde georgian dönem mimarisi gerçekten hiç boz(dur)ulmamış, şehir de son savaşta bombalanmamış olduğundan seyrettiğiniz resim avrupa’nın en dramatik şehrinin resmi. iskoç aydınlanması adıyla anılan akıl hareketinin hakkıyla tescilli resmi.

    bu cümleler topluluğunun asıl amacı işte bu dramatik sepia resmin içinde yer alan rengarenk, capcanlı boya lekelerinden bahsetmek: edinburgh festivali.

    temmuz sonu başlayıp eylül başı biten bu 1,5 aylık festival, aslında bir aktiviteler serisi. edinburgh international festival bunların en eskisi, üst düzey tiyatro ve klasik müzik performanslarından oluşuyor. bu nefis pahalı ama nefis saygın festivalde herhangi bir aktiviteye gider miyim? gitmem. yok ki kardeşim burada "edinbara filarmoni orkestrası feat. dream theater” falan gibi alafortanfonik bi konser; gidelim smokinle, kafa sallayalım şöyle...

    edinburgh jazz & blues festivali, tigerfest indie müzik festivali, edinburgh uluslararası film festivali, edinburgh kitap festivali gibi çeşitli ilginç dalları olsa da festivalin dünya literatürüne en büyük katkısı tek bir aktiviteyle ortaya çıkıyor: the fringe.

    dünyanın en büyük sahne sanatları festivali olan fringe’de bir önceki sene 260 ayrı mekanda 1870 ayrı gösteri icra edilmiş. bunların hepsini tiyatro salonu zannetmeyin, siz öğlen kafede masada oturup (rowling’in harry potter’ı ilk defa üstünde yazıp milyonlarca pound kırdığı masa) delegeler gibi iki önceki günün türk gazetesinde transfer haberi kovalarken farketmiyorsunuz, yan masanızda oturup hararetle tartışan drakula kıyafetli adamla marilyn monroe kıyafetli kadın aslında festival programında babalar gibi tarifeli biletli oyunlarını sahnelemekle meşguller. bir saat sonra da yandaki restoranın önünde “30 koreli bir hyundai’ye nasıl sığar, içeride birbirlerini nasıl keserler?” şovu var. yalnız gösteriler bitince para toplamaca geleneği halen hakim, işin ilginci de yüzlerce kişi seyrediyor hepsini, herkes de çıkarıp bir sürü para veriyor. enayiler işte, kumburgaz’da yazlık müsameresi misali çoluk çocuk eğlenecek kendi kendine, biz de para vereceğiz. yapsalar adam gibi tiyatrolarını, oynasalar ciddi ciddi oyunlarını türkiye’deki gibi, gidelim biletimizi alalım seyredelim, değil mi? baksınlar bu işler olunca nasıl oluyor... ha, bu arada edinburgh’da kellebaşı yıllık gelir 55 bin dolar imiş. niyeyse.

    dolanırken ara sokaklarda bir sürü tabela var binaların üstünde. “sir arthur conan doyle burada yaşadı” gibi. sherlock holmes abi. gördüklerimiz ve gösterildiklerimiz arasında adam smith (ekonomist), alexander graham bell (nokia gö99’un tasarımcısı), ian anderson (jethro tull), charles darwin (adnan oktar’ın arkadaşı), david hume (felsefeci), r. l. stevenson (gulliver, long john silver) gibi tabelalar da vardı. gerçi biz kültür olarak uzun uzuvlu oyuncu long john holmes’u (boogie nights) bilmeye daha yatkınız.

    hepsinden sonra bu şehirden ayrılıp tüvit cekete adını veren tweed nehri vadisinden yeşiiil ve griii renkler arasında gerisin geri yol alırken hepimiz “iskoç aydınlanması neden aydınlanma?”, “sanat niye sanat?”, “müzik niye müzik?” diye sesli düşüncelere daldık ve bir de baktık ki bunların olduğu her yerde sağlık sağlık, eğitim eğitim, sistem sistem, ekonomi de ekonomi olmuş. varmış bir hikmeti.

    bu kültürlerin insanları her gün “biri bizi gözetliyor”u izlemiyorlar mı peki? izliyorlar. e biz izlemiyor muyuz? fark nerede o zaman?

    fark şurada ki, bizler sadece “biri bizi gözetliyor” ve şürekasını izliyoruz. onun da hakkını veremiyoruz, ayıptır, tabela bile yapmamışız:

    “sıfırbeş edi bu apartmanda yaşadı.”

    -----------------------------------------------------------
    ps: yazı tarafımdan yazılmış olup ilk olarak eylül 2007 tarihli arena dergisinde yayımlanmıştır.
hesabın var mı? giriş yap