• en iyi film noir örneği.
    en iyi billy wilder filmi.
    en iyi miklos rozsa müziği.
    en iyi raymond chandler senaryosu.
    fred macmurray'ın, barbara stanwyck'in, edward g. robinson'ın en iyi oyunculuklarını gösterdikleri filmdir...
  • woody allen'ın "gelmiş geçmiş en iyi film" olarak nitelendirdiği film. ki, atilla dorsay'ın "100 yılın 100 filmi" listesinde/kitabında da yer alır.

    bir halhalın büyüsüne kapılarak bir hiç uğruna kendini yakan walter'ın ibretlik öyküsüdür. filmin -bana göre- en gerilimli karesi, arabanın bir an için çalışmadığı andır.
  • hitchcocka göre süpermarkette cinayet üzerine bilgi paylaşımının yapıldığı sahneler dehanın alamet-i farikalarındandır.
  • izlemeden okuyan spoilerlara gelsin.

    billy wilder'ın üçüncü filmidir. yaşanmış bir hikayeyi anlatan james m cain'in romanından uyarlanan filmde, senaryoyu raymond chandler ile kavga dövüş birlikte kotaran billy wilder, bir diğer başyapıtı sunset boulevard'da da yapacağı gibi filme hikayenin sonundan girip, daha başta izleyiciye sonucu söyler. sonra geri dönüş formunda hikayeyi anlatır. böylece sıradan izleyici bile filmin sonuna odaklanmaz. filmin gizemi sonunda değil, hikayenin bütünündedir. sonuç bellidir ama bu sonuca gidiş nasıl olmuştur. işte izleyiciyi filmin başından sonuna dek ağına düşüren hile budur. işte wilder dehası budur (gerçi o kadar yağladık ama citizen kane'den esinlenmiş de olabilir. hmm...).

    miklos rozsa imzalı, görkemli müziğinden yukarda bahsettik. oyunculardan fred macmurray gayet başarılı. karizması yeterli. barbara stanwyck ise peruğun kurbanı olmuş. peruk her sahnesinde ondan rol çalmış. gerçi wilder sonradan peruğun uyduruk göründüğünü farketmiş ama iş işten geçmiş, kameranın altından çook makara akmış. peruğun uyduruk göründüğünü bilerek kullandık diye kurnaza yatmış wilder. tabi ki filmde bir de edward g robinson gerçeği var. intihar yüzdeleri konusunda patronuna verdiği ünlü ayar sahnesini, sadece tek çekimde tamamlayan robinson'a oscar vermeyen akademiye, bu entry vesilesiyle kafam girsin.

    filmde bilerek yapılmış tek bir hata var. keyes, neff'in yanından ayrılırken, neff'in ev kapısı dışarıya, koridora doğru açılır. phyllis kapının ardında saklanmaktadır. 40'larda dahi -binaların kapıları içeriye doğru açılır- diye bir kural, kanun varken, wilder bunu bile bile hiçe sayar ve o sahnede seyirciye amansızca gerilim pompalamaktan kendini alıkoymaz.

    filmin sonunda keyes'in neff'i gaz odasında izlediği bir sahne varmış, ama zaten sigara yakma rollerinin değiştiği daha güzel bir son mevcut diye kesilip atılmış. iyi de olmuş.

    sonuçta, kahramanlarının hırs, ihtiras ve puştluk gibi esas insani kavramlarla bezeli olduğu stilize filmleri severim. bu filmde de kendinizi bir katille özdeşleştirirsiniz. katil cesedi tren raylarının üstüne bırakıp arabasını çalıştırdığında, ve araba çalışmadığında onunla beraber götünüz atar. işte bazı filmler, sizi gerçek hayatta asla istemeyeceğiniz durumlara sokar, asla hissedemeyeceğiniz şeyleri hissettirir. böylece sefil hayatınızda ayağınızı denk almaya devam edersiniz.
  • sinema tarihinde o kadar önemli bir yeri vardır ki bu filmin, izlerken gönderme yaptığı filmleri değil de bu filme gönderme yapan filmleri düşünürsünüz.
    bound,fargo,the man who wasnt there gibi bir çok mükemmel örneği çekilse de film noir denince akla ilk gelen filmlerdendir ve hala zevkle izlenir.bir replikle entryi bitirmek gerekirse şununla bitirirdim ve bitirdim de:

    "i couldn't hear my own footsteps. it was the walk of a dead man."
  • fbı'da ajan olarak çalışma potansiyeline,zekasına sahip keyes'in bir sigorta şirketinde masa başı işi yapması harcandığının kanıtıdır. keyes amca bu masa başı işini anlatırken öylesine allandırıp ballandırır ki küf tutmuş bir devlet dairesi, raflarında tozlanmış dosyaları bulunan dört duvardaki bir masa başı işi bile hayatınızın mesleği olsun istersiniz o an.işte o cümleler:

    --- spoiler ---

    masa başı mı.tek düşündüğün bu mu yani?
    dokuzdan beşe kıçını dinlendirebileceğin bir koltuk.
    karıştırmak için bir deste a4 kağıdı.
    5 keskin uçlu kalem ve çizip durman için karalama kağıtları.kenarına gelişigüzel yazılar yazılan.

    ben bu işi böyle görmüyorum walter.
    bence talep yöneticisi doktor gibidir.
    ve masası ameliyat masası,kalemleri ameliyat bıçağı ve kemik keskisidir.
    ve o sayfalar sadece form,istatistik ve tazminat talebi değildir.canlıdır onlar!
    sahte ümitler ve çarpık hayallerin bir dramasıdır.
    talep yöneticisi hem doktor, hem iz sürücü...hem polis,hem jüri,hem hakim hem de papazdır.

    --- spoiler ---
  • bu filmden etkilenip de, tek elle kibrit yakma numarasını deneyerek elini yakmayan insan yoktur, olamaz. bir kibrit bulsam, ilk fırsatta ben de deneyeceğim.
  • 1944 yapimi, en baba film noirlardan biri. yonetmeni billy wilder, basrollerde fred mcmurray, barbara stanwyck ve edward g robinson. james m cainin romanindan.
  • raymond chandler diyalogları hemen farkedilir. çift anlamlarla yüklü bu diyaloglar daha sonra film noir'ın alameti farikalarından biri haline gelecektir. misal, filmin başında sigortacı neff ile filmin femme fatale'i phyllis hafiften cilveleşiyorlar:

    phyllis: mr. neff, why don't you drop by tomorrow evening about eight-thirty. he'll be in then.
    walter neff: who?
    phyllis: my husband. you were anxious to talk to him weren't you?
    walter neff: yeah, i was, but i'm sort of getting over the idea, if you know what i mean.
    phyllis: there's a speed limit in this state, mr. neff. forty-five miles an hour.
    walter neff: how fast was i going, officer?
    phyllis: i'd say around ninety.
    walter neff: suppose you get down off your motorcycle and give me a ticket.
    phyllis: suppose i let you off with a warning this time.
    walter neff: suppose it doesn't take.
    phyllis: suppose i have to whack you over the knuckles.
    walter neff: suppose i bust out crying and put my head on your shoulder.
    phyllis: suppose you try putting it on my husband's shoulder.
    walter neff: that tears it.
  • james m. cain'in fevkalade kara romanı.

    uzun bir aradan sonra, farklı bir yayınevinden, alakarga'dan çıkan çifte tazminat... ölüm bizi kovalıyor başlıklı, 1957 yılına ait çeviriyi müteakip oldukça gecikmiş bir çaba, ama güzel bir çeviriyle kitabın hakkı verilerek büyük bir eksiklik kapatılmış bulunuyor. bendeki versiyonu (ölüm bizi kovalıyor) haricinde romanı ikinci kez okumuş olmama rağmen tadına doyamadım. polisiyeler ve kara romanlar her zaman vazgeçilmezim oldu. çifte tazminat da o vazgeçilmez kara anlatıların şahikası.

    cain, çağdaşları raymond chandler ve dashiell hammett gibi muazzam bir romancı. fazla sitayişe ne zulüm, övgüye de takdire de doymuş romancılar bunlar. amerikan rüyasının maskesini düşüren, sınıf çelişkilerini iktidar mücadelesine koşut düzeyde betimleyen, şiddet ögesini zaman zaman abartan, argoya başvurmaktan kaçınmayan, gettolardan işmerkezlerine, bunaltıcı otellerden lüks malikanelere geçiş yaparak amerikan coğrafyasını kateden, özetle düzen karşıtı romancılar...

    çifte tazminat romanı üzerine ise şunları söyleyeceğim:

    gelişen finans kapitalizmi ve amerikan dolarına dayalı insan ilişkileri, iş yaşamının rekabete ve sömürüye dönük doğası, aşk üçgeni ve femme fatale arketipi, amerikan rüyası ve hazin sonuçları gibi kara anlatı geleneğinden tanıdığımız unsurlar şöyle dursun, karakterlerin her biri azınlıklarla ilişkilendirilerek sınıf çelişkileri yalnızca ima vasıtasıyla tasvir ediliyor; bu da romanın derin yapısının ne denli kuvvetli olduğunu anlamaya yarıyor. örneğin:

    dişi örümcek phyllis nirdlinger'in ikamet ettiği ev ispanyol tarzında inşa edilmiş. kinik sigortacı walter'ın hizmetçisi ise yine yabancı kökenli bir proleter. finalde phyllis ile walter bir gemiye bindirilerek güney'e (meksika kara anlatı geleneğinde başat coğrafyadır) doğru sürgün ediliyor. dolayısıyla beyaz adamlar sahada mücadele ederken çevrelerindekilerin ise azınlıklardan oluşması amerikan kozmopolitizmine vurgu yapmanın yanı sıra sınıflar arası geçişkenliği, güç dengelerini anlamaya yarıyor. bu konudan kalkılarak ve diğer suç romanlarıyla mukayese edilerek birçok makale kaleme alındığını da hatırlatmış olalım.

    son olarak; ilk göründüğünde beyaz bir havluya büründüğü bedenini teşhir eden phyllis'in kocasının ölümünün ardından simsiyah yas elbiselerine bürünmesi, hemen hemen tüm noir kurmacalarında yinelenen bir motife dönüşecektir. dikkat edin: out of the past, gilda ve diğerleri. edebiyattan sinema sanatına sızan hakiki bir motif. ilk göründüğünde beyazlar içinde salınan femme fatale, zamanla siyah elbiselere bürünerek çürümüş dünyasını ele verir. ne de olsa film noir modernizme içkin çelişkilerin sinemasıdır.

    çok nefis bir roman özetle.
hesabın var mı? giriş yap