• cogunlugun azinliga diktatorlugu..
  • 8 kasım 2016 abd başkanlık seçimleri vesilesiyle, 21.yy'da demokrasi hakkında biraz atıp tutacağım (yukardaki başlığın şu ve şu entrylerindeki fikirlerin açılımı bu. daha rahat okumak isteyenler için orjinali burada ve medium klonu surada)

    seçim yüzdeleri veya trump’ın karakteri gibi şeyler ilgimi çekmiyor, size başka şeylerden bahsedeyim. mesela jeremy benthamdan…

    bentham bir filozof, faydacılık akımının kurucusu. bir karar verirken, en fazla insana en fazla net yararı gözetmemiz gerektiğini söylüyor. bu hesabı yaparken faydanın başlangıç zamanı, süresi, büyüklüğü, kesinliği gibi kıstasları düşünmek önemli.

    şimdi farzedin amerikan vatandaşısınız, oy kullanacaksınız. ideal olarak benthamcı bir hesapla konuları öncelik sırasına dizer, adayların bu konulardaki vaatlerine bakarsınız. ama bu yetmez, o vaatleri gerçekleştirme ihtimallerini de düşünmek gerek.

    örnek: bence küresel ısınma çok mühim (en fazla insana en fazla etki), hillary’nin de bilimsel konsensüse yakın olması iyi. fakat hillary seçilse bile kongreden bu konuda destek görmesi zor, siyasi kredisini de bu meseleye harcamaz, o yüzden bu konuda pozitif bir katkısı olmayacak. trump ise bir sorun olduğunu bile kabul etmiyor. muhtemelen federal hükümetin yenilenebilir enerji yardımlarını kesecektir, buna da gücü yeter. yani negatif bir katkısı olacak. bunların içler dışlar çarpımını yaptık mı, hillary’e +5 yazıp, sıradaki konuya geçiyoruz.

    peki gerçekte olan ne? kimse “genel net fayda” hesabı yapmıyor, onun yerine kendini düşünüyor. mesela küreselleşme yüzünden işini kaybetmiş birine, serbest ticaretin abd için net fayda getirdiğini anlatmanın manası yok. siz ister miydiniz, ülkenin öbür ucunda iki tane iş yaratılacak diye kendi işinizi kaybetmeyi?

    (belki buna “evet” diyecek idealistler çıkar ama 21. yüzyıl ticaretine daha uygun olan senaryo şu: ülkenin öbür ucundaki zengin bir işveren, outsourcing sayesinde 100 bin dolar daha çok kar edecek ve bir ihtimal parasını isviçreye kaçırmak yerine burada harcayacak, başkaları da bundan nemalanacak diye, siz 50 bin dolarlık işinizi kayetmeyi ister miydiniz? buna kimse evet demez).

    benmerkezcilik, sadece tek bir konudaki tahlili bozmuyor, konular arası öncelik sırasını da bozuyor. mesela başta bahsettiğim küresel ısınma kimsenin önceliği değil. olmayacak da. çünkü insan yapı itibariyle, uzun vadeye yayılmış risk hesabı yapmasını beceremiyor. bunun loss aversion ile alakası var, yani kayıplara, kazançlara olduğumuzdan daha hassas olmamızla. küresel ısınmayla mücadele diye 50 dolar vergi vereceksem, bu vergiyi %100 kayıp olarak görürüm. ama bu vergi sayesinde, belki uzun vadede 50 milyon dolar kazançlı çıkacağım. terazimizde %100 kesinlikteki 50 dolarlık kayıp, %10 kesinlikteki 50 milyon dolarlık kazançtan daha ağır basıyor.

    ***

    ikinci sorun, global çaptaki sorunları halledecek bir oyun teorisi anlayışımız yok. şu senaryoyu düşünün:

    “hadi ben karbon vergisini koydum, atmosfere daha az karbon salıyorum. bunun maliyeti eninde sonunda üreticime yansıyacak. o da global piyasada çinli üreticiyle rekabet halinde. fakat çin’in karbon vergisi koyacağı ne malum? sözde koyar ama uygulamaz, üreticisinin maliyetini düşük tutmaya devam eder. olan benim dış ticaret açığıma olur. hadi diyelim çin dürüst davrandı ama araya hindistan girecek, brezilya girecek. biri mutlaka hile yapacak ve diğerleri de tek enayi olarak kalmamak için kısa sürede hileye dönecekler, tüm sistem çökecek. öyleyse biz baştan girmeyelim bu işe”.

    kimsenin salınımlarını düşürmediği bu son senaryo, olabilecek en kötü sonuç. en iyi sonuç, tabii ki herkesin dürüst davrandığı senaryo. ve birilerinin dürüst davranıp salınımları düşürdüğü, diğerlerinin hile yaptığı senaryo ise ortanca. fakat bizim oyun teorisi anlayışımız, “enayi olmamaya” gereğinden fazla değer atadığından, sistemin denge noktası ortanca senaryo değil en kötü senaryo olacak.

    halbuki asıl enayilik atmosfere alabildiğine karbon salmak. hepimiz aynı gemideyiz, su aldığımız için batıyoruz, ama sen kovayla suyu boşaltmak yerine yan gelip yattığın için, sana kızıp ben de kovayı bir kenara atıyorum, hepimiz mal mal suyu seyretmeye başlıyoruz. eğer karıncalar gibi evrilseydik veya gezegeni aydınlanmış bir despot yönetiyor olsaydı, bu sorunu yaşamazdık (başka sorunlarımız olurdu, mesela bir despot tarafından karınca gibi ezilmek gibi).

    ***

    bunu uzun uzun anlattım, çünkü aynı temel hatalar, her alanda karşımıza çıkıyor. küreselleşmenin kaybedeni olan ama derdini anlatacak birini bulamayan mavi yakalı elemanı tekrar düşünün. trump’ın ona mesajı neydi: “fabrikanı buraya geri getireceğim, senin vergilerini düşüreceğim ve çin ithal mallarına vergi koyacağım, hillary’nin sevdiği o serbest ticaret anlaşmasını da yakacağım” (trans pacific partnership’ten, şu mikkemmel ekonomi sunumun en sonunda bahsetmiştik).

    bir sürü insanın duymak istediği bu. fakat kimse ne bir ticaret savaşından endişeleniyor ne de düşen vergilerin yaratacağı açıktan. rakibimin bugün artan vergisi ve benim bugün düşecek vergim, yarın olacaklardan daha önemli. bu örnek, psikolojik açıdan küresel ısınmadan da daha kötü, çünkü belirsizlik daha bile az. yani belki ticaret savaşı olmaz ama açık %100 artacak, kaçısı yok. ona rağmen yeterince önemsemiyoruz.

    ***

    son kısmı biraz açayım, yani amerikan popülizminin temel direği olan vergi konusunu. türk siyaseti açısından garip gelebilir, kimse vergilerin düşebileceğini hayal edemediğinden. hoş zaten düşse bile dünya kadar dolaylı vergi var, onlara yenilerini eklerler. ama abd’de vergi konusu seçimlerde bol bol konuşulur. bu konuda esneklikleri var çünkü vergileri kıssalar bile, bütçe ne kadar açık verirse versin, federal hükümet ucuza borç bulabiliyor. dolar basma yetkisi olan adama borç para vermez misin?

    bu esneklik tabii sorumsuz politikaları beraberinde getirdi. reagan döneminden beri (m.ö. 200), amerikan sağında şöyle bir dogma var: zenginlere vergi indirimi ekonomiyi canlandırır, çünkü bu insanlar o ekstra parayla daha fazla iş yaratacak akıllı yatırımlar yaparlar (bu dogmanın dile getirilmeyen “corollary”si: fakirler parayı ne yapacaklarını bilmez, çarçur ederler)

    reagan buna “supply-side economics” demişti (önce kaynak artıyor, millet da ona talep buluyor), fakat bugün kimse bu terimi ciddi ciddi kullanmaz, onun yerine, eleştiri mahiyetinde “trickle down economics” denir (yukardan aşağı doğru damla damla akan). bu dogma yüzünden, bush dönemindeki ekonomik durgunluğa ve iki yeni işgalin faturalarına cevap olarak, en zengin kısmın vergileri düşürüldü ve bütçe açığı patladı. obama dönemi hep bunun ve finansal krize cevap olan stimulus paketinin (onun da üçte ikisi vergi indiriminden oluşuyordu) faturalarını ödemekle geçti.

    bu patlak öyle kolay düzeltilemiyor çünkü bütçeyi başkan değil, kongre hazırlar ve daha önemlisi, kongre bu bütçenin %70'ine dokunamaz. bu kısımda kanunen belirlenmiş zorunlu harcamalar var (sosyal güvenlik, eski borçların faizi, vs). her sene kongrenin atadığı ve başkanın onayladığı fonlar, bütçenin sadece %30'u. dokunabildikleri o kısmın da yarısından fazlası (%57) askeriyeye gidiyor. kaldı sana toplam bütçenin %14'lük bir dilimi. tüm bakanlıklar, nasa dahil tüm bilim araştırmaları, fakirlere yemek fişleri, uluslararası yardım, üniversite bursları filan hep bu ufak dilimdeler.

    insanlar bu basit gerçekleri unuttuklarından, trump dahil sağ cenahın ekonomik stratejisi ciddi ciddi şu:

    “askeri harcamaları arttıracağım ve eşi benzeri görülmemiş bir vergi indirimi yapacağım. bunun sonunda öyle bir ekonomik gelişim olacak ki, yeni gelen vergiler sayesinde hem bu yeni yarattığımız açığı, hem de obama-bush dönemlerinde devam eden eski açığı kapatacağız”.

    bunun ne kadar fantezi olduğunu anlamak için ekonomi profesörü olmaya gerek yok. en iyi şartlarda bile, abd gibi olgun ekonomiler hızlı büyüyemezler. zaten sivil hükümet harcamalarını bir noktanın altına çektiğin zaman, büyümeye non-lineer bir şekilde ket vurmaya başlıyorsun. tüm bağımsız analizler, açığın iyice patlayacağını gösteriyor. daha da kötüsü, bu kesintiler adil değil, uzun vadede zengin-fakir ayrımını arttıracaklar.

    hah, şimdi buradan dönelim konumuza: ister mavi yakalı olsun, ister beyaz yakalı, insanlar bu uzun vade etkileri tamamen es geçmeye meyilliler. bentham’ın yaptığı gibi bir “genel” fayda analizinden de bahsetmiyorum, insanlar hem genele hem de kendi sınıf çıkarlarına da aykırı hareket ediyorlar.

    marx şu tabloyu görse ne düşünürdü merak ediyorum:
    -ülkenin beşte birinin net birikimi negatif,
    -üretkenlik artmasına rağmen orta sınıfın reel geliri 1970'lerden beri sabit,
    -en tepedeki %1 ise her şeyin %40'ına sahip,
    -2009 krizi sonrası toparlanan ekonominin getirilerinin %95'i bu %1'e gitmiş,
    -bütçe açığı rekor seviyede,

    ve bu haldeyken, tek bir kanıt sunmaya teşebbüs etmeden, “dostum sorunumuz ne biliyor musun, zenginler yeterince zengin değil, onların vergilerini azaltırsak ekonomi herkes için çok iyi olacak” diyen babadan zengin bir dolar milyarderi seçim kazanıyor.

    ***

    asıl derdim trump’a giydirmek veya abd için en doğru politikaları bulmak değil. nihayetinde onların hükümetinde uzman olarak çalışmıyoruz (benim bordro mossad’da). asıl derdim, akılcılığın tamamen dışlanması. insan zaten yapı itibariyle irrasyonel, bunun üstüne sürecin kendisi de kimseyi en ufak bir getiri götürü hesabına zorlamıyor.

    bakın, adaylar 1.5 sene boyunca her gün tv’deydiler ve tüm yaygaranın neredeyse hepsi, trump’ın hakaretlerine, taciz iddialarına, clinton’ın emaillerine ve vakıf hesaplarına ayrılmıştı. bunlar önemsiz şeyler değiller ama 18 trilyon dolarlık bir ekonominin temel stratejileri kadar, yahut dünyanın en çok makale yayınlanan ülkesindeki bilimsel araştırmalara yapılan federal yardımın kesilmesi kadar, yahut kendisinden sonraki 10 askeriye kadar para harcayan bir askeri devin bütçesinin daha da arttırılması kadar önemli değiller. dünyanın en büyük iki karbon üreticisi ülkenin, zar zor bir araya gelip yaptığı paris antlaşmasından çekilmek kadar önemli değiller. onların yüzde biri kadar bile etkileri olmayan bu konulara yüz kat fazla medya vaktinin ayrılmasını bir sorun olarak bile görmüyor insanlar.

    (bu yüzden “korkma, vaatlerin çoğundan geri döner, obama döneminde ne değişti ki” gibi avunmalar, konuyu ıskalıyorlar. ayrıca bu tespiti de yanlış buluyorum. elbette vaatler, sonradan dönülmek için verilirler ve trump’ın kendisi de cem uzan benzeri ideolojisiz biri. ama kıyası doğru yapmak lazım: obama döneminde başkanlık demokratlarda, senato ve yüksek yargı ortada, alt meclis de cumhuriyetçilerde olduğundan pek bir değişim olmadı. trump döneminde ise hepsi cumhuriyetçilerde olacak. vaatlerin bir kısmı da öyle “herkese iki anahtar” ayarında, kimsenin hesabını sormayacağı şeyler değil, arkasında büyük lobiler ve ideolojik olarak buna inanmış gruplar var, takip edeni olacaktır)

    düzgün bir sistemde, adaylar önemli konulardaki planlarını daha önseçim safhasında netleştirirlerdi. oysa mevcut durumda bu bir stratejik hata olarak görülüyor. yanlış argümanlarla bile değil, hiç bir argüman üretmeden ve dolayısıyla hiç kanıt göstermeden, 1.5 senelik bir süreci ve sayısız naklen münazarayı tamamlayabiliyorlar. tekrar edeyim: yanlış bile değiller. tüm sistem, hissiyat yaratma üstüne kurulu.

    ***

    seçimin bence kazananlarından olan “big data scientist”lerin (anket yapan değil de anketleri analiz edip tahmin modelleri oluşturan) en ünlüsü nate silver’ın güzel bir yazısı vardı. eğer seçmenin sadece %1'i trump yerine hillary’e oy verseydi (anketlerin hata payının içinde bir değişim), bugün abd halkına dair seçim yorumları bambaşka olacaktı. yani medyanın büyütecinden ve borazanından geçerek katbekat dramatikleşen yorumlar, ülkeyi gerçekte olduğundan büyük bir değişim geçiriyormuş gibi gösteriyor.

    dolayısıyla, şikayet ettiğim şeyler obama döneminde de vardı, trump’tan sonra da olacak. bir kere temelimiz değişmiyor. yani milyonlarca yıllık psikolojik mirasımız, hatalara meyilli. bunun üstüne modern hayatın getirdikleri, bu handikaplarımızı derinleştirecek nitelikteler. bu etkiyi katman katman düşünmekte fayda var:

    medya çok sansasyonel” diyoruz mesela. peki tüm medya patronlarını sihirli bir düğmeye basıp kovsak, yerine idealist gençleri yerleştirsek, 5 sene içinde hangi noktada olacağız? temelde devlet yardımına değil de bağışlara ve reklam gelirine bağlı bir medya sektörü varsa, asıl amaç hep daha çok rating olacak. bunun da en etkin yolu psikolojik handikaplarımızı istismar etmek. zamanla gerçekler yerine gerçek olmasını istediklerimiz üstünden yayın yapacak, argümanlara odaklanmak yerine hissiyat yaratmaya odaklanacaklar. bunu bir medya şirketi yapmazsa, diğeri yapacak, sonunda tüm sistem bozulacak (baştaki oyun teorisi muhabbeti).

    şimdi bunu, katıksız bir ifade özgürlüğüyle birleştirin. yani istediğim yalanı uydurabilirim ve çok nadir durumlar dışında hiç bir hukuki bedel ödemem. daha sonra bu katmanın üstüne, ınternet’i ve özellikle dinamik sosyal medya algoritmalarını getirin (beğendiğim haberleri seçtikçe, google veya facebook bana o tip haberleri gösteriyor, farkında olmadan kendimi bir alternatif gerçekliğe hapsetmiş oluyorum).

    yetmez ama evet, devam ediyoruz: bunun üstüne citizens united gibi bir mahkeme kararı getirin. yani seçim kampanyalarına sınırsız bağış yapmak ve anonim kalmak mümkün. mevcut sisteme giren parayı bu şekilde arttırmak, yalpalayarak giden bir motorsikletin önüne bolca yağ döküp gaza basmak gibi. (“aslında gaza basınca ileri yöndeki momentum arttığından, motora etki eden yan güçler azala”…dan!…evet, nerde kalmıştık?).

    tüm bunların karşısında tek denge unsuru olan bilimsel/kritik düşünce, zaten insana doğal gelen bir şey değil, üstüne okullarda bile okutulmuyor. gönüllü öğrenirseniz öğrenirsiniz. yani evrimsel handikaplarımızla doğal bir ittifak kuran modern etkilere karşı kritik düşünceyle savaşmaya çalışmak, 1 milyon persli savaşçıyı 300 kişiyle durdurmaya çalışmaya benziyor (“ama o 300 kişi hakkaten 1 milyonu durdurdu thermopy”…dan!)

    biz, sürekli ilerlemeyi garanti sanıyoruz, teknolojik ilerlemeyi sosyal ilerlemeyle sık sık karıştırdığımız için. ama ilerlemek bir doğa kanunu değil. insanlık geriye de gidebilir. biz şu anda bırak cehaleti azaltmayı, onunla açık açık övünme safhasındayız. “valla onu bunu bilmem, beni ilgilendiren tek şey…” safhasındayız. en basit bilimsel düşünce girişimini bile elitizm ile eş tutma safhasındayız.

    ***

    “everyone is entitled to his own opinion, but not his own facts”?—?moynihan

    (“herkesin kendi fikirlerine hakkı vardır, herkesin bir popisi vardır, ama herkesin kendi gerçeklerine sahip olma hakkı yoktur”)

    kötümserim çünkü daha şimdiden içimizdeki neandertal’in üstüne geçirdiğimiz aydınlanma kıyafeti bol geliyor. hem de ironik olarak, o aydınlanmanın getirdiği teknolojiler yardımıyla: 5–10 sene içinde, ileri yapay zekanın bizim için özel seçtiği -hatta belki bize özel yazdığı- haberlerin vr lenslerimize 7/24 ulaştığı bir dünya’da, herkes kendi ufak evreni içine hapsolacak…bir zamanlar insanların ortak bir gerçeklik paydasında buluşmak için, en azından göstermelik de olsa çaba harcadıklarını hayal meyal hatırlayarak. ve bu rejime hala demokrasi diyecekler.
  • halkların iktidarlarını seçtiklerini zannettikleri yönetim sistemidir.

    demokrasi ebeveynin uzaktan veya arkadan kontrol ettiği bir çocuk arabasına benzetilebilir. arabanın direksiyonu vardır. çocuk direksiyonu çevirerek arabaya yön verdiğini zanneder ama aslında neredeyse tüm kontrol çocuğun görmediği ebeveyndedir. demokrasilerde de halklar oy vererek siyasete yön verdiklerini zanneder ama siyaset büyük ölçüde süper zengin ve güçlü elitlerin kontrolündedir.

    eğer bir çocuk arabasını ebeveyn önden açıkça kontrol etse çocuğa hiç direksiyon kontrolü vermese çocuk kısa süreden sıkılıp, tepki gösterip, arabadan kalkmak ister. diğer yönetim sistemlerinde de asıl iktidarda olan halkın açıkça önünde olduğunda, halk yönetimi hiç etkileyemediğini fark ettiğinde, halklar ilk olumsuz durumda isyan etme eğilimindedir. isyanlar kanlı olup, iktidar değişikliğine yol açabilir. demokraside ise halk yönetimi etkilediğini zannettiğinden yönetimdeki olumsuzlukları seçimlerle değiştirebileceğine inanarak isyan etmeme eğilimindedir. tepkisini ise barışçıl gösterilerle koyar ki barışçıl gösterilerin iktidarı etkileme olasılığı çok azdır.

    demokrasi halkları en rahat kontrol altında tutan yönetim sistemlerinden biridir. gerçekte siyasete yön verenler arka planda kalarak, medyayı, seçim sistemini ve seçilebilecek adayları yöneterek fark edilmeden uzun yıllar iktidarda kalabilirler.

    batılı ülkelerinde demokrasinin egemen olduğu 1960'lardan beri halklar ve çalışan kesimler sürekli olarak fakirleşmektedir. ekonomileri sürekli büyümesine rağmen çalışan kesimin milli gelirden aldığı pay sürekli azalmaktadır. en zengin %1'lik kesimin milli gelirden aldığı pay ise katlanarak artmaktadır. son 60 yılda demokrasi ile yönetilen onlarca ülkede onlarca seçim oldu ve farklı hükümetler seçildi. ama 60 yıl boyunca hiçbir demokratik ülkede hiçbir dönemde halkların fakirleşme ama en zengin %1'in daha da zenginleşme eğilimi hiç değişmedi.

    zaman içindeki halkların yavaş ama sürekli fakirleşmesi 60'lı yıllardaki bir ailenin yaşamı ile günümüzünki karşılaştırılınca açıkça ortaya çıkar. 60 yıllarda batılı ülkelerde bir ailede sadece erkek işçi olarak çalışarak, annenin baktığı 3 sağlıklı çocuk yetiştirebilir. bu 3 çocuk da borçsuz iyi eğitim alabilir babalarından daha yüksek vasıflara sahip olabilirdi. tek erkeğin işçi olarak çalıştığı aile 3 çocuk yetiştirmesine rağmen ev ve araba satın alabilir, altmış yaşında emekli olunca rahat bir yaşam sürdürebilirdi. günümüzde batıda bile ailede hem erkek hem de kadın çalışsa dahi aynı yaşam standardına sahip olabilmeleri, borç almadan iyi eğitim almaları mümkün değildir. araba hala mümkün olsa da iyi bir ev satın alabilmeleri mümkün değildir. aynı dönemde birim konut inşaatı için gereken işçiliğin azaldığını, eğitim ve diğer hizmetler içinde artmadığını da unutmamak lazım. teknolojinin gelişimi ile artan üretkenlik sayesinde birim işçi eskiye göre çok daha fazla ürün ve hizmet üretebilmektedir. buna rağmen ailede çalışan sayısı ikiye katlanmış olsa da ailenin ulaşabildiği ürün ve hizmet miktarı düşmüştür.

    halkları fakirleştiren ama en zengin %1 zenginleştiren ekonomik düzenin değiştirilmesi çok kolaydır. basit vergi kanunu değişikliği ile sermaye kazanımından vergi alınması ile bile en zengin %1'den halka varlık transferi olabilir. fakat covid-19 sürecinde açıkça görüldüğü gibi demokrasilerde varlık transferinin yönü tersinedir. artan hızla halklardan en zengin %1'e varlık transferi devam etmektedir. nerdeyse hiç bir demokratik ülkede, seçilme ihtimali olan hiç bir siyasi partinin gündeminde bu ana sorun yoktur.

    son 60 yıldaki onlarca seçimde halklar hiç bir zaman zenginin daha zengin olmasını ama halkların fakirleşmesini tercih etmemiştir. asla da tercih etmez. ama yaşanan gerçek zenginin zenginleşmesi halkların fakirleşmesidir. gelecek seçimlerde de halkların gerçek durumu değiştirme şansı yoktur. bu gerçekler ortadayken ülkeleri halkların yönettiği iddia edilebilir mi. en zengin %1'nin demokrasilerdeki gerçek iktidar sahipleri olduğu açık değil midir.
  • halkın kendisini yönettiğini sanmasına yarayan alet
  • türkiye'deki anlamı şudur: küçük bir topluluğun; aldıkları kararları ,medyayı kullanarak, geniş yığınlara onaylatması... *
  • en az 2500 senedir elestirisi yapilan bir sistem; zamaninda "gerzek halk" yanlis yapmasin diye cogunlukla kisitli kesimlere taninmis haklara dayanmis, butun gurultu patirti da bu ayrimciligin kistaslari uzerinde kopmus. hala da gecerli bir soru bu, duzgun bir demokraside oy hakki bulunan bireyin yukumlulukleri, sahip olmasi gereken yetenekler nelerdir? gunumuzde belli bir toprak parcasi uzerinde dogmus olmak cogu zaman yeter, bir yetenege gerek yok. verilen oylar siyasi yetkinlige veya zeka seviyesine gore belirlenmis bir katsayiyla da carpilmiyor (tuh). ben de dusundum tasindim uygun bir kistas buldum: okudugunu anlama yetenegi.

    critical thinkingi filan gectim, bari oy verecek insan 2-3 satir birseyi okuyabildiginde neler anlatiliyor bunu kavrasin. egitimde buyuk olcude firsat esitligi saglandigi toplumlarda boyle bir engel koymanin adaletsizligi de asilmis olur, en azindan bir iki nesil icinde. o temel egitimden sonra dahi okudugunu ne yapip edip kendi ideolojisine uygun olarak carpitabilen ve hatta 180 derece dondurebilen birinin elinde diger insanlarin hayatini etkileme hakki bulunmamali. zaten halkin cogunlugunda boyle bir kabiliyet olsa, politikacilik meslek olmaktan cikardi.

    okudugunu anlamama ozeti: bu entrymde mutlulugu cizdim abidin ve elitizmi anlattim.
  • “kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiç bir zaman varolmadı ve varolmayacaktır.”
    jean jacques rousseau

    “gerçek demokratik ilke, hiç kimsenin halkın üzerinde bir güce sahip olmaması demektir.”
    lord acton

    “kelimeler üzerinde ve sahte problemler üzerinde kavga etmemiz gerekir. demokrasinin gerçek ve gerekli anlamı kullanıldığı zaman hangi ismi istiyorsanız onu seçebilirsiniz.”
    karl popper

    “demokrasi” ve “demokratik devlet” kavramlarının kullanımı konusunda büyük bir eksiklik vardır. bu kelimeler açıkça tanımlanmadıkça ve anlamları üzerinde uzlaşılmadıkça insanlar bu anlam karmaşası üzerinde yaşamaya devam edeceklerdir ve bu tartışmalar demogoji yapanların ve despotların işine yarayacaktır.”
    alexis de tocqueville

    “çoğunlukla bir gemiye benzetilen devlette, kral kılavuz, halk da kamu yararını gözettiği sürece kılavuzun sözünü dinleyen gemi sahipleri durumundadır; kralsız yaşayan pek çok halklar vardır, ama halksız bir kral düşünemeyiz bile. krallık düzeyine yükseltilenler, başkalarından güzellik yahut yakışıklılık bakımından üstün oldukları için ya da onları, tıpkı çobanların sürülerini güttükleri gibi yönetmek bakımından bir doğal üstünlükleri bulunduğundan değil, halkın kalanıyla aynı hamurdan yapılmış olmalarından ötürü erk ve yetkilerini onlardan ödünç aldıklarını açıklayacakları için ortaya çıkarılmışlardır.”
    stephanos junios brutos

    “devlet yönetimine halkın katılımı demokrasinin temelidir.”
    lyndon b. johnson

    “demokrasi halkın karar alma sürecine katılabilmesine olanak sağlayacak şekilde liderlerin ve organizasyonların alternatif kamu politikaları için yarıştıkları bir rekabetçi politik sistemdir.”
    e. e. schattschneider

    “vox populi, vox dei”
    (halkın sesi, hakkın sesi)
    latin özdeyişi

    “toplumun bütün isteklerini karşılayabilecek tek hükümet biçimi, bütün halkın yönetime katıldığı hükümettir; en küçük kamu görevine olsun katılım yararlıdır; her alandaki katılma, toplumun genel gelişme düzeyinin elverdiği ölçüde geniş olmalıdır. bir tek küçük kentten daha büyük bir toplumda, kamu işlerine herkes kişi olarak katılamayacağı için, bundan mükemmel bir hükümetin ideal türünün temsili hükümet olacağı sonucu çıkmaktadır.”
    john stuart mill

    “demokratik kurumların gelişiminde üç büyük kilometre taşı bulunmaktadır: oylama yoluyla kamusal kararlara katılma hakkı, temsil etme hakkı ve muhalefet yapma hakkı.”
    robert a. dahl

    “demokrasi prensibi, hakimiyete istismak eden vasıta ne olursa olsun, esas olarak, milletin hakimiyete sahip olmasını ve sahip kalmasını icap ettirir.”
    mustafa kemal atatürk

    “demokrasi esasen ferdidir, bu vasıf vatandaşın hakimiyete, insan sıfatıyla iştirak etmesidir.”
    mustafa kemal atatürk

    “demokrasi esasına müstenit hükümetlerde, hakimiyet, halka, halkın ekseriyetine aittir. demokrasi prensibi, hakimiyetin millete ait olduğunu, başka yerde olmayacağını iltizam eder. bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin, hakimiyetin menşeine ve meşruiyyetine temas etmektedir.”
    mustafa kemal atatürk

    “yöneticiler, iktidara saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. ulusa karşı olan görevlerini kötüye kullandıkları takdirde, şu ya da bu biçimde ulusal iradenin kendi haklarında vereceği kararla karşılaşırlar. ulus tarafından, ulus adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar, gerektiğinde ulusa hesap vermek zorunda olduklarını bilmelidirler.”
    mustafa kemal atatürk

    “monarşi güzel bir biblo gibidir, denizde bir süre yüzer ancak bir süre sonra bazı beceriksiz kaptanlar yüzünden kayalara çarpar; buna karşın demokrasi şişirilmiş bir botta seyahat etmek gibidir. kolay kolay dibe batmazsın, fakat ayakların hep ıslaktır.”
    fisher ames

    “bir zamanlar, halk seçtiğini bir kalkanın üstüne oturtarak havaya kaldırır ve kral diye selamlardı. ve neden kralların sayısız gözleri, milyon tane kulağı, upuzun elleri ve pek hızlı ayakları’ olduğu söylenir? hep argos’a, gerien’e, midas’a ve ozanların övdüğü daha başkalarına benzedikleri için mi? hiç de değil, bu söz devletin iyiliği için gözlerini, kulaklarını, olanaklarını, yetkilerini krala ödünç vermiş olan bütün halktan ötürü söylenmiştir. halk kralı yüzüstü bırakıversin, hemen yere devrilir; eskiden kulağı ve gözü pek üstün görünürken, güçlü olabilecek en iyi durumda bulunurken, böyle görkem içinde yüzerken, bir anda kötüler ve pek zebun düşer.”
    stephanos junios brutos

    “demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir.”
    alfred e. smith

    “bütün despotizmler içerisinde demokrasi, en az dayanıklısı olmakla birlikte en kötüsüdür.”
    fisher ames

    “demokrasinin kötülüklerinden birisi sevsen de sevmesen de seçtiğin insana katlanmak zorunda olmaktır.”
    max lerner

    “çoğunluğun iradesi, diğer insanlar üzerinde baskı yapabilir; gücün çoğunluk tarafından kötüye kullanılmasının önlenmesi gereklidir. ‘çoğunluğun tiranlığı’ topluma karşı bir kötülüktür ve toplum buna karşı korunmalıdır.”
    john stuart mill

    “politikada çoğunluk kuralının haklılaştırılması onun ahlaki açıdan doğru olduğunu göstermez.”
    walter lipmann

    “çoğunlukçu demokrasi, ‘halkın egemenliği’ olarak ifade edilen doktrin içerisinde en yetersiz ilke olarak görülmektedir.”
    bernard crick

    “çoğunluğun azınlık tarafından yönetimi tiranlıktır; azınlığın çoğunluk tarafından yönetimi de tiranlıktır. her iki durumda da ‘senin istediğin gibi değil, bizim istediğimiz gibi yapacaksın’ kuralı geçerlidir.”
    herbert spencer

    “görevimiz oybirliğine ya da oybirliğine yakın bir karara ulaşmanın yollarını aramak ve keşfetmektir.”
    james m. buchanan

    “demokrasilerde bir seçmenin cehaleti bütün halkın güvenliği için tehlikedir.”
    john f. kennedy

    “biz atina’lılar, politika ile ilgili kararları uygun tartışmalardan sonra alırız; en kötü olan şey, sonuçları tartışılmadan bir politikanın uygulanmasıdır.”
    thucydides

    “demokratik vatandaşın politikada aktif olması ve politikayla ilgilenmesi gerekir.”
    gabriel a. almond

    “demokratik karar mekanizması garanti edildiği sürece her şey yolunda gider düşüncesini kabul etmiyorum. ben bunu ‘seçim safsatası’ olarak adlandırıyorum.”
    james m. buchanan

    bilen konuşmaz,
    konuşan bilmez.
    gözlerini yum,
    bütün kapıları kapa;
    sivrilikleri buda,
    karışıklığı gider;
    işığı ayarla,
    dünyaya uyum sağla.”

    lao tzu

    “bireysel çıkar değil, asıl grup çıkarı tehlikelidir.”
    friedrich a. von hayek

    “hiç bir şey çıkar gruplarının etkisinden daha tehlikeli değildir.”
    jean-jacques rousseau“sen benim kütüğümü yuvarla, ben de seninkini...”lucius annaeus seneca“kanunları zenginlerin çıkarı için yapıyorsunuz.”euripides“parlamentonun kapıları fakirlere kapalıdır.”ovid`

    “demokrasi konusundaki eleştirilerin nedeni, devletin çoğunluğun üzerinde anlaşmış olduğu kararlara hizmet ettiği düşüncesi değildir, asıl itiraz çoğunluğun holdinglerin ve çeşitli çıkar gruplarının isteklerine hizmet etmek zorunda kalmasıdır.”
    friedrich a. von hayek

    “tanrılardan oluşan bir halk mevcut olsaydı, kendini demokratik olarak yönetebilirdi.”
    jean jacques rousseau

    “demokrasi keyfi güçten başka bir şey değildir.”
    pierre joseph proudhon

    “demokrasi iki farklı aşırılığa sahiptir; aristokrasiye dönüşen eşitsizlik ruhu ve despotizme dönüşen aşırı eşitlik ruhu.”
    montesquieu

    “demokrasi despotizme dönüşür.”
    eflatun

    “demokrasi despotizmdir. genel iradenin onaylamadığı bir yürütme oluşturur.”
    immanuel kant

    “demokrasi despotizmin en ileri şeklidir.”
    aristo

    “bütün despotizmler içerisinde demokrasi en kötüsüdür.”
    fisher ames

    “demokrasi asla uzun yaşayamaz. kısa zamanda tükenir ve kendisini öldürür. kendisini intihara sürüklemeyen bir demokrasi yoktur.”
    john adams

    “demokratik kurumların özgürlüğü ve medeniyeti er ya da geç mahvedeceği konusunda ikna olmuş bulunmaktayım.”
    thomas babington macaulay

    kaynak: coşkun can aktan, yeni global gerçekler, istanbul: tügiad yayınları, 2000
  • abartılmaması, ideal dünya için vazgeçilemez gibi görülmemesi gereken şey. çoğunluğa bıraksak kültür bakanlığını feshedip ödeneğini nakit olarak aralarında bölüşürlerdi.

    demokrasi aşağı demokrasi yukarı; bunun en orjinalinde kadınlarla köleler oy veremiyordu be...
  • secme ozgurlugu degil, secenekler ozgurlugu.
  • "modern demokrasilerde politika çok kesin bir takvime sahiptir; demokratik bir gün, sadace seçim günüdür. geri kalan zamanda demokrasi yoktur. hükümet yetkilileri kararları verirler ve toplum tekrar seyirci konumuna düşer, ya da hükümetin kararlarının kurbanı olur. sürekli politik varlığını devam ettirmek için toplum organize olmalı ve hükümeti sürekli olarak rapor vermeye zorlayabilmeli" - subcomandante marcos
hesabın var mı? giriş yap