• sıla özlemi, yurt özlemi, yurtsama.
  • uzaktaki bir insanın evine, ailesine duyduğu özlem.
  • bazen insanın eski üniversitesine özlemi, tencere kapak ilişkisi*..
  • (...)sabahattin ali, dil öğrenmek için ilkin bir alman bayanın evine pansiyoner girdi. bir yıl kadar potsdam’da kaldı. fakat almanya’ya alışamamıştı. disiplinli okul çevresi onu sıkıyordu. bu duyguyla bazı şiirler yazdı. 28 aralık 1928’de eski yazıyla kaleme alınan “ daüssıla” bunlardan biridir. şiir potsdam’da yazılmıştır. adından da anlaşılacağı üzere, sabahattin ali’nin yurt özlemi ile bazı anılarını ve almanya izlenimlerini dile getirmektedir.
    “ daüssıla” yı sabahattin ali, almanya’daki arkadaşlarından melahat togar’a vermiş. sayın melahat togar da şiiri 48 yıl sakladıktan sonra -yayınlanmak üzere-
    bana verdi. şiirin başında adı ge-çen pertev, sabahattin a li’nin arkadaşı pertev naili boratav'dır. “ daüssıla” şimdiye değin hiç bir yerde yayınlanmamıştır.

    asım bezirci

    -pertev ve şürekasına-

    bugün de potsdam’dan süzerken potsdam’ı,
    yaktı yine içimi kim sesizliğin gamı.
    gözlerim inhinasız uzayan caddelerde,
    dedim: bu soğuk şehir nerde, istanbul nerde?..
    ve istedim birazcık size de dert yanmayı,
    hayalen memlekete doğru bir uzanmayı...

    burda her şey: şehirler ve insanlar nursuzdur;
    alamanlar, âdeta besili bir domuzdur.
    sokaklar saatlerce uzanır bükülmeden
    alamanlar dolaşır üzerinde gülmeden...
    burda tebessümün de günü, saati vardır;
    dükkânlar hep bir çeşit, evler hep bir karardır...
    gerçi bizim evlerden temizse de sokaklar,
    süslese de muhteşem meydanlarını taklar;
    ne yıkık surlar gibi bu şehrin bir süsü var
    ne de -ah sormayınız- ne de bir köprüsü var...

    köprü, bende bulmuştu serserinin hasını;
    şimdi hatırlamaz mı eski aşinasını?.,
    tik ışık belirmeden karşıki tepelerde,
    az mı gözümü açtım ıslak kanepelerde?..
    yorgundum, uykusuzdum, paraca tam takırdım ...
    ben orda bir simide bir ceket bırakırdım ... (* )
    bazı geceler köprü’yü pek canım istemez de,
    gezerdim samatya’da, langa’da, etyemez’de...
    çoktu tel örgüleri tırmanarak girdiğim ,
    uykuyu kimsesiz bir bahçede kestirdiğim ...
    fakat yine herkese neşeli görünürdüm,
    çünkü hürdüm , uçan kuşlardan daha hürdüm ...
    köprü gerçi soğuktur, yattığım duba katı...
    bana bunlar hoş gelir... size verdim rahatı...
    ey langa bostanında gecelediğim demler...
    ve, ey şimdi gâvurca hecelediğim demler...

    içim düsbütün sızlar hatırlarsam yozgat’ı:
    dumağımdadır içki âlem lerinin tadı...
    soğuk yüzümü yakar, kar dizboyu olurdu;
    yine gözümde tüten imamsuyu olurdu...
    sürüklerdim yampiri sokaklarda mesleri; (** )
    meyhanede okurdum yazdığım nefesleri...
    istemezdim odamda oturup sıkılmayı,
    adet ettim her gece sokakta yıkılmayı,
    — bu cesareti yalnız insana rakı verir. —
    kendimi sıcak kara şöyle bırakıverir,
    kar üstümü örterken ben orda gecelerdim,
    ne de ılık bu akşam yattığım yatak derdim.

    bu hatıralar artık benden uzaklaşıyor,
    deli gönül, muntazam bir vücudu taşıyor...
    bir zamanlar bir pula satarken kâinatı,
    kendi elimle ittim bu kaygısız hayatı...
    gitmeye alışmışken ben herkesin dikine,
    enayi gibi geldim frenk memâlikine.

    taşıyın şimdi benim gibi avanakları
    ey birbirinden nursuz potsdam sokakları...

    22.12.28
    potsdam, sabahattin ali

    ('* ' nâzım-ı tahrir bu vak’adan sonra on beş gün kadar yelek üzerine palto giyerek dolaşmıştı.)
    (**fakir, yozg at’ta iken şiddet-l şita dolayısıyla mest ve lastik giyer, fakat arasıra lastikleri
    çamurda terkedip sadece mest ile dolaşırdı.)
  • özlemin felsefi ve entellektüel hâli.

    normal vatandaş özler.

    tefekkür sahibi "daüssıla" hissi ile titreme geçirir; tam da böyle bir şey.
  • ahmet erhan'ın ankara'dan ayrılırken yazdığı şiirin başlığı.

    ***

    nihat genç'e

    1
    hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
    tüyübitmedik sevincim, tohuma kaçmış hezeyânım
    bir yağmur damlasına sığınmaya çalışarak
    kirden ve nemden örülmüş bir yatağa
    sinen yıllarım, oğlum, yalnızlığım
    bir metrekarelik alanlarda göçebe olarak
    aynı yüzler, aynı kinler, sonsuz kıskançlıklar
    içilen biranın buğusu parmak uçlarımda

    ayak sürülmemiş toprağım, dürülmüş göğüm
    yüzü karanlık bir kalabalık
    parmak basma ve bastırma yetkim
    üstgeçitler kurup, altgeçitlerde titreyen devrimci ruhum
    devletimin gri yüzü, bu kadar...
    bu kadarsa ayrılıklarla örülsün yünüm
    ankara. anakarası yaşamadım, diyebildiğim her şeyin
    yine de hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
    sevgilin, oğlun, şairin... nankörün olayım.

    2
    dönerim belki bir gün, papazın bağı'nda martıların uçuştuğu bir gün
    oltamı kuğulu park'ta unuttuğum bir gün
    belki oğlum beni babalar günü'nde hatırlar
    sevinirim, akasya kokularına bürünürüm
    neyin meşhur? keçin. duydum da hiç görmedim
    sakarya'n, niyeyse hep sakarya'n
    içerim belki bir gün, behçet'in koluma girdiği bir gün
    neyin meşhur? hiç de nankör olmadıydım bu kadar
    belleğimin apışarasında oyuncak bir bentderesi maketi gibi kaldın
    salavat getirdi çıkrıkçılar yokuşu'n...

    istanbul'da bu moda: her şey küçük harfle başlar
    özellikle yer adları artık özel değildir
    devrimin evrildiği yerde bunu nasıl anlamadım
    kamudan yarattığım rengi gavurlara resmettirdim
    bol sıfırlı resmi plâkalar iliştirdim cüzdanıma
    devletim gülümsedi derin derin
    konur sokak'ta engürü kahvesinde nihat'ın ıstakasının tam ortasına düştü
    ben sıfırın altına düştüm, herkes ağladı

    çocuk sordu, sordu piç kurusu:
    - bu şiirde niye hiç büyük harf kullanmadın?
    - istanbulin giyindim, kendimden soyundum
    belki bir gün anadan üryan, babadan isyan kalır
    bir gün yürür, gider, adam olurum...

    3.
    hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
    an kara tahtam, yan kara yüzüm, son kara yolculuğum
    beni artık gökler, denizler paklar
    kâğıtlara dar gelen kalemler, kalemleri boğan kusmuklar
    nedir ki, neye varır ki, nereye varır dur'um, durağım
    seyrelir içimde rengini unuttuğum bir su
    bir şeyleri kaldırır kaldırır oturturum
    belleğimdeki tek kırıntı bu, ötesi serum
    her şeye varım, kabûsu türkî, kâmusû ölüm
    ama o su, ama o su da olmasa
    bilmezler ki o zaman, anlamaz ki zaman
    bir hızar sesi kulak diplerimi ovalar
    hoşçakal şehrim, asıl şimdi, artık şimdi hoşçakal
    dünya hâlâ dönüyormuş - öyle diyorlar...

    ***

    şiir metnini aldığım, yağız gönüler'in şiir ve şairle ilgili yazısı: https://www.dunyabizim.com/…n-tebessumu-h31267.html

    ahmet erhan öldüğü zaman nihat genç'in yazdığı muazzam yazı: https://odatv4.com/…hmet-erhan-oldu-0408131200.html
  • (bkz: sıla-i rahim)
  • süleyman nazif bu şiirini 1921 yılında malta adasında sürgündeyken yazmıştır.

    şiir, o devir için hitabet ve aşırı duyarlılığa çok elverişli bir konuya dayanmakla beraber, oldukça ölçülü bir dille ve güzellik duygusuna önem verilerek yazılmıştır.

    mizaç ve karakter bakımından namık kemal'i hatırlatan ve gençlik yıllarında onun tesiri altında kalan süleyman nazif'in basmakalıp bir vatan edebiyatına düşmeyişinin sebebi, servet-i fünun nesline mensup olması ve bu neslin estetik görüşlerini benimsemesidir.

    şiirde vatanseverlik duygusu, servet-i fünunculara has ince bir tabiat ve güzellik duygusu ile birleştirilmiştir.

    daüssıla şiirinde insan olarak sadece şairin kendisi vardır. şiir, zamirlerden de anlaşılacağı üzere "ben" şiiridir. şair vatanı beşeri bir dünya olmaktan ziyade, güzel bir tabiat manzarası olarak görmüştür. mekanın zamana ve insana galip gelmesi süleyman nazif'i servet-i fünunculara yaklaştıran bir başka çizgidir.

    mehmet kaplan şiiri böyle tahlil etmiş.
  • dindirilmesi mümkün olmayan özleyiş hali.

    zamanı, mekânı ve hayatı özleyiş hâli...
  • fethullah gülen hocaefendi'nin bir şiiri.

    dinliyorum rûhumu gurbetten usanmışım,
    bunca "dâüssıla"ya dayanırım sanmıştım..
    her yeri vatan saymada meğer aldanmışım,
    herkesle hemdem olacağıma inanmıştım...

    bir yüce mefkûreye koşarken nefes nefes,
    ülkemde yaşayıp orda ölmek hayâlimdi;
    bir gam melodisi bu yerde duyduğum her ses,
    yutkunuyorum belirsiz duygularla şimdi.

    hiç bilmem gönlümün bu sevdâdan bıktığını,
    yer yer bükülmüş olsa da irademin kaddi;
    kim görmüş mecnun’un leyla’yı bıraktığını,
    hep bu oldu dünyada düşüncemin serhaddi.

    bir buz gibi gözümde her sabah doğan güneş,
    kâbuslar gibi çöküyor çökünce her gece;
    gündüzler burada kabir karanlığına eş,
    insanlar ufuksuz, hayatsa tam bir bilmece..

    renkler bir darlığın ağında, hepsi de gri,
    anlamsız birer tümsek o koca gökdelenler;
    duygular derbeder, düşüncelerse serseri,
    bir hiçe bağlı burada doğanlar, ölenler.

    düz günler monoton, bayramlarsa bir karnaval,
    âdeta bir çöl gibi bana bu koca diyar;
    izdırap tam ızdırap, neş’enin rengi melâl,
    hazanla inim inim duyduğum yaz ve bahar.

    vermiyor bencesini zevk u safanın hayat,
    fecre kapalı sanki gönlümdeki tepeler;
    hep ümide koşsam da, sarsılıyor hissiyat,
    kaplıyor ufukları siyah siyah perdeler.

    yok yaşamanın bu diyarda ölümden farkı,
    sisli-dumanlı geçiyor inadına zaman;
    duyulmuyor hiç hayattan dinlediğim şarkı,
    tın tın nabızlarımda rûhumdaki hafakan...

    iç murakabe deyip kendimi dinliyorum,
    gördüğüm çerçevede yapayalnız efkârım;
    bir mum macerası; yanıyor ve eriyorum,
    olsaydı aydınlatmak bari yanarken kârım!.
hesabın var mı? giriş yap