• sedat peker'in okumamızı rica ettiği tiradın asıl tiyatro oyununun baş karakteridir.

    tirad:

    ne yapmak gerek peki?

    sağlam bir arka mı bulmalıyım?
    onu mu bellemeliyim?
    bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
    önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
    bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
    istemem!

    herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım le bret?
    sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
    bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
    taklalar mı atmalıyım?
    istemem! eksik olsun!

    her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
    sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
    onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
    istemem! eksik olsun böyle bir şöhret!
    eksik olsun!

    ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli?
    eleştiriden mi çekinmeli?
    “adım mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı?
    istemem!
    istemem! eksik olsun!

    korkmak, tükenmek, bitmek…
    şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
    dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
    istemem! eksik olsun!
    istemem! eksik olsun!

    ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek…
    tek başına.
    özgür olmak.
    dünyaya kendi gözlerinle bakmak.
    sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak.
    bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak.
    ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
    isteyince ay’a bile gidebilmek.
    başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

    demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
    varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
    yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

    cyrano de bergerac

    edit: papuaaa adlı yazar'a düzeltme için teşekkürler.
    edit2: tombo değil tombow adlı yazarın tavsiyesi üzerine şiirin videosu istemem eksik olsun
    edit3: letitroll adlı yazar ve bir çok diğer yazarın belirttiği üzere bu tirad (şiir değil) edmund rostand'ın cyrano de bergerac adlı oyunundanmış. oyunun adı baş karakterin adıymış aynı zamanda.

  • cyrano de bergerac: kibarlar için yasa çizme değil, kılıçtır.
    de guiche: can sıkmaya başladı!
    vicomte de valvert: pöh! farfaranın biri!
    de guiche: elverir, kabak tadı! haddini bildirecek kimse yok mu?
    de valvert: ne demek! durun şimdi. (kendisini süzen cyrano'ya yaklaşır ve azametli bir tavırla karşısına dikilir)
    burnunuz ne kocaman!
    cyrano: (pür ciddiyet) evet, pek kocaman! hepsi bu mu?
    de valvert: daha?
    cyrano: bu kadarı az delikanlı! halbuki neler neler bulunmaz söyleyecek!
    asıl iş edada. meselâ bak,
    hoyratça: "burnum böyle olsaydı, mösyö, mutlak
    dibinden kestirirdim! dostça: "yana yatmaz mı,
    senden evvel davranıp kadehine batmaz mı?"
    tarifle: "burun değil bir kere, coğrafyada
    böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada!"
    mütecessis: "acaba neye yarar bu alet?
    makas kutusu mudur, divit midir izah et!"
    zarifâne: "kuşları sevdiğiniz besbelli!
    yorulmasınlar diye yavrucaklar, temelli
    bir tünek kurmuşsunuz!" pür neş'e: "birader, şu
    koskocaman burnunla tütün içince, komşu
    "yangın var!" demiyor mu?" müdebbir: "aman yavrum,
    bu ağırlıkla yere düşmenden korkuyorum!"
    müşfik: "yaptırın ona küçücük bir şemsiye,
    yazın fazla güneşten rengi solmasın diye!"
    alimâne: "görmüştüm aristophane'da belki
    hippocampelephan tocamélos adındaki
    hayvanın burnu gayet büyükmüş! sen ne dersin?"
    nobran: "zaten bilirim, sen misafir seversin,
    bu, şapka asmak için ne mükemmel bir icat!"
    şairâne: "ey burun! bütün cihana inat,
    seni baştan aşağı nezle etmeye kaadir
    tek rüzgar bulunamaz, karayel istisnadır!"
    hazin: "bir de kanarsa, kızıldeniz, ne belâ!"
    hayran: "lavantacıya ne mükemmel tabela!"
    safiyâne: "abide ne günleri gezilir?"
    hürmetkârâne: "beyefendi kibarsınız muhakkak,
    yoksa imkânı var mı cumba sahibi olmak?"
    köylü: "vış anam! bu ne? bilmem guş mu balıh mı?
    yoksa bir tohuma gaçmış salatalıh mı?"
    sivri akıllı: "bunu tombalaya koymalı!
    kim elinden kaçırmak ister böyle bir malı?"
    ve hıçkıra hıçkıra, nihayet, pyrame gibi,
    "bu ne felâket! bu ne musibettir yarabbi!
    böyle berbat edip de yüzünü sahibinin,
    şimdi de utancından kızarıyor bak hain!"
    olsaydı biraz nükte, biraz malûmatınız,
    işte karşıma geçip bunları sayardınız.
    fakat sizde nükteden eser yok zerre kadar,
    neyleyim cenab-ı hakk ihsan buyurmamışlar!
    zaten bir parça icat kudreti olsa bile
    böyle seçkin, muhterem hüzzar önünde hele,
    bana bu şakaları yapamazdınız elbet.
    ağzınızdan çıkmaya daha olmadan kısmet
    bunlardan birinin en ufak başlangıcı,
    karşınıza çıkardı bergerac'ın kılıcı!
    ben bunları söylerim oldukça belâgatle;
    başkasından dinlemem fakat tekini bile!
  • sabri esat siyavuşgil, bu eserden yaptığı muazzam çeviriyi ilk olarak halid ziya uşaklıgil'e götürür. yanında ekrem reşit rey de vardır.

    halid ziya, oyunun türkçeye çevirisi hakkında yıllarca düşünmüş, sonunda -hele ki manzum olarak- hakkıyla çevrilemeyeceği kanaatine ulaşmış, bunu da yazdığı bir makalede söylemiştir.

    anılarında der ki "beni böyle bir hükme götüren sebepler neydi? bunu izah etmeliyim. fransız edibini eserlerinde tetkik etmiş olanlar bilirler ki onun başlıca sanatsal sırrı bir nevi hokkabazlıktır. (...) onun sihri andıran bu oyunlarıyla sarhoş olmamak mümkün değildir. cyrano de bergerac baştan aşağı fikirlerin, sözlerin türlü türlü oyunlarıyla doludur. cinaslar, teşbihler, istiareler, nükteler, kinayeler, telmihler, daha ne kadar belagat oyunları varsa bunlar (...) birbirini kovalar, birinin uyandırdığı hayretten kendinizi henüz alamamışken gelip ikincisine, üçüncüsüne, dördüncüsüne çarparsınız."

    "mesela meşhur burun latifesi, düello sahnesi hep böyledir ve bunların güzellikleri fransızca olmasındadır, zira oyunun bütün ruhu lisanın hususiyetinde saklıdır. şu halde bunları tercüme edebilmek için hususiyetinden, yani lisana ait olan kisvesinden soyunca ne kalır? manası olmayan, bir hususi şekle, o şeklin gözleri, gözlerle beraber fikri okşayacak vasıflara sahip bulunmayan bir iskelet... (...) vezne ve kafiyeye ait zorlukları ilave etmek lazım gelirse iş imkânsız derecesine çıkmakta hiç gecikmez. bunun için ilk hamlede nazım şeklinde tercümeyi bir tarafa bırakarak nesir şeklinde tercümeyi düşünmeli. bu da nasıl olabilir?"

    "'gayet kolay,' diyeceksiniz. hiç öyle değil. bütün o fikir ve söz oyunlarının türkçe karşılıklarını arayacaksınız, bunların onda dokuzunu bulamayacaksınız. o zaman açıklamalara müracaat edeceksiniz, diyeceksiniz ki 'bunun fransızca aslı şu idi, bundan bu oyun çıkıyordu, onun için zihninizde tasarlayın da onun ne yolda bir sanat eseri olduğunu bulup çıkarınız ve zevkine varmaya çalışınız.' buna katlanılır mı? okuyanların yüzde kaçı kendilerine verilen iskeletin yüzünü gözünü yeniden yaratacak, endamını giydirip kuşatacak şeyler bulup onu donatır, ondan sonra karşısına geçip 'şimdi bir şeye benzeyebildi, pek de fena değilmiş!' hükmünü verir."

    "işte bütün bu mülahazalar sebebiyle kendi kendime 'varsın türk edebiyat kütüphanesinde bu eksik olsun, eksikler bundan ibaret değil ya!.. daha neler var, neler... tercümesi mümkün değildir kararını verip öte tarafa geçmeli,' demiştim. derken bir gün bir telefon darbesi. ekrem reşit'in sesi diyor ki: 'siz cyrano de bergerac için tercümesi mümkün değildir diyordunuz. bu tercüme imkân kesbetmiş ve vücuda gelmiştir. hem de manzum olarak bir tercüme! yapan da sabri esat'tır. müsaade ederseniz onunla beraber gelip size okuyacağız.'"

    "nihayet iki dost bir gün bana geldiler. eserin aslıyla tercümesini beraber getirerek. (...) sabri esat karşıma oturdu, ekrem reşit bir köşeye büzüldü, uslu uslu dinlemeye karar vermiş görünüyordu. sabri esat seçtiği bir parçayı okumaya başladı. ben metinde takip ediyordum. bu suretle dikkatim ikiye ayrılmış oluyordu... nihayet ekrem reşit müdahale etti. 'metinde takip etmekten vazgeçiniz. tercümenin doğruluğundan şüphe edilemez, şu halde bütün dikkati tercümeye hasretmek daha muvafıktır,' dedi."

    "bu doğru mütalaa üzerine ben yalnız dinledim, yer yer takdir avazeleriyle sevinen bir çocuk heyecanıyla mütercimi alkışlayarak. o, her şeyden evvel kaydedeyim, pek iyi okuyordu. hoş bir sesi, güzel bir edası, güzide bir okuma sanatı vardı. içimden 'ne olurdu,' diyordum, 'eser bir kere basılabilse, herkes onu okuyarak adeta öğrenmiş, bellemiş olsa, sonra sahneye konabilse... mütercim en zor parçaların içinden harika nevinden bir ifade kolaylığı, bir nazım ahengi, bir tercüme mahareti ile çıkmıştı. bu marifet eserine karşı hayran olmaktan başka yapılacak bir iş yoktu."

    bitiriken şunu da ekleyelim: gelmelerinden önce ekrem reşit'in telefonda söylediği 'bu tercüme imkân kesbetmiş ve vücuda gelmiştir,' haberi halid ziya'da şöyle bir şey uyandırmış "eğer bana 'sabri esat, paris'ten gelirken eyfel kulesi'ni sırtlayarak buraya getirmiş, beyazıt meydanı'na dikecekmiş!' deselerdi ancak bu kadar hayret ederdim."
  • seranat' a baslamadan once konuyu kisa bir ozetlemek istiyorum:

    zaman 1600 yillar, mekan paris... cyrano oldukca yetenekli bir sair ve silahsordur.
    kuzeni olan roxane' a deli gibi asiktir ama uzun olan burnu yusunden ona acilamamatadir ve tabiki bu arada burnu ile dalga gecen herkesle duello etmek de haliylen hepsinide kazanmaktadir. duello sebepleri her zaman burnu degildir aslinda. adaletsizlik, haksizlik, capulculuk, berbat siir yazmak ve soylemek :)) bunlarin hepsine karsi cikip, soylenmesi geekenleri hic cekinmeden soylemektedir. asagidaki seranadi da bir dostuna pusu kuran 100 kadar capulcuyu tek basina savusturdugu icin onu tebrike gelen yalakalari ve kutlamacilari alayci bir bicimde gonderdikten sonra, belkide yegane dostu olan le bret' e soyler (aslinda onun nezdinde digerlerine)

    ......

    cyrano
    ya ne yapmak lasimmis?
    saglam bir dayi bulup catmak sirnasik gibi,
    bir agac govdesini, tipki sarmasik gibi,
    yerden etekleyerek velinimet sanmak mi?
    kudretle davranmayip hileyle tirmanmak mi?
    istemem eksik olsun! herkes gibi, kosarak,
    yabanin zenginine methiyeler mi yazmak?
    yoksa nazirin yuzu gulecek diye bir an
    karsisinda takla mi atmak lasim her zaman?
    istemem eksik olsun! ricaya mi gitmeli?
    kapi kapi dolasip pabuc mu eskitmeli?
    yoksa nasir mi tutsun surunmekten dizlerim?
    yahut egilmekten mi agrisin otem berim?
    istemem eksik olsun! taziya tut, tavsana
    kac mi demeli? belki kaz gelir diye bana
    tavuk mu gondermeli? yoksa bir fino gibi
    susta durmak midir ki, acep en munasibi?
    istemem eksik olsun! bir kibar salonunda
    kucak kucak dolasip boy atmak ve sonunda,
    marifet si're koyup kameri, yildizlari,
    aska getirmek midir, evde kalmis kizlari?
    istemem eksik olsun! yahut san olsun diye,
    meshur bir kitapciya giderek, veresiye
    siir mecmuasi mi bastirmali? istemem
    eksik olsun! acaba bulup bir alay sersem
    meyhane kosesinde dahi olmak mi huner?
    istemem eksik olsun! bir tek siirle yer yer
    dolasip da herkesten alkis mi dilenmeli?
    istemem eksik olsun! yoksa bir suru keli
    sirma sacli diyerek goge mi cikarmali?
    yoksa odum kopsun bir allahin aptali
    gazeteye bir tenkit yazacak diye her gun?
    yahut sayiklamak mi lazim: "adim gorunsun
    aman!" diye su meshur mercure ceridesinde?
    istemem eksik olsun! ve ta son nefesinde
    bile cekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek,
    siir yazacak yerde ziyaretlere gitmek,
    karsisinda zoraki siritmak her abusun.
    eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!
    fakat sarki soylemek, gulmek, dalmak hulyaya,
    yapayalniz, ama hur, seyahat etmek aya,
    goren gozu, cinlayan sesi olmak ve cani
    isteyince sapkayi ters giymek, karisani
    olmamak. bir hic icin ya kilicina veya
    kalemine sarilmak ve ancak duya duya
    yazmak, sonra dagayet tevazula kendine:
    cocugum! demek, butun bunlari hos gor yine,
    hos gor bu cicekleri, hatta bu kuru dali,
    bunlar yabanin degil, kendi bahcenin mali!
    varsin, kucucuk olsun futuhatin, fakat bil,
    onu fetheden sensin, yoksa baskasi degil.
    ara hakkini hatta kendi nefsinden bile.
    velhasil bir tufeyli sarmasik zilletiyle
    tirmanma! varsin boyun olmasin sogut kadar,
    bulutlara cikmazsa yapraklarin ne zarar?
    kavaklar sira sira dikilse dekarsina
    boy ver, dayanmaksizin, yalniz ve tek basina!

    ......

    ve boyle devam edip gidiyor. cok gusel bir eser. tavsiye ederim
    almak isteyenler icin bir iki not:

    yazarin adi: edmond rostand
    eserin adi: cyrano de bergerac
    yayimci firma: remzi kitap evi
  • günümüz hukuk normları çerçevesinde bakarsak, cyrano kılıç ustası bir asker, ehli seyf olduğu için kılıç kullanmayı kendisi kadar bilmeyen insanları düello ayağına öldüren, onlara istediği hakaretleri eden bir medeniyetsiz herif, hak hukuk tanımayan bir hayduttur aslında. her ne kadar gururlu ve romantik olsa da bu gerçek değişmez. tabii o çağlarda (yıl 1640 civarı) bu durum eşkıyalık, haydutluk olarak değil şeref ve onur olarak görülüyordu. kılıç kullanmayı bilmeyen bir adama istediğin gibi hakaret et, adam karşı gelirse o adamı düelloda öldür. ne lan bu? sen daha iyi kılıç kullanıyorsun diye kafana göre millete efelik yapamazsın.
    arthur schopenhauer bu konuda düşünüp yazmış ve o çağda devletlerin askere yeterince maaş veremediği için asker tayfasına (bkz: seyfiye) bu düello hakkını bir yan hak olarak sunduğunu ifade etmiştir. (bkz: istenç ve tasarım olarak dünya) (bkz: die welt als wille und vorstellung)
    bu bağlamda "batıda düello kültürü vardır, doğuda pusu kültürü vardır " diye sık sık yazmış olan çetin altan da boşa düşmüştür. batıdaki o çok övülen düolloların çoğunun aslında pusudan pek de farkı yoktur. (bkz: doğuda pusu kurulur batıda düello yapılır)
    edit/spoiler: sen iyi kılıç kullanıyorsun veya güçlüsün diye önüne gelene hayt huyt yapmayı, güçsüzleri öldürmeyi hak görürsen başkaları da iyi odun kullanıp iyi dalavere yapıp seni öldürmeyi hak görür ve odunla beyninin pekmezini akıtır işte böyle.
  • herkesin icinde bir cyrano de bergerac vardir (=herkesin begenmedigi bir fiziksel ozelligi bulunur: kisa boy, buyuk burun, sivilceli surat, kucuk goz, kallavi ayak...), o yuzden ki cyrano de bergerac, onu okuyan herkese hitap eder. ancak kimse cyrano de bergerac olamaz kolay kolay (bkz: zeka), (bkz: yaraticilik), (bkz: alcakgonulluluk), (bkz: cesaret), (bkz: sevmeyi bilmek), (bkz: hayat gorusu).
  • edmond rostand in bir tiyatro eseri...
    cok uzun burnu olan bir fransiz silahsoru anlatir...
  • hayatımda gördüğüm en iyi text, mükemmel bir oyun, herkes (bilmeyenler de dahil) hemen hamlet der, ama bence cyrano, tam adı hercules savinien de cyrano de bergerac
  • 1950 ve 1990 tarihli iki filmi de ayrı ayrı güzel olan tiyatro oyunu. ama 1990 tarihli olanda rüştü asyalı'nın yaptığı seslendirme o kadar iyidir ki, üşenmeyip internette bulunan ses kaydını daha iyi çözünürlüklü bir video ile birleştirdim.

    http://www.youtube.com/watch?v=qujpgqqly2q
  • sivri dili ve bilgisiyle lanse edilir, ama tum bu bilgisinin yaninda bir davranisin, bir hareketin yazmaktan daha etkili olacagini dusunememis, bu yuzden ask acisini yasamis, dokunmayi, paylasmayi, aski, romantizmi yasayamamistir.
hesabın var mı? giriş yap