aynı isimde "cumhuriyet (gazete)" başlığı da var
  • büyük taarruz başladığında 150 kişilik kuvveti ile memleketindeki köylüleri ayaklandıran, efeler, zeybekler, köylülerle izmir'e kadar düşmanı kovalarken tam 15 bin kişiye çoğalan, topladığı kalabalık 8 eylül günü izmir'e yaklaşınca "izmir'e ilk girme şerefi orduya ait olmalıdır" diyerek yürüyüşü durduran yörük ali. hey gidinin alçakgönüllü efesi; ziyaretine gelen genç bir kadının silahından rahatsız olduğunu fark edince, sakince silahını ipek mendiliyle örten; adına türküler yakılan efelerin efesi. dizimizi yere her vurduğumuzda adını anmak farzdır bize.

    cephede yaralanan, büyük taarruz'un başlayacağı haberini alınca iyileşmeyi beklemeden hastaneden kaçan, gönüllü olarak öncü süvari birliğinde görev alan, geri çekilen yunan birliklerinin izmir'e dönüş yolunu kapatıp telsiz haberleşmesini yok eden en öndeki birlikte görevini yaparken şehit olan izmirli teğmen yıldırım kemal; babanın 9 eylül sabahı izmir'in girişinde seni bekleyişini ve her süvariye seni soruşunu unutturmamak borçtur bize.

    ya da tıpkı "türk çocuğu öksüz kalır, yurtsuz kalmaz." diyen nene hatun gibi, cepheye mermi taşıyarak can verdiği bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini zaferden sonra köylülerine okuma yazma öğreterek taçlandıran, önce köyüne muhtar ve nihayetinde büyük meclise vekil seçilen ilk kadınlardan biri olan satı kadın. mustafa kemal "ne zaman doğdun?" diye sorduğunda 19 mayıs 1919 diye cevap vermesi, "nasıl olur?" dediğinde de "daha önce yaşamıyordum ki" diye gülmesi, bir milletin yeniden doğuşunun en güzel özeti değil mi?

    eldeki bütün toplar 75 mm mermi kullanabilirken, sakarya savaşı'na günler kala ankara'ya ulaşmış sandıklar dolusu 77 mm top mermisini, içlerindeki barutu bile boşaltmadan torna makinelerinde inceltip cepheye gönderen imalat-ı harbiye tophane bölümü şefi gencecik bir mühendis veli bey'i ve başta ahmet usta olmak üzere imalat-ı harbiyenin bütün ustalarını ve işçilerini nasıl unutabiliriz?

    uçaklarının kanatlarını özel keten bezi yerine ellerinde sadece o olduğu için kaput bezi ile kaplayabilen, montaj yapıştırıcısı olmadığı için kumaşı uçağa nal mıhı ile çakan, bezin gerginliğini sağlayan özel sıvısının yerine paça-patates karışımı süren sonra da gözünü kırpmadan o uçakları kullanan, uçaklardaki silahlar arızalı olduğu için keşif uçuşları sırasında yunan uçakları ile girdiği çatışmalarda şehit olan, esir düşen türk havacıları, istikbalimiz sizin göklerinizden geldi, nur içinde yatın.

    dönmeyi belki de hiç düşünmeden, her biri evini aşını sevdiğini evladını ardında bırakarak, canını hiçe sayarak, son bir umudu bir milletin son dermanına yetiştirdiler. ülkenin her köşesi karanlığa bürünmüşken, bir milletin geleceğini, bir halkın onurlu yaşama mücadelesini yaktıkları ateşlerle aydınlattılar. saymakla bitmez ki...

    istanbul'un ingiliz kuvvetleri tarafından işgal edildiği 16 mart 1920 günü işgal haberini hayatı pahasına ankara'daki mustafa kemal paşa'ya ulaştıran, paşa'nın emirlerinin de istanbul, trakya ve anadolu'daki komutan ve memurlara ulaşmasını sağlayan manastırlı hamdi bey, ya da atatürk'ün verdiği soyadı ile; ahmet hamdi martonaltı.

    ya da yine istanbul işgal altındayken kuva-yı milliyecileri örgütleyen, mondros sonrası osmanlı ordusunun el konulan silah ve teçhizatını tüneller kazarak, kılık değiştirerek, baskın yaparak ele geçirip anadolu'ya kaçıran, itilaf devletlerinin gizli istihbarat teşkilatlarının içine sızan, ingiliz muhipleri cemiyetine yuvalanarak çok yararlı istihbaratlar sağlayan, ingilizler tarafından idama mahkum edilip sahte cemiyet üyeliği ve kıvrak zekası sayesinde kurtulan, çanakkale'de mustafa kemal'in emrinde çalışmış ve canını hiçe sayarak savaştığı için canbaz lakabını ondan almış bir vatan evladı: topkapılı cambaz mehmet bey.

    yüzyıllardır fakirliğe mahkum edilmiş, savaşlardan tükenmiş, artık dermanı kalmış bir halkın her kesimden bu kadar çok kahraman çıkarması muazzam değil mi? onlardan bir başkası; cepheden cepheye sürekli savaştığı için en son 3 aylıkken gördüğü oğlunun ölümünü bile bir sene sonra öğrenen, inönü'de hiç kimsenin beklemediği zaferler kazanıp umudu ve mücadeleye olan güveni arttıran, "yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yenerek" yüzyıllardır süregelen hezimetlere dur diyen ismet paşa. bu millete asker olarak verdiğinin belki de daha fazlasını barışlarla veren büyük insan.

    ve o. bir milletin haysiyet ve onurunu her şeyin önüne koyan, hayatındaki her şeyden milletinin bağımsızlığı için vazgeçen, "ya istiklal ya ölüm" diyerek bizi küllerimizden yeniden doğuran... en çok seni ve “ en büyük eserini” yaşatmak bir görevdir bize ey mustafa kemal. yolundayız ilelebet.

    yüz yıl önce kahraman atalarımızın yazdığı destansı bir hikayedir cumhuriyet. bu asırlık hürriyet ve onur mirasına sahip çıkmaya çalıştığımız bu günlerde, adları saymakla bitmeyecek cefakar kahramanları anmak bile bizim için birer onurdur. istiklal mücadelesinde kadın erkek yaşlı çocuk demeden, bir milletin korkmadan tek yürek olduğu o günlerde, canlarını hiçe sayan fedakar ve aziz kahramanları elimizden gediğince hatırlatmak vazifedir.

    100 yaşın kutlu olsun cumhuriyet!
  • bugün okuyucularına "zizek'in cumhuriyet gazetesine yazdığı özel yazı" olarak sundukları yazının aslı zizek'in newstatesman için türkiye hakkında kaleme aldığı ikinci makale. türkiye hakkındaki ilk makaleden iki hafta sonra, cb sözcüsü ibrahim kalın'ın eleştirilerine yanıt içeriyor (bkz: slavoj zizek ibrahim kalın atışması).

    cumhuriyet gazetesi bu ikinci yazıyı doğrudan türkçe'ye çevirip "zizek'ten cumhuriyet'e özel" sunumuyla ve orijinalinden farklı bir başlıkla vermiş; yalnızca yazar'a ve okuyucuya değil, yazıda gazetecilik etiği bağlamında zikredilen dündar ile gül'e de ayıp etmiş.

    edit: metnin çevirisi, onur günay tarafından aslen t24 için yapılmış. cumhuriyet'in intihalinde çevirmenin ismine de yer yok!
    (yazı arada kaynamasın, çeviri güzel: http://t24.com.tr/…kani-sozcusu-kalina-yanit,322617)
  • ulkemizde demokrasi kavramiyla kari$tirilan binlerce kavramin en ba$ta geleni . cumhuriyet, sade bir $ekilde tanimlanacak olursa eger, yonetimin babadan ogula gecmedigi, saltanatin olmadigi, dagilmi$ iktidar merkezlerine sahip bir devlet bicimidir .

    bizim ulkemiz de bir cumhuriyettir,
    fransa da bir cumhuriyettir,
    iran da bir cumhuriyettir .

    (bkz: hukuk)
  • bi zamanlar oral çalışlar'la aydın engin de bu gazetede yazarlardı.. şimdi öldür allah yazmazlar orada.

    yani diyorum ki zamanla değişen bi şeyden bahsediyoruz, bugününü eleştirenlere fi tarihinden örnekler vererek karşı gelmenin pek bi mantığı yok yani.. kaldı ki cumhuriyet'in fi tarihine girince eleştirecek şeyler daha beter çoğalıyor ayrı.

    bi de bu kadar uzatmama gerek yoktu aslında, şöyle ufak bi entry daha şık olurdu:

    bi zamanlar oral çalışlar yazıyordu burada, şimdi bekir coşkun yazıyor.
  • sirtlarinda palto olmayan karni ac insanların..bencilce degil hic tanımadıkları yarınları ıcın hesapsız ve en degerli sevgiyle mucadele edip, hedıye ettıklerı en kutsal toplumsal armagan...
  • 1998 yapımı ziya öztan filmi. film bütün aşamalarıyla lozan konferansı’nın işlendiği filmde, vahdettin’in kaçışı, devrimlerin hazırlıkları, ali şükrü bey’in öldürülmesi, işgalcilerin istanbul’u boşaltması, cumhuriyet’in ilanı, ankara’nın başkent oluşu, atatürk’ün nutuk’u yazışı, medeni kanun’un kabulü, izmir suikastı, anayasa’dan ‘‘devletin dini islam’dır’’ maddesinin çıkartılması, eğitim birliği kanunu’nun kabulü, serbest fırka’nın kuruluşu, menemen olayı, halkevlerinin dil ve tarih cemiyetlerinin kurulması yer almakta ve 10. yıl kutlamaları ile son bularak atatürk devrimleri’ni ve türkiye tarihini görselleştirilmektedir. ayrıca çok daha sonraları, birtakım iddia, tartışma ve söylentilere yol açan bazı olaylar, topal osman olayı, şeyh sait isyanı, izmir suikastı, menemen olayı, serbest fırka gibi, ayrıntı olarak işlenmemiştir.
    filmdeki atatürk, çocuklarla bilye oynayan, latife hanım’ın aşrı kıskançlıklarına maruz kalıp ses çıkarmayan, yakın arkadaşları ile resmi konuşmayan, köşkün kapısında nöbet bekleyen askerlerle şakalaşan, balıkçılarla türkü söyleyip rakı içen, evlat edindiği üç kızı (afet inan, sabiha gökçen ve ülkü) ile yalnızlığını gideren bir atatürk’tür. böylelikle atatürk, tabu olmaktan çıkarılıp aynı zamanda her şeyden önce bir insan olduğu gösterilmiştir.
    filmde resmi tarih görüşünün yanı sıra çok az bilinen ve görünmeyeni görünür hale getiren pek çok ayrıntı vardır: fikriye’ nin ankara’ya gelip, mustafa kemal görmek için ziyaret etme isteği üzerine latife hanım sert bir tepki gösterip, köşke kabul edilmeyişi ve bunun için intihar etmesi; latife hanım ve mustafa kemal’in kavgaları, mustafa kemal’in rakı içmesi gibi. filmin bütünü ile bağdaşmayan bu görüntülerle yönetmen, atatürk’ün de her insan gibi özel hayatından yaşayabileceği insani sorunların olabileceğini göstermek istemiştir.
    yönetmenin bir önceki filmi kurtuluş’ ta olduğu gibi gerçek ve birebir yaratılan mekanlarda çekilen film, sinematografik değeri azdır. karakterler bir önceki filmdeki gibi tarihsel karakterler olarak kalmış ve sinemasal karaktere dönüşememiştir. atatürk’ün dini siyasete alet eden politikacılara ilişkin uyarıları ile de günümüz türkiye’sine göndermede bulunmaktadır
  • 1923-2014 yılları arasında türkiye'nin kullandığı resmi yönetim biçimi.
  • bu kelime ve kavramın toplumlar indinde kazandığı itibar nedeniyle pek çok istismarı yapılmıştır. kelimelerin kabuğunda kalanlar tarafından pek çok sahte çıkarıma alet edilmiştir.

    şimdi size oldukça iddialı bir söz söyleyeceğim:

    soru:

    ingiltere bir cumhuriyet midir?

    çoğunuzun vereceği cevap elbette "hayır cumhuriyet değildir, ingiltere bir krallıktır" olacaktır. ben de tam tersini iddia ediyorum. ingiltere'nin krallık olması tamamen sembolik bir durumdur ve içi boştur. zira krallık ve diğer feodal ünvanlar(lordlar, dükler, kontlar) ancak tarım toplumlarına özgü ve toprak mülkiyetini belirten ünvanlardır. tarım toplumu aşamasının geçildiği ve sanayileşmenin başarıldığı toplumlarda feodal ünvanların yeri yoktur; varsa eğer sembolik olmaktan öteye gidemeyen bomboş ünvanlardır onlar.

    dolayısıyla ingiltere sözde bir krallık iken fiiliyatta bir parlementer demokrasi ve cumhuriyettir.

    2. soru:

    "çin halk cumhuriyeti" veya "kore demokratik halk cumhuriyeti" birer cumhuriyet midir?

    bunların demokrasi veya cumhuriyetle alakası olmadığı açıktır. zira bu ülkelerdeki yönetimde halkın esamesi bile okunmaz. eğer bir gün sanayileşme sonucunda burjuvazi yeterli büyüklüğe ve güce ulaşırsa ve ipleri ele alırsa, işte o zaman demokrasi ve cumhuriyet aşamasına geleceklerdir belki. (çin'i bilmem ama kuzey kore bu noktada ümitsiz vaka gibi duruyor)

    3. soru:

    türkiye'de saltanat kaldırılıp cumhuriyet ilan edilmişti geçen yüzyılın ilk çeyreğinde. türkiye bir cumhuriyet olabilmiş miydi?

    yüzyıl önce türkiye tipik bir tarım toplumu idi. tabela olarak ne asarsanız asın, tarım toplumu aşamasındaki bir ülke gerçekte bir aristokrasidir. tarım toplumlarında zorunlu olarak iki ana sınıf oluşur. geniş bir köylü kitlesi ve onun güdücüleri olan toprak asilzadeleri. bunlar kendilerine bey/lord dememiş de batı demokrasilerinden aşırdıkları ünvanları kullanmışlardır. ancak bunlar katı gerçekliği değiştiremez.

    4. soru:

    antik roma yönetimi bir cumhuriyet miydi?

    bu sorunun cevabı da kesinlikle hayırdır. roma senatosu büyük toprak sahiplerinden oluşurdu. bir tarım toplumunda daima büyük toprak sahipleri ile kral/padişah arasında iktidar çekişmesi mevcuttur. ibre bazen birine bazen de diğer odağa kayar. roma'nın kendine cumhuriyet dediği dönemde gerçekte senatonun yani büyük toprak aristokrasinin kralı kovup yönetimi ele alması söz konusu idi. bu rejime de yunan'dan aşırdıkları cumhuriyet ismini vermişlerdi. ancak bu tabir, kel bir adama lüle saçlı demekten farksızdır.

    atina kent devleti her vatandaşının oy hakkına sahip olduğu bir demokrasi idi. bunu da tüm akdeniz kıyılarında yaptıkları yaygın ticarete ve bunun sonucunda bir ticaret burjuvazisine sahip olmalarına borçlu idiler. demokrasi veya cumhuriyet atina'da doğmuştur ve aynı anlama gelen iki kelimedirler. kelimenin kabuğunda kalanlar vakalardan hareketle bu iki kavramı genelde ayrı gibi görmüşlerdir ancak bu doğru değildir.

    sonuç: sanayi ve/veya ticaret burjuvazisinin önce var olup sonra da yönetime hâkim olmadığı bir toplumda demokrasi veya cumhuriyet var olamaz.
  • ben doğunun bir dağ köyünde doğdum türkçeyi dahi ilkokulda öğrendim. doğduğum topraklar eskiden toprak ağalarınınmış, cumhuriyet olmasaydı muhtemeln ben de bir ağanın marabası olacaktım fakat şimdi istanbulun göbeğinde yabancı bir firmada mühendis olarak çalışabiliyorum. köydeki türkçe dahi bilmeyen çocuğu bir mühendise dönüştüren devrimin adıdır cumhuriyet
  • iyi bir belgesel film. okul tarih kitabını okurken olayların canlandırıldığı bir filmi izlemek faydalı olmuştu ama bu filme okulca gitmek işkenceydi, her sahnede alkış yapıyordu talebeler. fikriye hanım'ın intiharına bile alkış tutmuşlardı. resmi bayramlarda trt'de film seyredilebiliyor, alkış sesi işkencesi olmadan.
hesabın var mı? giriş yap