• bürokrasinin insanları içine attığı umutsuzluğu yansıtan bir film. film boyunca sürekli kendi kendinize "neden" sorusunu soruyorsunuz, ve yanıt filmde var; örneğin "küp"ü yapanlar o kadar çoktur ki, amacını hatırlayan kimse yoktur; herkes biraz çalışmış ama sonra ayrılmıştır; herkes "işleyen bir temel anayasa" olduğunu varsayarak düzenli bir kaos içinde çalışmıştır ve bazı repliklerde de insana ilişkin yanıtlar vardır:

    -peki neden insanları içine koyuyorlar?
    -çünkü içine insanları koymazlarsa anlamsız olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar.

    bence film, weber'in yüzyıllar önce anlattığı şeyi analtıyordu; bürokrasi aslında rasyonel bir örgütlenme biçimi olsa da aşırı rasyonellik, irrasyonellik yaratır. bürokrasi, insanların işbölümü esaslarına göre teknik bilgilerini örgüte sunmalarıyla diğer örgütlerden üstün bir hale gelir; ama sonunda insanların özgürlüklerini ve yaratıcılıklarını öldürür. yine de, der weber, bürokrasi sanayi toplumlarının dominant karakteristiğidir, bunu aşmanın bir yolu yoktur, bürokrasinin demir kafesi hepimizi içinde tutar. ama, negatif yönlerinin etkisini azaltmak için bürokrasinin başına bürokratların değil, politikacıların getirilmesi gerektiğini söyler.

    küp, rasyonellik sevdasındaki sanayi toplumlarının bürokrasisidir.
  • bu filmde butun karakterlerin isimleri hapishane isimlerinden alinmistir.

    quentin > san quentin state prison - california
    holloway > holloway prison - london
    kazan > kazan prison, tatarstan - russia
    rennes > rennes prison, brittany - france
    alderson > alderson prison - west virginia
    leaven ve worth > leavenworth - kansas
  • minumum bütçe, minumum mekan, minumum oyunculuk kalitesi...ve maksimum gerilim, maksimum manayı haiz bir film.

    (filmi yargılarken bağımsız bir yapım olmasını, yönetmen/senaristin acemiliğini göz önünde bulundurmanız elzemdir.)

    konu o derece ilgi çekicidir ki filmin aksayan yanlarını hissetmezsiniz. ben neyin neyi temsil ettiğine kısaca değinip küpün ülkemizdeki yerine geçeyim:

    efendim küp; dünyadır, hayatttır. kim yapmış, nerden gelmiş, niye böyle kötü olduğu bilinmez. bizler de içine atılmış fareleriz "yaşakalmaktan gayrı bir amacı olmaması gereken". heyhat!...ama öyle mi? insan denen muamma; yok küpü şu yaptı, yok bu yaptı, yok efendim şunun bunun yüzünden ilerliyemiyoruz...gibi dünyada da; din-fikir-siyaset vb. mülahazarla birbirinin götünü kesen insancıklarımızın aptal medeniyetini küpte yeniden üretmiştir.

    küpün tasarımında payı olan karakterin küpten ayrılmak istemeyiş sebebi manidardır: rahmetli einstein'in ifadesiyle: dışarıda insanlığının büyük aptallığından gayrı bir şey yoktur. aynı aptallık kusursuz bir tasarım olan küpe de insanlar aracılığıyla sireyet etmiştir. yeteneklerini birleştirerek dayanışma ruhuyla küpten çıkmaya çalışmak yerine, geldikleri bataklığın izinden gidip birbirlerinin götünü oymuşlardır.

    yani; sonsuz kainatta...azameti karşısında "kısa bir an görünüp kaybolan değersiz bir böcek" gibi kaldığımız bu korkunç sarayda, bir fare gibi kapana kısılmış durumdayız. niye burda olduğumuzu, buranın niye var olduğunu, niçin doğup niçin öldüğümüzü bize verilen akıl ve bedenle bilemiyor ve kestiremiyoruz. en uçuk hayallerimiz bu aciz aklın ve aptallığın parametreleriyle sınırlı....çıkamıyoruz. derler ki:

    --- spoiler ---

    sadece deliler kurtulabilir.

    --- spoiler ---

    filmde nerde olduğu bilinemeyen küpün kadıköyde olduğunu söylesem inanır mısınız? iskeleden altıyola çıkan söğütlüçeşme caddesinde sol taraftaki evkur mağazasının üstüne bir bakın derim. evkur'un üstünde olması da ayrı bir ironidir tabi.
  • öncelikle film hakkında en çok sorulan "insanların orada ne işi vardı" sorusuna değinmek gerekirse, cube zero filmi buna cevap olmamalıdır. zira üç filmin de senaryoları farklı kişiler tarafından yazılmış, vincenzo natali ve ekibinin cube'u yazarken cube zero'daki nedenleri düşündüğünü zannetmiyorum. o yüzden değerlendirirken hypercube ya da cube zero'yu dikkate almayacağım. neyse spoilere geçmeden diyebileceğim yönetmenlik bence iyiydi. bunun gibi baştan aşağı metaforlara dayanan, çok açık uçlu ve ne kadar iyi yaparsan yap mükemmel olmayacak film için iyi yönetmenlikti diyebiliyorum. oyunculuklar genel itibari ile vasat olsa da quentin rolünü oynayan herifin hakkını verdiğini düşünüyorum.

    --- spoiler ---

    filmi düz izleyip bütün sığlığıyla her şeyi olduğu gibi değerlendirme neticesinde filmi beğenmeyen arkadaşları geçip alt metinlere girecek olursak iki ayrı temel yatıyor. birincisi benim aklıma gelmemiş olan ((bkz: #22762113) entryde geçen), her karakterin aynı insanın ayrı bir parçası olması ve bu karakterler arasında yaşanan olaylar. bu yönüyle identity'i de çağrıştırıyor evet, hatta identity'de de bunu açık açık belirtmese hiç birimiz bi bok anlamayacaktır. bu entryde yazılan fikirlere bu yönüyle kısmen katılıyorum ve böyle olduğunu inkar edecek bir şey yok elimizde; olması mümkün. gayet de iyi tasvir etmiş üstelik. bu entryde anlatılan id, ego, superego'ya hak vermekle birlikte worth ve kazan'ı yokoluş ve varoluş olarak değerlendirmeyi tercih ederim.

    ikinci temele (benim düşündüğüm) gelecek olursak filmde biraz daha açık şekilde anlatılan şey aslında. küp bir sistem, onu kısmen tasarlayan bir masabaşı -muhtemelen mühendis- çalışanımız* var. içlerinde sistemin ne olduğunu ve dolayısıyla bundan kurtuluş olmadığını bilen tek kişi, dolayısı ile nihilist. quentin güvenlik birimi, sözde görevi kendinden çok oradaki herkesi korumak olsa da kendi için herkesin ölümüne yol açan kişi. klasik güvenlik işte. mantığı sistemin kurallarına göre oynayıp son ana kadar hayatta kalmak. çözüm odaklı, hırslı lider. tipik sağcı profili. holloway'in komplo teorilerine karşı ısrarla hükumeti savunma derdinde. engelli olan kazan'a kötü muamele gösterdiği için holloway tarafından nazi olarak adlandırıldı. onlarda 3 çocuk sahibi olmanın kadını kuluçka makinesi olarak kullanma anlamına gelebileceği için nazi kelimesinin altını dolduran sebeplerden biri de bu olabilir ki bunu da vurguluyodu. holloway tipik solcu karakter. her boka muhalif/mızmızlanıyor ama çözüm üretmiyor, iyi bir eğitimi var, eşitlikten ve yardımseverlikten yana, gerektiği yerde fedakarlık yapabiliyor, quentin'in karşısında en sağlam o duruyor ve hükumete yönelik suçlamaların sahibi. ölsek de insanlık onurumuz falan var diyordu. leaven bir ergen bencilliğine sahip olsa da ortalarda kalmış biraz daha. ölmeden önceki son sahnede de her çocuk gibi hayata umutla ve yaşanılabilir baktığını gösteriyor. kazan ise otistik özellikler sergileyen bir birey; sosyal yönden gerizekalı olsa da bir matematik dahisi, en azından rain man'de böyle görmüştük. kısa bir süre görülen rennes var, hapishane faresi ve daha kısa bir süre görünüp sotelenen gariban bir figüran. rennes'in bir amacı var mı bilemem, kasmak istemiyorum böyle kısa süreli ve fazla malumat vermeyen karakterler hakkında. film aslında mikro toplum denebilecek bütün bu karakterlerin çatışmasından ibaret, küp içinde geçen bütün gerilim dolu sahneler ise bu çatışmayı izleyiciyi baymadan anlatmak ve lezzet katmak.

    karakterlerin akıbetlerine bakacak olursak ruhunu ilk teslim eden tipik solcu karakter, tipik sağcı karakter tarafından öldürülüyor. hatta quentin diğerlerini etkilemek adına var gücüyle onu kurtarmaya çalışmış ama kurtaramamış gibi davranıyor sanki. diğerleri etkilenmediği için bundan emin değilim ama eğer böyle değilse bütün o kurtarma çabası saçma olurdu, zaten çamaşırdan halatı elinden kaçırmamak için o insanüstü çabayı göstermese kimse suçlamazdı onu. neden can havliyle önce tutmaya çalış, sonra bırak? neyse. bu olaydan sonra gerçek yüzünü çok hızlı bir şekilde göstermeye ve liderliğini kaba kuvvet ile dayatmaya başlıyor. çocuk umutlarının en yüksek olduğu anda, başardığını zannettiği anda ölüyor. worth nihilizmin dibine vurup küpten çıkmak istemedi, neticede dışarıda "boundless human stupidity"den başka bir şey yoktu. eğer küp günümüz sistemi ise ve ondan kaçmak devrim ise, worth için insan eliyle gerçekleşecek hiçbir devrimden umut yoktu. kazan bana saçma bir şekilde varoluşçuluğu çağrıştırdı, ne alakası var sorununa açık bir cevap veremeyebilirim, gevelerim ama o özü onda gördüm sanki ne bilim. sonunda da yokoluşçu varoluşçuyu kurtardı haha diyebilirim. tabi saçma bir düşünce de olabilir bu, bilemedim. benim eyyorlamam bu kadar.

    sistem hakkında verdiği kısa bir anektodta da sistemi birilerinin kurduğunu ama şu an kimsenin yönetmiyor olabileceğini, sistemin içinde bulunan insanların sistemi kendi kendilerine devam ettirdiğini belirtmekte. her ne kadar kısa bir anektod olsa da holloway'e, sürekli mızmızlanıp komplo teorisi üreten solculara "dönün de bir aynaya bakın" minvalinde bir eleştiri.

    --- spoiler ---

    edit: şunu da ekleyeyim ki amaç bu çatışmayı vermekse, insanların oraya nasıl girdiğini, kimin soktuğunu mu arayacaksınız gerçekten?

    edit2: yakın zamanda bir daha izleme üzerine hafif rötuşlar.
  • matematik hesaplarına girmeden demem gerekir ki, ilk izleyişimin üzerinden minimum 15 sene geçti, bugün ikinci kez izledim. her sahnesi zihnime kazınmış. öyle etkili ve özgün bir film.

    imdb'nin trivia sekmesinde gördüğümüz kadarıyla şöyle enteresan özellikleri var filmin:
    -film 20 günde çekilmiş.
    -14x14x14'lük küplerde geçen film, aslında renkleri değiştirilen tek bir küpte çekilmiş.
    -yönetmen, vincenzo natali bu filmin son sahnesini, çekimler bittikten hemen sonra silmiş. düzenleme odasında yaptığı ilk iş o olmuş.
    -c.o.r.e. adlı şirket, kanada film endüstrisine desteğini göstermek açısından dijital efektleri tamamen ücretsiz gerçekleştirmiş.
    -burada da bir yazar arkadaşımızın bahsettiği gibi, karakter isimleri hapishane isimlerinden alıntıymış. lakin daha da ötesi, bu isimleri taşıyan karakterler anıldıkları hapishanelerle aynı özellikleri taşıyormuş.*
    örneğin zihinsel engelli karakterimiz kazan, kazan hapishanesi'nin düzensizliğini yansıtmakta... alakasız not: 1887 yılında bu hapishanede lenin de siyasi öğrenci toplantıları dolayısıyla yargılanmış. kaynak ve hapishane fotoğrafı:
    yine rennes karakteri, akıl hocalığı yapmaktaydi filmde. rennes hapishanesi ise dünyada birçok hapishane politikalarının öncüsü olmuş. fotoğraflar için tık
    hasta ruhlu quentin abimiz, san quentin hapishanesi'nde yaşanan zorbalıkları yansıtıyormuş.
    holloway ise bir kadın hapishanesi'ymiş zira.
    alderson hapishanesi'yse izole edilmenin genel bir ceza olarak uygulandığı bir hapishaneymiş. alderson abimizse filmde kimseye erişemeden ölen tek karakterimiz malum.
    leavenworth hapishanesi ise iki ana karakterimizi leaven ve worth'u birlikte yansıtıyor. katı kurallarıyla leaven karakterini, bir şirket tarafından inşa edilip onun sahip olduğu bir hapishane olarak da worth (mimar) karakterini ifade ediyor.

    ek: gbkz verildi.
  • paranoyak, sinir bozucu, kesinlikle izlemeye deger bir bagimsiz film
  • 6-7 ki$ilik bir oyuncu kadrosu ile yapılabilecek en mükemmel filmlerden biri
    içerik,
    kurgu,
    oyuncular,
    heyecan,
    merak
    vs. vs.
  • bazı filmler unutulur. the cube, unutulmayacak filmler arasındadır. enteresandır çünkü.
  • küp filmi hakkında yapılmış yorumlara biraz göz gezdirdim ama isabetli yorum görebildiğimi söyleyemeyeceğim. genelde küpe siyasi anlamlar atfedilmiş ve içinde yaşadığımız sistemi temsil ettiği yönünde görüşler beyan edilmiş.

    filmin senaristi değil ama ana fikri ona ilka eden her kimse, oldukça yüksek spiritüel seviyesi varmış diyebilirim.

    filmdeki ana tema; en akıllı, alanında en uzman kişilerin küpten çıkma konusunda en başarısız karakterler olmalarıdır. hatta en önce onlar ölmektedir. geriye kalan ve küpten çıkmayı başaran tek şahıs ise ebleh diyebileceğimiz eylem yeteneğinden yoksun bir tiptir.

    ne kadar yetenekli, zengin, ünlü, zeki vs...isen ve her ne kadar eyleme geçme gücün varsa, küpten(tuzaktan) kurtulmaktan o kadar uzaksın demektir. zira küpten kurtulmak için kimsenin bir şey yapması gerekmemektedir. sadece sabırla oturup beklemeleri gerekiyordu.

    ama zeka ve eylem yeteneği olanları durdurmak ne mümkün! onlar kendi çabaları ve becerilerine güvenerek tuzaktan kurtulmak istediler ve neticede helak olup gittiler. esasen bu tema mesnevi'deki hazinenin yerini tespit etmek için ok atma hikayesi ile hemen hemen aynıdır. adam alelade bir yayla, alaelade bir şekilde ok atsa hazineyi bulacaktı; ama o gitti en güçlü yayların peşine düştü vs...

    kısacası olay şu: ne kadar zeki ve yetenekli isen kendini, varlığını görmen o kadar çok oluyor; yani egon o kadar şişkin oluyor. ego kaynaklı tüm eylemler de seni ego zindanından bırak kurtarmayı, daha beter oraya saplıyor. gayretin arttıkça, zindana daha çok bağlanıyorsun; bataklığa düşen kişinin debelendikçe daha çok batması gibi...

    zindandan çıkmak için ise olduğun yerde sadece sakince(sıfır hırs, sıfır endişe, sıfır korku, tam tevekkül ile) oturabilmen gerekiyor. hepsi bu...ama o sakince oturabilme raddesine gelinceye kadar insan ne aşamalardan, ne savaşlardan geçiyor o da ayrı konu...çünkü egonun debelenmesini engellemek zor zanaat...

    diğer yandan buradaki dersi sadece maneviyata özgü bir durum olarak görme yanlışına düşmeyelim. zira hayat dahi aynı prensiplerle yürümektedir. her ne olursa olsun bir şeyi elde etmek için ne kadar hırs gösterirsen, o şey senden o kadar uzaklaşacaktır veya sen o hırs küpü halinle istediğin o şeyi elde edersen, aslında yakıcı bir ateş elde ettin demektir. makam, mevki, para veya artık her neyse sana ancak bela ve azap olarak dönecektir.

    hiçbir şeyi dert etme, bırak olsun
    hiçbir şeye karışma, bırak yapsınlar
    sal gitsin, sen sadece sakin sakin izle...
  • şimdiye kadar gördüğüm en iyi komplo teorisi diyaloglarından birine sahip film.

    --- spoiler ---

    küp yapılmış, birileri de içine atılmıştır. sistem tıkır tıkır işlemektedir, içindekiler için neyin ne zaman niçin yapıldığı belirsizdir, keza biz izleyiciler için de. bu ahval ve şerait içinde doktor ve küpün dış yüzeyini inşa eden nihilist eleman arasında müthiş bir diyalog geçer.

    doktor benim için insanın içindeki duygusal merkezin sembolü, eleman ise sol yarıkürenin. doktor insan varlığının bu kadar sığ ve rezil olmaması gerektiğini hissediyor, freddie mercury'nin dediği gibi there must be more to life than this hissi var. zaten zeka özürlü elemana yardımcı olan, onu geride bırakmak istemeyen de o. dolayısıyla insan varlığının birileri tarafından bilerek - isteyerek - planlı olarak bastırıldığını düşünüyor. bu konuyla ilgili günlük hayatı sürdüren sol yarıküreyi ikna edecek kanıtlardan yoksun, dolayısıyla komplo teorisyeni oluyor ister istemez. karşısındaki eleman ise bir amaçtan, bir vizyondan yoksun, onun için herşey random ve rastlantısal, dolayısıyla onun için bir komplo teorisi yok, kontrolü elinde tutan hyper varlıklar veya meşhur illuminati falan yok, sistem "bir şekilde" böyle kurulmuş, belki de rastlantılar sonucu; sistemi oluşturan parçaların birbirinden haberi yok ama yüklü bir çek ve rahat bir bilinç adına herşeyin devam etmesine göz yumuyorlar.

    bunların hangisini tercih edeceğiniz tamamen size kalmış, yaşama bakış açınızla ilgili birşey. zaten film de bunlarla ilgili net yanıtlar vermiyor, izleyiciye bırakıyor sonucu.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap