• --- spoiler ---

    "adam ewing'in günlüğünü okuyan adamın mektuplarını okuyan kadının kitabını okuyan adamın filmini izleyen kadını tanrı olarak gören zachry'nin hikayesi." şeklinde özetlenebilir.

    --- spoiler ---
  • amerika'da toplam $22,712,000 hasılat yapmış.

    cloud atlas'tan bir hafta önce vizyona girmiş paranormal activity 4 ise $52,641,000 hasılat yapmış.

    allah'ım nasıl bir dünya'da yaşıyoruz?? insanlar bu kadar mı mal?
  • çekildiği yıl hiçbir oscar'a aday dahi olamamış, 100 milyon dolar harcanıp gişede bu paranın yarısını zor çıkartmış, yani ne seyirciden, ne eleştirmen/yazar ahalisinden geçememiş, ama o kadar da kötü olmayan film. bir çorba, bir karmaşa, bir "bir yere bağlanacak ama nereye beklentisi"... hepsi doğru, ama anafikir güzel, sevgi/barış/eşitlik işte aga, ne olsun...

    film, özetle, matrix gibi, v for vendetta gibi, wachovski'lerin (malum, biri kestirdi, biraderler diyemiyoruz artık) daha önce de anlattıkları gibi bir uyanış hikayesi, bir karma hikayesi, bir "herkes aslında birbirine bağlı" hikayesi, bir "koyun olmayın, cesur olun, başkaldırın" hikayesi...

    6 farklı hikayenin kiminde dini inanışına, kiminde toplumsal değerlere, kiminde gazeteci yavşaklığına, kiminde kapitalist düzene boyun eğmemeyi seçen insanlar anlatılıyor, ama aslında hepsi birbirinin aynı, 1800'lerde de 3000'lerde de, insanlar kendi yaşadıkları çağın ve toplumun kurallarına boyun eğmek zorunda yetiştiriliyor, itiraz etme seçeneğimiz dahi yok, cesaret edip "kral çıplak" diyebilenler sayesinde toplumlar bir üst seviyeye geçebilmişler aslında tarih boyunca...

    "gay aşk mevzusu fazlaca normalleştiriliyor" filan gibi eleştirileri okuyorum da; hacı, filmin senaryo yazarı, yönetmen, yapımcı kadrosu zaten başlıbaşına gay ve travesti/transeksüellerden oluşmaktayken, bu ortak çalışmanın neticesinden de başka bişey ortaya çıkması beklenmezdi tabi ki... o değil de, her halukarda bu filmde bir gay aşk olmalıydı, bir zenci hikayesi olmalıydı, inanç meselesine daha derin girilmeliydi, anlatılmaya çalışılan çerçeveyi mükemmel tamamlıyor bütün o hikayeler. insanların o değişmez sanılan dogmalarının, tabularının zaman içerisinde nasıl da anlamsızlaştığı, bana kalırsa çok da güzel anlatılmış...

    bir çağda tanrı ya da peygamber kabul edilen varlığın, bin yıl önce kendi toplumu içinde öne çıkma cesareti gösterebilen biri olması, zencilerin sadece köle olabileceğine, başka işe yaramayacağına körü körüne inanılan 1800'ler, petrolden başka her türlü enerji kaynağının küçümsendiği, doğalgazın işe yaramazlığının vurgulandığı siyasi açıklamalar, 1930'larda beste yapmak gibi doğal bir yeteneğin dahi elit kesimin kontrolü dışında olamayacağı düşüncesi gibi kimi detayları izlerken, insanlığın nasıl evrildiğine bir kez daha şahit oluyoruz. bu bağlamda da, günümüzde tabu kabul edilen düşünce ya da inançlarımızın çağlar sonra nasıl da anlamsızlaşabileceğini düşünmeye başlıyoruz.

    beğenmeyene lafım yok da, "anlamadım" diyenlere bir özet vermiş olalım böylelikle, sakalımız kızıl olsa alırdık teşekkürü, şükelayı da bir sakalım bile yok be sözlük... nerden geldik nerelere... özetle, izleyin bu filmi, tecrübe edin, atın hafızaya, gerekeni yapın...
  • feci derecede spoiler içerir.

    hem bir bok anlamadımcılar, hem de kafası karışıklar için kendimce 6 öykü arasındaki bağlantıları çıkardım. kitabı okumadığım ve filmi de bir kez izlediğim için üstün körü çıkarımlar olabilir. yine de işe yarayacağını düşünüyorum

    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---

    kronolojiye göre gidersek:

    1. öykü: pasifik yolculuğu yapan avukatın öyküsü:
    -avukat yol boyunca seyir defteri tutuyor.

    2. öykü: belçika'daki müzisyenin öyküsü:
    -eleman avukatın günlüğünü okuyup etkileniyor.
    -eleman, aşık olduğu erkeğe mektuplar yazıyor.

    3. öykü: 70'lerde san francisco'da geçen gazetecinin öyküsü:
    -gazeteci (halle berry) müzisyenin mektuplarını buluyor ve plağını dinliyor.

    4. öykü: günümüzde yaşayan ingiliz yayıncının öyküsü:
    -gazetecinin yaşadıklarını anlatan kitap yayınlıyor.

    5. öykü: seul'da geçen klon öyküsü:
    -sonmi (klon garson) yayıncının hayatını anlatan filmi izliyor.

    6. öykü: çöküşten sonra geçen adadaki öykü:
    -sonmi'nin çöküşten sonra bir tanrı haline geldiğini görüyoruz.

    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---

    6 film arasındaki tüm bağlantılar bunlar aslında. geri kalan dakikalarda da her filmin kendi öyküsü anlatılıp sonunda toptan bir mesaj veriliyor. film sevilip sevilmeyebilir, anlarım. ama bir insanın bu filmden bir bok anlamadığını iddia etmesi için ya troll ya da gerçek anlamda salak olması gerekiyor.
  • belki çoktan özetlenmiştir eski entrylerde, ama aramaya üşenenler için yazayım özetini.

    --- spoiler ---

    ilk hikaye, 1849 yılında geçiyor. adam ewing bir kaçak kölenin hayatını kurtarıyor. bu arada doktor goose da parasını almak için ewing'i yavaşça zehirliyor. adam ewing'i autua isimli o köle kurtarıyor. adam ewing de karısı tilda ile düzen karşıtı, kölelere özgürlük hareketine katılıyor.

    ikinci hikaye, 1936 yılında geçiyor. robert frobisher isimli bir genç, vyvyan ayrs isimli bi sanatçının yanında çalışırken cloud atlas altılısı isimli bir eser yazıyor. arys adamın biseksüel olduğu için bu eseri kendi adıyla yayımlayamayacağını söylüyor. (bu arada robert, adam ewing'in kitabını okuyor ki kitabın son sayfaları yok. "yarım kalan bir kitap yarım kalan aşk gibidir" diyor) nitekim robert bir otele yerleşip adını ewing diye kaydettiriyor ve orada intihar ediyor. mektuplarını ve cesedini sevgilisi genç sixsmith buluyor.

    üçüncü hikaye, 1973. sixsmith yaşlanmış, ayrıca nükleer fizikçi olmuş. benzine aç olan ülkenin bu ihtiyacını nükleer araştırmalar çözebilecek, ancak petrol şirketleri nükleer patlama olsun ki benzin satmaya devam edelim diye entrika peşinde. gazeteci rey bu araştırmanın içine gömülüyor ve bir şekilde raporu ortaya çıkarıyor, insanları kurtarıyor ve entrika peşinde olanlar yakalanıyor. (bu arada bir dükkanda robert frobisherin cloud atlas eserini dinliyor.)

    dördüncü hikaye, 2012. 65 yaşındaki timothy isimli yayıncı bir serseri yazara borçlanıyor. kardeşinden yardım istiyor. kardeşi bunu huzur evine koyuyor zorla. oraya giderken, timothy gazeteci rey'in hikayesini anlatan bir kitap okuyor. sonra oradan kaçıyor ve bir oyun yazıyor.

    beşinci hikaye, 2144. sonmi bir klon işçi. klon işçiler bilmemkaç yıl çalıştıktan sonra özgürlüğe kavuşuyor sanıyorlar. meğer öldürülüyor ve yeni klonlara yediriliyorlarmış. sonmi'yi kaçıran bir örgüt onun manifestosunu yayınlıyor. bu arada sonmi, timothy'nin yazdığı filmi izliyor bir sahnede. sonra idam ettiriliyor ama gerçeği göstermek için yaptığı çaba işe yarıyor.

    son hikaye, kıyametten 106 kış sonra geçiyor. sonmi'nin hikayesi, bu adada kutsal kitap sayılıyor. ve zachry denen oranın yerlisi, bir geleceğigörene yeni yuva bulmada yardımcı oluyor.

    son sahne, zachry yaşlanmış ve yeni bir dünya bulmuşlar. bunu bir hikaye olarak torunlarına aktarıyor.

    özetle, 6 hikaye, birbirinin içine geçmiş benzer olaylar, benzer mücadeleler, benzer hatalar, bir düzen ve bu düzene 6 kez karşı koyma çabası. adam ewing'i kurtaran zenciden itibaren bir kelebek etkisi var ve bu etki, son sahnede yeni dünya bulup insanların o gezegende yaşamasına sebep oluyor.

    cloud atlas da kitap, müzik, film, dua şeklinde karşımıza çıkıyor; farklı yaşamlar süren aynı ruhlar gibi bu müthiş deseni oluşturuyor.

    özetle, müthiş bir film. her karakter, her dönem, bir sonrakini şekillendiriyor. dantel bir örtü gibi; ritmik, estetik, simetrik.

    goose isimli doktorun "diş" muhabbeti yaptığı ilk sahneden sonra filmin ortasında timothy'nin barda bardağına düşen dişe kadar, her şey bir ileri, bir geri, müthiş örülmüş. bunun gibi daha nice ayrıntı var filmde.

    hugo weaving'in her hikayede düzeni koruyan adam oluşu da ince ayrıntıdır.
    --- spoiler ---
  • ekşi sözlük'te ve diğer internet sitelerinde henüz izlemeyenlerin hakkında kötü yorumlar yaptıkları film.

    bambaşkasınız be abi...

    "izlemedim ama bence kötü film"

    bu ne lan? hayır bir de çok kıymetli ve geçerli bir tespitmiş gibi bizimle paylaşma gereği de duyuyorlar. oğlum gitmediğin film hakkında yaptığın yorumdan bana ne? kimin ne işine yarayacak da sağa-sola yazıyorsun.
  • film bana pek çok şey düşündürdü; bu yüzden de filmi oldukça beğendim.

    kitapta nietzsche'nin bengi dönüş kavramının kullanıldığı yazılmış; ben de bu bağlamda filmle alakalı kısmı için bir şeyler söylemek isterim zira daha önce yazılmamış.

    --- spoiler ---

    aynı olayları sürekli yaşama ve aynı hataları sürekli yapma fikri epey karamsar bir fikir nerden bakarsak bakalım. bu filmdeki karakterlerin de bazıları çemberini kırabiliyor ve bazıları kıramıyordu bana kalırsa. nietzsche'nin kendisi de aynı hataları tekrar tekrar yapmaktan kaçınmak için (kendi kültürü dahilinde) orta sınıf hristiyan ahlakından, yargılanma fikrinden ve utançlardan kurtulmayı önerir. bir anlamda zaaflar ve hatalar evetlenmelidir. doğru bir amaçla kullanılmadığında bu fikir bizi götürse götürse roma'ya, kölelerin meta olarak görüldüğü, o yüzden önlerinde sevişilmekten kaçınılmadığı bir döneme götürür. bu dönemde soylular için ahlaki bir kısıt neredeyse yoktur. köleler ise sandalye masadan farklı görülmediği için önlerinde sevişilmesinde bile bir bahis yoktur. her türlü zevk soyluların tekelindedir ve eğer ahlaksızlıktan rahatsız olurlarsa kural ve düzenin alt sınıf için söz konusu olduğu fikri ile kendilerini rahatlatırlar. belki de çomak sokulması gereken düzen azınlığın özgürlüğü ve çoğunluğun köleliği düzenidir. özgürlüğün kazanılabilmesi içinse öğretilenin reddi gereklidir. ki film boyunca tüm hikayelerde benzer bir fikir vardır.

    1. öyküye bakarsak pasifikte seyahat eden avukat, vicdanını dinleyerek bir üst basamağa çıkabiliyor. toplum tarafından kabul görmüş dönemin soylu düşüncesine direniyor. kölelik bu dönemde hem hukuka uygun hem de karlıdır. ayrıca bir köle elbette ki efendisine hizmet etmekten zevk alıyordur. autota'yı gemide koruyarak vicdanının kapısını aralayan avukat sonunda köleliğe karşı savaşmak üzere yola çıkarak çemberini kırmış oluyor.

    2. öyküya bakacak olursak cloud atlası besteleyen çocuk bana kalırsa döngüsünü kıramıyor. burada toplumsal yargı eşcinselliğin kötü olduğu yargısı. besteci burada bi köle ya da başka biri için değil ama kendisi için direnmek zorunda. toplumsal baskının nesnesi kendisi. sonunda kazancı olmadığı için ve ünlü besteci peşine polis taktığı için yaşadığı zorluklara daha fazla dayanamıyor. belki de özgürlüğünü vermektense hayatına son veriyor ve yapılacak doğru şey bu. bu yönden bakarsak o da çemberini kırmış olabilir. zaten intiharın çok cesaret istediğini söylüyor. belki de onun direnmesi hayatına son vermesiydi.

    3. öyküde hem gazeteci hem de zenci koruma evriliyorlar; çünkü toplum yararına canlarını tehlikeye atıyorlar. bu zaten çok açık. filmde reenkarnasyon fikri de oyuncular aynı seçilerek verildiği için bu çemberini kıran kişiler belki de daha iyi bir hayata uyanıyorlar gibi bir fikir de çıkarılabilir; ama çıkarılmasa da olur.

    4. öyküde de modern hapishane olan huzurevinden kaçmaya çalışan bir yaşlı yapımcı var. adamımız burada da pasif bir şekilde oturmuyor ve özgürlüğü için mücadele ediyor. bir şeylerden feragat ederek bir şey elde etmiş değil. adam kaçıyor işte. bu bölümde durumu kabullenme de bir şeyler yap mesajından başka bir şey alamadım ben. fakat tüm öykülerde kişilerin kırılım yaratması için özgürlüğünü kazanması ya da birilerine kazandırması ya da iyi bir şey yapmak için büyük tehlikeleri göze alması gibi durumlar söz konusu. en azından böyle bir bileşke var. bu 4. öyküde ise çaba göstermek için ölmeye gerek yok deniyor.

    5. öykü artık özgürlük mesajının adeta dibi. bir androidin iradesi yokken özgürlük mesajı verebilir hale geçmesi bana saçma gelse de sonuçta bir insan olduktan sonra yine hayatını hiçe sayarak özgürlük mesajını tüm evrene ulaştırıyor somni. insanoğlu artık açgözlülüğün doruklarında ve sonrasında büyük çöküş oluyor.

    6. öykü bana nietzsche ve döngülerini en çok çağrıştıran öykü. nietzsche'nin iyinin ve kötünün ötesinde olmamızı öğütlerken romalı soylulara dönüşmemizi istemediğinin bir kanıtı gibi. şöyle ki: zachary kendi kafasındaki şeytana, o güne kadar bildiği tüm geleneklere ve adetlere, kafasındaki tanrısına karşı savaş veriyor. yani savaşılacak şey bazen kötü bir yargı değil sadece. örn: köle efendisine hizmet etmekten zevk alır. aynı zamanda din diye öğretilen, bu iyidir diye yüzyıllardır kabul edilmiş şeyler de insanı yozluğa sürükleyebilir. şeytan ona "öngörülüler kötüdür, senden bir şey almadan sana bir şey vermezler" gibi şeyler fısıldıyor. zachary kendini dinlediğinde ise karşısında güvenebileceği bir kadın buluyor. kadının onun din diye bildiği her bilgiyi tepetaklak etmesine rağmen zachary kulağını tıkamıyor. doğru olana kulak veriyor. bu arada aslında arkadaşının ölümüne sessiz kalarak çemberini sabitliyor; ancak kadını iki kere kurtararak kafasındaki kötülükten kurtuluyor ve o da çemberini kırıyor. zaten oradaki kahin de aslında bir öngörülü olabilir. bu iki ırk arasında göründüğü gibi bir uçurum yok bana kalırsa. insanların algılamalarında teknolojiden ya da zamandan başka bir fark yok.

    tarih aslında dümdüz akan bir şey mi yoksa tüm bu 6 zaman birarada mı yaşanıyor burası da tamamen tartışmaya açık bırakılmış filmde. kahin kadın aslında öngörülerde bulunuyor. belki de doğrusal zamanın dışına çıkıyor. film, zaman doğrusal mı döngüsel mi diye düşündürürerek modern fiziğe de göz kırpıyor. fakat kendisi özde, kişilerin büyük adımlar attığı ya da eskiye rağbet edip yerinde saydığı bazı kesitlerin gösterilmesinden ibaret.

    gelelim bi bok anlamadım ondan çok beğendim demekle suçlanan, filmi beğenen-beğenmeyen izleyicilere ya da hiçbir şey anlamayanlara;

    bakış açısı totalde kaderci; ancak bireysel bağlamda ufak dalgalanmaları onaylıyor. bengi dönüş ve aşamadığın karma ve dolayısıyla aynı sınavlara tekrar tekrar girme fikri bence kaderci ve iç karartıcı. sen düzeni değiştirmeye çalış; ama okyanusta bir damladan ibaret olacaksın. fakat yine de okyanus damlalardan oluşuyor. çember kırmak ve iyi için savaşmak çok zor; ama ufak da olsa bunu başardığında bir ilerleme yaratıyorsun toplamda. kendin ya da başkaları için. gelecekteki halin ya da nesil için. bireysel mi kolektif mi olduğu çok da fark etmiyor.

    fakat bir önceki ya da paralel zamanda doğruyu yapmamış ya da yapamamış isen bu sınava sonsuza dek gireceksin. ama geçip geçememen sana bağlı (burada da kadercilikten biraz kurtuluyoruz; ama senin yapamaman öngörüldüğü için yine aslında toplamda kaderci bir yaklaşım var.) fakat büyük olasılıkla geçemeyeceksin; çünkü kolektif bilincin sana bunu söyleyecek senden öncekiler ve önceki halin hep bunu yapmış. hep yenilmiş. (bu nietzsche'ci yaklaşımda da böyle filmde de) fakat ufak da olsa bir ihtimalin var. önceki kimse toplumsal dayatmaya karşı çıkmadığı için sıçrama yaratma olasılığın okyanustaki damla kadar. ama yine de var. misal çoğunluk aynı fikri dokunmadan benimsediği için kölelik baki kaldı. en kötü haliyle yıllar yılı var oldu. sonra bir ingiliz çıktı ve karşı yasayı parlementodan geçirdi. (gerçekten böyle de adamın adı neydi filmi var hatta şu an hatırlayamadım) tüm o soylulara, tüccarlara rağmen. fakat öğrenilmiş çaresizlik ve kabul, orta sınıf ahlakı ya da 6. bölümdeki muhafazakar şeytan her şeyin kötü bir şekilde devamını öngörür.

    senin elin ise önceden ne yapıldığı ve sonradan senin ne yapabileceğin ile sınırlıdır. bu fikirler daha da nerden nereye gider... tam olarak ifade edememiş olabilirim kafamdakileri artık idare edin.

    sonuç olarak şahsen çıkardığım sonuç şu: "çalış kardeşim yine yap yine yenil, daha güzel yenil." bir yerlerde bu döngüden doğru yaptığın bir şeyle kurtulacaksın ve kendince ya da başkalarınca bir ilerlemeye neden olacaksın.

    edit: andrew kişisi hatırlattı. dördüncü öyküde yaşlı adam araba ile geriye gidip arkadaşını alıyordu kaçmak yerine. bu da bir başkası için bir şey yapmak oluyor yine. yani o da o şekilde kurtuldu.

    --- spoiler ---
  • önce şu orjinal kapağına bakalım : http://lh6.ggpht.com/…n72ha/456uertf.jpg?imgmax=512

    sonra da doğan kitapçılığın seçtiği bu kapağa bakalım : http://static.ideefixe.com/images/369/369670_2.jpg

    iki kitap arasındaki 77 farkı gözümüze sokup sokup çıkardığı için doğan kardeşleri ayakta alkışlamamak için gerizekalı olmamıza gerek yok gibi geliyor bana. bir kapak ancak bu kadar özensiz, bu kadar düzensiz ve gereksiz tasarlanırdı netekim.

    neyse, bir kitap kapağıyla, reklamıyla, görselliğiyle nasıl katledilir'i izlediniz.

    şimdi hayatımıza kaldığımız yerden devam ederken, bu kapağı uygun bulan tüm doğan kardeşlerin ağzını kırıyoruz müsaadenizle.

    geri kalanlarınıza iyi okumalar efenim, öperim okuma gözlüklerinizden.
  • genelde filme odaklı entry'lerin yer alması garip. cloud atlas öncelikle bir roman. daha doğrusu, david mitchell'ın roman diye tanımlanması eksik kalacak kitabı, olsa olsa italo calvino'nun bir kış gecesi eğer bir yolcu'suna benzetilebilir yarım yarım öyküleriyle. öykünün en can alıcı noktasında okurun suratına okkalı bir tokat atarmışçasına öyküyü yarım bırakıp bir sonraki öyküye geçiyor mitchell. kitabın ikinci yarısında ise, (neyse ki) yarım kalan yerden devam ediyor öyküler. david mitchell kitabını öyle kurgulamış ki, en baştaki adam ewing'in öyküsünün devamı, kitabın en sonuna tekabül ediyor. aynı şekilde, onun ardından gelen besteci robert frobisher'ın akıbeti de, kitabın sondan ikinci sırasında yerini buluyor.

    farklı zamanlarda geçen, david mitchell'ın her birinde farklı bir üslup kullandığı ve farklı türler arasında gezinen öykülerde, sömürgeciliğin zaman içinde geçirdiği evrim, gittikçe yok olmaya yüz tutan doğa, kıyamet sonrası gelecek, kopuk insan ilişkileri ve yeni dünya düzeni gibi temalar var. her öyküyü aynı şevkle okuyup sevemiyorsunuz ve aralarından bazı karakterler mutlaka öne çıkıyor okur için. benim favorilerim (aslında çoğunu sevdiğimi fark ediyorum bu noktada gerçi); 1930'lardaki besteci robert frobisher'ın biraz alaycı, biraz hüzünle ilerleyen öyküsü, 1970'lerin dönem ruhunu da çok iyi yansıtan, bir nükleer santralın arkasındaki gerçekleri araştıran luisa rey'in eski macera-dedektif romanlarının havasında geçen öyküsü, günümüz ingiltere'sinde geçen, kitap yayıncısı timothy cavendish'in yağmurdan kaçarken doluya tutulduğu da söylenebilecek eğlenceli, kafkaesk öyküsü ve kore'li android kız sonmi-451'in, resmen apayrı bir novella olarak değerlendirilebilecek distopya öyküsü. ilk öykünün ana karakteri adam ewing'i diğerleri kadar sevemememin nedeni, büyük ihtimalle, ilk sayfalarda yazarın üslubuna alışmaya çalışmamdan kaynaklanıyor olabilir. kitabın tam ortasındaki kıyamet sonrası bir dünyada geçen ve diğer öykülerin aksine gerçek zamanlı ilerleyen yerli zachry'nin öyküsüne de, yazarın orijinal kitapta kullandığı, bir nevi pasifik yerlisi diliyle yazıldığı için bir türlü ısınamadım fakat bu öykü çok kilit bir noktada yer aldığından es geçilmemeli.

    sinema uyarlamasıyla ilgili tek söylenen, her oyuncuyu değişik karakterlerde görebileceğimizdi. kitaptaki her karakterin filmde yer alıp almayacağı da kesin değil. bakalım bu kadrodan ve wachowski'lerle tom tykwer'den nasıl bir uyarlama çıkacak.
  • #30468508

    kitabı çok seven biri olarak, bir ay önce "uyarlanan film romanı katledecek" demişim, halt etmişim. kitapla ilgili yazdıklarım linklediğim entride mevcut, filmle ilgili söylemek istediğim, romanı katletmek bir yana kitaptan sapmalara rağmen (eva tamamen hikayeden çıkmış, after the fall bölümü daha net bir sonla bitiyor, luisa rey'in dahil olduğu komplo daha basitleştirilmiş, sonmi'nin hikayesi kısayollara sapıyor) gördüğüm en başarılı kitap uyarlaması olduğu. wachowski'ler kitabı özümsemekle kalmamış, film formatında nelerin işe yarayacağını, nelerin yaramayacağını da çok iyi öngörüp gerektiğinde kitapta olmayan ilaveler de yaparak "filme çekilemez" diye kategorize edilen romanın bileğini bükmüşler.

    çok başarılı, çok. (filmi beğenip de kitabı okumayanın ağzına yılan girsin tabii, o ayrı).
hesabın var mı? giriş yap