• kendisinin çok hoş bir kavak serisi ve ilginç bir hikayesi bulunmaktadır. [poplar series]

    şuradan görülebilir.

    monet, botu ile nehire açılır buradaki kavakları resmedermiş. kendisi bir izlenimci olduğundan mütevellit, ışığın farklı zamanlardaki görünümünü resminde yansıtmaya çalışmak onun en büyük tutkularından biriydi. resimlere bakıldığında da günün farklı dilimlerindeki ışık değişimlerinin, bu tutkusunun nasıl büyük olduğunu algılayabiliyorsunuz.

    kısacık bir zaman içerisinde değişen ışık yüzünden, resmi yapmaya başladığının ertesi günleri de aynı saat diliminde aynı noktada bulunması gerekiyordu monet'nin.

    fakat ortada şöyle bir problem oluşmuştu. bölgedeki kavaklar ihale usulü satılığa çıkarılmıştı, oysa monet kavak serisini bitirmemişti bile. bu nedenden ötürü ihaleye girip kavakları satın almak zorunda kalmıştı. resim serisini bitirdikten sonra ise kavakları bir keresteciye satmıştı.

    büyük ihtimal o kavaklar orada değillerdir şu anda. en azından resimlerde yaşıyorlar.

    keşke satmasaydın iyiydi ama monet.
  • akademi tarafından resimlerinin sergilenmesinin sürekli reddedilişinden ötürü, bir dönem açlıkla yüzyüze gelmiş ressam kişisi.

    bu yoksulluk öyle bir seviyeye gelmiştir ki, bir tüp boya için monet arkadaşı ressam bazille'e yalvarır hale gelmiştir.

    "sevgili arkadaşım,

    mektubunu beklediğim bu hafta boyunca ne vaziyet içerisinde olduğumu, ve nasıl yaşadığımı bilmek ister misin? aslında, açlıktan ölmeyelim diye kendi evinden bize ekmek getiren renoir'a*sor"

    şu an monet'nin bir tablosu 86.2 milyon dolar değerindedir.
  • claude monet, fransiz ressam, empresyonizmin en önemli savunucularindan. hatta o derece önemli savunucularindan ki, "izlenim - güneşin doğuşu" isimli tablosu bu akima ismini veren tablo olmuştur. bunlardan başla mösyö monet en sevdiğim iki ressamdan biri olmak onuruna da erişmiştir. çok abartmayayim, en azindan empresyonistler içinde... ulan empresyonizmin kaç baba ressami var ki? derseniz, empresyonizme öyle böyle bulaşmişlar içinde diyeyim, skala genişlesin...
    1840'ta doğan monet amca, le havre civarinda geçirdiği çocukluğunda adam olacağini daha o yaşlardan belli etmiş, kariktatürler çizerekten sanat hayatina atilmiştir... daha sonra o zamanlardaki master'i boudin tarafindan "birak evladim bu işleri, gel dişari çikalim iki hava aliriz hem de iki resim çizeriz" diyerek dağ taş manzara resimleri yapmaya yöneltilmiştir... iyi de olmuştur...
    daha sonra 1859 civarlarinda parise göçen claude kardeşim, atelier suisse'te çalişmiş, hatta burada pisarro ile karşilaşmiştir... daha sonra ise, ressam olmak kurtarmamiş monet'yi, her delikanli empresyonist türk genci gibi gidip askerliğini yapmiş. askerlikten sonra ise tekar parise dönmüş, burada renoir, sisley*, bazille'le karşilaşmiş ve izlenimciliğin çekirdek kadrosunu oluşturmuşlardir.
    daha sonra savaş çiktiğinda pisarro ile ingiltereye uzayan monet, burada kendisinden beklendiği üzere thames nehrini ve londra'nin çiceklerini böceklerini çizmiştir. savaş bittikten sonra 1871 yilinda nihayet argenteuil'e yerleşen monet, burayi bir nevi empresyonizmin merkezi yapmiştir. zira hem kendi resimler çizmektedir, hem de onu ziyarete gelen kankalari renoir, sisley ve manet de burada üretken üretken takilmaktadirlar... argenteuil'den sonra oraya buraya giden mösyö monet'nin cebi,kati fakirlik yillarinin ardindan nihayet para görmeye başlar, o da giverny'ye yerleşir, karisinin ölümünden üç sene öncesinden beri metresi olan hanimla evlenir ve evinin ressami olur... 1890'dan sonra monet'nin işikla oynama dönemi başlar, -benim en sevdiğim serilerden biri olan - rouen katedrali serisi onun bu dönemde verdiği bir eserdir... şöyle ki, sayin monet almiştir bu katerali {mecazi olarak elbette} ve onun günün beş farkli saatinde resmini çizmiştir, değişik işiklar altinda çok güzel resimler çikmiştir böylece ortaya... sanirim bu resimler musee dorsay'de, sallamiyorumdur umarim... kisaca ben gördüm :)
    cebi para gören cher monet yerinde durmaz, ingiltere senin norveç benim gezer, ama akli giverny'deki bahçesinde kalmiş olan nilüferlerindedir... bu ukte monet'nin içini öyle bir doldurur ki, herbiri yaklaşik bir futbol kalesi * büyüklüğünde olan "nilüferler" serisini yapar.. bu eserden sonra, monet'nin, gözlerindeki hastalik iyice ilerler, ama monet çizmeye devam eder... takdir ediyoruz kendisini buradan...
    kisaca, mösyö monet empresyonizmin en temel taşlarindan biri olup, çok bakilasi çok güzel eserler birakmiştir bizlere, bunun için ona minnettar olmaliyiz... (bkz: les coquelicots)
  • insan gözünün morötesi ışığı algılama yeteneği vardır ancak göremiyor olmamızın sebebi göz lensinin o dalga boylarına geçirgen olmayışıdır. lens ortadan kaldırılırsa, morötesi renk, insanlar tarafından mavi-beyaz bir renk olarak görülebilir.

    geçirdiği katarakt sonrası lensi alınan monet'nin eserlerinde, bu etki açıkça görülmektedir.

    o meşhur tablolarındaki nilüferler niye mavi-beyaz sizce?
  • monet, eşi camille ölüm yatağında yatarken, yaklaşan ölümün bir insanın yüzünde yarattığı değişiklikleri incelerken buluyor kendisini. bunu da şöyle anlatıyor: "[o] günlerimdeki takıntıyı, neşeyi, azabı bilemezsiniz... benim için hala çok değerli olan bir kadının ölüm döşeğinin başındaydım. kendimi onun trajik görüntüsüne bakarken buldum, elimde olmaksızın ışığın oranı gibi şeyleri belirlemeye çalışıyordum."

    eşinin yüzündeki değişimlerden büyülenen monet onu son bir defa daha resmetmeye başlıyor ve bu resmi diğer resimlerinde bulunmayan zarif bir dokunuşla bitiriyor. imzasına küçük bir detay ekliyor.

    renk paletini ve birazcık bile gelinciğin resmedildiği her tablosunu bilhassa çok severim; üniversitedeyken çeşitli derslerde ressamlığı hakkında güzel bilgiler de öğrendim; yaşadığım şehirde en sık ziyaret ettiğim müzede bile yüz eserinin olduğunu göz önüne alınca rahatlıkla bunun üç katı kadar monet eserini çeşitli müze ve şehirlerde yakından inceleme fırsatı bulduğumu da söyleyebilirim; ancak, ressamlığının ötesinde bir monet'yi ben ilk kez ve en belirgin biçimde camille monet sur son lit de mort adını verdiği bu eser ile gördüm.
    insanlar bakıp geçiyorlardı ve imzanın farkına dahi varmıyorlardı ancak tam dört defa dolaşıp dolaşıp bu tablonun önüne döndüm. baktım. inceledim. fotoğraflarını çektim. konusu itibariyle bayıldığım bir resim olmasa da, siyah bir kalp eklediği imzası ile resme bakana hissettirdikleri gerçekten muazzam.
  • claude monet'nin evi (giverny):

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
  • bence miyoptu bu abimiz. cünkü gözlügü cikarinca dünyayi tastamam monet gibi görüyorum, yagliboya..
    ne demisler, gözünüz bozuksa karsidan gelen bütün kizlar güzel görünür.
  • bi ara katarakt olmus, bu durum da resimlerine yansımış, gittikce daha karanlik resimler yapmaya baslamistir..
  • claude monet, ömrünün son 43 yılında her gün aynı pencereden, aynı bahçeden, aynı manzaraya bakmış. o yüzden resimlerine özellikle nilüferler için, nilüferleri değil, bakışı temsil eder derler. musée de l'orangerie'deki dev nilüfer tablolarını izlediğinizde, herhangi bir yere, herhangi bir zamana ait değilmiş gibi, suyun üzerinde öyle özgür, öyle başına buyruk gözükürler ki sanki hiç kökleri yokmuş gibi hissedersiniz. ve bir sanat tarihçisi “tekrar görmek için nilüferlerin fotoğrafını çekiyorsunuz ama bu nafile bir çaba, nilüferler ancak bir kez görülebilir. sonrasında gördüğünüz resim artık aynı pencereye açılmıyordur, geriye kalan artık bir yankıdır.” diye yazmıştı. dile kolay ömrünün 30 yılını nilüferlere ayırmış, yarısında izlemiş yarısında da onları resmetmiş. hatta derler ki monet nilüferler'i öyle resmetmiştir ki onlara bakmak, daha önce karşılaştığımız bir resme bakmakla kıyaslanamaz. bu deneyim eşsizdir. çünkü monet'ye göre ancak sarhoş bir tanrı dünyayı böyle görebilir.

    geçtiğimiz hafta onun giverny'deki, hem ilham kaynağı olan bahçesi hem de resimlerine fon olan evini gezdim.
    bir tren yolculuğunda pencereden bakarken hayran kalıp yerleşmiş bu küçük kasabaya. kendi evinden çıkmadan, bahçesindeki nilüferlerden, penceresinden gördüğü rengarenk çiçeklerden ilham alarak yapmış resimlerini tam kırk yıl boyunca. ömrünün son yıllarını neredeyse kör olarak geçirmiş, bilinen tablolarından bazılarını da bu dönemde yapmış. hatta o dönemlerde resimlerindeki kırmızı tonlar artmış ama bu yönelim değil gözündeki katarakt nedeniyle dünyayı öyle görmeye başlaması kaynaklıymış.
    nasıl yapıyorsun diye soranlara da;

    “görebilmek için baktığımız şeyin adını unutmamız gerekir.” diye cevap vermiş. nesneleri görmek ayrı o mânâyı görebilmek ayrıyı ne güzel anlatmış aslında. ayrıca dış dünyada görülen varlıkların gerçekliğini değil de, kişide bıraktığı izlenimlerini önemsemiş olması da olabilir. bu nedenle resimlerinin salt gerçeklik taşımadığı söylenir.

    ve monet eşsiz bahçesi ve evi için,
    “bütün paramı bu bahçeye yatırdım ama çok mutluyum.” dermiş. haksız da sayılmaz.
    bu eşsiz bahçe mi monet'ye ilham vermiş, monet'nin hayal gücü mü burayı sanki resimlerinin bir eskizi gibi yapmış bilmek imkansız.
    bahçe kapısından girdiğiniz gibi adeta monet tablosunun içinde yürüyormuşsunuz gibi. resimlerinde gördüğünüz her şey sere serpe karşınızda. ama ya pencereleri? alice harikalar diyarına belki bir masal, düş bahçesine açılıyor, sanki bu dünyaya ait değiller.
    sanki o pencereleri hep kendine doğru açmış,
    kendisini dinlemiş, benliğine yönelip sonsuz bir yolculuğa çıkıp mucizeler yaratmış.
    yaratmış lakin çok da şirin, tatlı biri olarak tanımlanmıyor. oldukça kaprisli ve huysuz biriymiş, bahçıvanlarını canından bezdirirmiş :)

    bu arada monet'nin evi,
    paris'e 80 km. uzaklıkta, yolunuz düşerse rüya gibi, o hayal dünyasının canlı hali olan pencerelerinden doğanın tuvalini izleyebileceğiniz, baktığınızda gökkuşağının yetersiz kaldığı bir cennete açılan bence pek romantik eve uğramadan geçmeyin. çok ihtişamlı değil, hatta oldukça mütevazı ama insan ruhuna iyi gelen bir tarafı var.. eğer monet seviyorsanız, (jardin des tuileries'nin sonunda) musée de l'orangerie ve musée d'orsay (musée du louvre'un çaprazında, seine nehri'nin karşı kıyısında) daha önce görmediyseniz önce buralar gezilmeli.
    monet'nin evi
    nisan başından ekim sonuna kadar gezilebiliyor. en güzel zamanları mayıs-ağustos arası oluyormuş.
    09:30-17:30 saatleri arasında açık.

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
  • giverny'deki evine taşındığında evinin bahçesi onun hayalindekinden o kadar uzaktır ki, hayal ettiği bahçeyi yaratana kadar bahçeyi resmetmez. işin enteresan tarafı ise, hayal ettiği bahçeyi ancak 15 yılda oluşturabilmiştir. bu nasıl bir aşktır ki, basit gibi görülen "nilüfer" dolu bir bahçeyi çizebilmek için 15 yılını adamıştır.
hesabın var mı? giriş yap