• bakırköyde carousel'in içinde bulunan, adını pierre august renoir resimleriyle dekore edilmiş olmasından alan, piyano dinlenebilecek ama gereksiz pahalı bir mekan. yine de bakırköy kadar iğrenç bir yerde gidilebilecek nadir yerlerden biri.
  • fransız rock grubu.verso vega adlı bir albumleri vardır.
  • fransa´da 2 ocak´ta vizyona giren, almanya´da 7 subat´ta vizyona girecek olan, mayis 2012´de cannes film festivali´nde ilk kez gösterilen fransiz filmi.

    film, fransiz ressam pierre auguste renoir ve oglu jean renoir´in hayatinin, model andrée heuschling´le nasil degistigini anlatiyor.

    edit: harika bir film.

    fragman: http://www.youtube.com/watch?v=5ztiq_quepa
  • görüntüleri enfestir. bir ressamın, hem de pierre auguste renoir'in hayatının anlatıldığı filmin görüntüleri de bu denli parmak ısırtmalı, muhteşem olmalıydı. hani dandik senaryosuna rağmen sadece görüntülere bakarak film izlenebiliyor. her daim müthiş görüntülerden etkilenmiş ama gene de sağlam bir senaryo aramış birisi olsam da bu filmin pek de ahım şahım olmayan senaryosuna pek takılmadım, görüntüleri, enfes manzaraları izledim. bu şekilde geçti iki saat. tabi görüntüler kadar muhteşem bir şey varsa şüphesiz o da christa theret'ten başkası değil.

    dönelim filme. bence renoir hakkında her şeyi yalayıp yutmuş, resimlerini görmüş, resimlerinin hikayelerini okumuş renoir-severleri tatmin etmeyecek bir film. evet, renoir'in bazı resimlerine, andrée'nin modellik yaptığı resimlerine odaklanılıyor ama efsane ressamın yarattığı resimlerin anlamlarına hiç mi hiç değinilmiyor, bu resimlerin hikayeleri es geçiliyor. karşımızda huysuz, eli ayağı tutmayan, çocuklarıyla ilişkisi kötü olan yaşlı bir ressam var ve bu ressam resim yapıp duruyor. bu resimlerin hikayeleri anlatılmıyor. sadece arada bir renoir resimleriyle ilgili bir kaç bir şey söylüyor, o kadar. bunun dışında oğlu usta yönetmen jean'ın hikayesinin de çok iyi işlendiği düşünmüyorum. kısacası renoir familyasının hakkını veremeyen bir biofilm olmuş. senaristin bir hikaye anlatmaya dahi uğraşmaması filmi iyiden iyiye sıkıcı hale getiriyor. özellikle ilk bir saatte. o nasıl bir bir saatti öyle? hikaye namına hiçbir şey yok. çırılçıplak bir christa theret, müthiş görüntüler, ergen bir oğlan, resim çizen bir herif... başka da bir şey yoktu. neyse ki film bitmeden hikayeye oğul jean giriyor da senarist bir şeyler anlatmaya çabalıyor.

    sözün özü karakterlerin hakkını veremeyen, bu karakterleri derinleştirememiş, bir hikaye anlatmaktan dahi aciz olan bir film "renoir". fransa'nın oscar aday adayı olduğunu da hatırlatalım. adaylığa terfi etmesi zor tabi ki.
  • renoir'ın hayatının son demlerini ele alan film.

    insan sormuyor hangi renoir demiyor, bir ümit pierre auguste renoir ağırlıklı film olduğunun mütalaasına kapılıyor insan, ama sonra, filmde çoklukla ressamın ortanca oğlu sarı jean'i seyrettikçe hayal kırıklığı da doğru orantılı olarak artıyor.

    filmin özet olarak izleyiciye verdiği, 70'li yaşlarında romatoid artrit hastalığından mustarip renoir'ın, fırça dahi tutamamasına rağmen resim yapmaktan vazgeçmemesi, bu esnada ise kendine yeni bir model, andrée heuschling'i bulması, savaştan dönen ortanca oğul jean ile bu model arasında gelişen aşk hikâyesidir.

    öncelikle filmden büyük umutlarla bir renoir biyografisini ummak pek de mümkün değil, hatta çoğu zaman baba renoir fazlası ile arka plana itilmekte, seyircinin odağına oğul renoir ile andré arasındaki duygusal bağ yerleştirilmekte. bu nedenle belki de filmin ismi yanlış bir seçim. renoir gibi gayet doğrudan ressamı çağrıştıran, ve istem dışı olarak, onu izleyeceğini merkezileştiren zihin için pek de iç açıcı değil. ama bu ümitlerle gelmeyen bir birey için, bu herhangi bir baba - oğul ilişkisini, kadın - erkek ilişkisini ele alan hoş bir film olarak da algılanabilir. ama oraya yazdıysan başlık diye renoir ismini, ben seyirci olarak geriye atılmış bir ressam renoir ile sürekli öne çıkan andré ve sarı jean'i görmek istemem.

    filme o yüzden - naçizane kanıma göre - renoir odaklı yaklaşmayın. özellikle de resimleri ve o resimlerin ardalanı ile bağlantılı bir renoir açıklaması hiç beklemeyin. resimlerini sadece üstünkörü görebilir ve onların yaşanmışlıklarına dair hiçbir açıklayıcı bilgi edinemezsiniz. bu da filmde renoir'ı hissetmemizi engelleyen bir hal almış. renoir kim diye soruyor insan; kas ve eklem hastalığından rahatsız, artık fırça dahi tutamayan, yürüyemeyen, huysuz bir adam mı sadece? şu an böyle ise renoir geçmişte kimdi? resmi böylesine tutku haline getirmiş bir insanın belki perdeye yansıması seyirciyi daha içine alan bir yolla yapılabilirdi. renoir'ı hiç bilmeyen insanlar için sanki biraz onu ıraklaştırıcı hale getirmiş.

    filmde güzel yanlar yok muydu, vardı. [spoiler içerebilir]

    benim dikkatimi en fazla çeken husus hem zıtlıklar hem de tamamlayıcılar üstünde gitmesiydi filmin. sürekli sessizce çarpışan, fakat bir yandan da birbirini tamamlayan sahneler vardı.

    örneğin, renoir'ın film izledikten sonra uyuyakalması, onun modern sanata ne kadar da kayıtsız kaldığının bir göstergesi. o tam bir resim aşığı ve görüntülerin o şekilde, zihnindeki gibi kalmasını isteyen biriydi. oysa sinema, ona gördüğü imgeleri vermiyordu, bir başkasının imgelerini ona yansıtıyordu. uuuu renoir bunu kabullenir mi hiç?

    aslında renoir kendini zorlayabildiği zaman yürüyebilmekte. fakat doktoruna ayağa kalkmak için çok fazla enerji harcadığını, bunun onu zorladığını, onun yerine kısıtlı enerjisini resim yapmaya harcamak istediğini belirtiyor. bu nedenle renoir film boyunca hiç ayağa kalkmıyor. oğlu ile aralarındaki nesil farkından dolayı dünyaya farklı bakıyor, zaman zaman ise onunla çatışıyor. oğlunun iyileşince cepheye dönme isteğini anlamsız buluyor, tıpkı savaşın kendisini de aynı şekilde anlamsız bulduğu gibi. ama oğul kendine güvenli, kendini ispatlama yolunun fiziksel güçten geçtiğinin düşüncesinde. bu nedenle renoir ve oğul arasında sıcak bir ilişki göremiyoruz. ama renoir bir kere ayağa kalkıyor, o da oğlunu tekrar savaşa göndereceği zaman, ona sarılmak için. oğlunun ona "bütün hayatın resim" demesine rağmen, o resme harcayacağı enerjiyi ayağa kalkarak oğluna sarılmak için kullanıyor. ve bütün hayatının aslında resim olmadığını gösteriyor.

    bunun gibi birçok sahne de zıtlaşırken birbirini tamamlayan karakterlerin dünyasını yansıtıyor.
  • iki yanı ağaçlarla örülü bir yolda turuncuya bürünmüş giysiler içinde bisiklet süren genç bir kadının model olmak için ünlü ressam pierre-auguste renoirin evine gidişiyle başlar film.
    girişinde hissetmeye başlarsınız neler izleyeceğinizi.
    bol renkli sahneler, model kadının doğa gibi çıplaklığı, renoirin bilge lafları ve yemyeşil bir mekânın gölgesinde savaş gerçeği...

    --- spoiler ---

    -göğüslerini göster

    -deli misin sen

    -göstersene

    - neden göstereyim?

    -patrona(renoir) gösteriyorsun ama

    -aynı şey değil, o sanat için.

    ***

    yapıyı ayakta tutması gereken desen değil, renktir

    ***

    jean- siyah vereyim mi?

    renoir-renoir'ler dünyayı siyaha boyamayı reddederler.
    bir resim hoş ve mutluluk verici olmalı.
    hayatta yeterince tatsız şey var daha fazlasını yaratmama gerek yok. yoksulluk, çaresizlik, ölüm, bunlar benim işim değil.

    jean- ya savaş?

    renoir- o da . trajedi... yeterince ilgilenen var.

    --- spoiler ---

    (bkz: pierre-auguste renoir)
  • film sinematografi olarak sahane, kendinizi canli bir renoir resminde hissetmenizi saglamayi amaclamis ve basarmis. sanki guzel tablolari art arda koyup film yapmislar gibi, cok basarili.

    anlatim olaraksa filmde gordugunuz hic bir karakteri tanima sansiniz olmuyor. ornegin renoir'in en kucuk oglu; babasi ile ilgili bir seylere sinirli, cocugun filmde gorundugu ilk sahnedeki agresifligi bile (babasi hayatta oldugu halde ben yetimim demesi gibi) sizde bu konunun derinlesecegi intibasini birakiyor, ama konu derinlesmiyor. sakin anlatimli cok fazla olay icermeyen filmleri cok seven ben bu filmi ummudugum kadar begenemedim. filmden sadece bir gorsellik butunu kaldi aklimda; ne film beni icine alip karakterlerle empati yaptirdi, ne de filmdeki anlatim bir etki birakti...

    konu olaraksa ressam pierre-auguste renoir'e geliyorsaniz memnun olacaginizi dusunmuyorum, ayni sekilde yonetmen ogul jean renoir'e geliyorsaniz da beklediginizi bulamazsiniz. film ne anlatiyor deseler model andree'nin renoir'larin hayatlarina girmesi ve onlarda biraktigi etki derdim (- mini spoiler: baba yeni modelinden cok memnun tutkuyla resim yapiyor, oglu ise film yapmaya karar veriyor- ). bu kotu bir konu degil, ama filmin isminin ben de cagristirdigi konu da degil.

    artili eksili bir corba biraktim sanirim yukariya, ancak toparlayip genel bir gorus belirtirsem izledigime memnun oldugum bir film oldu bu benim. gorsel olarak o kadar basariliydi ki film bittiginde yatismis hissettim kendimi ve bu hissim filmle ilgili begenmedigim diger seyleri baskilayacak kadar buyuktu benim icin. ayrica, iyisiyle kotusuyle her zaman ilgimi ceken gercek kisilerin hayatlarina iliskin filmleri izlemekten keyif aliyorum, cunku kendimi onlar uzerine dusunurken buluyorum. bu filmde de oyle oldu.
  • sanatçının denizcilerin kahvaltısı adinda kullandigi renklerle , bakınca hissettiğiniz o devinimle çok canlı bir resmi vardır. tam bir burjuva rüyası.
hesabın var mı? giriş yap