• en büyük şaban filmini daha önceden gördünüzse, bu filmi daha en başında "aaa hasittirrr" nidalarıyla karşılarsınız. hikayeyi bildiğinizden dolayı tam randıman alamazsınız. yine de, son sahnesi sinema tarihine dair, insan yüreğinin bam telini en güzel tıngırdatan sahnelerinden biridir. kartal tibet imzalı, kemal sunal'lı özensiz yeniden çevrimi bile sonuyla etkileyicidir.

    sessiz sinema devrinin kapandığı vakte tekabül eden city lights, ağır aksak giden çekimlerle beraber 3 yıldan fazla sürede tamamlanmıştır. little tramp'in çiçekçi kızdan ilk çiçek aldığı sahnede, kör kızın zengin birine çiçek satışı hissiyatını tam olarak yansıtmasını isteyen chaplin, bu sahneyi tam 342 defa tekrar çekmiştir. filmin premier'inde albert einstein da hazrolda bulunmuştur.

    filmin ismi, şehir ışıkları, bence küçük serseri karakterini simgeler. çiçekçi kızın yaşamını aydınlatan odur. zavallı, garip bir sokak lambası gibidir, ama hep ışık verir...
  • chaplin'in, kör kızdan çiçek satın aldığı sahneyi 342 kere baştan çektiği filmdir.

    ayrıca en sonunda chaplin'in dükkana baktığı sahneden itibaren gözleri dolmayan varsa, bence insan değildir.
  • the circus'ın ardından gelen chaplin'in fazlaca emek verdiği bir başka yapım. fazlaca emek verdiği diyorum; çünkü filmin çekimleri için 2 yıl 8 ay kadar bir süre harcanmış. çekimlerin 190 gün sürdüğüne de eklememiz gerek. o dönemde çekilen filmlerle kıyaslandığında bu çok uzun bir zaman dilimi. önce chaplin görme yetisini yitiren; fakat seyircilerin bunu fark etmesini istemeyen bir palyaçoyu oynamaya karar verir. sonrasında senaryo tamamiyle değişir. "city lights" kör bir kız ile ona aşık olan ve kızı tedavi ettirmek için elinden geleni yapan şarlo'nun hikayesine dönüşür. daha sonradan filmin son sahnesinden şöyle bahseder sanatçı: "hayatımda bir ya da iki kez bunu yaşadım. şehir işıkları'nda, son sahneyi çekiyorduk. bir an durup dışarıdan baktım. harika bir sahneydi, güzeldi çünkü abartısızdı…"
  • yıl olmuş 2011, şu film kadar gülüp gülüp de sonunda ağladığım başka film hala yok.

    o değil de 1930'un teknolojisi ile çekilmiş olması dezavantaj değil avantaj olmuş bu film için. o sabun/peynir sahnesini bugünün kameraları ile çekemezsin arkadaş? yüksek çözünürlük her zaman işe yaramıyor.

    kapanış sahnesindeki o bakışı yok mu.. 3 cilt kitap yazılır üstüne. dur linkini de bulup koyayım: şu

    --- spoiler ---

    arabayla izmarit toplamaya çıktığı sahne hayatım boyunca en çok güldüğüm şeylerden biriydi.

    --- spoiler ---
  • son sahnesinde insanın fırlayıp "yuh be kızım, hala mı anlamadın?" ya da "bir konuş da sesinden tanır belki!" diye için için kendisini yediği charlie chaplin filmi. tam üstada uygun bir durum komedisi. baştan sona mükemmele teğet geçen bir film.
  • yazan yöneten, charlie chaplin...müzik charlie chaplin ( "la violetera-jose padilla" hariç)..olan 1931 yılı yapımlı filmdir.

    gerçekten zamanına göre, mükemmel çekimler ve mükemmel bir oyunculuk (harry myers ve virginia cherrill dahil, birlikte çok başarılı oyunculuk...) örneğinin gösterildiği, charlie chaplin'in "neden bu kadar önemsendiğini" bu filmle anlayabilirsiniz...(özellikle boks maçı ve restaurant sahnesi'nde yaşananlar gerçekten çok komik...)

    1931 tarihli bu filmin, 1998 yılında amerikan film entstitüsü'nün "ilk 100 amerikan filmi" arasına girmeyi başardığını da eklemek gerekiyor...alınası, izlenilesi...
  • chaplin'in uygarlık eleştirisine soyunduğu filmlerden bir diğeri.

    bu entryde chaplin sinemasındaki polislerin işlevine kısaca bakacağım. city lights'tan bir sekans:

    id (alkolik burjuva) - ego (aylak proleter) - süperego (toplum polisi) : görsel

    taş suratlı buster keaton da sürekli polisten ve sevdiği kızın babasının şiddetinden kaçsa da kimse şarlo gibi üzgün bir pozda bakamaz polislerin yüzüne. hitchcock (polislerden korktuğunu truffaut'ya itiraf ediyordu) gibi çocukluktan kalma kötü bir anı mıdır, kapanmaz bir travma mıdır, bilinmez ama gerek chaplin gerekse de keaton oynadıkları birçok filmde sürekli polislerle mücadele ederler.

    sessiz sinemanın ölümsüz anarşistleri: ya bir manavdan meyve aşırırken suçüstü yakalanmışlardır ya da sakarlıklarından dolayı polise fiziksel bir zarar vermişlerdir veya kılık kıyafetlerinden dolayı şüpheli addedildikleri için peşlerine polis düşer, onları sokaklar boyunca kovalar.

    bazen de sokakların şarlo'su, zaten arka sokaklarda uyuduğu için birden güzel bir koku hissederek uyanır, bir bakar ki bir sokak satıcısı sosisli ve süt satmaktadır. gizlice sosis aşırmak ister ama caddede devriye gezen bir polis onu görerek kendisine müdahale eder ve bir kovalamacadır başlar. elbette bu kaçıp kovalamaca maceralarının sonu gelmez, epey de komiktir; çünkü yaratıcı mizah unsurları barındırır. bu, chaplin için de keaton için de aynıyla geçerli bir durumdur.

    bu iki anarşistin yaşam mücadelesinin sonraki amerikan filmlerinde rastladığımız, kolluk kuvvetleriyle sıradan amerikalıların girdikleri mücadeleden ne kadar farklı olduğunu anlamak için yolumuz yine hitchcock sinemasına düşer: hitchcock filmlerinde polisleri hemen her zaman beceriksiz ve olay yerine hep sonradan gelen, çoğu zaman da ortalarda gözükmeyen işe yaramaz tipler olarak karikatürize eder. chaplin ve keaton'ın ise ensesinde her zaman bir polis elinde copuyla biter. polis üniforması, rozet ve cop: değişmez süperego simgeleridir. katı, uzlaşmaz viktoryen düzenin simgeleri.

    özetle chaplin, ingiliz viktoryenliğinin baskıcı tahakkümünden kurtulamamış; filmlerinde gücü, yetkeyi, otoriteyi, zorbalığı defalarca kez gündeme getirmiştir. ama iyi bilinir ki onun sineması umut vadeder, iyimserdir. sonunda bir şekilde yakayı sıyırır ve kendi yaşam yolunu çizer. yanında da genelde sevgilisi vardır. fakat buster keaton genelde yalnız kalır ve başladığı noktaya geri döner. o, şarlo gibi şanslı değildir. zaten keaton oldum olası karamsar bir amerikalıdır.

    son olarak; chaplin filmlerinde durmaksızın karşımıza çıkan rozetli, eli sopalı, ciddi bakışlı polisleri sıradan devlet memurları olarak değil, baskıcı, örneğin cinselliğin yaşanabilirliğini kontrol altına almaya çalışan, evliliği yüceltip çok çocuk yapmanın önemini incil'den ayetlerle kanıtlamaya çalışan, sürekli zinayı gündeme getiren, yine kürtajı kutsal kitap referansıyla bertaraf etmeye çalışan modern viktoryen uygarlığın ikiyüzlülüğünün eleştirisi olarak okumak gerekir diye düşünüyorum.
  • yönetmenliği ve oyunculuğu charles chaplin'e ait oscar ödüllü sinema yapıtı. kör olan çiçekçi bir kızın ameliyat olarak sağlığına kavuşmasını konu alan bir duygusal komedi, müzik ve efektler hariç bir sessiz film...film aynı zamanda amerikan film enstitüsü'nün ilk yüz amerikan filmi arasındaymış..bence de en iyi filmi...
  • gelmiş geçmiş en başarılı sinema filmi..

    http://i.imgur.com/oq6dldd.jpg

    85 senedir kendisinden sonra çekilen filmlerde -hatta çizgi filmlerde- her bir sahnesi, esprisi, tüm o hüzünlü neşesi yüzlerce kez taklit edildi.. defalarca izlenmesine rağmen hiçbiri "city lights" kadar güldüremedi, finali ezbere bilinmesine rağmen onun kadar ağlatamadı..

    toprağın bol olsun şarlo, hakkını helal edersin inşallah..
    bunca güzelliğin bedelini nasıl ödeyebileceğimi bilmiyorum çünkü..

    ---

    cahit oben'in, bir "city lights" uyarlaması olan en büyük şaban filmine yaptığı muhteşem müziği anmadan geçersek ayıp etmiş oluruz:

    https://www.youtube.com/watch?v=ygrv-ulyafy
  • beğenince bokunu çıkarma huyum olduğundan izlediğim en iyi film demek istemiyorum ama çok iyi film. çok çok iyi.
hesabın var mı? giriş yap