• insanevladı çok zor bir canlı. kıyıcı, kan dökücü, bozguncu...

    binlerce yıldır peygamberler, filozoflar, ideolojiler insanın nasıl dizginlenebileceğine, daha huzurlu ve mutlu nasıl yaşayabileceğine dair teoriler geliştiriyor, ekonomik kuramlar oluşturuyor, öğretiler vazediyor. bunlardan yola çıkılarak medeniyetler inşa ediliyor, devletler kuruluyor, dini veya seküler yaşam tarzları deneniyor. hatta francis fukuyama gibi kimileri zaman zaman hızını alamayıp bu ideolojilerden birinin mutlak zaferini takdim ediyor, tarihin sonunu ilan ediyor.
    fakat istenen netice bir türlü alınamıyor.
    bilimi emrine amade kıldığımız teknoloji son sürat gelişmeye devam ediyor; kapitalizm ve liberal demokrasinin önünde ciddi bir rakip kalmadı; tüketim, haz, sınırsız büyüme ve ilerleme çılgınlığı hiç hız kesmiyor. lakin hala güne ekşi'de 21 yaşında canına kıyan gencin bıraktığı notu okuyarak başlıyoruz. zira insanevladı hiçbir dönemde olmadığı kadar kendi canına kıyıyor.

    insan için ideal olana ulaşmak, yeryüzünde cenneti ikame etmek mümkün değil mi yoksa?
    bugüne kadarki tecrübeler bunu gösteriyor maalesef.
    ancak insanlık için güneşli güzel günlere inanan mutlu yusufçuklar hiç eksik olmadı, ütopyalar kurgulamaktan hiç vazgeçmedi. mevcut halden memnun olmayan ideal bir dünya tasavvuruna girişirken kimisi de mevcut gidişattan yola çıkarak gelecekte "bizi şöyle bir karanlık bekliyor"un distopik yol haritasını çizdi.
    bunların en meşhurları olan 1984 ve cesur yeni dünya bugün hala okunur, haklarında yazılır, çizilir, tartışılır. 1984'ün totaliter bir devletin kurduğu cenderede nasıl bir karanlık gelecek tasavvurunda bulunduğunu uzun uzun izaha gerek yok. orwel kurguladığı gelecekten ürkmüştü ancak iki dünya savaşı arası bunalımın yaşandığı, ağır bir ekonomik krizden geçildiği bir dönemde (1932) kağıdı kalemi eline alan huxley'in kurguladığı dünya sanki biraz da arzuladığı bir dünyadır. ancak ortaya kendi deyimiyle "refah tiranlığı" çıkmıştır.

    huxley nasıl bir gelecek kurgulamış, biraz detaylı bakalım.

    huxley hikayesini fs 632 yılında başlatıyor. zaman dilimlemesi, bant tipi üretim sisteminin mucidi otomobil devi henry ford'a atfen belirlenmiş. fs, ford'dan sonra anlamına geliyor. roman boyunca karakterlerin şaşkınlık veya korku anlarında ünlem olarak kullandıkları "ford aşkına", "fordum", "ford korusun" veya "ford bilir" gibi terkiplerde ford'un tanrılaştırıldığını görüyoruz. zira kurulan ekonomik sistem ve toplumsal yaşam sınırsız ilerleme ve büyüme dininin ilkelerine dayanır. yani ilahi dinlerin devre dışı bırakıldığı toplumda ekonomik sistem ve yaşam tarzı dinleştirilmiş.

    iki milyar nüfuslu dünya 10 farklı bölgeye ayrılmış. biz batı avrupa bölgesinin merkezi londra'ya konuk oluyoruz. cesur yeni dünya'da toplum, yönetimin belirlediği katı bir kast sistemiyle yönetiliyor. yönetici sınıfı oluşturan alfalardan, her biri ayrı bir hizmet sınıfını meydana getiren delta, gama, beta'lara ve epsilonların oluşturduğu kanalizasyon işçilerine doğru bir suni sınıflama yapılmış. sistemin belirlediği işçi ırklar tektip kıyafet giyen, birbirinin aynı tiplerden oluşuyor.

    anneliğin iğrenilen bir kavrama dönüştürüldüğü uygarlıkta bebekler eskisi gibi anneler tarafından doğurulmuyor; kuluçka merkezlerinde, tüplerin içinde üretiliyor. hangi şişede üretilmişseniz, (yapacağınız iş ve nasıl bir hayat yaşayacağınız anlamında) yazgınız da belirlenmiş olarak dünyaya geliyorsunuz. sonrasında da beyniniz, bedeniniz için seçilen kaçınılmaz yazgıyı benimsemeniz için devlet şartlandırma merkezlerinde şartlandırılıyor.
    çocuklar uykuda öğretme ve şartlandırma yöntemleriyle eğitiliyorlar. mesela delta grubundan hepsi haki renkte giydirilmiş tıpatıp birbirine benzeyen seksen çocuğu bir odaya getirirler. karşılarına kitaplar ve gül vazoları dizilmiştir. çocukları serbest bıraktıklarında hepsi büyük bir coşkuyla kitap ve güllerle oynamak üzere emeklemeye başlarlar. bebekler keyifle oynamaya başladığı anda kulakları sağır edercesine tiz bir ses verilir. ardından da ortama bebeklerin vücudunu şekilden şekle sokan bir elektrik dalgası yayılır. bu durum farklı zamanlarda 200 kez tekrarlandığında artık çocuklar kitap ve çiçek gördüklerinde ağlamaya başlayacaklardır. zira onların hayatları boyunca kitaplardan ve botanikten uzakta güvenli bir şekilde yaşamaları gerekmektedir.(!) zaten teknolojiye dair olanlar dışında kitap okumak yasaktır.

    uykuda eğitim yöntemi olan hipnopedya tüm zamanların en yüce ahlaklandırıcı ve sosyalleştirici gücü olarak kullanılıyor. bu yöntemle çocukların zihni oluşturuluyor, sınıf bilinci kazanmaları ve sistemin öğretilerini benimsemeleri sağlanıyor. bireyler öyle bir sınıfsal önyargıyla donatılıyorlar ki toplumun en aşağılık işlerini yapan epsilon grubu bile (ki tüplerine zehirli madde karıştırılarak engelli veya az gelişmiş görünüm kazandırılıyorlar) alfa veya gama olmadığı için kendini şanslı sayıyor.

    ev, aile, ana-baba kavramları yok edilmiş. ev ve aile şu şekilde öğretilmiş ve çocukların aile mefhumundan tiksinmeleri sağlanmış: boğucu bir yaşam. bir erkek, doğuran bir kadın ve her yaştan çocuklardan oluşan bir güruhun balık istifi yaşadığı birkaç küçük oda. mikroptan arındırılmamış bir hapishane; karanlık, salgın hastalıklar ve kötü kokular...

    aile yaşamının yok edildiği uygarlıkta ahlaki ve manevi tüm değerler de zihinlerden silinmiş. herkesin herkese ait olduğu, bedenlerin ete indirgendiği, sınırsız bir cinsel özgürlük ortamı yaratılmış. iki karşı cinsin uzun süre birlikteliği sorun olarak algılanıyor. seks üremeden ayrıştırılmış. toplumsal istikrarın ve huzurun buna bağlı olduğu düşünülüyor. çünkü bastırılan duygular taşar sele dönüşür ve setleri yıkar. oysa önüne set çekilmeyen akıntı yani arzular, sakin ve keyifli bir varoluşa akar.

    toplumda tüketim zorunludur. her erkek ve kadın bir yıl içinde belli bir miktar tüketmeye zorlanır. az tüketim topluma karşı işlenmiş bir suçtur. megafonlarla halka sürekli şu tür cümleler söylenir: "ilerleme harikadır!" "atıp kurtulmak onarmaktan iyidir. yama artarsa refah düşer. yama artarsa..."

    genç kan nakli yapılıp metabolizma sürekli diri tutularak yaşlanma durdurulmuş, genç ve fit görünüm sabitlenmiştir. yaşlanmak, emekli olmak, hayattan el etek çekip kendini okumaya, düşünmeye vermek eski berbat günlerde kalmıştır. artık öyle midir ya! yaşlı da olsa bedensel olarak genç olan birey; çalışır, çiftleşir, keyiften başını kaldıracak zaman bulamaz. gündelik sorun, sıkıntı ve stresten arındırılmış bireyler, soma adı verilen ve devlet tarafından ücretsiz dağıtılan uyuşturucularla haz denizinde bir müddet tatile çıkarılır ve gerçeklikten uzaklaştırılır. yönetici sınıf olan alfalar dışındaki tüm sınıflar çocuksu hissetmekle yükümlüdür.

    tüketim olmalıdır ki üretim devam edebilsin. tüketim kutsaldır ve herkes tüketimin nesnesidir aynı zamanda. insan cesetleri yakılarak fosfor üretilir mesela. yetişkin cesedi başı bir buçuk kilodan fazla. üretim ve tüketim asla durmamalıdır, yoksa kaos yaşanır, toplumsal huzur ifsat olur. herkes herkes için çalışır, herkes toplumsal gövdenin bir parçasıdır. kendin olmak, özgür olmak gibi düşünceler tehlikelidir ve cezalandırılır. herkes özgürce seks yapıp mutlu mesut yaşamakta iken aykırı fikirlere kapılan birey, şahsiyet olmak ve bireyselliğini hissetmek isterse topluluk sendeler. uyumsuzluk toplumun güvenliğine ve istikrarına en büyük tehdittir, o yüzden engellenmelidir. yalnız ceza, orwel'ın evrenindeki gibi katı ve şedit değildir. fareler gözünüze saldırmaz yani. en ağır ceza aykırı düşünenlerin yaşadığı bir adaya sürgüne gitmektir.

    haftanın iki sabahını ölmek üzere olanların yatırıldığı hastanede geçiren çocuklar ölüme şartlandırılırlar. böylece ölümü olağan bir olgu olarak kabullenmeleri sağlanır.

    insanlar yalnızlıktan nefret ettirilir, yaşamları hiç yalnız kalmayacakları biçimde düzenlenir. gençler asla tek başlarına eğlenmemelidir. arabaların uçabildiği bir uygarlık geliştiren toplumun birlikte yaptığı en keyifli aktivite filmde yaşanan tüm duyguların izleyici tarafından aynıyla hissedildiği duyusal film gösterimleridir. amaç, hazla oyalanan ruhsuz bedenlerin amaç ve anlam sorgulaması yapmasının önüne geçmektir. her tarafı sarıp sarmalayan aynılık kabusundan uyanıp anlam sorgulamalarına başlanması, yüzeyde yaşayan bireyin "mutluluğa" olan inancını sarsabilir, asıl anlamın daha derinde, fiziksel insanın ötesinde bulunduğuna inanmaya yönlendirebilirdi. o yüzden duygu mühendisliği fakülteleri ve duygu teknisyenlerine çok iş düşüyordu.

    huxley mutlak anlamda istikrara kavuşmuş bir dünya tasvir ediyor. insanlar mutlu, istediklerini alıyor, ulaşamayacakları şeyi istemiyorlar. refahları yerinde ve güvendeler. hiç hastalanmıyor, ölümden korkmuyorlar. ihtiras ve ihtiyarlıktan habersizler ve cehaletlerinden de uykuda öğrenilmiş bilgeliklerinden de memnunlar. sorumluluk hissedecekleri (veba gibi bir şey olan) anne-babaları, güçlü duygular hissedecekleri eşleri ve çocukları yok. günahla mücadele veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne alt üst oluşlar yaşamaları gerekmiyor. şartlandırmaları uyarınca ne gerekiyorsa onu yapıyor, sorun çıkması durumunda gökyüzüne uçurup her şeyden soyutlayan soma her şeyi çözüyor.

    şartlandırma ve biçimlendirme bugünün insanına masalsı geliyordur belki ama eğitim düzeneğinin içinde kendisinin nasıl bir şartlandırma ve biçimlendirme tezgahından geçirildiğinin, bugün gündelik hayatta olan bitene verdiği reaksiyonların nerelerde hücrelerine kadar nakşedildiğinin farkında olmadan yaşamanın mutluluğundan mahrum bırakmayalım onu. veya sinema filmleriyle nasıl bir dönüşümden geçirildiğini. nasıl seveceğinden, sevdiğine nasıl davranacağına hatta nasıl öpüşeceğine, sevişeceğine kadar her şeyi sinemadan, televizyondan öğrendiğinin farkına da varmasın, ellemeyelim. huxley ne diyor: "öyle şartlandırılırsınız ki sizden beklenenleri yapmamak elinizden gelmez."

    katlanmayı öğrenmek yerine tatsızlık yaşatacak her şeyin kökünü kazımaya yönelik bir yaşam anlayışı ikame edilmiş. mesela namus olgusu toplum istikrarı için ciddi bir tehlikedir. namus sinirsel gerginliği, sinirsel gerginlik de istikrarsızlığı tetikler. günah olmalıdır. bolca günah olmadan kalıcı bir uygarlık inşa edilemez. geçmişte yıllarca ahlak eğitimiyle başarılabilecek şeyleri bir iki gramlık soma ile kazanabilirsiniz. büyükçe bir şişenin içinde yaşayan biri olarak ahlakınızı da küçücük bir şişede yanınızda taşıyabilirsiniz. "ben keyif aramıyorum, hayatıma anlam katmak istiyorum. tanrıyı istiyorum. şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum. özgürlük, iyilik, günah istiyorum, mutsuz olma hakkı istiyorum" diyemezsiniz. zira onları istememeye koşullandınız.

    çocuklukta iliklere kadar işlenmiş bir edilgen itaatle maddi tüketime kodlanmış bir hayat. yedi buçuk saat hafif, yormayan işte çalıştıktan sonra seks hormonlu sakızını çiğneyip duyusal film izlemek, sınırsızca çiftleşmek, soma istihkakları...
    huxley, böylesi bir gelecek tasavvurunu, huzurlu bir yaşam uğruna insanın her şeyden ödün verebileceği bir dönemde yazdı. uzun yıllar süren savaşlar, kan-barut kokusu ve yokluk-yoksulluk içinde geçirilen ilk gençlik yılları huxley'e böylesi bir devlet ve yaşam modeli tasavvur etmiş gibi gözüküyor.
    david bradshaw'ın sonsözde aktardıklarına bakacak olursak huxley, romanı tasarladığı süreçte geleneksel politikaya ilişkin ümidini kaybetmiş ve parlamenter demokrasiden vazgeçip "bizi rasyonel bir öngörünün gereklerini yapmaya zorlayacak kişiler tarafından" yönetilmeye boyun eğmeyi savunmuş. propagandayı devlet kontrolünün meşru bir aracı olarak görmüş. istikrar için sovyet modelini uygulama çağrısı yapmış. devletin öjenik tedbirler uygulamasını bile savunmuş. şartlandırma ve hipnopedya da britanya yöneticilerine önerdiği tekniklerdenmiş.

    anlaşılan o ki roman, içeriğinde huxley'in gerçekçi çözüm önerilerini de, yaptığı ziyarette gördükleri üzerinden şiddetli bir abd hicvini de barındırıyor. bradshaw da hiciv mi, kehanet mi yoksa bir proje mi yazdığından huxley de emin değildi diyor. 1946'daki baskıya yazdığı önsözde belki vahşi ile devlet arasında üçüncü bir yol önerebilirdim gibi laflar ediyor. üçüncü yolu; ekonominin merkezsiz, politikanın anarşist, bilim ve teknolojinin de insanlığı baskı altına almak yerine ona hizmet için kullanılacağı bir toplum modeli biçiminde izah ediyor. bu aşamaya da muhtemelen hitler nazizminin dünyayı soktuğu cehennemi ve atom bombasının korkunçluğunu gördükten sonra gelmiş olabilir.

    aldous huxley romanını her ne amaçla yazmış olursa olsun 90 yıl öncesinden bugüne dair pek çok şeyi öngördüğünü söylemek mümkün. "orwel mı huxley mi daha başarılı öngörmüştü?" tartışması hala yapılır. kitabın sunuş kısmını yazan margaret atwoodun isabetli tespitinde olduğu gibi soğuk savaş döneminde orwel bir adım öndeyken 1989'da berlin duvarı'nın yıkılması bir devri sona erdirdi ve tüketim çılgınlığı zafer ilan etti. 2001'de ikiz kulelerin uçaklanmasından sonra ivme tekrar orwel'dan yana dönmüş gözüküyor. fakat "tüketim katedralleri" olan alışveriş merkezleri, gen çalışmaları, ölümsüzlük arayışları, haz ve hız çılgınlığı, sosyal medya ve internetle birlikte gelen simülasyon yaşamlar, ruhsuz bedenler, programlanmış aylaklar, cesur yeni dünya'nın 1984'le aynı anda uygulamada olduğunu yani iki geleceğin aynı yerde var olduğunu gösteriyor.

    son olarak neil postman'ın her iki kitap hakkında yaptığı karşılaştırmadan çarpıcı kesitlerle bitireyim:
    orwel'ın uyarısı dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönündedir. huxley'e göre ise bunun için big brother'a gerek yoktur. insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.
    orwel kitapların yasaklanacağından korkuyordu. huxley ise yasaklamaya gerek duyulmayacağını çünkü kitap okumak isteyecek kimsenin kalmayacağını düşünüyordu.
    orwel bizi enformasyonsuz bırakacaklardan, huxley ise bizi pasifliğe ve egoizme sürükleyecek denli enformasyon yağmuruna tutacaklardan korkuyordu.
    orwel hakikatin bizden gizlenmesinden, huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu.
    orwel tutsak bir kültür haline gelmemizden, huxley önemsiz bir kültüre dönüşmemizden yakınıyordu.
    orwel insanların acı çektirilerek denetleneceğine, huxley hazza boğularak denetleneceğini öngörüyordu.
    orwel bizi nefret ettiğimiz şeylerin, huxley sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğini düşünüyordu.
  • romandaki lenina karakteri erotizm, sentetik ilişkiler, haz ve tüketim toplumu hakkında oldukça elzem malzemeler sunuyor.

    kısaca bu meseleye bakacağım:

    açıkça seksapel nemfomanyak lenina'nın güzelliğini, çekiciliğini, sürekli karşı cinsi tarafından arzu edilebilirliğini aldığı iltifatlarla pekiştirmesine karşılık ikide bir "güzel miyim" moduna girip bunu ötekine onaylatması... bu sürekli gözden kaçırılan, kara ütopyanın ilgilendiği çok daha önemli meselelerin gölgesinde kalan bir mesele bana kalırsa.

    huxley şu sonuca varır ve bunu bir başka kahramanı vasıtasıyla dillendirir ki esasen bu kendi görüşüdür:

    genç kadın kendisini bir et gibi görmektedir.

    esasen entelektüel yetileriyle, zihinsel aktiviteleriyle öne çıkmaya çalışması gerekirken etiyle, vücuduyla öne çıkma gayreti içinde olan bir genç kadın, lenina. instagram'daki (et fabrikasındaki) iri popolu zavallılar gibi. insanın şunu sorası geliyor: sıkı bir popoya, bir çift hakiki ikiz tepeye, brigitte bardot dudağına sahip olmasaydın, acaba kendini sosyal çevrende nasıl temsil ederdin? karşı cinsine nasıl sunardın kendini?

    lenina ile ilgili olduğu kadar günümüz insanını da ilgilendiren önemli bir meseledir bu ve dediğim gibi cesur yeni dünya söz konusu olduğunda gözden kaçırılan noktalardandır.

    huxley'in belki de bu nedenden ona verdiği isim alışılmadık biçimde komiktir: lenina. genelde ünlü romanlarda güzel kadınların isimleri de güzel olur. ama huxley onu peşinen ezip geçer.

    lenina sürekli hap yutarak izole olup uykularına geri çekilir ve fanteziye hapseder güzel vücudunu. dünyayla baş edemediği içindir bu. her kötü durumla karşılaştığında cesur yeni dünya'nın üretimi olan ve bizzat devlet eliyle dağıtılan ve soma adı verilen haplardan yutar ve bir süreliğine sorunlarını askıya alır. her uyanışının ardından başka sorunlar da peyda olur ve lenina yeniden uyuşarak hayaller alemine doğru yolculuğa çıkar. her şeye sahip olduğunuzu sandığınız bir dünyada dahi haplara sığınmak zorunda kalışınız o büyük yanılsamanın, cilalı süper-uygarlığın başarısızlığına dair bir emaredir. ama güzel lenina bunu göremez.

    lenina tavşanlar gibi sevişir, dilediğiyle yatar. evliliğin yasaklandığı, çocuk yapmanın açıkça aşağılandığı ve böyle bir arzunun kınandığı, hatta bu tarz bir istekte bulunan kişiden korkulduğu bir cesur düzen içinde ne aşka ne de aşk duygusuna yer vardır. herkes dilediğiyle yatabilir, yeter ki taraflar birbirlerini arzulasınlar.

    ama bunun olabilmesi için illaki cesur dünyada yaşamanıza gerek yoktur. bu detay da huxley'in modernleşen, giderek eğlence sektörüne kendini daha da kaptıran modern uygarlığın gelecekte ulaşacağı yeri göstermesi açısından kayda değerdir: gösteri toplumu, şov dünyası, günübirlik yaşam, tüketim döngüsü, hedonist eğilimler, özgürlük ve insani seçim yanılsaması...

    özetle huxley, kadın kahraman lenina vasıtasıyla birçok hayati meseleye parmak basar, uyarılarda bulunur, okurunu sarsmaya çalışır.

    bu bahiste benim gibi düşünenlere not: popüler bir yaklaşımla popüler başlıklara zıplayıp fakir kalemleriyle ilişkiler, güzellik ve elbette seks hakkında atıp tutan hanım sözlükçüleri lenina'ya benzetiyorum.
  • brave new world romanının ithaki tarafından türkçe'ye çevrilmiş versiyonu. türkçe'sini okuduğum için bu başlık altına yazmayı daha doğru bulduğum şaheser.

    1930'da yazılmış romanın yazarı huxley için "bu ne öngörü gardaş" demekten kendimi alamadım.

    günümüz dünyasıyla paralelliği de yadsınamaz bir gerçek. dünyadaki teknoloji bağımlılığı, kapitalizmin yarattığı görünmez ve fakat iliklerimize işlemiş kast sistemi. kitapta "şartlandırma" diye bahsedilen ve aslında bireyi, olanlar hakkında düşünmemeye, sadece gereken tepkiyi vermeye iten olgunun, günümüzde eğitim sistemi ve yasalar yoluyla manuel olarak öte yandan toplumsal normlar ve ahlaki yargılar tarafından otomatikman kendini yenileyen sistemin ta kendisi olduğunu söyleyebiliriz.

    ve soma; elbette ki günümüzün bonzaisiyle karıştırılmaması gereken uyuşturucu. medya ve din afyonlarının tüpe sığdırılmış etkisi aslında soma. bir tür uyuşturucu adı altında verilse de bir anda düşünmeyi kesmenizi ve duyarsızlaşmanızı sağlayan bir etmen. bizimkiler tüpe sığdırılmış olmasa da bir adım daha önde zira sistemi, hatalara* karşı korumakla kalmıyor, bir şekilde yenilenebilirliğini ve sürdürülebilirliğini sağlıyor. (bkz: yenilenebilirlik ve sürdürülebilirlik arasındaki farklar)

    sanat ve edebiyat'ın yok edilip yerine getirilen endüstriyel ıvır zıvırların yerine de haftanın her günü ve her saati maruz kaldığınız popüler kültür oyunlarını koyabilirsiniz. nerede o eski cumartesi akşamı, oda tiyatrolarında sergilenen klasikler, nerede acun medya.

    metaları artırmak mümkün ve fakat okunması büyük önem arz ettiği için devam etmemeyi tercih ediyorum.

    öte yandan yazarın o dönemde ideolojik olarak kafasının karışık olduğu bizzat kendisi tarafından dile getirilmiştir. kapitalizmin sosyal ve ekonomik anlamdaki vahşiliği, komünizmin ise toplum olma bilincinde oluşacak aksaklıklar bir takım eksikliklerle de olsa aynı anda eleştirilmiştir.

    1984 mü yoksa bu mu derseniz, hiç düşünmeden bu derim.
  • shakespeare'in " fırtına " adlı eserinde v.perde 1.sahne sayfa 183'te " miranda " isimli karakterin "hey cesur yeni dünya" şeklindeki repliğine göndermeli aldous huxley kitabının adıdır.
  • aldous huxley amcanın insanların kuluçka merkezinde üretildiği çünkü anne ve babalığın pornografik birer kavram olduğu, eğitimin hipnopedia denilen bir uykuda eğitim sistemiyle çözüldüğü ütopyalarını, salt ütopya sistematiğinden çıkarıp aynı zamanda 'iyi edebiyat' sınıfına soktuğu güzel kitabının adıdır.
  • aldous huxley 1932 de yazdığı kitabı 1946 da yeniden gözden geçirmiş ama değiştirmeden önsöz eklemeyi tercih etmiştir.bilim kurgu romanında atom enerjisinden hiç bahsetmemiş olmanın utancını da bu önsözde fazlasıyla hissettirmiştir.kitabı biraz önce bitirmiş biri olarak söylüyorum sevgili huxley: belki uçan nesnelere bi uzay gemisi, bi atılgan demedin, taksikopter gibi isim verdin, belki atom bombasını tahmin bile edemedin ama bil ki kitabını okurken arada facebook hesabıma yeni koyduğum fotoğrafıma gelen beğenilere hevesle bakarken ne öngörülü adammış dedim oradan instagram da dudağı büzük fotoğrafını koyan arkadaşımı görünce de "herkes herkese aittir " şartlanmanın dudağını büzdürmüş halini gördüm.rahat uyu.bildin sen keyif ve sefadan köleştiğimizi.
  • düşünce ve mesaj olarak iyi ancak edebiyat olarak zayıf eserdir. sistem ve ideoloji üzerine farklı bakış açıları kazandırıp düşündürebilir ancak hikayenin kurgusu olmamıştır. kendi içinde çelişkileri ve mantık hataları olan pek çok yer barındırmaktadır. buna rağmen sistemsel eleştiri için bile okunur.
  • "ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerine kara kara düşünmeyin.
    temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir."
    (huxley, "cesur yeni dünya")
  • kitabı kendimce ilginç kılan şey 1930'ların dünyasına göre olağanüstü bir öngörüyle yazılmış olmasıdır. ancak kitapta kapitalizm eleştirisi varken çıkış noktası gösterilmiyor. bu konuda aklımızın berraklaşması için yazarın biyografisine bakmak gerekiyor. okunası kitaptır.
    (bkz: aldous huxley)
  • aldous huxley'nin 1932'de yayımlanan distopya türündeki romanıdır.

    cesur yeni dünya'nın bir distopya mı yoksa ütopya mı olduğu yayımlandığı günden bu yana süregelen bir tartışmadır. romanın türünü tam anlayabilmek için distopya türünün (dystopian fiction) karakteristik özelliklerine bakmak gerekir.

    distopya türünün karakteristik özellikleri:

    - toplumun kontrol edilmesi için propaganda kullanılması
    - bilgiye ulaşımın, özgürlüğün ve bağımsızlığın kısıtlanması
    - toplumun sembolik bir başkan ya da kavrama hayranlık durması
    - toplumun daimi olarak gözetim altında hissetmesi
    - toplumun dış dünyadan korkması
    - toplumun insanlığını kaybetmiş sistemlerde yaşaması
    - doğadan uzaklaşılması ve ona inanılmaması
    - toplumun aynı beklentilere uyması, bunun sonucunda bireyselliğin ve farklılığın olmaması.
    - toplumun mükemmel bir ütopya dünyasının yansıması olması

    huxley'nin romanı, biri hariç bu özelliklerin hepsini taşımaktadır. cesur yeni dünya'daki bokanovski işlemi aracılığıyla kurulan düzen ve fordizm, sistemin kontrolünü sağlayan propaganda araçlarıdır. kitapta bunları temsil eden kişi batı avrupa bölge denetçisi mustafa mond karakteridir. kitap boyunca bilim ve sanatın yasaklandığı görülür, ayrıca kimse özgür değildir. fordizm kavramına tapınma vardır. kitapta lenina crowne karakterinin vahşi john'la tanıştığı yere, yani ayrılmış bölgeye giderken korktuğuna şahit olursunuz, sisteme mükemmel uyum sağlayan karakterler dış dünyadan korkarlar ve john'un bölgesi dış dünyadır. yine aynı şekilde kurulan düzenin "insanlığını kaybettiği" gözlemlenir. artık duyguları, acıları ya da özgürlükleri yoktur. onun yerine duyusal filmleri ve hiç yanlarından ayırmadıkları "soma"ları vardır. vahşi john'un yaşadığı yerin sistem dışında tutulması doğanın dışlanmasına bir örnektir. kitapta karakterler sınıflara ayrılmış ve her sınıf kendi içinde tek tipleştirlmiştir. son olarak kitap ütopya havası vermektedir. kısacası karakterlerin kendilerini gözetim altında hissetmeleri dışında kitap distopik özellikleri mükemmel bir şekilde kapsamaktadır.

    esas sorun ise huxley'nin sert yerine yumuşak bir distopya seçmiş olmasıdır. cesur yeni dünya, 1984 gibi siyasi baskının toplumu ezdiği bir kurgunun aksine toplumuna "sahte" mutluluk yaşatan bir yapıya sahip. işte okuyanları şaşırtan ve ütopya algısı veren de bu: sistemdeki karakterlerin mutlu olması. ancak bu mutluluk, sistemin karakterlerini doğuştan şekillendirmesine ve birkaç saatte bir kullandıkları uyuşturucu madde soma'ya bağlıdır.

    romanda robotik bir kast sistemi vardır: insanlar doğmadan önce alfa, beta, gama, delta ya da epsilon olarak programlanıp öyle var edilirler. alfalar uzun boylu, zeki ve çekici iken deltalar kısa boylu, iş yapmaya programlı ve aptal yaratıklardır. bir delta en fazla beş yaşında bir çocuğun zekasına sahip olacaktır. bu sebeple alt sınıfı oluşturan delta ve epsilonlar mutludur.

    en genel anlamda huxley, "insan" kavramını öldürmüş ve yerine insan şeklinde "robot" koyarak ütopya görünümlü bir distopya oluşturmuştur. huxley'nin verdiği mesaj şu aslında: insanların kendi benlikleriyle bir ütopya kurması mümkün değildir, istikrar ve düzen isteniyorsa kişilikleri öldürülmeli ve uyuşturucuya bağımlı hale getirilmelidir." kitapta sanat, aile, duygular, kitaplar, düşünce özgürlüğü ya da bilim yoktur. bunlar sistemin aleyhine işleyen şeylerdir çünkü bir robot yukarıdaki kavramlara ihtiyaç duymaz.

    cesur yeni dünya da tıpkı 1984 gibi totaliter bir rejimin kurduğu sistemi içerir, ancak 1984'ün aksine karakterlerini 101 numaralı oda gibi işkenceyle değil, bokanovski sistemi ve soma gibi yumuşak yöntemlerle hizaya getirir, her iki sistemde de sonuç aynıdır: toplum özgürlüğünü kaybetmiştir. cesur yeni dünya'nın sağladığı ütopya insanlar için değil, insani yanlarını kaybetmiş robotlar içindir. bu sebeple huxley romana vahşi john gibi bir karakteri dahil ediyor. john karakteri tüm o robotik sisteme karşı her cümlesi ve her davranışıyla "insanı" temsil ediyor. bize ankatmaya çalıştığı şey ise ya sistemin öngördüğü gibi sahte bir mutluluk içinde yaşayacağız ya da john gibi gerçek mutluluğu hissedebileceğiz ama acısıyla birlikte.

    kitabın on altıncı bölümünde john ve mustafa mond arasında bunun bahsi geçer ve mustafa mond, john'a istikrar ve mutluluk için bilim ile sanattan (ya da başka bir deyişle insanlıklarından) vazgeçtiklerini söyler.

    huxley'nin bize sunduğu ütopya modeli insanlıktan arınmış bir sistem. thomas more gibi mükemmel bir siyasi yapı ya da eğitimli insanlar değil, insanların benliğini yok etmesi gerektiğini öngörüyor huxley. işte bu nedenle cesur yeni dünya bir distopyadır. zorbalık yerine mutlulukla insanın benliğini yok etmesi, insanın benliğini yok ettiği gerçeğini değiştirmiyor.

    cesur yeni dünya gibi ütopik bir distopya kurgusuna sahip the host romanının uyarlamasında söylendiği gibi, "dünyamız hiç bu kadar mükemmel olmamıştı ama artık bizim dünyamız değildi."
hesabın var mı? giriş yap