• aha kafam kadar yüzükler yapan firma.

    söz yüzüğü mü güç yüzüğü mü belli diil.
  • dünyanın neresine giderseniz gidin, cartier mağazası gördüğünüz yer, o şehrin en lüks yeridir.
  • inşaat çivisinden bileklik yapmış; cartier juste un clou- görsel

    ayrıca vida başı desenli yüzük ve bileklikleri için => (bkz: cartier love bracelet)

    vaktiyle mavi mercimek kondansatörlerden küpe, rengarenk ethernet kablosundan tasma tasarlamış biri olarak anlayışla karşılıyorum kendilerini. oluyor öyle arada, gülmeyin...

    misal; segman tiplerinden görsel, rulman tiplerinden görsel, civata-somun-pul tiplerinden görsel de bi$iiler çıkabilir... cartier bunları bi' düşünsün.*

    edit: (bkz: beton çivisinin büyüsüne kapılmak)
  • van cleef and arpels ve buccellati ile beraber 'compagnie financière richemont sa' bünyesinde yer alan üç mücevherat mezonundan birisi ve içlerinde şüphesiz en şöhretlisidir. 1847 senesinde, paris yine büyük karmaşalar içerisindeyken, tıpkı révolution gibi fransızlara çok yakışan bir başka ihtiyacı; yani luxe tutkusunu, lüks tüketimden duyulan hazzı tatmin etmek üzere kurulan cartier, başka pek çok high end saat üreticisinin de sahibi olan richemont grubunun portföyündeki en büyük ve kıymetli markadır*.

    cartier, bağımsız bir firma ve sektörün egemen gücü olan rolex'in -yine ve yeniden- domine ettiği isviçre saat sanayinin 2021 verilerine göre , 2.39 milyar isviçre frankı ciro ile, swatch group bünyesinde yer alan ve aynı dönem içerisinde 2.2 milyar frank ciroya ulaşan "geleneksel ikinci" omega'yı geçip kürsüde bir basamak yukarı tırmanmıştır. bu bilginin ardından kafası karışan ilkokullu varsa diye, şu aşağıdaki bağlantıyı da buraya eklemiş olayım:

    (bkz: ikinciyi geçen kaçıncı olur)

    lafı dolandırmadan söylemeliyiz: cartier, rafine zevkleri temsil eder. bilekteki bir cartier pasha, cartier santos ya da kuvvetle muhtemel cartier tank, sadece zamanı göstermez. her tasarım ürün gibi ikili fonksiyonu vardır cartier saatlerin**.

    bunlardan tactile (bu terimin türkçesi "dokunsal" diye geçiyor fakat esasen türkçe olmayan -sal eki ile üretilen sözcükleri çok itici bulduğum için kullanmaktan mümkün mertebe kaçınırım) ve donatative (bu da sanırım düzanlamsal) olanı, zamanı işaret vazifesidir. üçü beş geçiyor, dörde çeyrek var filan... bir saatin bu işlevi nasıl bir doğruluk/kesinlik ve hangi mekanizma ile yerine getirdiği, onun fiyatını belirleyen iki unsurdan da ilkidir. otomatik saatler, genellikle ve haklı olarak,quartz mekanizma taşıyanlardan, el yapımı veya yoğun işçilik ile üretilenler ise insan becerisinin ve etkisinin azaldığı, fabrikasyon saatlerden daha pahalıdır. ayrıca saatin taşıdığı fonksiyonlar arttıkça haliyle fiyat da yükselir. bir tüketim nesnesinin üretimi ne kadar yoğun ve uzmanlaşmış işgücü gerektiriyorsa, o nesne ne denli güç ve/veya nadir/pahalı malzemeden üretilmiş ise, etiketinde yazılı tutar da o nispette büyüyecektir.

    doğruyu söylemek gerekirse (zaten neden yalan söyleyelim?), cartier bu cephede çok iddialı bir marka sayılmaz. ne dayanıklılık ne de mekanizma işçiliği ve güvenilirliği, konu cartier saatleri olunca övgüyle boğulan konu başlıkları arasında yer alır. chrono24'te biraz ihtiyar numunelere baktığımızda, patina olayının bir miktar aşırıya kaçtığı, kadranın üzerine nescafe üçü bir arada dökülmüşçesine sarardığı, kasanın tatsızca aşındığı ve orijinal deri kayışın da zamanın behrinde değişmiş olduğu göze çarpacaktır. madalyası ve muhtar çakmağı ile beraber, kore gazisi dedemin yadigarıymış gibi sanki, değil mi? (gerçi benim rahmetli dedem ne kore gazisiydi ne de cartier'i vardı ama olsun)

    komplikasyonlar gibi horoloji camiasının ağzını sulandıran bir alanı cartier adeta boş bırakmıştır. bu ilgisizliğin sebebi, beceri veya imkan yoksunluğu değil elbette. know-how'un ve ince işliğin alası var çok istenirse (ve şöyle altı haneli çekler hazırsa). fakat kafaları karıştırmaya, koleksiyonu çorba etmeye lüzum yok.

    cartier markası gücünü, saatlerinin connotative fonksiyonundan, kendi mühendislik gerçekliğini aşan işlevinden, yani, saat sahibine kattığı değerden alır. hikayenin bu kısmını kısık ateşte 24 saat kaynattıktan sonra servis ediyoruz ki ağızda hem pamuk gibi dağılsın hem de damakta bir lezzet patlaması yaşatsın.

    cartier, markaya bir nebze dahi aşina olan herkes için prestij, görgü ve zarafet demek. audrey hepburn, jackie kennedy, ve prenses diana; hepsi cartier tank kullanıcısıydı. tabii fiyakalı erkekler arasında da her zaman popüler oldu cartier. steve mcqueen deyince akla öncelikle rolex submariner ile heuer monaco gelse bile, en 'dressy' anlarında taktığı bir tank'ı vardı king of cool'un. carry grant'indan andy warhol'una, clark gable'ından gary cooper'ına, yves saint lauren'inden tom ford'una, catherine deneuve'ünden hop pierce brosnan'ına, bunlar yetmediyse frank sinatradan duke ellington'a ; sanatçılar ve her kulvardan şöhretler için, öncelikli tercih olageldi cartier. yukarıda andığım isimler dahi markanın büyüsünü ve karizmasını hissetmek için kafi esasen. hollywood'un altın çağının kral ve kraliçeleri, şıklığı ve cool'u tarif etmek için adını zikretmenin yeterli olduğu imajlar, kırmızı halıya en çok yakışan simalar, jet set davetlerin en gözde misafirleri... cartier saatler, hepsinin favorisidir. kim audrey hepburn'dan daha zarif, clark gable'dan daha janti, lady d'den daha havalı ve frank sinatra'dan daha sinatra olabilir ki?

    başka hiçbir saat veya moda evini/markasını, bu kadar kuvvetli bir stil ikonları, asri zaman yarı-tanrıları kümesi ile bir arada düşünmek, mümkün değildir.

    konu saatler olunca mukayese ve konum belirleme için illa sahneye çağırmamız gereken rolex, çok daha geniş ve genel anlamlar taşır. heterojen bir tüketici kitlesine hitap eder. baş döndürücü bir hızla zenginleşen bir akp çocuğu, çoluk çocuğun rızkını hobisine yatırmaktan çekinmeyen bir horoloji delisi, ilk milyonunu kazanan bir rapçi, papyonlu bir tarih profesörü (amerika'da filan tabii. türkiye'de zor), hırslı ve başarılı bir şirket yöneticisi, fortune 500 amcalar, fortune 500 amcaların çocukları, fortune 500 amcaların çocuklarının sevgilileri, bu insanların müdavimi olduğu mekanların patronları, kendisini ödüllendirmek isteyen orta-üst düzey gelire sahip 30+ yaş gayet alelade insanlar, show tv ana haber bülteninin sonunda reklam-haber bandı yayınlanan bir plastik cerrah, reklam bandı doktoru takip eden istanbul very berry university faculty of law mezunu ve illa dolgu dudaklı bir boşanma avukatı vs... farklı kültürel ve toplumsal referanslara sahip, bir arada anılmaktan/bulunmaktan rahatsızlık duyacak pek çok farklı özne, bileğinde bir rolex taşıyor olabilir pekala.

    öte yandan, sözümona "cartier kadınını" yahut adamını çok daha kolaylıkla tarif ve kategorize edebiliriz. yüksek kültür katmanına has zevkleri olan, eğitim düzeyi ve estetik beğeni standartları yüksek, hem vitrini hem de ayrıntıları gözeten, gösterişçilik yerine incelikli bir tarzın temsilcisi olmayı yeğleyen, kısaca lüksün en subtle formunu arzulayan bir cemaattir bu***. abarta abarta tüysüz poposunu arşa değdirdiğimiz bu seçkin tüketicinin gustosunu tatmin edebilmenin biricik yöntemi, ona, zamansız tasarımlar sunmaktır.

    işte cartier, bu mevzuda pek mahirdir. koleksiyonu oluşturan öğelerle yerli yersiz oynayıp bunları geçmişle bugün arasında kuvvetli bir bağ kuran tasarım karakteristiklerinden mahrum bırakmaz. üstelik modelleri arasında tasarım nitelikleri açısından kuvvetli ortaklıklar bulunur. böylece marka algısı da sağlam kalır. cartier tasarımları, zamanın testinden başarıyla geçen her şey gibi, klasikleşir****.

    bir cartier edinmek sizi belki bu tarihin ve yüksek imajın bir parçası yapmaz. fakat geçici bir süre, belki bir an, bu yanılsamaya kapabilirsiniz. uzun vadede ise, bileğinizde bu tarihi taktir ve takip ettiğinizin nişanesini taşırsınız. zaten stil dediğiniz mefhum da her şeyden önce, kamusal alana doğru yapılmış bir tebliğ dizisinden ibarettir.

    hikayeyi biraz rayından çıkarıp, tüketimin ahlaki boyutuna da değinmek istiyorum.

    bir cartier saat edinmek, şımarıklık mıdır yoksa makul bir alışveriş midir?

    bu soruyu, bütün lüks tüketimler için, markayı yahut fiili değiştirerek yenileyebiliriz sanırım. entry boyunca çoğunlukla olumlu anlamlar atfettiğim imajlar, farklı ve aksi bir cepheden bakıldığında, katıksız şımarıklık, itici bir snopluk halini işaret ediyor olabilir. proleter devrim sonrasında patates tarlasına sürülecek sosyal katmanın ifşası manasına da gelebilir. akademisyen olsaydım, böyle dolce vita alemine aitmiş gibi duran meselelere ancak kıyasıya eleştirmek için ele alırdım belki. allahtan kimseye karşı böyle bir manevi ya da entelektüel sorumluluk hissetmiyorum. çünkü bu güç ve karmaşık hayatı yaşanır kılan şeylerden birinin de, tüketimden duyulan haz olduğuna inanıyorum.

    jean baudrillard, önemli eseri the consumer society: myths and structures'ta aşağı yukarı şöyle diyor: "nasıl ki orta çağ toplumu tanrı ile şeytan üzerinde dengelenmiş ise, bizim toplumumuzda tüketim ile onun suçlanması üzerine dengelenmiştir."

    tıpkı tanrı ile şeytanın, günah ile sevabın ancak birlikte var olmaları gibi, tüketim ve onun birey yahut toplum ölçeklerinde eleştirisi de, doğaları gereği, ancak bir arada var olabilen olgular. bunlardan birini kınıyor, diğerini haklı görüyor olmanız, ilkinden azade olduğunuz anlamına gelmez.

    oscar wilde'ın lükslerimi verin gereksinimlerim olmadan yaşarımı ile müslüm gürses'inyakarsa dünyayı garipler yakar sözlerini peş peşe anmak ve her ikisine de hak vermek için doğru aşamadayız sanırım. ilkinin hazzı ikincinin hakkı ile yaşamaya devam ediyor ve sözü türkiye grey market sahnesinin lokomotif ismi, rizeli duayen esnaf hasan watch with love keydal'ın sloganı bile bitiriyoruz:

    hayat kısa, o saati alın.

    ------

    * richemont şemsiyesinin altındaki diğer saat üreticileri:
    a. lange & söhne
    baume & mercier
    iwc schaffhausen
    jaeger lecoultre
    panerai
    piaget
    roger dubuis
    vacheron constantin
    +
    montblanc

    ** tasarımın anlamlandırılması için roland barthes'ın artık belki de çoktan demode olan göstergebilim teorisinin temel kavramlarını, daha doğrusu katmanlarını ödünç aldım. artık önünden sarkan penise rağmen "kadınım" diyenin kadın olduğu, bu kişiye "senin kadın olduğundan şüpheliyim" diyenin linç edildiği, cancel-landığı bir dünyada yaşıyoruz. batılı liberallerin ve radikallerin inşa ettiği post-truth çağında, olguların kavranması için felsefe ve bilim gibi kaynaklara dayanarak kurduğumuz nedensellikler yerlerini beyana dayalı; yani öznel, yani paşa gönlüm nasıl isterse öyle keyfiyetine bıraktığı için, herhangi bir fenomeni incelerken tutarlı metodlara da ihtiyacımız kalmadı. signifier signified ilişkisi hepten bulanıklaştı ve göstergebilim çalışmalarının da muhtemelen suyu çıktı fakat kendi konumuz özelinde yine de amaca hizmet ediyor.

    bu kurama göre denotasyon (düz anlam), anlamlandırmanın birincil düzeyinde, yüzeyde yer alır. gerçek, sabit, sözlük anlamı olarak düşünülebilir. üzerinde anlaşmaya varılabilecek bir kavramsallaştırmadır. sınırları üzerinde - en azından belirli bir süre için- evrensel mutabakat vardır. konotasyon (yan anlam), anlamlandırmanın ikincil düzeyinde gerçekleşir ve değişen, çağrışımsal anlamlarından oluşur.

    *** bu da tıpkı diğer bütün tüketici tipleri gibi ideal, yani kaçınılmaz olarak hayali bir cemaatin tasviridir. herhangi bir alışverişinizde, rastgele bir tüketici olarak, her defasında şuursuzca tekrar içine yuvarlanabileceğiniz en büyük tuzak, bir ürünü satın aldığınızda o ürünle bağlantılı bütün göstergeleri ve bu göstergelerden vücut bulan imajları da satın aldığınız yanılgısıdır.

    cartier saati bileğimize geçirip aynanın karşısında gördüğümüz imge, çocukken babamızın paketinden bir sigara çekip ayna karşısına geçtiğimizde gördüğümüz imgeye pek çok açıdan benzer. ağzından sigara tutan küçük çocuk, aksini izlediğinde büyüdüğünü, olgunlaştığını, babasının taşıdığı maskülen niteliklere haiz olduğunu hayal eder. bileğinde, satın almak üzere olduğu lüks saat veya takı ile aynadaki aksini izleyen tüketici, orada, o ürünün ideal -yani gerçek olmayan- tüketici imajını; kendisinin daha olgun, daha seksi, daha seçkin bir versiyonunu hayal eder ve bu hayali satın alır.

    tabii bu tatmin illüzyonu, çok uzun sürmez. tüketici, her alışverişi için benzer biçimde güdülenir ve sayısız göstergeler ile tırmandığı kendini inşa etme yokuşunda, eksikliğini "fark ettiği" nesnenin yoksunluğunun ruhunda yol açtığı yıkım ile yokuşun taa en başına geri yuvarlanır. bu absürt yolculuk hiç bitmez. eksiklik hissi asla tatmin olmaz. hedefe ulaşıp huzura kavuşmak, maalesef olanaksızdır. bu manzara içinizi kararttı ise ve illa bir teselli arıyorsanız,

    (bkz: il faut imaginer sisyphe heureux)

    **** klasik kelimesinin kökeni, antik roma'da yurttaşların en üst sınıfını temsil eden, latince classicus'a dayanır. sözcüğün anlamı, rönesans'ta, 1) "resmi disiplin" ve 2) "mükemmellik modeli" tanımlarını kapsayacak biçimde genişlemiştir. bugün halen muğlak dahi olsa; bir klasik, belirli bir tarzın olağanüstü bir örneği; kalıcı değerde veya zamansız kalitede bir şey anlamlarını taşır.

    bu wikipedia bilgisini, klasik ifadesi, cartier'i veya - üzerinden tır geçen balenciaga ve yeezy filan gibi kimi güncel zıpırlıklar hariç- lüks kategorisindeki pek çok fenomeni anlamak için hayati öneme sahip olduğundan paylaştım.
  • nereye giderseniz gidin, şehrin en lüks caddesindeki en lüks dükkan bu markaya aittir.
    mağazasının önünde her daim kırmızı halı bulunur. içeride ise tek limit, american express'tedir.
  • evli iş insanları tarafından eskortlara hediye olarak yollanan markalardan biri.
  • sigara paketlerine kafam kadar "sigara öldürür" yazısını koyma zorunluluğu bulunan yerlerde sigara üretimi/distribüsyonundan vazgeçmiş markadır. cartier adının, markasının ölümle bağdaşmasından rahatsız imişler, satıcının yalancısıyım.
  • tank française saatleri minimal olmakla birlikte bir kadinin kullanabilecegi en mutevazi ayni zamanda da en zarif saatlerden birisidir.bir digeri icin (bkz: bvlgari serpenti)
  • bu sefer markanın mücevherleri hakkında bir yazı okumayacaksın; şimdilik ilgi odağımız saatler ve biraz da sihir.

    jean-eugène robert-houdin illüzyon terimi ortaya çıkmadan çok önceleri bu alanda ilk adımı atan kişilerden biriydi. kendisini houdini ile karıştırmayın, illüzyonist houdini adını jean-eugène robert-houdin'in otobiyografisini okuduktan sonra ondan etkilenerek sahne adı olarak kullanmıştır. ancak gerçek houdin the prestige filminde de gördüğümüz üç aşamalı sihrin yaratıcısıdır. şimdi bahsettiğimiz jean-eugène robert-houdin'in bir de çaylak öğrencisi vardı ve bizim asıl konumuz ismi maurice couet olan bu genç.

    çaylak couet, houdin'den birçok numara öğrendi ve bir yerden sonra yolu cartier'nin kurucusu louis cartier ile kesişti. iki çılgın kafadar o dönemlerde deneysel sayılabilecek yüksek saatçilikte neler yapabiliriz diye sabahlarken akıllarına bir masa saatini kurgulamak geldi. 1912'de maurice couet modèle a olarak bilinen ilk mystérieux saati yarattı. modelin saat ve dakika ibreleri boşlukta dönüyormuşçasına bir görüntü sergiliyordu ancak sır iki farklı dişlinin çeperler ardında gizlenmesinde ve ibrelerin safir camın ortasına monte edilmesinde yatıyordu. modèle a koca koca adamları bile kendine hayran bırakmıştı ve bir asırdan daha uzun bir süre önce yüksek saatçiliğin ilk illüzyonisti olmuştu. şimdilerde cartier hala bu bağlamda saatler üretmeye devam ediyor ve masa saatlerinden bileklere uzanan yolculukta sanat yaratıyor.

    1912'de üretilen ilk modèle a

    2016'da sihh'de tanıtılan rotonde de cartier

    edit: link’ler düzeltildi
  • fiyatlar hakkında resmi internet sitelerinden bilgi edinmek için fiyat talep formu dolduruyorsunuz, sonra bu formu müşteri temsilcilerine iletiyorlar. daha sonra fiyat vermeye değerseniz bir kaç kelime ile sanırım tutarı bildiriyorlar. vay anasını....
hesabın var mı? giriş yap