• calikusu, sekiz-dokuz yaslarinda evde babamin eski ciltli, yer yer parçalanmis ve dili iyice arapçaya kaçan baskisini buldugum günden beri en cok okudugum, kimi yerlerini ezbere bildigim, hayatima damgasini çikmayacak bir sekilde vurmus bir kitaptir. o yüzden simdi bu satirlari yazarkenki zorlanmam.
    bir erkegin (bkz: resat nuri guntekin) bir kadinin içdünyasini bu kadar güzel anlatabilecegini, bu kadar ince, bu kadar hisli, bu kadar içten olabilecegini ben belki son olmasa da ilk defa çalikusu'nda gördüm.
    ve feride tüm zamanlar içinde en sevdigim roman kahramani oldu. tüm ele avuca sigmazliginin, içten coskusunun, çocuk nesesinin altindaki içliligi, kirilganligi, olgunlugu, eh, bunu söylemeden geçmek olmaz, idealistligi ve cesareti, bir de -doktor hayrettin bey'in de hakkinda söyledigi gibi- onu kavuran sevme sevilme ihtiyaciyla çok güzel, çok güzel demenin yetersiz kaldigi bir insan oldu feride benim gözlerimde. ve hatta nickimi lacrima'dan feride'ye çeviresim geldi simdi bir an, o raddededir. ben mi feride'ye benziyordum da o yüzden o kadar sevdim bu romani, bu kadini; yoksa bu kadar sevdigim için mi kitabi o kadar benzedim, ya da benzemek istedim feride'ye.. bilmiyorum. fakat itiraf edeyim ki, çocukluk yillarim dügünümden bir gün önce nisanlimin beni aldattigini ögreneyim de kendimi anadolu'ya vurayim, ögretmen olayim, isik saçayim gibi tuhaf fantezilerle geçti (aslinda bu hususta çok yalniz oldugumu da sanmiyorum, "feride'nin cumhuriyet kadinlari üzerindeki etkisi" ve benzeri birkaç yazidan okuduklarimi hatirlayinca).
    çok okudugumdan mi, yoksa resat nuri'nin içten tarzindan mi, yoksa ikisi mi bilmiyorum, ama bana kesinlikle fiction gibi, yaratilmis gibi, hayal mahsulü gibi gelmiyor anlatilanlar. gelmesinler.
    en sevdigim sahnelerse, ne bileyim, kamran'in at arabasiyla tekirdag'a yolculugu sirasinda enistesiyle feride hakkindaki konusmasi, feride'nin kamran'in evlilik fotografini gördügü an, "kalpsiz", uçar kaçar feride'nin aldatildigini ögrenmesinden hemen önce bir kayanin üzerine oturan kamran'in altina paltosunu serip "bundan böyle seni muhafaza etmek biraz da benim vazifem kamran" demesi, kamran'in buna "bunlar zannederim ki simdiye dek senden duydugum en güzel sözler feride" diye cevap vermesi, zeyniler köyündeki ölüm oyunlari, mühendislerin fransizca bilmedigini sanarak feride hakkinda fransizca konusmalari, müjgan'in feride'ye zorla kamran'i sevdigini söyletip sonra da "zannederim ki o da sana karsi lakayt degil feride" demesi, feride'nin müjgan'la kamran'in konusmasini duymamak için delice kaçmasi, sonra kiraz agacina çiktiginda yasli bir adamla yaptigi sohbet... bunlar saymakla bitmiyor.
    son olarak kitabin tüm güzellikleri yaninda dilinin ve üslubunun da hayranlik uyandirici oldugunu söyleyeyim, çalikusu'nun roman olarak tefrika edilmeden önce (sene 1922'dir) "istanbul kizi" adiyla bir tiyatro oyunu olarak yazildigini ve hatta feride isminin kitabin içerigine, mesajina da uygun olarak "basina buyruk, gururlu" oldugunu da ekleyeyim. kitap nasil bitiyorsa ben de öyle bitireyim bu feci bir his budalasi imaji çizdigimi düsündügüm entryimi: "yanlarindaki agacin dalinda bir çalikusu ötüyordu".
  • ne kadar yazsam da hırsımı alamayacağım sanırım (bkz: #40112817) ama bir nesil üzerindeki en berbat etkisi, kitabı okumayıp diziyi seyretmeye başlayınca kitapçılara koşanların, kitap hakkında edeceği mal mal izlenimler ve laflar olacak olan dizi.

    diyaloga gel amk:

    kamran: senin şu cesur hallerine bayılıyorum (her zamanki yakalarsam yalarım ifadesiyle söylüyor tabi ki)
    feride: hiç cesur değilim aslında, kanatlarının altından hiç çıkmak istemiyorum :/

    bu aciz karı mı aldatılınca anadolu'nun ücra köylerine gidip çile çekecek? güleyim mi?
    biz bu eseri taa orta 1'de hatmettik, ben 12 yaşındayken hangi karakter neyi temsil ediyor, saç renklerinden giyimlerine kadar nasıl ayarlanmış çözmüştüm mesela. ama bugün 10 - 18 yaş grubunun okuduğu şeyler sapıklığın elli tonu, ye beni maço vampirim tarzı sıçmıklar olduğu için bir hevesle çalıkuşu'nu alıp okumaya başlayan ergen kezbanların tepkilerini çok net görebiliyorum:

    - " bu kamran ne biçim, hiç erkeksi, sahiplenici, maço, seksi değil, feride'yi öpmeye bile çalışmıyor :( offf feride de amma yabani ha, ne bir sen bilirsin erkeğim demek, ne bir cilve yapmak, odun gibi. üffff bence dizideki aşk daha güzel reşat nuri berbat yazmışş :/"
  • feride'nin bazen ters, gözü pek, ödün vermez kişiliği, döneminde herkesçe hoş karşılanmamış. bu eleştirilere reşat nuri güntekin'in yanıtı şöyle:

    "o zaman genç kızlarda neşe ve serbestlik iyi alamet sayılmazdı. ecnebi mekteplerinde yahut aile muhitlerinde yetişmiş tek tük kızlar iyi gözle görülmez, fena aile kadını, fena vatandaş, fena insan olmaya namzet sayılırdı... ben istanbul kızında, büyük bir çocuk demek olan bir genç kızda biraz tahsil, bir neşe, hafiflik ve serbestliğin pek korkulacak bir şey olmadığını, böylelerinin -zamanı gelince- yahut hayatın müşkül saatlerinde kendilerini en ağırbaşlılardan daha iyi çekip çevirebileceklerini göstermek istiyordum" (olcay önertoy'un türk romanı ve öyküsü'ndeki alıntıdan.)

    kaynak: kitapla direniş/tomris uyar/yky
  • bir arkadaşım, “bu kitabı bir defadan fazla okuyan hatun kişi iflah olmaz, hayat boyu idealizmdi, aşktı debelenir durur” demişti. hımmm, haklı olabilir.
  • seneler sonra tekrar okumaya başladım. munise'nin sıcak bir aşa, yatağa ve anneye kavuştuğu satırlar, seneler sonrasında beni yine hüngür hüngür ağlattı.

    “ah, şu çocuk gözlerindeki minnet! dünyada, bir parça iyilik edebilmekten daha güzel bir şey olmuyor. fırtına içinde, viran bir gemi teknesi gibi sallanan bu sefil ve karanlık oda, ocağın kızıl akisleri içinde birdenbire öyle munis ve mesut bir yuva olmuştu ki...”

    allahım hiçbir çocuğu çaresiz ve kimsesiz bırakmasın.
  • 2013 uyarlamasının fragmanlarının beğenilmesine hayret ettiğim roman.
    feride için uzun zamandır düşündüğüm isim fahriye evcen'di, gerçi biraz şüpheliyim feride'nin sarkastik yönünü yansıtabileceğinden ama fena bir feride olmamış.
    fakat o kamran?! sarışınlığıyla ünlü, neredeyse içtiği su boğazında gözüken, hassas, kırılgan kamran'ı birkaç ay öncesinin fırça bıyıklı, çim saha saçlı, uçan ve kaçanın bile kurtulamadığı malkoçoğlu bali bey'ine oynatmak? "ehehe nihal kapıcı kızı olmuş", "puhahha bihter köylü olmuş" sığlığında espriler peşinde değilim ama ulan insan kamran kadar özel bir karaktere oyuncu ararken biraz kafayı çalıştırmaz mı?
    şunu da mı düşünmediniz:
    çalıkuşu'nda feride sör mektebi'nde de okusa, teyzeleri onu bir hanımefendi gibi yetiştirmeye de çalışsa aslında o hep anadoluludur, bu yüzden de ihanete uğrayınca kaçıp gittiği yer yine orasıdır. asla çilekeş anadolu kadını olmasa da feride dayanıklıdır, samimidir, aynı zamanda makul ölçüde kaderci ve tamahkardır, kitapta feride'nin koyu tonlu olduğu, orta boyluluğu vb. birkaç kez vurgulanır.
    kamran ise sarışın, fiziksel olarak hassas, flörtöz ve işini bilendir, kamran sapsarışın bir avrupalıdır, feride'nin okul ziyaretine renk renk fondanlar götürendir, yabancı arkadaşların bile hasta olduğudur. kamran bıçkın tavırlı bir kezban paratonerinden o kadar uzak bir noktadadır ki, feride çekip anadolu'ya gittiğinde, birkaç kez düşünse de "ehhh aldattım bitti, evinin kadını, çocuklarının anası olacaksın!" diye kolundan tutup, hatta iki tokat nakşedip geri getirmek için peşine bile düşmez. yaptığı hatanın farkında, kadının kararına saygı duyarak olduğu yerde kalır, evlenir, yeni bir hayat kurar. feride gibi ateşler içinde yanarak çok fazla acı da çekmez, acısını içine gömer, feride'yi öyle sever. batının ahlaksızlığının yanısıra duygusallıkta ölçülü yönünü ve kişisel alan saygısını da almış bir herifçioğludur. isolde 12 yaşındayken kitabı birlikte okuduğu sınıf arkadaşı kızların aksine kamran'a hayran olma sebebi de budur biraz.
    ve feride de kamran'a sadece sör mektebi'nden çıkıp gördüğü tek erkek olduğu için değil, başta sarışınlığının temsil ettiği şeyler olmak üzere bu zıtlıklarından aşık olur. ve sonunda bir vasiyet bahanesiyle inadını kırıp kamran'a geri dönen de yine feride olur.

    ve başta kamran'ın temsil ettiklerine tamamen zıt bir seçimin ürünü yeni kamran olmak üzere bu diziden endişeliyim. umarım bu kadar ayrıntılı ve derin karakterleri aşk budalası liseli kız feride ve günümüz kızlarının hayran olduğu edward cullen - dizi ağaları kırması bir kamran yazıp çekmemişlerdir. umarım tipin zıtlığına rağmen burak özçivit gerçekçi bir kamran olur.
    öbür türlü, çok yazık.
  • en sevdiğim romandır kendisi. arada osmanlıca ilk basımlarından birini açıp şöyle bir karıştırıyorum. günümüz versiyonunda olmayan epeyi bir kısım var kitapta. okumaya doyamayan biri olarak bu beni çok mutlu ediyor. mesela feride'nin çarşaflı kadınla konuşmasından sonra kamran'ın feride'yi arayıp bulamadığı kısmı okudum az önce:

    "kamran bahçenin nihayetindeki çitlembiğin altında çalıkuşu’nu yarım saatten fazla bekledi. gelen giden yoktu. nihayet ümidini kesti. havuzun yanında bir sürü çocukla genç kızlar suya yanmış … atmakla eğleniyorlardı. feride’nin onlarla oyuna daldığını, kendisini unuttuğunu zannederek yanlarına gitti. çalıkuşu orada da yoktu. köşe bucak bahçeyi dolaşmaya, rastgeldiğine onu sormaya başladı. kimse görmemişti. nihayet odasında bulunması ihtimalini düşündü.

    filhakika penceresinde hafif bir aydınlık vardı. karanlık merdivenlerden dolaşarak odanın önüne geldi. kapıya hafifçe vurdu:

    -küçük yalancı… nafile saklanma. artık aldattığın yetti, diye şaka etmeye başladı.

    feride hala cevap vermiyordu. ihtimal odayı içeriden kilitlemiş, gizli gizli gülüyordu. fakat dokunur dokunmaz kapı ardına kadar açıldı. feride’nin odası bomboş, eşyası darmadağınıktı. aynalı dolabın açık kapısından elbiseler sarkıyor, yerlerde, sandalyelerin üstünde çoraplar, gömlekler sürünüyordu. bir tuvalet masasının mermeri üstünde küçük bir şamdan yanıyordu.

    kamran hayretle etrafına bakınarak masaya yaklaştı. bu gördüğünden bir şey anlayamıyordu. birdenbire kulağına hafif bir kâğıt hışırtısı geldi. penceren giren rüzgâr, bir ucu şamdanın altına iliştirilmiş büyük bir zarfı düşürmeye çalışıyordu. kamran mumun titrek ziyasında, zarfın üstünde büyük harflerle kendi ismini okudu:

    “kamran bey’e mahsustur.”

    elleri titreyerek mektubu açtı. rastgele bir defterden yırtılmış çizgili bir kâğıdın üzerinde şu satırlar yazılıydı:

    “kamran bey, bana her şeyi haber verdiler. artık ölünceye kadar birbirimizi görmek bitti. senden nefret ediyorum. beni aramak beyhude.

    feride”

    köşk birbirine girdi. gecenin bu saatinde nereye gidebilirdi? civarda ne kadar ahbab evi varsa hepsine haberler gönderdiler. ne o gece, ne onu takip eden günlerde yapılan bütün taharrilere rağmen çalıkuşu’nu bulmak kabil olmadı."

    kamran'ın odaya girip renkten renge girişini okumak beni bir miktar mutlu etti. belki sizi de eder.
  • 1922 yılında yazılan ve benim 100. yılında bugün bitirdiğim kitaptır. o kadar kitap okumama rağmen çalıkuşunu hep ertelemiştim, biraz önce bitirdim ve hala etkisindeyim.
    bazı kitaplar vardır, onları bitirince hemen diğer kitaba başlamak istemezsiniz. o kitabı sindirmek, özümsemek, uzun uzun düşünmek istersiniz, işte çalıkuşu tam böyle bir kitap.
    cumhuriyetin ilk döneminde ve daha sonraki yıllarda anadoluda bayan öğretmenlerin görev yapmasına vesile olan, bir bakıma ülkenin milli eğitim politikasını etkileyecek kadar önemli bir kitaptır.
    ve tabi atatürkün savaş döneminde bile elinden düşürmediği ve çok sevdiği bir kitaptır.
  • neden tutmadı...

    1) kamran ve feride'nin kitapla alakasının olmaması: nerede o çıtkırıldım kamran nerede bu döşü kıllı yiğit irkek kamran... nerede bizim hırçın, kendisini kolay kolay sevdirmeyen kızımız feride nerede bu bildiğin cilveli, kamran gelse de ağzına düşsem diye bakan feride... sırf gerizekalı fanları biraz daha otursun izlesin, reyting getirsin diye o sade, duru aşkı bildiğin mıç mıç bir şey haline getirdiniz. birbirinden bir türlü kopamayan, yapış yapış, ayrılmayı da beceremeyen iğrenç bir çift seyrettirdiniz. hiç kusura bakmayın, "ayyhhh feride'yle kamran çok aşık bakıyolaaar..." diyen seks açlığından ölecek kızlardan değilim. feride'nin aşkını kamran'a ellemeden duramayan hali değil, hırçın gözleriyle belli etmeliydiniz. kamran'ı feride'ye yaklaşmaktan korkan, gizli gizli oyunlarla feride'yi görmek için bahane uydurmak zorunda kalan o halini hissettirebilmeliydiniz...

    2) ana karakteri feride olan hikayenin kamran tribute show'a dönüşmesi: bazı bölümler oldu, neredeyse feride kızımızı hiç göremiyorduk bile. kamran sirkte, kamran vebayla savaşıyor, kamran selim'i kovalıyor, kamran yine kimi hamile bırakıyor, kamran hastanede, kamran fransız okulu'nda, kamran kadıdan kaçıyor bölümlerinizle resmen baydınız... burak özçivit'in haşin deluhanlı sıfatına çok güvendiniz de asıl hayranlarınızı uzaklaştıran bir husus da bu oldu. "feride'nin hikayesini izleteceğiz, az bekleyin feride'yi anadolu'ya göndereceğiz..." diye otuz bölüm kamran göstermeye çalıştınız. e haliyle yemedik biz bunu... zaten jenerikte bile çalıkuşu feride'yi canlandıran fahriye evcen'den önce burak özçivit'in isminin geçmesinden anlamalıydık... hani bari o "senaristin hayal gücü böyleymiş..." diyen kezban hayranlarınıza uyup "biz çalıkuşu'nu kamran'ın gözünden anlatmaya çalıştık..." diyerek hikayeyi buna göre düzenleseydiniz emin olun daha farklı, daha orijinal bir iş yapmış olurdunuz. ne bileyim, feride'nin o haşarı, yaramaz hallerini, o hırçın, kendini sevdirmeyen çocuksu feride'nin çektirdiklerini kamran'ın gözünden izleseydik, feride gittiğinde kamran'ın ne hale düştüğünü öğrenseydik (tabii bu arada feride'nin de hikayesini işlemek kaydıyla...) çok çok güzel ve türk dizi tarihinden silinmeyecek bir işe imza atmış olacaktınız... ama işinize gelmedi böyle orijinal fikirler. koca bölüm feride'yle kamran'ı bakıştırıp bayık bayık şiirler okumakla süre doldurdunuz. ayrıca çıtkırıldım, tam olarak ne iş yaptığı belli olmayan, boş gezenin boş kalfası kamran'ın dizide elinden gelmeyen iş olmaması da ayrı saçmalıktı. hem doktor, hem öğretmen, hem ilk kan naklini gerçekleştirip vebayı yeniyor falan bu nedir abi... kamran değil, süpermen resmen adam! ayrıca kamran'ı daha fazla gösterelim diye kamran'ı feride'nin okuluna öğretmen yapmanız, e yuh artık dedim...

    3) feride'nin gözü yaşlı bir kızdan öteye gidememesi: feride karakterinin içinin boşaltılması, kamran'ın ağzına düşmesi, cilveli cilveli her köşede hop hop hoplaması, dersi okulu falan umursamayan biri olması, bir bahane çıksa da konakta kalsam bu gece diye dört göz beklemesi, duayla kuran'la alakası yokken şakır şakır ayet okuması, kamran'dan asla ve kat'a hesap soramaması, kamran'dan özür falan dileyecek kadar düşmesi, sürekli kamran'ın arkasından ağlayıp "ben öksüüüz ben yetiiiim..." edebiyatı parçalaması, kitapta nadiren bahsedilen anne babasını sır kapısı misali sürekli rüyasında öle yazarken falan görmesi ve duygusal kasması... off daha fazla devam edemeyeceğim. o hırçın, haşarı, yaramaz, ama yeri gelince olgun da olabilen, dışı sert içi yumuşak kızı her halta ağlayan, bir bahane çıksa da konağı terk edip iki gün sonra geri dönsem diyen bir kezbana dönüştürdünüz... allah sizden razı olsun.

    4) kitaptaki en önemli karakterlerin isimlerinin resmen çöpe atılır gibi harcanması: sarı çiçek münevver'in neriman'ın kalfası çöpçatan bir kadına dönüştüren, zengin dul neriman'ı üç kuruşluk boncuklarını satacak kadar düşkün bir hale getiren, miralay hayrullah bey'in adını genelev müşterisi bir herife, şeyh yusuf efendi'nin adını on bir yaşında felan cam kırdığı için ıslahevine atılmayı başaran bir gerizekalı apaçiye veren senarist eserin içine etmeyi başarmıştır. yetmemiş bir de kitapta adı sanı geçmeyen karakterlere başrollerden daha fazla yer verdiniz. hele bir selim'le necmiye vardı en az on bölüm başrol onlardı bildiğin...

    5) gayet naif bir kitabın tecavüzlerle, kaçırılmalarla, salgın hastalıklarla vs. dolu bir hale gelmesi: çalıkuşu gibi gayet istanbul beyefendisi ve hanımefendisi insanların içinden anadolu'ya geçtiği halde orada bile adamakıllı töre, namus cinayeti vs. görmemiş feride'nin hikayesini asmalı konak'a çevirdiniz. sürekli patlayan silahlar, hapishaneler, kaçırılmalar, tecavüzler, hamile bırakılanlar, düşürülmeye çalışılan çocuklar, veba bilmem ne... biz feride'nin anadolu mücadelesini izlemek isterken siz bize histerik necmiye ve psikopat selim'in hikayesini izletmekte direttiniz resmen.

    6) her bölümün en az iki buçuk saat sürmesi: kardeşim bu dizi muhteşem yüzyıl değil ki o hangi takıyı takmış, o hangi tacı takmış diye dedikodu malzemesi versin... zamanında yedi bölümlük çekilen versiyonunun bile her bölümü kırk dakika falan sürüyordu. siz otuz bölümden iki buçuk saat her bölüm ne anlattınız kuzum, hiçbir halt anlatmadınız! sonra da "böyle güzel işler reyting getirmez tabii, halkımız çok cahil, bizi anlamiyürler, halbuki biz feride'yi anadolu'ya yollamak üzereydik..." diye trip atarsınız... ahahahahah salaklar.
  • yillardir kitap her elime gectiginde kendimi kaybeder saatlerce orasindan burasindan okur okur doner yanimdakilere, ortam musaitse, canlandirmalar yapar, yetmez dizisiyle her karsilastigimda kendimi tv karsisindan alamaz bir kimseyim*, fakat hala daha cozemeyip canimi sikan bir mevzu var; kamranin yaptigi, cok afedersiniz, picligin yanina kar kalmasi. sahsen ben her seferinde kaderin zalim bir yanlis anlasilmasina maruz kaldigina butun kalbimle inandigim kamranin, imkan bulsa sari cicek mevzusuna bir aciklama getirip masumlugunu kanitlayacagini umdum, umarak tekrar tekrar okudum, feride mektuplari yakarken "bi musade et de aciklasin adamcagiz" diye hanimkizimizin inadina saydim sovdum, fakat noldu, kitap bitti, serrefsiz kamrandan hala daha bir icraat gelmedi. ve ben de artik elim mahkum kabullendim ki adam resmen sucluydu. sucluydu ve roman nihayete ererken cocugu ve sevdigi kadinla beraber saadetli sona eren de oydu. hem de o cocuk, feridenin tasrada turlu zorluklara gogus gererek askina sadik kaldigi vakitlerde kamran adisinin bos durmayip kurdugu yuvanin yadigariydi, hayir cocuga cemkirmiyorum, kamranin hakketmedigi balliligina lanet ediyorum buradan ben. ayrica cok yalnizim.
hesabın var mı? giriş yap