• miles davis feat. john coltrane demek yeter sanirim..
    (bkz: kind of blue)
  • barındırdığı hüznün yoğunluğu nedeniyle bir "bill evans" bestesi olmaya daha bir yakışan parça. ayrıca gerçekten bir "miles davis" bestesi olsaydı, evans çıkıp da bu bestenin kendine ait olduğunu söylemezdi sanırım. lakin bir mustafa sandal bestesi bile olsa bunu pek sallamazsınız. fırsatınız olmaz bunu yapmaya!.. (bkz: çelişki)!
  • ilerleyen bop soslu modal caza verilen bir ara.

    freddie freeloader gibi leziz bir twelve bar blues'dan all blues'a geçerken albüme, hayata, caza verilen bir ara.

    bu kadar içten 'e'* varolmuş mudur daha önce? ya da coltrane'in* miles davis'ten gelen surdinli trompet solosunun üzerine ilerleyen alto saksofon solosu neden bu kadar etkilemektedir bu satırların yazarını?

    belirsiz.

    yine de tanımlamak gerekirse, cool jazz'in hard bop karşısında kazanacağı zaferlerin başlangıcıdır bu efsanevi standart.
  • bir efsaneye göre kind of blue nun kayıt günü stüdyoda miles davis , orkestrasındaki beyaz piyanocu bill evans ın önüne bir kağıt koyar ve kağıtta sadece iki akor yazılıdır. miles “ bununla ne yapabilirsin ? bi yap bakalım” der. işte bu parça blue in green’dir.
    daha sonra albüm kartonetinde adı geçmeyince bill kendisinin de adının geçmesi gerektiğini söyler ama miles ona susması karşısında o zamanın parasıyla 25 dolar verir.
  • her ne kadar tartışmalar sürse de bill evans'ın bestelediğini düşündüğüm şaheser.

    eser, davis'in parlak tonu ile başlar, dinleyeni kendisine çeker, sarıp sarmalar. o parlak ton bile duygu yüklüdür, sanki bir şeyler anlatmaya çalışırmış gibi. tam kendine bağladığı sırada dinleyiciyi coltrane'nin yumuşak kollarına bırakır. saksafonundan çıkan her nota ilk başta kalbine dokunur ondan sonra kulaklarına gider dinleyenin. sonlara doğru yaklaşırken davis tekrardan devreye girer. ilk kısımda anlatmaya çalıştığı duyguları son kısımda daha hararetlidir. sanki kendisiyle çatışıyor gibi. dinleyen artık kendini tamamen müzikal modlara bırakmıştır kendini. finalde ise evans'ın hüzünlü bir sakinliği ile biter.

    bir sürü caz klasiği var. hepsinin değeri, anlamı farklıdır. ama hiçbiri bunun gibi değildir. bill evans'ın kendi albümünde çaldığı hali de, kind of blue albümünde de harikadır.

    kind of blue albümünün sadece bu şarkısında namı diğer cannonball adderley kenara çekilmiştir.*

    ayrıca hep aklımda bi soru var. davis ve coltrane'nin yanında bir diğer junkie chet baker bu eserde çalsaydı acaba nasıl olurdu? mesela ikinci kısım trumpeti baker tonundan, baker duygusallığını dinleseydik. belki iyi belki kötü olurdu, hiçbir zaman bilemeyeceğim.

    gecelerime eşlik eden caz ustalarına saygıyla...

    edit: ustaların yanına bir de genç yeteneklerin güzel bir coverını iliştirmek isterim.

    https://www.youtube.com/watch?v=qucujlggbim
  • aynı anda huzur ve hüzünü muazzam bir dengeyle barındırmasından mütevellit, bill evans'a ait olduğuna inandığım şaheser.
  • gece gece insanı ağlatacak kadar his yüklü bir parça...hemen her akorunda ayrı bir tansiyon yüklüdür. (bkz: mi naturel)
  • nasıl bir eserdir bu ? böyle bi duygu, böyle bir haz yok..

    öyle güzel kıvrımları var ki, ilkbahar da açık kalan bir pencerenin hafif rüzgarla uçuşan tül perdesi gibi... herşeye yorumlanabilen bir güzellik.
  • işsiz sapsızdım. evde tek başıma ders çalışmaya çalışıyordum. deli gibi kar yağıyordu o gece sivas'a. bembeyaz her yer. sokak lambalarının ışıkları ve hızını azaltsa da hala inceden yağan kar insanı zaten moda sokmaya yetiyordu.

    sonra bu şarkı geldi aklıma, loop'a aldım, perdeleri sonuna kadar çektim, filtre kahvenin içine iki kapak viski koyup içmeye başladım. sivas'taydım, ne yeşil vardı ne de mavi. beyaz, kızıl ve alacakaranlık sadece. bir de ani bir hüzün...

    sokak lambalarının loş, kör ışıkları, henüz tekerlek izi görmemiş ve çamurlaşmamış bir kar örtüsü, kar yağan gecelere özel kızıl bir hava, elimde viskili bir kahve ve yaklaşık bir buçuk-iki saat boyunca ardarda çalan bu şarkı. garip zamanlardı.

    insanı durduran, olduğu yere mıhlayan bir şarkıydı. kahve bitmedi ama soğudu. çalışma masasının üstüne bıraktım ve doğruca yatağa girdim. uzun zamandır ilk defa beni boğan düşüncelerden uzaktım, kaygısızdım. her zamankinden ve her zamanki sebeplerden farklı bir hüzün vardı o kadar. çok önceleri tanıdığım ama unuttuğum bir hüzün...

    şaka lan şaka.
  • shirley horn yorumlamıştır bu parçayı. araya da gönlünden kopan "honey, from a horn, so sweet" şeklinde bir cümle ekleyivermiştir, miles'ına göz kırpmıştır güzelim sesiyle..
hesabın var mı? giriş yap