• --- spoiler ---

    baş karakterin, yabancıların evlerine girerek sürdürdüğü hayatı, farklı bir yaşam stili kurmanın, bir anlamda kaygısız bir hayat yaşamanın çok ötesinde bir durum. kendi hayatından kaçışın, aidiyetsizliğin bir yansıması. başkalarının hayatlarını yaşayarak dünyadan kaçmak gibi.

    girdiği ilk evde başka birine ait bir diş fırçasıyla dişlerini fırçalaması, izleyende ufak bir rahatsızlığa neden olan bu sahne, başka birinin hayatını yaşama çabasını göstermenin çok güzel bir yolu.

    banyo yaparak (yine başkalarına ait olan) eski yaşamdan arınması, yeni hayatının sahiplerinin fotoğraf albümlerine bakması, sonra eşyalarına bakıp o eşyaları kullanması ve sonunda oradaki varlığının kanıtları olan fotoğrafları çekmesi..

    bozuk eşyaları tamir etmesi ise herhangi bir minnet duygusundan ya da borç ödeme isteğinden kaynaklanmıyor bence. bu da yine tamamen o kısa süreli aidiyetin bir simgesi. aynı şekilde, kirli çamaşırları makinayla değil de elde yıkaması da.

    ve tüm bunlar, insanlarla hiçbir ilişkisi olmayan, hiç konuşmayan bu adamın diğerleriyle ilişki kurmasının bir yolu.

    bütün bu kişisel temaların yanı sıra, film şiddet kültürü ve bunun sürdürülmesine dair de çok fazla şey söylüyor. özellikle golf topları ve golf sopaları bütün film boyunca hep şiddet için kullanılan araçlar ve tüm şiddet nesnelerinin bir sembolü. adamın girdiği tüm evlerde, biri hariç, golf sopaları,topları olmasının bir nedeni de bu.

    buradan bakınca filmin ilk karesi bambaşka bir anlama bürünüyor. ilk karede mermerden bir kadın heykeli, önünde bir ağ ve heykele doğru bir kurşun gibi giden ve ağa takılıp düşen golf topları görüyoruz. sonra bunun kadının kocasının bahçesindeki golf antrenmanı yaptığı yer olduğunu ve topları heykele doğru atanın da kocası olduğunu anlıyoruz..

    ağaca bağladığı golf toplarına vururken, yani şiddet amaçlı olmayan bir eylem içindeyken bile olsa, bir şiddet nesnesini kullanırken, kadının pasif direnişle karşısına geçip ona engel olma çabası da bundan kaynaklanıyor. ki sonunda bu eylem, bir kaza da olsa şiddeti doğuruyor. golf sopaları silah ve toplar da kurşun misali, yoldan arabayla geçen bir kadının ciddi biçimde yaralanmasına neden oluyor.

    tüm film boyunca şiddet çağrışımlı her nesne kullanıldıktan sonra zarar gören, şiddete uğrayan birileri oluyor. adam ilk girdiği evde oyuncak bir silahı tamir ediyor. evin sahipleri geri döndüğünde çocuğu oyuncak silahla oynarken görüyoruz. önce babasına doğrultuyor hem de boynuna, şah damarına yakın bir yere nişan alıyor. babasının çek şunu üzerimden demesiyle annesine yöneliyor. annesi vur beni de kurtulayım, bu anlamsız günden benzeri bir laf ediyor (dile yansıyan şiddet sözlüklerinin, şiddet kültürünü sürdüren-yaratan etkisi) ve çocuk annesinin yüzüne doğrulttuğu oyuncak silahı ateşliyor, kadın yaralanıyor.

    aynı tema adamın kadınla birlikte girdiği evde, ünlü boksörün evinde de tekrarlanıyor. yine bir şiddet nesnesi sembolizmi içeren boks eldivenlerini giydikleri ve öyle fotoğraf çektikleri bir sahne görüyoruz. sonra evin sahipleri, onlar evdeyken gelince, boksör olan adamın koşarak odaya girip adamı tartaklamak yerine önce o boks eldivenlerini giyip sonra yumruk atmaya başlaması da yine aynı şiddet kültürünün sürdürülmesi, evlerimize girmesi temasıyla bağlantılı.

    ki bu durum hayali bir oyunda da tekraralanıyor. adam hapisteyken hayali bir golf oyunu oynuyor, diğer mahkumun zaten orada olmayan bir golf topunu almasıyla, adamın hayali topunu (silahını) onun ellerinden almak için onu tartaklamaya, dövmeye başlaması bir oluyor..

    fotoğrafçı olan adamın evinde de golf sopası ve minyatür bir golf topu görüyoruz. girdikleri tek bir evde şiddet çağrışımlı hiçbir nesne yok. geleneksel tarzda döşenmiş, huzur yayılan bir mekan bu. işte ilk kez burada adam ve kadın gerçek bir iletişim kuruyor. o evde hiç bir eşyayı tamir ettiklerini ya da çamaşır yıkadıklarını görmüyoruz. bir tören havasında oturup çay içiyorlar. birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlar ilk kez. öpüşüyorlar. ve muhtemelen ilk kez orada sevişiyorlar. şiddetten arınmış başka bir dünyanın olabileceğini gördükleri yerde gerçek bir iletişim kuruyorlar..

    kadının kocasının evine döndükten sonra gittiği tek yer de bu ev oluyor. içerde evin sahipleri varken gidip o odada uyuyor. başka bir dünya olduğu, ait olunabilecek bir dünyanın bulunduğu gerçeğiyle.. evin sahibi adam onu görüyor ve ses çıkarmıyor, bahçedeki küçük havuzu temizlemeye devam ediyor sadece. adamın eşi - sevgilisi geldiğinde de bırak uyusun diyor kadına. o şiddetten arınmış başka dünyada güvenle uyuyacak bir yer var hâlâ.. sorgusuz sualsiz var olmak için bir yer...

    kadın eğililerek ufak bir teşekkür edip evine döndüğünde gördüğümüz ilk sahne elinde sopasıyla golf antrenmanı yapan kocası oluyor..

    kadın şiddet dolu dünyasına döndüğünde yaptığı ilk şey tartıya çıkmak. oradaki varlığının bir göstergesi gibi.. sonra tartıyı açıyor, bozuyor. daha henüz sevdiği adamın hapisten çıktığını bilmezken bozuyor tartıyı. tartı o zamandan beri sıfırı gösteriyor zaten.. kadının artık o dünyada yer almadığının, alamayacağının bir göstergesi gibi...

    --- spoiler ---
  • şu repliğiyle hafızalardan silinmeyen kim ki-duk şaheseri : " "
  • seyrettikten sonra kapimda gordugum her pizza ilanini almama sebep olan film.
  • hollywoodun 40 yıl kassada çekemeyeceği , söz gümüşse süküt altındır lafını süper bir şekilde anlatan film.
  • insanı sinemadan soğutacak kadar kusursuz bir film. "artık ne izlersem izliyim böyle bir tat alamam" diye düşündürtmüş film. duygu sömürüsünden kilometrelerce uzak olmasına rağmen tüm duygularımı delicesine sömürmüş film. gözlere, kalbe, beyne işleyen bir film.
    üstüne söylenen her kelime kusursuzluğuna ihanetmiş gibi...
    kelimelerle ifade edilemeyeni görmüş, kelimelere başvurmadan hissettirmeyi başarmış film. bir film olduğunu kendi kendime yinelemezsem kapılıp gideceğimden korktuğum film...değil...film...değil...film!

    sabahın 6'sında dahi hüngür hüngür ağlatabilen film.
    adamı çocuk eden, masumiyete duyulan özlemi dirilten, aşkın arılığını saflığını hatırlatan film.

    ayrıca (bkz: sehnsucht)
  • her ne kadar iki tane filmini izlemis (bahsi geçen film dahil) olduum bir yönetmenin filmi olsa da, sayesinde, tipik bir klise tabir ile "tipik bir" kim ki-duk filmi demem saglayan film. ayni zamanda kim ki-duk'u (abartarak) ilham kaynagi seviyeme yukseltebilecek potansiyele sahip etkileyici bir film de.

    oncelikle, belirtmek isterim ki, ornegini verecegim the edukators (ki goremedim bu filmi) ile birlikte bu filmde de bir "baskalarinin ozel alanina girelim ve de (esyalarin yerlerini degistirme, evdeki kirli camasirlari yikama gibi..) onlarin hayatlarinda ufak degisiklikler yapalim vari bir temanin varligindan soz edilebilir. sanirim bu tema bugunlerde epeyce populer olmaya baslamistir ve de (the edukators'un aciklamasinda yazdiig gibi) bu hareket '68 kusaginin devrimci ruhunu tasiyan gunumuz genclerinin ufak bir eylem metodu olabilir. belki de bunu, modern hayata verilen postmodern tepkiler olarak da gormem mumkun olabilir. kaldi ki, ben de kendimi arada sirada, etrafimdaki objelerin yerlerini degistirir, baskalarinin sahip oldugu somut veya soyut kavramlar ile oynarken bulurum, ve de belki de hangimiz bunlarii yapmiyordur ki?

    bunlardan cok daha belirgin olarak filmi "tipik bir kim ki-duk" filmi yapan ozelliklerden bahsedilebilir. oncelikle kim ki-duk gene diyaloglar yerine, karakterlerin vucut dillerini, hislerini, hareketlerini konusma araclari olarak kullanmis ve dunyanin obur ucundaki meslektasi; diyaloglari cok seven ve cok iyi kullanan richard linklaterin tam aksine, bir kez daha bilincli olarak diyaloglari cok iyi "kullanmamistir". muhtesem sinematografisi, surekli uyguladigi tekrarlar (ayni sarkinin tekrar tekrar calmasi, ana karakterlerin ayni yan karakterlerle tekrar tekrar iliskiye girmesi, ayni mekanlar uzerinden tekrar tekrar gecme), filme kattigi uzak dogu felsefesinin sairane kullanimi gibi ozellikleriyle diyalogsuz bu filmi ile bir kez daha seyirciyi 1.5 saatten uzun bir sureligine sinema salonuna mihlamaktadir.

    filmde gorulen belirgin ozelliklerden biri de, "ilkbahar yaz sonbahar kis..." taki gibi; ana karakterin belirli kaotik deneyimler uzerine (bu durumda, ask acisini, yalniz kaldigi bir hapishane hucresinde yasamak gibi), kendini egitmesi, ki-duk un muhtemelen buyuk bir ilham aldigi uzak dogu felsefe/mitolojilerinden birine gore zihin egitimi ile birlikte vucut egitimini de kusursuzca tamamlayarak (gardiyani cilgina ceviren golge oyunu) gibi bazi yetilere sahip olmasi ve butun bunlari "ki-duk'engiz" mucizelerle harekete gecirmesidir. belki turk seyircisine biraz da beklendik gelecek bir bicimde; kurgu, ana karakterin muhtesem bir hayal kirikligi ve cokus yasamasi uzerine, "sevgilisinden ayri kaldigi donemde", intikam ve acilarini sabri ile yogurup kendini guclendirmesi temasini ele almakta fakat bunu, kendine has uzak dogu yorumu ve gereksi (hatta tum) diyaloglardan kacinarak, gorselligi ve ebediyetin ve edebiyatin en buyuk silahi olan saf sevgi ve ask ile cok guzel harmanlayarak; film, benzersiz bir deneyim yasatmaktadir. her ne kadar felsefe zaten edebiyatin veya filmin disinda (ve hatta hayatin) dusunelemez olsa da, ki-duk filmlerinin icine isleyisi basit bir olgudan ibaret degildir.

    gene onemli bir hadise, ic ve dis mekanlarinin, tipik yoresel ozellikleri alabildigine genis bir yelpazede inceleyebilecek karakterlere sahip olmasi, ve bunun kullanilan ses ve muzik ile birlikte on plana cikmasidir. tamam belki, filmde bir kac defa calan sarki cok da kulaga hos gelen bir sarki degildi, ve hatta belki de ki-duk un diyaloglara bu kadar yatkin olmamasinin bir sebebi de, guney kore ve benzeri yerlerden gelen karakterlerin o sinir bozucu (oyle degil mi ama?) "moshi moshi"vari konusmalari kulaklari tirmalar vaziyette oldugundandir ama; ozellikle "ilkbahar, yaz..." filmine bakarak, ki-duk'un bu filmin de can alici yerlerinde sese ve muzige verdigi onem gozardi edilmemelidir.

    bunlardan kelli, "ilkbahar, yaz.." veya ki-dukun herhangi bir filmini seyretmis olanlara siddetle ve hararetle, herhangi bir filmini izlememis olanlara ise israrla ve onemle tavsiye edebilecegim filmlerden biri. kisacasi, gidiniz, gorunuz ve kim ki-duku bir ustad olarak belleyiniz efendim.
  • filmdeki ikilinin her eve girdiklerinde cd koyup çaldıkları parçanın sözleri, before the purple rain tarafından türkçemize kazandırılmıştır:

    normal çeviri:

    düşüncelerimde sevgi rüzgarları koptu,
    (sevgi rüzgarları) sevgilinin selamını gönderiyor, geri dön ey sevgili
    ayrılık yükseliyor ve sen yabancısın
    kopan rüzgarın yükselmesi
    benim aklımı o (rüzgar), başımdan aldı
    ona ulaşmak mutluluk
    o yüksek burçtan göründü ve sözlerin ne garip dedi
    geri dön ey aşk, bu dünyada nasibim yok
    sen benim aşkımsın fakat hayat arkadaşım olamazsın

    asla

    özel çeviri:

    başımda deli gibi esiyor aşk fırtınaları
    selam edersin ey sevgili, geri dönesiye
    el gibi duruşun, kayıyor elin elimden
    kızıyor rüzgâr, köpürüyor
    serdengeçiriyor beni bilmeden
    nasıl uçardım havalara
    göz ucuyla bakabilsem
    ufuktan göklere uzanan endamına
    ne desem yabancıyım bilirim
    yok derler dünyada aşkıma yer
    umrumda değil dünya ne der
    yine de geçirmezler kapısından
    olmayan evimizin

    hiçbir zaman...
  • altyazı dosyası 18kb büyüklüğündeki film. onu da çenesi düşük bir koca neredeyse tek başına doldurmuş.
  • "hepimiz birer boş eviz, ta ki birisi kilidimizi kırıncaya kadar..."

    kore sinemasının ne kadar şiirsel olduğunun ve de görselliği bu şiirsellikle birleştiren bir hız ve de güvenle geldiğinin kanıtıdır bu film. çizilen portreleri, karakterleri, öyküyü es geçiyorum... spoiler vermek istemiyorum. esasen, filmin dili de bunların hepsini önemsiz kılıyor. çünkü büyüleyici bir rüzgarla, az bulunur bir bütünlükle sürükleniyorsunuz "boş ev"lerin arasındaki bambaşka bir yolculuğun içinde. arkanızda, önünüzde, üstünüzde birisi, bir şey olabilir ama... gözlerinizin açısının dışında başkaları olabilir. görmedikleriniz, hissedip de es geçtikleriniz, her hareketin ardında olabilecek bir başka şey, bir başka bir devinim, sizinle aynı düzlemde, bir yansıma gibi ilerleyen... dikkatli olmalısınız. çünkü "hep bir şeyler oluyor," ve aslında "yaşadıklarımızın ne kadarı gerçek ki?"...

    venedik'te de kendisini kanıtlayan bu film; 24. istanbul film festivali'nin en güzel hediyelerinden biri.
  • kim ki duk un en son filmi, ve yine bu adamdan izledigim hayatımın en güzel filmlerden biri (bkz: samaria) (bkz: bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom). ingilizce title ı "3 iron" olan filmde, üç ön planda, her sahnede üç görülmekte/duyulmakta, ve üç ün bir fazla oldugunu, hatta bazen iki bile bir fazla oldugunu anlatmakta. bu filmde kimse konuşmuyor, film her saniye, her karede sorular soruyor sessizce... ve nihayet üç kaybolup gercekten var oluyor... çok sevdim ben bunu, çokkk...

    its hard to tell that the world we live in is either a reality or a dream...
hesabın var mı? giriş yap