• valla uzun zamandır yazayım edeyim diye düşünüyordum kısmet bugüneymiş… (en azından bugün başlayabildim, sonunu ne zaman getirebilirim allah bilir)…

    yurtdışı seyahatlerimde belli başlı internet sitelerine ek olarak, hiç bilmediğim diyarlara yolculuk yaparken göz attığım kaynaklardan biri olan sözlükte artık beyrut/lübnan seyahat rehberi yazılması gerektiğini düşünerek, size a’dan z’ye bir liste hazırlama çalışmasına girişeyim dedim…

    benim görüşüme göre beyrut = lübnan, hatta beyrut > lübnan olduğu için beyrut başlığı altına yazmayı uygun gördüm ve lübnan başlığına da bağlantı attım… “lübnan’ı beyrut başlığında anlatmışsın” eleştirilerine karşı önlem olarak düşünün bu notu…

    umarım işinize yarar…

    yolculuk öncesi uyarılar:

    bir kere her şeyden önce lübnan seyahati öncesindeki temel kural: sinirlerinizi aldırın

    lübnan dünyanın en keyifli ülkelerinden biri olmasına rağmen çoğu zaman sizi deliye döndürecek şeylerle de karşılaşabilirsiniz… o yüzden tatile çıktığınızı ve gereksiz yere moral bozmamanız gerektiğini hatırlayarak seyahat edin…

    biletinizi aldınız, uçağa biniyorsunuz. o sırada görevli pasaportunuza bakıyor ve uçağa binemeyeceğinizi söylüyor ve sizi uçağa almıyor… böyle bir durumla karşılaşmak çok da ihtimal dışı değil, çünkü boykot yasası gereği, pasaportlarında israil’e giriş çıkış damgası bulunan kişiler lübnan’a alınmıyor ve geri gönderiliyor, üstüne de 5 yıla kadar giriş yasağı konabiliyor… (tabi burası ortadoğu her zaman bir arka kapı vardır…)

    yine de bu sıkıntıya düşmemek için, eğer israil’e giriş-çıkış yapmışsanız pasaportunuzu yenilemenizi öneririm… eğer israil’e gidiyorsanız ve aklınızda daha sonradan lübnan ve suriye’ye gitme gibi bir niyetiniz varsa, israil sınırındaki damgayı pasaportunuza değil bir kağıt parçasına vurdurma isteğinizi dile getirdiğinizde de yardımcı oluyorlar, böylece yeni pasaport işleriyle uğraşmıyorsunuz…

    yine hatırlatmakta yarar var… aynı durum israil’e giriş çıkış yapmış tüm araçlar için de geçerli… o yüzden bindiğiniz gemiye, arabaya da dikkat edin…

    ulaşım:

    ulaşım konusunda, lübnan’ın ülkemize yakınlığı da düşünüldüğünde birden fazla alternatifimiz var. tabi ki en hızlısı havayolu… 1 saat 45 dakika…

    yaz aylarında günde thy 3, middle east airlines (mea) 2 (düzeltme için underload'a teşekkür) ve pegasus bir olmak üzere toplam 6, kış aylarında ise thy 2, mea 2 ve pegasus 1 olmak üzere 5 uçuş var. biri illa ki programınıza uyar…

    thy dünya çapında olmasına rağmen ne yazık ki, özellikle türkiye’nin doğusuna olan kısa mesafeli uçuşlarda eski uçaklarını kullanıyor. ama nihayetinde kısa süreli uçuştur fazla sorun etmemek gerek…

    mea ise lübnan’ın ulusal havayolu ve gayet iyi uçaklarla uçuyor türkiye’ye ve servisi de iyi… gönül rahatlığıyla tercih edilebilir… fiyatları da thy’den 40-50 dolar daha ucuz oluyor çoğu zaman…

    pegasus ise bildiğiniz gibi… low-cost airline… ben bunu tavsiye ederim… kısa süreli yolculuk olduğu için ve fiyatları özellikle kış aylarında baya cazip olduğu için (gidiş-dönüş 180$ civarı) tercih sebebi…

    ancak tüm uçuşlarda göz önünde bulundurmanız gereken husus, uçakların ne yazık ki fazla kurallara riayet etmeyen ve sessiz seyahat etmenin çok nadir olduğu lübnan vatandaşlarıyla dolu olacağı… burada ilk kurala geri dönüyoruz… sinirlerinizi aldırın

    karayolunda ise özellikle hatay ve adana civarındaki arkadaşlar güney seyahat otobüslerini kullanabilirler… sanıyorum 35-40 dolar gibi bir ücrete seyahat edebiliyorlar…

    kendi araçlarıyla seyahat edeceklere önemli uyarı: suriye ve lübnan’a dizel araç girmesine izin verilmiyor…o yüzden benzinli bir arabayla yola çıkın…

    denizyolunda ise, mersin’den trablus’a arabalı vapur seferleri düzenleniyor. yaz aylarında hafta 1 veya iki kez karşılıklı olarak gerçekleşiyor ancak fiyatları pek de ucuz değil…

    lübnan içi ulaşım:

    lübnan’a indiniz, uçakta dağıtılan giriş formlarınızı doldurarak pasaport kontrolünde verdiniz, bavullarınızı aldınız ve belki duty free’den alış-veriş yaptıktan sonra havaalanından çıkış yaptınız…

    not: lübnan duty-free’si sigara, parfüm, kozmetik ve alkol bakımından dünyanın en ucuzlarından biri, iyi değerlendirin…

    otelinize gitmek için iki alternatif var… taksi veya kiralık araç

    lübnan’da toplu taşım aracı bulunmamakta ve olan az sayıdaki minibüslere de durumu iyi olmayan filistinliler ve filipinler, sri lanka gibi ülkelerden gelen işçiler binmekte…

    size en büyük tavsiyem, eğer kaotik lübnan trafiğinde araba kullanabileceğinize inanıyorsanız araba kiralayın… zira, taksimetresi olmayan taksiler, havaalanından başlamak üzere tüm seyahatiniz boyunca sizleri kazıklamaya çalışacaktır…

    normal bir sezonda ufak sınıftaki bir arabayı 25 ila 40 dolar arası bir fiyattan kiralayabilirsiniz… emin olun bu fiyat taksi ücretlerinin yanında hiçbir şey… kafanız rahat olur…

    yok ben araba kullanamam trafikle de uğraşamam derseniz havaalanındaki taksiler 5km uzaklığındaki şehir merkezine sizi 30-40 dolara götürmeye çalışır ki aslında ederi 10-15 dolardır… buna göre durumunuzu gözden geçirin…

    oteller:

    bir turizm ülkesi olması beklenen lübnan’ın en zayıf olduğu alanlardan biri de konaklama… ya aşırı pahalı 5 yıldızlı ya da insanın yatamayacağı 1-2 yıldızlı otelleri var… makul fiyatlı 3-4 yıldızlı otellerin sayısı cok az ya da servisleri çok kötü…

    ben kendi sıralamama göre şunları tavsiye edebilirim:

    şehir merkezi:

    phoenicia intercontinental: lübnan’ın mövenpick’le birlikte en iyi oteli… mövenpick’ten bir adım öne çıkan özelliği konumu… diğerine göre biraz daha merkezi… servisi çok iyi… deniz manzaralı…

    le gray: şehrin tam merkezinde butik otelle büyük otel arası bir büyüklükte… burada kalmanız halinde araca ihtiyacınız olmayacak… şehir dışı haricinde her şey yürüme mesafesinde…

    four seasons: türkiye’deki four seasons’lardan gerek servis gerekse odalar bakımından geride… güzel bir fiyat teklifi yoksa diğer ikisi değerlendirilebilir…

    monroe: 4 yıldızlı bir otel… fiyatları diğerlerine göre çok daha makul… phoenicia intercontinental’in tam karşısında deniz manzaralı… odalar biraz küçük ve kahvaltısı zayıf…

    radisson: bu da intercontinental ve monroe’nun olduğu bölümde… fiyat farkı yoksa chain oteller her zaman daha güvenilirdir… ama manzarası yok gibi…

    habtoor ve metropolitan: 5 yıldızlı ancak şehirden uzakta iki ayrı otel… başka otellerde yer yoksa tercih edin… ama ucuz değil…

    hamra ve rouche bölgesi:

    mövenpick: denize sıfır… ancak beyrut içinde denize girmek kirlilik nedeniyle imkansız o yüzden bunu artı değer olarak düşünmenin anlamı yok… havuzu ve odaları gayet iyi…

    crowne: bildiğimiz crowne plaza… hamra’nın tam üstünde… memnun kalırsınız

    33 rooms: hamrada yeni açıldı… enteresan bir dekorasyonu var… hamra’ya yürüme mesafesinde… fiyatları da makul…

    commodore: yeni dekore edildi… lübnan tarihinde önemli yer tutan tarihi bir otel… ama eski şaşalı günlerinden çok uzakta maalesef…

    bunların haricinde golden tulyp, ambassador gibi birkaç hamra oteli daha var…

    gezilecek görülecek yerler:

    şehir merkezi

    downtown: beyrut denince resimlerde yer alan noktalar… hepsi birbirine çok yakın… şimdi solidere diye adlandırılan ancak downtown olarak da bilinen bu bölgede yürüyerek, maksimum 1-2 saatte ana fikre sahip olabilirsiniz…

    saat kulesi, parlamento önünden başlayarak, hariri camii, hariri'nin mezarı, le gray otelin önünden kıvrılarak aşağı doğru ilerlediğinizde lüks dükkanların olduğu sokaklar ve restore edilen beyrut çarşısı souk de beyrouth’u gezebilirsiniz…

    hamra: iç savaşta dahi kentin merkezi olmuş bir yer… yeniden toparlanma sürecinde olan alışveriş caddesi… yeni cafélerle birlikte daha bir canlı… iki paralel sokağında aub üniversitesinin yer aldığı bliss street’e de cıkılabilir…üniversitelilerin gittiği ufak publar da burada… en meşhur noktası ise tabi ki de prague

    gemayzee: yeni barlar sokağı…ufak ufak bar-pub-restoranların olduğu sokak… özellikle yazın ve haftasonları cıvıl cıvıl olur… myu, alcazar ve torino express güzel noktalardır.

    monot: eski gemayzee desek yerinde olur… gemayzee'den önceki barlar sokağı… bir akşam bu taraftaki mekanlar da denenebilir…

    rouché (pigeon rocks): lübnan’ın simgelerinden olan kayalar… önünde bir-iki foto cektirilip bay rock’ta bir şeyler içilebilir…

    corniche (kordon): beyrutta özellikle rouche’ye kadar uzanan kordon boyu… yürüyüş yapmak için ideal… arada, çok sayıda olmasa da birkaç tane bulunan cafélerde soluklanabilirsiniz… casablanca’da kahvaltı yapabilirsiniz…

    şehir dışı

    byblos (jbail): lübnan’ın en güzel şehri… sahil kenarında… balıkçı limanında bir balık veya çarşısının içinde güzel bir yemek yenir… carsısında, satın alınacak pek bir şey olmasa da dolanılabilir… meşhur chez pepe burada ama biraz kazık o yüzden yan taraftaki restoranlar aynı manzaraya daha ucuz fiyat veriyor...

    en büyük plajlardan biri de bu bölgede…

    trablus: abdülhamit’in inşa ettiği şehir… sünni ağırlıklı şehir daha bir muhafazakar… içkili yerler yok gibi… ancak eski şehirdeki tarihi eserler ziyaret edilebilir… ama günü birlik ziyaretten daha fazlası zaman harcamak olur… fazla vaktiniz yoksa denemeyin…

    sayda: trablusun biraz daha küçük ölçeklisi olmakla birlikte eski sayda’daki dar sokaklı çarşı ve denizin üstündeki kale ilginç… yine günübirlik ziyaret edilebilir… sabun müzesinden sabun temin edilebilir…

    mleeta (hizbullah müzesi): dağın tepesindeki bir noktaya kurulmuş bu müze bence avrupa’daki pek çok açık hava müzesiyle rahatlıkla yarışabilir… israil’le gerçekleşen savaşlarda patlatılan tankların da sergilendiği müze esasında, hizbullahın ilk karargahlarından birinin olduğu yere kurulduğundan, eski savaşçıların yaşadığı yerleri, dehlizleri, izleme noktalarını görme şansınız oluyor… mutlaka gidin vaktiniz olursa…

    baalbeck: roma kalıntıları ama ne kalıntılar… büyük sütunlar, tapınaklar… jüpiter tapınağının içnde ise kayzer ve osmanlı sultanının dev tuğrasını görebilirsiniz…

    batroun: yazlık sayfiye yeri… byblosun biraz daha küçük ölçeklisi…

    zahle: bekaa’daki cennet yerlerden biri… baharda nehir kıyısında uzanan restoranlarında yemek yiyip arak içmek keyifli oluyor…

    yeme-içme:

    gece hayatına ve gece kulüplerine ayrı bir başlık açacağım için burada yalnızca restoranları değerlendireceğim.. çılgın gece hayatı için aşağıdaki başlıkları kontrol edebilirsiniz…

    önemli not: lübnan’da coğu restorana rezervasyonsuz gitmeniz halinde yer bulamazsınız o yüzden yer ayırtmanızı şiddetle tavsiye ederim…

    ancak, lübnanlılar yemeklerini genelde saat 10 – 10:30 gibi yediklerinden, bizim için makul saatlerde giderseniz yer bulma ihtimaliniz daha cok artar…

    lübnan mutfağı:

    bizim yemeklerimize cok benzeyen bir kültür… meze-kebap ve arak (lübnan rakısı)… ancak tek sıkıntısı biraz daha kısıtlı olması… bizdeki zenginlik pek tabi ki yok ancak yapılan mezelerin hepsi çok lezzetli… humus, fattouch (fettuş), tabule denenmeli… benim kişisel favorim şankliş de iyi yapılan bir yerde yenmeli… iyi olan restoranlarını (kendi favori sıralamam uyarınca) alt alta yazıyorum fazla bir yorum yapmadan, hepsi üç aşağı beş yukarı aynı zaten…

    abdel wahab: dünyanın birkaç yerinde şube açmış durumda… yaz aylarında terası, kışın ise camlı kaplı balkonu keyifli oluyor… ne denerseniz lezzetli…

    karam: downtownda… yemekler çok iyi… tek sorunu manzarası olmayan bir yer… ancak lokasyonu güzel…

    mhanna: birkaç şehirde şubesi var… zahle’de nehir kıyısındaki restoranı en keyiflisi…

    falamanki : lübnan'da bahçe içinde bulabileceğiniz yegane yerlerden biri... 24 saat açık... ister sabah kahvaltıda manouche yemeye ister akşam nargile eşliğinde tavla oynamaya, isterseniz uzun bir gecenin ardından atıştırmaya gidebilirsiniz... yemekler diğerleri kadar iyi olmasa da mekan olarak çok güzel...

    italyan:

    margarita: gemayzee’deki restoranın vitrininde yaz aylarında taze domatesler dururken, kış aylarında ise domates konserveleri koymalarından tanıyabilirsiniz… sehirdeki en iyi pizza da burada…

    napoletana: zincir restoran… alışveriş merkezlerinin çoğunda var… pizzaları iyidir…

    la posta: şehir içindeki bir yalıda kurulu biraz pahalı italyan restoranının menüsü süper… yazın evin bahçesi çok keyifli

    duo : downtown ve abc achrafiyeh alışveriş merkezinin içinde şubeleri var... pizzası gerçekten çok lezzetli, makarnalar da öyle... (hatırlatma için latteprincess'a teşekkür)

    spanish/cuban

    pacifico: monot caddesinde, tavanında pervaneler dönen, genelde lübnanlıların takıldığı hoş mekan… yüksek masalarının ve barın olduğu bölüm tercih edilmeli… en iyi mojitolardan biri burada…

    la beodeguita del medio: küba’daki restoranın şubesi… canlı küba müziği ve en güzel mojito…

    el paladar: orijinali açılmadan önce havana’daki la bodeguita’nın esintileri vardı… hemen kapı komşusu olunca yeni bir biçime büründü… perşembe akşamları dans gösterileri izlenebilir… sangria’sı yıkılır…

    steakhouse:

    la parilla: eğer yeterli bütçeniz varsa burada lomo’yu bir deneyin… tok adamı acıktırır

    american diner:

    bu işi bu ülkede çok iyi beceriyorlar… burgerlar, steakler gayet iyi… amerika’daki tadı alabiliyorsunuz…

    roadster: cuban burger ve nachos’u deneybilirsiniz gayet iyi..

    chili’s: bildiğiniz chili’s

    bob’s: tatlı menüsü ve shakeler çok başarılı

    pub/bistro:

    myu: gemayzee’deki bu mekan tam bir new york barı… iki büyük varilin içindeymişsiniz hissi veren ilginç dekorasyonundan hemen tanırsınız… mekanın yarısı oturmalı yemek için ayrılmısken, diğer yarısı bar önü muıhabbetine ayrılmış. bardan her türlü yiyeceği yine de sipariş edebilirsiniz…. dikkat edilmesi gereken nokta ise, akşamın ilerleyen saatlerinde herkes dip dibe bir hale geldiğinden biraz erken gidip bir sandalye kapabilmek..

    alcazar: gemayzee’deki en tarz yerlerden biri… bar tender’ı çok şekilli bir hatun ve iyi içki hazırlıyor… yaz aylarında terası da açık… müziklerini de güzel seçiyor…

    de prague: hamra’nın en meşhur mekanı… akşam saatlerine kadar beleş internet mevcut… kahvaltıları da gayet lezzetli… akşam saatlerinde ise mekan karakter değiştiriyor ve boheme bir mekan oluyor… rahat koltuklarında yayılabilir ya da ortadaki büyük masanın kenarına ilişerek tanımadığınız insanlarla bira tokusturabilirsiniz…

    ferdinand: hamra’daki diğer güzel bir mekan… de prague’ın daha modern yorumlanmış hali…

    fly: downtown’daki virgin megastore’un en üst katındaki, güzel manzaralı çatı katı mekanı… uçtaki barına yerleşip şehir manzaralı şarap yudumlamak rahatlatır insanı…

    360: le gray otelin çatı katı… kapalı mekan ancak şehre her noktadan hakim…

    gece hayatı/ gece kulüpleri:

    gelelim asıl noktaya… istanbul büyük ve alternatifi cok ama buradaki insanların eğlence anlayışı başka bir boyutta ve gerçekten çok ama çok eğleniyorlar… kızları ise dünya güzeli… of nereden başlasak bilemedim…

    öncelikle genel konular:

    kalabalık bir grupsanız mutlaka rezervasyon yaptırın… ne yazık ki lübnan’da çoğu zaman yer yok bahanesi uydurulur ancak iyi bir concierge hizmeti veren otellerin yardımıyla buna çözüm bulabilirsiniz… ama rezervasyon yaptırmanız da yerinizin garanti olduğu anlamına gelmez… hatrı olan birisi sizin masanızı almış olabilir… o zaman neymiş; birinci madde, sinirlerinizi aldırın çok önemliymiş…

    diğer bir yöntemde 9:30-10:00 gibi erken bir saatte gidip bara yerleşmek… asıl hareket başlayana kadar biraz içki yudumlarsınız ama yeriniz olur en azından…

    ayrıca, yanınızda kız veya kızların olması ya da sadece kızlardan oluşan bir grup olmanız mekana kabul edileceğiniz anlamına gelmez… kızların çoğunlukta olduğu bir toplumdan bahsediyoruz o yüzden bu durumun konumuzla hiçbir alakası yok… ben tabir-i caizse 4 tane manken gibi hatunun geri çevrildiğini gözlerimle gördüm…

    girişler paralı değil ancak çoğu mekanda minimum ücret alınıyor gece sonunda…

    lübnanlı erkekler çok flört eden tipler olmakla birlikte iş hiçbir zaman askıntılık derecesine varmıyor… kız kıza eğlenen pek çok masa görebilirsiniz… kızları ise güzeller ve sıcak kanlılar ama bir avrupa tandansı da beklemeyin…

    kışlık mekanlar:

    music hall: eski bir sinema salonundan döndürülmüş olan mekanda, her gün en az 13-15 farklı grup sahne alıyor… 2-3 şarkı söyleyip sahneden inen grubun yerine yenisi geliyor ve gecenin sonunda ise arap şarkıları mekanı yıkıyor…

    element: soft-rock, popüler rock dinleyebileceğiniz az sayıdaki mekandan biri… dev ekranda konser görüntüleri veriliyor… kitlesi kalitelidir…

    al mandaloun: music hall’den yola cıkarak hazırlanmış mekan ve konsept aynı… music hall’e gittiyseniz bir kez de burayı deneyebilirsiniz…

    bo18: yaz kış acık olan mekanı bula bilirseniz eğlenirsiniz… bir otoparkın altında yer alan mekanın tavanı açılır kapanır özellikli… genelde after party mekanı olduğundan hareket gece 2-3 gibi başlayıp sabah 7’ye kadar devam ediyor… perşembe günleri ise gece 11-3 arası 80’ler 90’lar gecesi yapılıyor ki bence en iyi gün çünkü diğer günler house ve underground çalıyor… ben hiç sevmem…

    buddha: dünyadaki buddha barların devamı ve en dejenere olanı :) normalde lounge olarak bilinen buddha konseptini baya bir bozmuş ve eğlencenin, “eller havaya”nın dibine vurmuş bir yer… alt katı yine restoran ancak üst katı bar… ve gece 1’den sonra çok eğlenceli oluyor…

    palais: aşağıda anlatacağım pier 7 yönetiminin diğer bir kulübü… konsept olarak pier 7’nın aynısı… ancak kışlık mekan olarak tavsiye etmem… diğer opsiyonlar şahsi kanaatimce daha iyi..

    yazlık mekanlar:

    skybar: lübnan’ın en iyi mekanı… reina’nın küçüğü diyebiliriz… masa ayırtmak neredeyse imkansız o yüzden erken gitmeyi deneyin… genelde masalar sezonluk kapatılıyor veya rezervasyon yapsanız bile tanıdık birisi sizden alabiliyor… katılım ve gelenlerin oranı çok iyi… son dönemde yaptığı ünle birlikte aşırı kalabalık olmaya başladı fakat hala başarılı

    white: eskiden şehir içinde çatı katındaydı, şimdi şehrin dışında daha geniş bir yere taşındı… skybar’ın en büyük rakibiydi ancak yeni açılan mekanlardan sonra eski konumu sallanıyor… yine de beyazlara bürünmüş mekan denenmesi gerekn bir yer…

    pier 7: bu sene açılan ve beklenenden çok daha büyük başarıya ulaşan mekan… denizin dibinde enteresan dekora sahip yer… bir çember halinde ve basamaklı sistemle şekillendirilen mekanda sahneyi görememek gibi bir sorun olmadığı gibi, tüm mekana da hakim olarak her masayı herkesi görebiliyorsunuz… gece birkaç tane şov da düzenleniyor sahnede… yerleşim o kadar iyi ayarlanmış ki her masa loca gibi… herkesin kendine ait bir yeri var ve skybar’daki o tıkış tepişlik yok…

    iris: eski white’ın yerinde açılan mekan… ben denemedim ancak deneyenler başarılı bulduklarını söylediler…

    plajlar:

    lübnan’a geldiniz ve illa ki denize girmek istersiniz değil mi… ne yazik ki birkaç nokta dışında güzel deniz bulmak çok zor… zaten beyrutun içinden denize girilemiyor… ama üzülmeyin çok güzel plajların olduğu bir ülke burası… gece başladığınız parti ortamına buralarda da devam edebilirsiniz…

    eddé sands: lübnan’ın en büyük plajı… ayrıca nadir olarak görebileceğiniz kum plaja sahip… pazar günleri özel partileri oluyor… 1i vip olmak üzere 4 havuzu var… tek sorunu çok fazla çocuk gürültüsü olabiliyor…

    orchid: güneyde… +18 kuralı var çocuk yok kafa rahat… havuzu ufak… ama bembeyaz dekore edilmiş mekanda, rahat kitap okuyabilir ve relaxationa verebilirsiniz kendinizi…

    oceana: yine bir +18… partileri meşhur… havuzun içinde gün boyu barda takılabilirsiniz…

    utopia: oceana’nın tam yanı, konsept aynı…

    riviera: beyrut’un içindeki tek beach club ve hemen hemen her gün eglenceli ve kalabalık… tek sorunu havuzunun deniz suyu olması… bir gün mutlaka denenmeli… +18 yine… içindeki restoranları da fena değil…

    lazy b: kum plajı olan bir mekan yine ama ne yazık ki çocuklara da açık… ailelere daha çok hitap ediyor…

    daha yazacak o kadar çok şey var ki… ama bende takat kalmadı artı ara ara editlemek gerekir bu entry’i… haa bu arada lübnan bir puro (bkz: #18688381) ülkesi … bol bol tüttürün…
  • görmek isteyip, büyük beklentiyle gidip şaşırdığım yerlerden oldu. çünkü herkes romantik romantik anlatıyordu. valla hiç romantizm kasmaya gerek yok. iki satır yazmadan da geçemeyeceğim, lübnan bitmiş bir ülke. şu an 1 doların 89.000 lübnan lirası olduğu, patlamadan sonra yokuş aşağı giden, akşamları sürekli elektrik kesintisinin yaşandığı, kendi parası yerine dolar almayı tercih eden market/esnaf vs. nin olduğu, yanınızdan acayip lüks arabalar geçerken birkaç kuruş için boynuma çiçekten yapılmış kolyeler asmaya çalışan çıplak ayaklı dilenci çocukların olduğu bir şehre romantizm kasamam. gelir adaletsizliği var çokça. şehirde aylarca kalmayacağım, tam tespitini yapamıyorumdur elbette ama insanlar günü atlatmanın derdinde. devrimci bir ruh gözükmüyor. parası olan vur patlasın çal oynasın şeklinde günü geçiriyor, fakirler de bugün karnımızı doyuralım yarına allah kerim diyor gibi. insanlar çok sakin geldi bana, tatlılar, genelde sessiz konuşuyorlar. mesela trafik ışıkları çalışmadığı halde herkes birbirine yol veriyor, ki acayip bir trafik var. karşıdan karşıya geçmek için beklerseniz arabalar hep duruyor, bizdeki gibi ezilme tehlikeniz yok yani. balkonlarda pis pis perdeler asılı, daha çok kum yağmuru gibi şeylerden korunmak için kullanıyorlarmış. tabi yeni yapılan evlerde balkonlara cam yapıyorlarmış. ev demişken mülk edinmek çok zor, ev fiyatları uçmuş. parası olan ufak bir kesim hayatını yaşıyor anlayacağınız. pek tanıdık değil mi?

    hristiyan ve müslüman nüfusu yarı yarıya gibi bir şey. suriyeliler burda da var. filistinlilerden ve israilden pek hazetmiyorlar doğal olarak. türklere tutumları kibar. bildiğim kadarıyla 18 farklı mezhep var ülkede, zaten ülkenin birbirine düşürülmesi için de bu mozaik kullanılıyor. bu mozaik içinde dürziler de var ki, benim en ilgimi çeken grup oldu. şehirden uzakta yaşıyorlar, kendi cemaatleri var. giyim tarzları farklı, simsiyah, erkekler kafalarında takkeye benzer şeylerle dolaşıyorlar. kesinlikle görülmesi gerekenlerden.

    bu şehre gelmişken lübnanda beydettin sarayı, dayrul kamar, zahle şehri, jeita mağarası, harissa tapınağı ve tabiki unesco tarafından korumaya alınmış baalbek'i görmeden sakın gitmeyin. zaten küçücük ülke. bunların arasında osmanlı mirası beydettin sarayını gezerken sedir ağacının ne muhteşem bir şey olduğunu göreceksiniz. ülkenin bayrağında da sembol olan sedir ağacı, tarihlerinde önemli yer tutan fenikelilerde deniz taşımacılığında kullanılan çok dayanıklı bir ağaç. sarayın duvar ve tavanlarındaki sedirden desenler muazzam bir şey.

    almaza ve beyrut birası var, bence almaza bir tık daha güzel. ksara şarabı yine denenmesi gerekenlerden. tabi şarabın saklandığı mahzenlerin zamanında zindan olarak kullanıldığını düşününce, bir dönemin işkencesi şimdinin eğlencesi olmuş oluyor ama neyse. yemeklere gelirsek, bence eh işte. bu hususta gizli milliyetçi damarım şahlanıyor. ha aç kalmazsınız, damak tadı bize yakın. ama şu hallab denen yerde meşhur dedikleri künefe hayal kırıklığı. irmikle yapıyorlar ve katiyen hatay ile kıyaslanamaz. mezeleri de hatay'ın yanından geçemez, kusura bakmayın. türk kahvesini farklı bir usulle yapıyorlar, canım ülkemde kahve içmeyi özledim. ama falafel sahyoun'a gitmelisiniz, cidden çok güzel, falafeli lavaşın arasına sarışlarını izlemek ayrı güzel. iki tane yan yana falafel yapan kardeşler işletiyormuş. biri nohutlu, biri baklalı yapıyor.

    denizi ege ile kıyaslanamaz ama görmek için girebilirsiniz. marinası da klasik marina işte, etrafına lüks lüks binalar dikmişler. gece hayatı iyi, adamlar hedonizmi her boyutuyla yaşıyor neredeyse. biraz pahalı açıkçası, eğlenmek isteyenler kesinlikle bir beyrut gecesi tatmalı. çok tarzım bir konsept değildi mesela ama lübnan rakısı arak, dansöz, hareketli arap şarkıları ve mezeler eşliğinde sabaha kadar takılabilirsiniz.

    edit: bir yazar arkadaşımızın dediğine göre künefede kullanılan şey irmik değil, iyice kıyılmış kadayıfmış. onu da eklemiş olayım.

    edit2: yemek hususunda şunu demek isterim. eğer adana-hatay-antep taraflarında doğduysanız, size çok çok daha farklı bir lezzet sunmuyor. evet ben de farkındayım, ülkemizde yemek kalitesinde epey düşüş var. sadece kendi açımdan yemek konusunda beklentim öyle yükseltildi ki, şaşırdım. ya da bu hususta benim gibi çok fazla beklentiyle gitmemenizdir doğru olan. yoksa burada lezzetsiz yemekler olduğunu kimse söyleyemez.
  • lübnan'ın başkenti. şuan 2 milyon nüfusu var. lübnan'ın toplam nufüsü yaklaşık 6,5 milyon.
    tarihte toplam 7 kere yıkılıp yeniden kurulmuştur.

    milâttan önce ıı. binyılın ilk yarısında bağımsız fenike şehir devletlerinden biri olan beyrut, daha sonra bölgedeki byblos krallığı’na bağlı bir prenslik haline geliyor mö 15.yy civarında.

    büyük iskender zamanında bir liman şehri olarak gelişiyor mö 300ler. sonra augustos zamanında (m.ö. 27-14) roma imparatorluğu’nun hâkimiyetine giriyor. beyrut’u muhteşem binalar, tiyatrolar ve sağlam kulelerle donatarak yeniden inşa ve imar eden romalılar burayı bir askerî koloni haline getiriyorlar.

    sonra bölgenin idare, ticaret ve kültür merkezi olan şehir, septimius severus (193-211) tarafından kurulan hukuk mektebiyle de eğitim alanında ün kazanıyor ve roma hukukunun öğretildiği merkezlerden biri oluyor. bizans imparatorluğu’nun idaresine geçince bir yandan burada yeniden kurulan hukuk mektepleri sayesinde şöhret kazanırken öte yandan ipek ve cam endüstrisiyle ticarette gelişme gösteriyor.

    ms 635 yılında hz ömer şehri alıyor.
    ms 1110 yılında haçlı seferleri ile beyrut kudüs krallığı’nın eline geçiyor.
    1187’de şehri selâhaddîn-i eyyûbî geri aldıysa da ölünce on yıl sonra haçlılar burayı tekrar alıyor 1291 yılına kadar da ellerinde tutuyorlar.

    1516 yılında yavuz sultan selim mısır seferi ile burayı alıyor. evliya çelebi'nin bahsettiğine göre;
    beyrut’un sayda eyaletinde bir sancak ve 600 köy ile sekiz nahiye bulunuyor. limanın iki burnunda birer kalenin ve asıl beyrut kalesi’nin içinde de 2600 ev var. manastırdan camiye dönüştürülen ulucami veâsaf paşa camii’nden başka mîr münzir ve amrî camii’nin şehirdeki başlıca camiler var. evliya çelebi’nin varlıklarını bildirdiği on yedi medrese, sekiz sıbyan mektebi, dört hamam, yedi çeşme, 300 dükkân, kırk kahvehane ve sekiz ticaret hanı beyrut’un bu asırda sosyal bakımdan gelişmiş bir şehir olduğunu gösteriyor.

    1. dünya savaşında osmanlılar beyrut'tan çekiliyor ve fransızlar işgal ediyor. 1920'den 1943'e kadar fransızların egemenliği altında kalıyor. 1943 yılında lübnan bağımsızlığını kazanınca beyrut başkent oluyor.

    beyrut amerikan üniversitesi (1866),
    cizvitler tarafından kurulan fransız saint joseph üniversitesi (1875),
    lübnan üniversitesi (1951) çok eski üniversitelerdir.

    18.yy sonlarında 10.000 civarında olan nüfusu
    1860’ta 46.200
    1895’te 120.000
    1930’da 180.000
    1960’ta 531.000’e yükselmiştir.
    şehrin 1985’teki nüfusu 1.500.000
    2020 itibariyle 2 milyon civarı.

    beyrut, 1950-70 yılları arasında orta doğu'nun gözbebeği idi. bankalar, üniversiteler. turizm ve yüksek yatırımlar burasını müthiş ilgi gösterilen bir yer haline getirmişti. zengin arapların banka merkezi idi. ama 1970'lerden sonra başlayan toplumsal ve siyasal karışıklıklar ve bu yüzden patlayan lübnan iç savaşı (1975-1991) sonucu bu özelliğini kaybetmiştir.

    iç savaş beyrut'un çok ağır maddi hasarına ve can kaybına yol açtı. savaş 1991 yılında sona erdiğinde beyrut bir harabeye dönüşmüştü ve 150.000 lübnanlı can vermişti.

    iç savaştan önce hristiyan ve müslümanların sayısı nerdeyse eşitti ama zamanla hristiyanlar göç edince müslümanlar çoğunluk oldu. ülkede arapça, fransızca ve ingilizce neredeyse eşit derecede konuşuluyor.

    ortadoğunun en kozmopolit şehirlerinden birisidir. 18 ayrı dini grup var resmi olarak tanınan.

    şehrin merkezinde çok fazla bar ve clup mevcut. lokantalar alış veriş merkezleri sayısı da epey fazla. tüm ortadoğuda insanların en rahat takıldıkları şehir olarak bilinir beyrut.
  • beyrut, bir zamanlar ortadoğunun paris'i olarak anılan, tabiri caizse görmüş geçirmiş, acılar yaşamış ve sindirmiş, değişmiş ama aslını hep muhafaza etmiş bir başkent.
    lüks yaşamı, eğlenceli gece hayatı, enfes yemekleri, bir arap ülkesinden çok avrupa yaşam tarzını benimseyen olağanüstü şık insanlarıyla beyrut, 7 bin yıllık tarihinde belki bin kez yıkılıp, bin kez yeniden kurulmuş.
    kelimenin tam anlamıyla "güneş, beyrut'ta hep yeniden doğuyor."
    gördüğüm hiç bir şehre benzemiyor,
    akdeniz'in eşsiz mavisi ve feyruz'un kalbinize dokunan hüzünlü şarkıları var.
    bu şehir yaşadığı son patlamanın ardından tekrar ayağa kalkmış, yaralarını sarıyor.
    18 ayrı mezhepten insanın birarada yaşadığı, 230 bin kişinin hayatını kaybettiği, 2 milyon kişinin ülkesini terketmesine neden olan iç savaşın izlerini, şehrin tüm sokaklarında görmek mümkün.
    duvarlar ve binalar bu acıları resmeden grafitylerle dolu.
    kurşun yağmuruna tutulmuş binalar, savaşın tüm acılarını unutmamak için öylece duruyor.
    hemen yanıbaşlarında yükselen lüks residansların manzaları işte bu acı yüklü boş, harap binalar.
    şimdilerde ezan sesi ve klişe çanları birbirine karışıyor şehirde.
    avrupa'nın çoğu ülkesinde olmayan gösterişli gece hayatı, modern teknolojilerle donatılmış gece klüplerinde, kurşun yağmuruna tutulmuş binaların manzarasına karşı insanlar "son geceleriymiş gibi" eğleniyorlar.
    geçmiş ve gelecek iç içe,
    ve işte tam da bu durum, şehri büyülü kılıyor.
    dünyayı gördüm diyenler, beyrut'a ayak basmadıysa eksikler bu dünyadan.
  • önce 2000 şubatında, sonra bu yılın mayıs ayında gittiğim beyrut’u yazacaktım…
    kötü olduklarından değil, yaralı, karmaşık, değişken ve derin oldukları için hiçbir zaman tam kavranamayan insanlar, için için benzemekten çok korktuğumuz karanlık geçmişli bir aile ferdi, karşılıklı çok fazla hırpalanılmış eski sevgili gibi, beyrut’u ancak ona karşı biraz mesafe edindikten sonra değerlendirebilecektim. 15 yıllık savaşın nihayet temizlenmeye başlayan ama hiç geçmeyen tuhaf izlerini, şehirde bizdekinden çok daha fazla görülen osmanlı etkisini, daha önce görmediğim güzellikteki, aromalı bahçelerini, her yerde, haagen dazs’da bile nasıl uzun uzun nargile içildiğini, herkesin kendi grubuna hapis kaldığı dans pistsiz gece kulüplerini, mehter takımı benzeri kostümlü, davullu bir ekibin seremonisiyle başlayan ve aynı bizdeki gibi masa gezmeleri ve dans pistinde coşmayla devam eden düğünlerini, taksicisinden boştagezenine herkesin nasıl şakır şakır fransızca, ingilizce ve arapça konuşabildiğini, rakıdan daha lezzetli arak’ı, parmak ısırtan güllü, fıstıklı, bademli tatlıcıklarını, yegane toplu taşıma araçları, bizdeki dolmuşun muadili ‘servis’in önümde her duruşunda magandalar asılıyor sanıp kaldırımda zıplayışımı, şehrin uzakta olduğum süre boyunca yeniden inşa edilen ve binalarının hepsi aynı anda yapılan her yer gibi legomsu ve tedirginlik verici merkezi solidaire’i, hıristiyan bölgesi, minik ve arabik fransa’sı ashrafiyah'ı, vale park hizmetli mcdonalds’ını, bizim eski erenköy yazlıklarını * andıran nostaljik kıyı kulüplerini, şehrin göbeğinde bizimki gibi ülkelerde neredeyse mecburi yozluğuyla beraber bağra basılan lübnan’ın özal’i rafik hariri'nin gözyaşı dökmeden terk etmesi imkansız çadır mezarını, dünyanın büyük metropollerindeki ihtişamlı hayatlarını bırakıp buraya dönmüş, harika hikayelerle dolu ramsay’i, ana’yı, ahmad’ı anlatacaktım.

    sonra hepsi bombalandılar.

    hala hiçbirini arayamadım, yaşadıklarını, imkanı olanların dağlara kaçtığını, bunu yapacak durumda olmayanların her an tepelerine düşen bombaların altında nefes aldıklarını öğrenip nefessiz kaldım. bugün sakin ve gizemli ramsay’den dünyanın her tarafında ofisleri bulunan şirketimizin temsilcilerine bir mektup geldi. “şehrimizi, çalıştığımız binayı vurdular. bu harika şehirde büyütmeye çalıştığımız ne varsa öldüren bir kuşatma altındayız. beyrut sokaklarında durum cnn’de, fox tv'de size gösterdikleri gibi değil. ” değil diye bağırıyordu. onların ofisi ve bir gün güzelce anlatabilmek için kafamda dolandırıp durduğum yerlerden çoğu (hıristiyan bölgesi haricindekiler) artık yoktu. ne terörist, ne asker, sadece kaçmaya gücü yetmemiş fakir halkın bulunduğu semtler hiç durmadan bombalanıyordu. üstelik hayatlarının büyük bölümü savaş yüzünden heba olmuş ya da yabancı ülkelerde geçmiş beyrutlular, ıraklılar ya da afganlar gibi savaşa hazır ya da razı değildiler, sadece ne hizbullah’a, ne de israil’e karşı durabilecek ekonomik, askeri ve devlet gücünden yoksundular. çok uzun, anlamsız, yaralayıcı bir savaştan sonra yeni iyileşiyorlar, hayatı yeniden sevmeye, güvenmeye henüz başlıyorlardı.

    ben bugün bunu gördüm: ömrümde bir daha mayıs’taki haliyle göremeyeceğim o kavranılmaz, unutulmaz şehir ve insanları öldürülüyor. eğer istanbul’a türkbükü’nden daha uzak olmayan bu şehirde ne olup bittiğiyle ilgilenirseniz, 3 ay önce varını yoğunu koyarak kurduğu işi artık olmayan ramsay, daily telegraph'e ve kendi sitesine yazıyor, okuyun ve sesinizi çıkarın, çünkü onlar çıkaramıyorlar.

    www.telegraph.co.uk
    www.beirutlive.blogspot.com
  • yurtdışında çalışmak için iş başvuruları yapıyordum. portföyümde körfez bölgesi de vardı. bir ara arabistan'daki bir iş için görüşmeler son aşamaya gelmişti. bir arkadaşım dedi ki:
    - yahu, bana sorsalar bu adam nereye gitmez diye. düşünmeden arabistan derim. ne diye devam ettiriyorsun bu görüşmeleri?
    - riyad'da kırkbin amerikalı yaşıyormuş. amerikalıların olduğu yerde amerika vardır. amerika'nın olduğu yerde kural mural kalmaz. şeriat, çoktan hikaye olmuştur.

    o aralar lübnan'da işler çıkıyordu ve beyrut'taki işlere de başvurduğum oluyordu. hiç görüşme yapamadan, bu kanlı savaş patlak verdi. savaş üç ay sonra başlasa; ya da ben üç ay önce beyrut'u profilime katsam şimdi oralarda bir yerde olurdum belki de... belki orada iş bulamazdım; ama bulma ihtimalim vardı. ve savaşın ortasında kalabilirdim.

    sevinemedim, savaştan kurtulmuş olabileceğime. savaştan kurtulamamış onca insan vardı orada. benden bir farkları yoktu onların. onları da anneler doğurdu. onlar da okullara gittiler. onların da karnı acıkıyor. onların da canı sıkılıyor. onlar da kafalarını yukarı kaldırdıklarında benim gördüğüm gökyüzünü görüyorlar. onların da hayalleri var; aşkları, nefretleri var.

    şimdi bir arkadaşım gazeteci olarak orada. başka arkadaşlarım hükümet kararına bakıyorlar, barış gücü dahilinde oraya gitmek için.

    savaştan kurtulduğuma sevinmem gerekirdi belki de.
    sevinemedim...
    bir kişi kurtulunca insanlık kurtulmuyor!

    amerika'nın girdiği her yer bok çukuruna dönüyor. amerika ve temsil ettikleri var olduğu sürece insanlığın kurtulacağı yok...

    lübnan'da iş bulamadığıma sevinemedim. üzüldüm, üzülüyorum.

    bulsaydım, pınar altuğ'un aşklarına, ali kırca'nın görüntülerine, marco'nun mehmet'e dönüşmesine şahit olmak zorunda kalmazdım.

    lübnan'da iş bulamadığıma üzüldüm. bulabilmiş olsaydım, insanlığımdan utanmak durumunda kalmazdım.

    insanlığın sınırları çizilememiş, insanlara sınırlar çiziliyor...

    israil vahşetin sınırlarını zorluyor. amerika adiliğin sınırlarını zorluyor. arap ülkeleri umursamazlığın sınırlarını zorluyor. biz sınır sorununu aştık. sınırsız sorumsuz bir dış politikamız var.

    amerika'dan, kendi sınırlarımızı korumak için alamadığımız icazeti israil-lübnan sınırını korumak için aldık. kendi sınırlarımızı bırakıp oraya koşacağız.

    ortadoğu'da coğrafi sınırlar, sınırlarını bilemeyenler tarafından yeniden çiziliyor.

    tabakhaneye bok yetiştirmekle meşgulüz. koptura koptura sınır korumaya gidiyoruz.
    sanki orada bir sınır kalmış gibi...

    savaştan kurtulduğuma sevinemedim, üzüldüm.
    canımı kurtardım savaştan, insanlığımı kurtaramadım.

    şimdi, eski ilan demeden, uygun iş demeden beyrut'ta gördüğüm her işe başvuruyorum.
    sanki orada yapacak bir iş kalmış gibi...
  • belki de bir türk için en yakın, en güzel, en gidilesi cennet,

    izmir, barselona, istanbul, paris, lonra, venedik, kahire hepsini bir kaba koy, karıştır, karışımın kremasını al dibini bırak işte karşında beyrut. (sakın ankara karıştırma tadını ekşitir)

    yürüyerek, kaybolarak gezmek lazım bu şehri, şehirde kayboldukça şehrin hazinelerini bulmak mümkün zira.

    kaybolunca, küçük bir ermeni kilisesi çıkacak karşına. aralık ana kapısından içeri gireceksin. bildik kelimeler gelecek kulağına başını çevireceksin, tek göz bir odada yaprak dökümü izleyen bir aile göreceksin. (evet dizideki o yaşlı adam yine kalp krizi geçiriyor olacak o esnada) kilisenin bakıcısı aile, buyur edecekler seni o tek göz odaya. çay ikram edecekler, türkçe söyleşeceksin. hikayesini anlatacak sana, atalarının, önce kars'tan şam'a sonra şam'dan beyrut'a sürüldüklerini anlatacak türkçeye özlemle. beyrut'da da savaşta çilelerinin bitmediğinden dert yanacak. büyük dedeler büyük günah işlemişler ki biz bu acıları çektik kaç kuşaktır diyerek gülümseyecek sana. evin dünyalar güzeli mahcup kızına kaçamak bakışlar atacaksın o esnada. babası görecek, menekşedir benim kızım diyerek övünecek. sana kiliseyi gezdirecek, yarısı yıkılmış kilisenin 400 yıllık olduğuna inanamayacaksın. bambaşka bir dünyadasın çünkü artık. kendi tabiriyle "okunmuş yufka" verecek kiliseden, sen müslümansın yemeden bismillah çek o da kabul olur diyecek. en son uğurlarken seni kapıda "allahınla ol" diyerek seni, senin inandığına emanet edecek.

    unutmayacaksın, bir ömür boyu o tıknaz, içten, tertemiz adamı. o adam unutturmayacak sana beyrut'un ne kadar büyük bir parçan olduğunu.
  • beyrut görülmesi gereken bir şehir.
    sırayla burayla ilgili görüşlerimi belirtmem gerekirse:

    1- istanbuldan 1,5 saatlik uçuş mesafesinde. illa thy tercih etmeniz gerekmez bence. özellikle hep geç kalkış ve inişlerini düşünürseniz uçaktaki ortalama yemek ve ısrarla sorana kadar verilmeyen alkol için değmez. pegasusta uçuyor. bakın ucuz olanla gidin.

    2- beyrut kanımca turla gezilmesi gerekmeyen şehirlerden. planlamanızı gelmeden biraz yapıp haritada işaretlerseniz yarısına yürür diğer yarısını da bir günlük taksi kiralayarak görebilirsiniz. taksi her yere 10 dolar. pazarlık yapın. biz 4 kişi 10'ar dolar vererek tüm bir gün şehrin her yerine gittik ve ingilizce bilen taksi şoförü tur rehberiymişcesine mekanları bölgeleri tanıttı. o hariç kimse hizbullah bölgesine sokmazdı bizi.

    3- konaklama her şehir gibi çeşitlilik gösteriyor. ama downtownda konaklama pahalı olacağı için hamra iyi bir alternatif. zaten şehrin çarşısı gibi bir yer. mağazalar dükkanlar var. hareketli güzel bir yer. burdan isterseniz her yere yürümek mümkün. gelmeden netten bakarsanız zaten beyrut'ta yürüyerek yapılan şehir turlarına da rastalayabilirsiniz. uyarmak gereken şey ise otel hakkında mutlaka ön bilgilendirme alın. lonelyplanetten bile baksanız olur. otelde saç kurutma makinası olmayışı ya da terlik odada karşılaşınca tatsız gelebilir. kurutma makinasını da görevlilere anlatamadık zaten. o kadar bilmiyorlar nasıl koysunlar odaya :)

    4- yemek- içmek. ben her şeyi yiyebilen bir insan evladı olarak çok iyi bir kriter oluşturmam ama genel olarak bizim yemeklerimizin baharatları farklı olanları gibi. ama yine de mezeler güzel ve sokakta satılan pis şeylere bayıldım. olsa her gün yerim. barbar denilen yer oranın mcdonalds'ı gibi bir yer. yol kenarında take away bile mevcut. downtown ve gemayze de ise oldukça şık hoş lüks düzgün mekanlar var. dilediğinize girseniz bile hayal kırıklığı olamaz. fiyatlar genelde tahmin edilebilir düzeyde. hiç çok para verdik demedik iyi yerlerde bile.

    ünlü le chef için ise bir iki detay belirtmekte yarar var. öncelikle şef denilen adam inanılmaz biri. fırıldak gibi dönüyor dükkanda ve müşteriyle çok ilgili. adım attığımız gibi türksünüz dedi ki daha konuşmamıştık kendi aramızda bile. ama dükkan bizim esnaf lokantası bildiğin. nasıl salaş nasıl salaş. ara not: bayılırım salaş yerleri daha rahat hissederim kendimi. ama bu herkesin kabulleneceği bir salaşlık değil. hele ki barlar sokağı gemayze'de böyle salaşlık farklılık yaratıyor. yemekleri ise bize hiç uzak değil. ne kadar çabalarsak çabalayalım çok değişik bir şey yiyemedik. ama kesinlikle kötü değil.

    beyrutta yemek içmekle ilgili beni en şaşırtan ve sevindiren şey arak oldu. allahım o ne güzel içkidir. lübnan rakısı. alkol oranı 55. şekerli gibi biraz. 2. dubleyle hafif sarsıyor. içmeyi bırakınca da yarım saat sonra kafası gidiyor açılıyorsun. içimi kolay ve güzel kafası temiz. alın için efendim.

    5- gezilecek yerlere gelirsek: sırayla şehirde hamra da yürüyüp kahve içilmeli downtown'da mağzalara girilmeli saat kulesi meydanında pazar günü oynayamaya gelen çocuklarla balon üflenmeli, harissaya çıkılıp rio de jenerionun isası gibi meryem ana heykeli altından şehir izlenmeli, byblos'a gidip chez pepe'de rakı balık özellikle kalamar yenmeli. foça'ya çok benzeyen byblos içindeki çarşı pazar çok güzel. liman tarafında sergiler var. güvercin kayalıkları manzara için güzel. deniz içinde iki kaya var ve birinin altından kayıkla geçilebilir.

    6- notlar : duty freesi istanbuldan çok daha ucuz. oraya inince alıp çantanıza koyun ki büyük bavul bagaja gitsin sıvı taşıma derdi olmasın. 18 euroluk baileys orda 12 dolardı.

    insaları bize benziyor. zengin çok zengin fakir çok fakir. ama bizden daha ılımlı ve sıcaklar gibi. belki de yabancıya bizden alışık olduklarından belki savaştan yorulduklarından. daima trafik var. ama sıkıntı yok. bizim şehirlerimizin bir toplamı gibi. ama hepsini barındırışı güzel.

    edit : bir yıl sonra iş için tekrar gittim buraya. byblos'a gidecekseniz aradaki şehir junieh'e uğrayın. güzel restoranlar ve mağazalar var. burada barlar sokağı denebilecek (alsancaktaki gazi kadnlara benzer) bir yer bulunmakta. üniversiteler de o tarafta zaten.

    hemen beyruttan 45 dakika uzaklıkta kayak merkezi faraya var. burada dağ restorantları pek çok kayak malzemesi satan dükkan bulunmakta. kaymak isteyenlere iyi bir alternatif olabilir.

    aslında beyrut çok küçük şehir. etrafındaki başka şehir olduğunu algılamadığımız şehirlerle çevrili. mesela sanayi bölgesinde bulunana hilton beyrutta değil (sin el fil'de) ve bence burada kalmayın. şehire uzak sayılır. taksiyle 20 dolarınızı alırlar. içindeki alışveriş merkezi afilli. city mall denilen alışveriş merkezi sessiz sakin. ucuz değil.

    hard rock cafe hafta içi bomboş. cuma cumartesi kalabalık. tercih edilecekse hafta sonu gidilmeli.

    resimli metin için
  • ortadoğu'nun en modern (kafa olarak da) şehirlerinden biri. hizbullah'ın bir gövde gösterisi yaparak şehri bir anda ele geçirmesi ve havaalanını kapatmasının üzerinden 2 hafta geçtikten sonra vardık beyrut'a. olaylar sırasında kendi içindeki şii-sünni ayrışmasından çekinen ve ortalarda gözükmeyen lübnan ordusu bugün her yerde varlığını hissetiyor. adım başı tank, zırhlı araçlar, m16'lı özel kuvvetler, kalaşnikoflu polis birlikleri... beyrut dışındayken çatışmaların yeniden başladığını ve ölenler olduğunu öğrendik. geldiğimizde önlemler daha da sıkılaştırılmıştı.

    sahil şeridiyle izmir' andıran bir şehir beyrut, insanları bizim gibi yabancı hayranı. osmanlı dönemini "işgal" olarak ansalarda türkleri pek bir seviyorlar. fotoğrafları tüm beyrut'u süsleyen efsane başbakanları refik hariri'nin öldürüldüğü yerde fotoğraf çekiyordum. koca da bir anıt yapıp heykel dikmişler. iki görevli hemen yanıma geldi, hafif sorgular bir havada. türkiye'den geldiğimi duyunca davranışları değişti. başladılar anlatmaya rte'nin geçen hafta beyrut'ta olduğunu, ibrahim tatlıses'i ne kadar sevdiklerini, istanbul'un dünyanın en güzel şehri olduğunu... bu arada refik hariri ve rte birlikte çekilmiş fotoğraflarını da gördüm, oldukça şaşırtıcı bir andı. (hariri yanlısı future tv'nin duvarlarını süslüyordu.)

    refik hariri'nin kurduğu şirketi, iç savaş sonrası özellikle şehir merkezini lüks bir yer haline getirmiş, onlarca katlı 5 yıldızlı oteller dört bir yanda. iç savaş sırasında şehre hakim olduğu için kullanılan yüksek binalar en büyük zararı görmüş. büyük bölümü yıkılıp yeniden yapılsa da dokunulmayan harap binalar da etrafta.

    burdan bakınca fransızca anadil gibi görünse de durum pek de öyle değil. ingilizce her geçen günü fransızca'nın yerini alıyor, pekçok kişiye göre almış bile. havaalanından mağazalara kadar herkes ingilizce biliyordu, fransızca değil.

    lübnan dağlarındaki yürüyüşlerimiz sırasında adım başı mermi kovanlarına rastladık. yine yükseklerde bir yerde bir kovan yığınıyla karşılaştık, gayet iyi durumdaydılar. alıp baktım ve kovanın üstünde tanıdık bir kurumun adı yazılıydı: makine kimya endüstrisi
  • gecen hafta lubnan'daydim ic savas bitmise benzemiyor pek. beyrut'u yakip yikmaya devam ediyorlar. ic savasta bombalarla, topla-tufekle yapmislardi bu isi, simdilerde ise petrol zengini korfez ulkelerinin usagi haririciler kentsel donusum adi altinda beyrut'un (esasinda tum lubnan'in) kulturel mirasini yok ediyor. istanbul'dan yakinen bildigimiz tanidigimiz isbu sermaye operasyonu, ic savas nedeniyle atil kalan, savasin biraktigi derin yaralar ile islevsizlesen alanlara tekrar can katmak yerine sermaye lehine revize etmekten geciyor. tipik tas malzemeden orulu iki katli lubnan ev sirasinin hemen dibine -afedersin- yaprak gibi dikilen gokdelen ile mutlu oluyor isbu selefi kafa. bir cesit doha, abu dabi yaratmaya calisiyorlar ve bunu yaparken guzelim beyrut'tan kalan son miras da yok edilmis oluyor.

    fransizca yaziyor olsa da beyrut'ta dogmus ve lubnanli kimligini yitirmemis dunyaca unlu bir yazar yanibasindadir ve sen bu adamin dogdugu evi korumak, ziyarete acmak yerine yikiyorsun?! amin maalouf'un evini iki yil once dozerle yiktilar olayin vahametini varin burdan hesap edin. fairouz icin yalandan doktukleri dile kanmayin. iki yildir bu tanricanin cocukluk yillarini gecirdigi evi restore edecekler. daha dogrusu restorasyon projesini baslatacaklar. dal kipirdamamis yeminle. belediye baskani, bakani ve otesi-gerisi hep birlikte ''biz de cok isteriz ama gerekli mevzuat ve yasalar projeyi yavaslatiyor'' ezberinde. nedense ayni mevzuat evin hemen dibinde insa edilen ve su an kaba insaati tamamlanmis bilmem kac katli rezidans icin bayaa bi' baya kolaylik sagliyor?!
    maalesef lubnan'daki buyuk siyasetler ve muhalefet partileri ulusal uzlasi, silahsizlanma ve bunlar icin toplanan muzakere masalarinda mesai harciyor. bu nedenle saint georges gibi sehrin tarihi alanlarina asilan ''stop solidere'' pankartlari sembolik kaliyor. bu duruma ses cikaran guclu bir hareket yok. sadece blog cevreleri, bazi dernekler ve universite ogrencileri. suncaciklar.

    hamra ile asrafiye'yi birbirine baglayan genis cevre yolunun kenarinda arkeolojik bir kaziya rastladim. konusmak istedim ama alanda konusacak bir arkeologa rastlamadim. sehitler meydanindaki fenike kalintilarini hafriyat gibi bir kosede ust uste yigmalari canimi yakti. ellerinde derhal bitirilmesi gereken acil isler olan siyasi partiler disinda, bilhassa haririci usaklarin yarattigi-tekrar canlandirdigi din savasi da etkili oluyor kulturel cinayetin perdelenmesinde. meydanin kosesine kocaman cami dikiyorsun sultanahmet'ten esinlendik hehe tadinda. hemen yanindaki yuzyillik maruni kilisesi durur mu hic! caminin minarelerine denk can kulesi dikmeye baslar. bunlar iki dini yapinin dibinde, karanlik ve cukurda kalmis olan roma-fenike kalintilarinin sahitligi ile gerceklesiyor bu arada. buyuk ihtimalle cami ve kilise insa edilirken bu kalitilarin devami olan bircok yapi ogesi yok edildi.

    asrafiye en tatli mahallesi. zoqaq da aslinda guzel karar veremedim simdi?! orta yasli lubnanli amcalarin islettigi sahaf dukkanlarina rastliyorsun. gemmayze'den devam edip doguya dogru ilerledikce ve ustu karalanmis eastern turkey ve altindaki western armenia yazilamalarini gordukce anliyabiliyorsun ermeni mahallesi olan hamud'a girdigini. hamra'ya dair soyleceklerim surda tekrar etmeyeyim: (bkz: hamra/@zakir)
    ic savastan kalma en ilginc, en aci ve en kendini bilmezlerin biraktigi iz beyrut ulusal muzesi'ndeki coban mozaiginin ustunde duruyor. muzenin bulundugu bolge al kateab militanlarinin kontrolundeymis savas esnasinda. ve muze dogu ile batiyi birbirine baglayan onemli kavsaklarin birinde yer aliyor. militanlar muzenin icinden on cephedeki kavsaga bakan gizli bir nisangah olusturmak istiyorlar ve duvara yerlestirilmis mozaigin sol kosesinden balyozlar ile duvari, yani mozaigi deliyorlar!!! aklim almadi neden 30-40 cm sagdan delmiyorlar da tam bu koseden. tarif ettigim noktadan delmeye calissalar onlari engelleyecek kolon gibi bir yapi ogesi de yok halbuse. hani oyle bir simetriye, nisan acisina sahip olmalari gerekiyordu ki bu koseden deldiler?!

    guney, asrafiye ve zoqaq silme sii. amal ve hezbollah disinda bir seye rastlayamazsiniz. e tabi bir de filistinliler. bin 930'larda mardin'den gocen kurtlerin zoqaq'a yerlestigini ve halen burda hatri sayilir bir kurt nufusun oldugunu da biliyordum ama onlara dair en ufak bir ize rastlayamadim. mahsum korkmaz ile birlikte falanjistlere ve siyonist isgalciye karsi savastiklari iddia ediliyor?! bir baska iddia, hezbollah tarafindan baskiya ugradiklari?! ermeni mahallesi hamud'da ise halen falanjist kataeb'in yazilamalari duvarlarda okunuyor. beyrut'ta degil ama sayda'ya giriste rabiaci zevzekleri ile karsilasabiliyorsunuz. beyrut downtown'da sifirlar. rakam ile 0.

    baba hariri icin, ya iste tilyonlari olan zenginin tekiydi ama yoksul lubnan halkini da dusunmus ve bu motivasyonla yatirimlar yapmis tadinda sayiklayan insanlara diyecek bir sey bulamiyorum (bu kafada arkadaslarim da var). arkadaslarin yatirim yapmis yatirim diye sayikladiklari sey aslinda anlatmaya cabaladigim kulturel yagmadir. beyrut'un kamu alanlarinin sermayeye peskes cekilmesidir. bunun son orneklerinden biri de, hariri familyasindan ogul hariri'nin beyrut'taki son halk plaji olan ramlet bayda'ya goz koymasidir.

    boyle giderse 20-30 yil sonra guzelim beyrut'tan arta bir sey kalmayacak :( kurban oldugum post-modern ic savas'ta beyrut halkinin yaninda olsun. amin.
hesabın var mı? giriş yap