• konulu porno yakıştırmasını hak etmediğini düşündüğüm roman. bir kere roman cinsellik üzerine kurulu değil. orhan kemal, çukurova'daki ırgatların cinsel yaşamlarını anlatmıyor bize, genel olarak yaşamlarını anlatıyor. ama evet, romanda cinsellik var.. orhan kemal, ırgatlar arasındaki "kimin eli kimin cebinde" belli olmayan ilişkileri gözümüze sokuyor. bu doğru. ama orhan kemal bunu, cinsel dürtülerimizi harekete geçirsin, okurken mastürbasyon yapalım diye yazmamış elbette.. anlatılan her cinsel ilişkinin, cinsel açlık göstergelerinin bir anlamı var..

    ırgat erkeklerin düşündükleri iki şey var: 1- karınlarını doyurmak, 2- cinsel açlıklarını doyurmak. yemekleri de (her ne kadar kurtlu küflü somun da olsa) önlerine konduğuna göre, karnı doyunca bu adamlar başka ne düşünecek?? "ne olacak bu memleketin hali" geyiğini bile çeviremeyecek düzeyde insanlar bunlar.. çoğu okuma yazma bile bilmiyor. içgüdüleriyle yaşıyorlar ancak.. tek bildikleri yemek, içmek, sevişmek. hatta sevişmek bile değil. sevişmek de bir bilinç düzeyi ister. tek bildikleri yemek, içmek, sikişmek. dolayısıyla orhan kemal bize ırgatları anlatacaksa, onların bu dürtülerini atlayamaz. "aman çok cinsel içerikli oldu. ben bunları biraz törpüleyeyim" deyip gerçeği olduğundan farklı aktaramaz bize.

    ırgatbaşı, katip gibiler de ellerindeki azıcık iktidar sayesinde kadınlarla istedikleri gibi yatabiliyorlar. bu tip insanların da kadınları nasıl kullandıklarını görüyoruz romanda..

    kendilerini erkeklere sunan ırgat kadınlar da, bir bakıma buna mecbur kalıyorlar. kadınlar da çok sefil durumdalar. içinde bulundukları açmazı da entelektüel olarak aşabilecek durumda da değiller elbette. ne yapacaklar o zaman? ne yapabilirler? para karşılığı, kıyafet karşılığı ya da iyi yerde çalıştırılma karşılığı erkeklerle yatacaklar.. başka yol yok onlar için. babalar kendi öz kızlarını geneleve satarken bu kadınlar tek başlarına ne yapabilir? adana'daki ırgat kadınlar.. cahil, sersefil kadınlar.. orospuluğa itilen kadınlar..

    romanda seks düşünmeyen tipler de yok değil. var. var ama onların da neden ötekilerden farklı olduğunu zaten bize gösteriyor orhan kemal..

    bereketli topraklar üzerinde çok güzel bir romandır. okuyun, okutun.
  • orhan kemal bu kitabında kısaca orospu çocukluğunun tarihini yazmıştır. ve türkiye işçi ve köylü sınıfının en büyük probleminin ahlak problemi olduğunu yüzümüze vurmuştur adeta. türkiye işçi sınıfı kendilerini sömürüp bu hale düşürenler kadar, ahlaklarından da çekmektedirler. bu ahlakın kaynağı sömürü; sömürünün ortaya çıkardığı cehalet şüphesiz. yani asıl suçlunun feodal ağalar ve küçük burjuva olduğu gerçeğini değiştirmiyor. lakin kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi; "çukurovanın bereketli topraklarında öyle işler oluyor ki..." aklınız durur. özellikle genç solculara, genç devrimcilere sesleniyorum: hevesinizi kırmak gibi olmasın; ama tek düşmanınız sermaye değil. önce ahlakı düzeltmelisiniz. eğer bu işlere bulaşacak vaktiniz yoksa, en azından şu kitabı bir okuyun da boşuna yormayın kendinizi.

    ek olarak, kanımca nobellik kitaptır. ama batılıya anlatamazsın bunu. saygılarımla.
  • okuduğum en etkileyici romanlardan birisidir. ve bu kitap babama ait 1972 yılında basılmış 3. baskı bir kitap.

    evet kitabın içinde çok fazla cinsellik var çünkü kahramanların başka bir hayatı yok. en temel iki ihtiyaç için mücadele veren, karnını doyurma ihtiyacını giderdikten sonra ki en temel diğer ihtiyacı olan cinselliğini doyurmaya çalışırlar. ve buralarda cinsiyet ayrımcılığı enteresan bir biçimde flulaşır. kitapta erkekler kadar kadınlarda cinsellik konusunda rahattır. cinsellik için en yakın yer tarlalardaki hendeklerdir. hatta cinsellikle ilgili kısımlar ağır argo bir dille yazılmış, tam da bu insanların cinselliği yaşadığı gibi anlatılmıştır. kitabı bu kadar gerçek yapan da bu dil bence.

    ve aslında ahlak konusundaki bir düşüncemi de doğrular niteliktedir. ahlak dediğimiz kavram bana göre aşırı derecede fakir insanlarla aşırı derecede zengin insanlar arasında ilk olarak ortalamanın dışına çıkar. bu tarz ortalamanın dışında bir hayatı olanlar için standart ahlak anlayışı bir şey ifade etmez.
  • her sayfası bizi anlatan bir roman. pehlivan ali'nin, kendine olmadık hakaretler eden ırgatbaşına sağol deyip işine devam etmesi, garibanlığın en iyi tasvirlerindendir sanırım. sağol derken kinaye yapmaz çünkü.
  • bereketli topraklar üzerindeyi üc kisi izledim; solumda darbe öncesi cocuklugum, sagimda acar sinema elestirmeni hallerim, ortada kol kavusturmus, el cenede tam siper savunma, ben.

    ufak cocuk, hasta olanin kizina yolladigi tokaya burnunu ceke ceke agladi, film bitene kadar dertop oldu koltukta, ufaldikca ufaldi. unutlmus ya da hic hatirlanmamis bir dogu kentine tayin olmus bütün memur eslerinin tekdüze günlerinin, haftada bir sahikasina ulastigi o cuma öglesonlarina takilip kalmisti. birakilacak baskasi olmadigi icin sinemaya beraber götürülen, karanlikta oturmaya egitimli, kavgali dögüslü sahnelerde gözünü kapamaya alismis cocuk, "ne zaman bitecek" diye mizildanmadi bu sefer.

    elestirmen efendi, yillar önce okudugu kitaptan ayrintilardan animsadigi kadarini, perdede gördükleriyle karsilastirip duruyordu: "bazi sahneler cook sarkmis..ah, burasi da kopuk olmus..kitabi bilmeyen bu sahneyi anlamaz.." diye yekindi bir kac kez, ters ters bakip susturdum. bakti olmuyor, sovyet sinemasindan, italyan yeni gercekciliginden, yilmaz güney etkisinden dem vurmaya kalkti, yüz vermedim. caresiz, arasira " hah, erkan yücel " , " bak nur sürer de ne gencmis" , "bülent kayabas yeni yeni kurtarirken kendini" filan diye mirildandi arada bir.

    ben, gurbeti düsünüyordum, sahipsizligi, acligi, cehaleti ve cenneti. ezim ezim ezilmenin biciminin bile degismedigini, patronu borsada para yitirdigi icin kapi önüne konan yari sakat yasli isciyi, emegi bölük pörcük ödenen, ölesiye calisan gazeteciyi, grevdeki kardesinin yanindan basini egip fabrikaya girmenin zilletini, sokaktaki dilenciyi görmeden yürüyüp gitmenin kirip döktüklerini. sonra bütün bunlarin nedenini, nasilini, isleyisini cözen akil insanlari.
    masmavi, yemyesil, kipkirmizi, yirtik, sökük, kirli, ac agizlariyla terli gömleklerinin burnumun diregini kiran kokusuyla karsimdaydilar, gercektiler. cayir cayir yaniyordu cukurova ve itten ac, yilandan ciplaklarin lanetli ordusu, düse döküle, öle üreye, becere becerile yürüyordu, yazinin düzünde.

    insan onurunun, emeginin ve insanin bizzat kendisinin tüm diktatörlere, zorbalara galebe caldiginin sahidiyim, bu gece. öldürüldü, kaybedildi sanilan evladini kucaklayan anababaydik, salonda biz. geri dönmeyen binlerden, biri eve geri döndü, eski yaralarin izi kasindi aci aci, son sözü dili kesilen, kanli agziyla söyledi.

    eliniz dert görmesin!
  • --- spoiler ---

    “aya hele” dedi ali. hidayet’in oğlu baktı.
    “ne var ayda?”
    “allahımız…”
    “tövbe, estağfurullah,” dedi hidayet’in oğlu.
    “niye?”
    “allahımız ne arasın ayda?”
    “niye?”
    “niyesi var mı lan? allahımız kaşmer mi?”
    “kaşmer ne ki?”
    “soytarı…”
    “allahımız mı?”
    “tövbe estağfurullah…”
    “allahımızı karıştırma arkadaş, bak ana avrat dümdüz giderim!”
    “karıştıran sensin!”
    “dümdüz giderim dedim, giderim. karıştırma allahımızı. allahımız gibisi var mı?”
    “allahımız gibi kimse olamaz!”
    küçük ağayı hatırlayan ali, “tabancası var mı allahımızın?” diye sordu.
    “olmadığına ne bakıyorsun?”
    “istese olur değil mi?”
    “bak hele bak…”
    “allahımıza kurban oluyum… sen?”
    “ben de, abooo…”
    “allahımız istese fatma’yı birde bulabilir değil mi?”
    “birde.”
    “bulsa, ah bir bulsa…”
    “ne verirdin allahımıza?”
    “allahımız ne yapsın bendeki öteberiyi? onun hazineleri var kafdağı’nın ardında. allahımız bu…”
    --- spoiler ---
  • bereketli topraklar üzerinde’nin bir veda bölümü vardır. köse hasan ölmek üzeredir. kızına çok basit bir hediye almıştır. saç tokası ile alelade bir tarak.arkadaşlarına bunları kızına vermelerini söyler.. orhan kemal bu kısmın hikayesini, daha sonra bir gazeteciye şöyle anlatır. “kitabın ilk yazılışında adanadaydım. kafamda bu öz ve biçimi tespit etmişim de romanı yaşıyorum. köse hasan’ın ölüm sahnesine takılmışım. o sırada tam seyhan kıyısındayım. kendi kendime mırıldanarak, köse hasan’ın hemşerisine vasiyetini en iyi şekilde vermek için nasıl dedirtmeliyim diye, bir, beş, on tekrarlar yapıyorum. birden istediğim klişe düştü kafama ‘kardaşlar, beraber tuz ekmek yedik. ola ki, bana hakkınız geçti. benim gücüm yok…’ falan der ya! oralara gelince birden köse hasan oldum sanki. elimde kızım için aldığım saç tokası. hemşerilerime bunu kızıma götürmelerini vasiyet ediyorum. öyle dokundu ki, başladım ağlamaya. çevremde insanlar. görmelerinden de çekiniyorum. açtım adımlarımı ama, hemen kağıda kaleme sarılıp o pasajı notladım..”

    her satırında gerçeklik vardır bu kitabın...
  • orta anadolu'nun ç köyünden adana cukurovaya ucun besin hesabi icin giden uc koylu arkadasin dramatik oykusudur bereketli topraklar uzerinde yasanan. yazar kahramanlarinin sivelerini hic bozmadan cok basarili cok gercekci bir bicimde yansitabilmistir romana. (tipler birsey sormadan once sormuslar da cevap bekliyorlarmis gibi "oylemi hemserim" diye baslarlar lafa)
    -pehlivan ali: oyle mi hemserim!!?
    -istasyon gorevlisi: ne diyorsun kardesim sen..?
    - tren gecikecekmis diyorlar oyle mi hemserim?

    proletariatin turkiyede ne oldugunu, sinif bilincinden ne kadar uzak oldugunu ve isci sinifinin hayat tarzinin aslinda hic de tuzu kuru solculuk yapanlarin betimledigi kadar exotik ve ozlem duyulasi olmadigini acayip manyak tasvir eder. bu insanlarin hayati rezalettir tek kelimeyle..ama garibanlik boyle birseydir iste.

    sirf bu romaniyla bile saygiyi fazlasiyla hak etmis bir yazardir orhan kemal

    ayrica (bkz: murtaza)

    edited by ilsa ve fulari.. sivas'ın şarkışla ilçesini bi tarafımdan uydurmuşum anlaşılan
  • orhan kemal'in kalemi başlı başına acımasız ve doğrudandır ve erden kıral'ın filmi de aynen romanı takip ederek açlığı, sefaleti, işçi sömürüsünü, kafa ve kol emeği ilişkilerini, işçi aristokratlarını, muhbirleri, fahişeliğe itilen genç kızları, bilinçsiz emekçileri tasvir eder. yol, sürü, umut, susuz yaz, hudutların kanunu gibi taşranın sunağında geçen filmlerle birlikte büyük bir zirvedir. kazananın olmadığı bir anadolu coğrafyasında yitip giden küçük insanların öyküsüdür. ama gene de yusuf'u anmak gerekir. bir tek o sınıf bilincine vakıf olmaya teğet geçerek kimliğini bulabilir. yakın gelecekte olgun bir inşaat ustası olması kuvvetle muhtemeldir. geri kalanlar ise ya karanlık mezara girecek, ya hapishane koğuşlarına yollanacak ya da başka pamuk tarlalarında çalışmaya devam edeceklerdir. çünkü bu topraklar 1000 yıl boyunca benzer şekilde yaşayan insanların toprağıdır. bir başka deyişle, su gibi gelip rüzgâr gibi gidenlerin toprağı. saf kötülüğün filmidir.
  • memleketimden insan manzaraları tadında, deniz gezmiş'in de mamak cezaevi'nde okumaktan yıprattığı, muhteşem bir panorama.
    orhan kemal'in karadeniz ağzı'na hakimiyeti beni şaşırttı bu kitabı okurken, gerçi sadece hakimiyet değil ayrıntıları bile.

    güney anadolu ve anadolu'nun, işçilerin, şark kurnazlığı'nın, sosyal dışlanma'nın, köylülüğün özeti mahiyetinde; yekün leziz bir eser.
hesabın var mı? giriş yap