hesabın var mı? giriş yap

  • 90 dakikalık, 2015 yapımı film.

    7 / 10.

    8.000.000 dolares bütçeli anomalisa, amerika'da gişede pek başarılı görünmese de geçen senenin en çok konuşulan, komedi olmayan animasyonlarından biriydi.

    gösterdiğinden fazlasını hissettirmek ve düşündürmek isteyen yapım; bunu yaparken diyaloglar ve senaryoda gereken özeni göstermeyince birçok izleyiciye tam olarak ulaşamamış görünüyor. bu noktadan hareketle; şunu belirtmek gerekir ki yapımın zihninizde bıraktıkları, filmdeki ufak detaylara, ayrıntılara hangi derinlikte baktığınıza, kendi deneyimlerinizle karşılaştırdıklarınızla ya da irdelediğinize bağlı.

    sonuç olarak, "modern insan" hakkında söylemek istediklerini zaman zaman oldukça sağlam şekilde sezdiren; fakat kendini arayarak ulaşan "müşteriyle" 90 dakika boyunca telefonda görüşmesine rağmen tam anlamı ile "tatmin edici" ve "kurumsal" * cevaplar veremeyen bir çağrı merkezine benziyor anomalisa...

    her eve imdb

  • ne intel ik ne de kapitalizmin bu oyunda suçu yok.

    psikopat yıllarca ailesinden ve arkadaşlarından kendisini saklayabildiyse yılda bir kez görüştüğü ik dan tabii ki saklar.
    iyi okullarda okumak, çok para kazanmak, aileden sevgi görmek psikopatlığı geçirmiyor, belki fakir ve eğitimsiz bir insana göre daha iyi sakladığı için farkedilmeden yaşamasına yol açıyor ama kesinlikle yok etmiyor.

    öte yandan intel, samsung, unilever gibi şriketlerin şahısların psikopatça tavırlarını başarıya giden yol olarak görüp destekledikleri de bir gerçek.
    uzun yıllar samsung , unileverin belli markaları, mastercard vs bakan ajanslarda çalıştım. müşterilerimin ortak özelliği kendilerinde diğer insanları rahatsız etme hakkı olduğunu sanmalarıydı.
    kaba olmak, başkalarını kırmak, olmayacak bir işi zorlamak, mesai saatleri dışında taciz edercesine aramak onlar için “utana sıkala” yapılan eylemler değildi, aksine başarı göstergesiydi.
    yani 23.45 de revizyon için aramak “adanmışlık”, 1 iş parasına 3 iş çıkartmak için karşı şirketi tehdit etmek “iyi pazarlık” , ekibindeki bir insana kafayı takıp onu insanların önünde rezil edercesine sürekli yermek “liderlik”.
    hal böyle olunca ahlaksızca hırsı insanlar başarılı oluyor, makul insanlar ise alt kademelerde yer alıyor çünkü adamın / kadının patronu çıkıp “evet haklısın gülsu çalışması çok zor ve problemli ama sayesinde 2 liralık işi 1 liraya ve 5 hafta yerine 4 haftada bitirdik o yüzden şirketimiz için değerli bir “asset” “ diyebiliyor. yani ahlaksızlık, tehdit, kabalık şirket çıkarını sağladığı sürece ödüllendiriliyor, böyle olmayanlar “vasat” olarak kalıyor...

    cihan açarmana geri dönersek.
    hırslı ama vasat.

    kimse alınmasın 1999 yılında bilgi üniversitesine girmek dünyanın en kolay şeyiydi, öss den barajı geçmeniz bile yeterli oluyordu neredeyse (açıkçası bizim okulda bilgi 2003-2004 yıllarına kadar öss de istediğini kazanamayanların gittiği okul olarak kaldı.) o nedenle 1999 yılında bilgiyi kazanmış birisine akıllı diyemeyeceğim, ortaokul-lise eğitimini yazmadığına göre vasat bir okuldan. robert, alman vs olsa onu da büyük harflerle yazardı mutlaka.

    mutluluğu bile “türkiyede en mutlu ilk 10 aile arasında girerdik” diyerek sıralandıran manevi derinlikten yoksun bir babanın verdiği hırsla yaşamış. düşünsenize mutluluğunuzu bile sıralandırmanız gereken bir ortamda büyüyorsunuz...

  • 5-6 yaşlarında iken [1992-93] yaşadığım ve hayatta garibanlık sebebiyle başıma gelen en acı olaylardan birini paylaşmak isterim.

    izmir'in küçük bir ilçesinde yaşayan 5 çocuklu fakir bir aileydik. babam iş bulunca çalışan ama beş çocuğa yetişeyemen bir badanacı [duvar boyacısı] ydı.
    elektriksiz, susuz farklı evlerde aralıklarla 7-8 sene kadar rezilce yaşadık. ailecek yoksulluğun ve muhtaçlığın her türlüsünü gördük. camiden, mezarlıktan su taşıdık, pazar bitimi ucuz sebze meyve almaya, toplamaya gittik. daha neler neler...

    neyse, bir yaz akşamı annem ve 5 kardeşimle parktan eve dönmüştük. koşup oynadık derken o kadar susamışım ki, eve girer girmez hemen koşup tahta dolabın içindeki bulduğum ilk şişeyi kafama diktim. zira evde buzdolabı bile yoktu.

    ansızın içime bir ateş düştü, boğazıma bir bıçak saplanmış gibi oldu. can acısından ve boğazımdaki yanmadan sesim bile çıkmadı, gözlerimden kanlı bir yaş gelmeye başladı, boğuk sesler çıkara çıkara köpürmeye başladım. meğer evde aydınlanmak için kullandığımız gaz yağı bitmiş, annem de bakkaldan gazyağını yeni alıp gelmiş ancak aceleyle evden çıkarkan ulaşamayacağımız bir yere koymayı unutmuş.
    içtiğim suya benzer sıvı gazyağıymış. gırtlağım ve ses tellerim oracıkta parçalandı...

    annem durumu farkedince çığlık çığlığa beni kucağına alıp büyük ablamla birlikte hastanaye koştu, taksi vs çevrede yok, arabalarsa tek tük geçiyor. yolda babama ve sarhoş bir arkadaşına rastladık, onlar da geri dönüyorlarmış. bu kez onlar da peşimize takıldı bir süre sonra acil servise vardık. ben olanı biteni fragmanlar halinde hatırlıyorum. acilde önce litrelerce suyla midemi yıkadılar, daha sonra yine belki bir litre kadar zeytinyağını mideme bastılar ve ambulansla behçet uz çocuk hastanesi'ne bizi sevk ettiler.

    birkaç gün hastanede yatmışım, uyandığımda babam ve ablamın çok acıktıkları, simit alacak kadar bile paraları olmadığı ve benim kurtulduğuma dair sevindirici haberi ilçedeki anneme verecek bir telefonu edemediklerine dair bir yürek burkan bir konuşmaya şahit oldum. ikisi de yoksulluktan canlarindan öyle bezmişlerdi ki ben ayılınca önce usul usul sonra da hüngür hüngür ağlamaya başladılar. zavallı annem kim bilir o iki gün zarfında ne hissetti, nasıl kendini teskin etti bilemiyorum.

    kendimi toparladıktan sonra hastaneye babamın bir senet imzalayıp bırakarak bizi çıkardığını, ilçeye giden dolmuşlara yalvar yakar veresiye binerek eve geldiğimizi hatırlıyorum. boğazım ve ses tellerim aylarca kendine gelemedi, konuşamadım. az buçuk sesler çıkarmaya başladığımda da sesim ergenlik çağına yeni girmiş akordsuz bir oğlan çocuğu gibi çıkıyordu. fakat katı gıdaları belki bir sene kadar rahatça çiğneyip yutamadım.

    sonraki yıllarda hayatı toparlamak ve ailemin güçsüzlüğüne inat güçlenmek için elimden geleni yaptım, babamın babası, ablalarımın abisi rolüne büründüm, küçük yaşta çalışmaya başladım. para, pul, itibar, kariyer vs hepsini tek tek söke söke kimsenin de hakkına girmeden çekip aldım. ailemi yoksulluk girdabından bir şekilde çıkardım.
    ramazan ayları başta olmak üzere büyüdüğüm semtlerde tıpkı bizim gibi yoksul ailelere elimden geldiğince son 8-10 senedir yardım etmeye çalışacak bir hale geldim.

    kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmazmış derler. soğuk su işi bende yıllar geçtikçe takıntıya dönüştü, o günden sonra asla ılık ve sıcak su içmedim, içemedim. yaz kış dolapta her daim soğuk su bulundurdum. beni yakından tanıyan evine gittiğim veya evime gelen herkes mutlaka soğuk su ikram etmeye yoksa da mutlaka ılık su dolu bardağın içine buz atıp getirmeye başladılar. zira kimseye açıklayamasam da o soğuk suyu içmezsem sanki yine içimin yanması başlayacakmış gibi hissediyorum...

    kıssadan hisse çevrenizde yardıma muhtaç birileri varsa mutlaka bir şeyler yapmaya çalışın, kimin hayatına nasıl dokunacağınızı bilemezsiniz...

  • vefat etmeden önceki son röportajı sanki buruk bir veda gibi:

    "şu an albüm yapmamı gerektirecek bir neden görmüyorum. türkiye'nin içinde bulunduğu ortam benim bir daha albüm yapmamı gerektirmiyor. türk halkı var olduğu bugüne kadar, dört bin yıllık bir tarihten bahsediyoruz, tarihinin en kavgalı, en uzlaşmaz, en gürültülü patırtılı dönemini yaşıyor. ben bu karmaşa içinde bir daha albüm yapmayı düşünmüyorum.
    ben insanlara hayatım boyunca doğrulukları anlattım. geldiğimiz konum dolayısıyla bu doğrulukları anlatmanın pek fazla işe yaramadığını görüyorum. bir üzüntü var tabii ki. bir hüzün var itiraf edeyim ki. ama yapmam da lazım. bunu bırakıyorum. bundan sonra bu işi de bırakıyorum...

    hayranlarım bir tepki gösterirseler ben duyarım onları. çok sanmıyorum. sonuçta güzel bir albüm çıkartıyorum işte. zaman zaman televizyon programları yapmaya devam edebilirim. konser de veririm belki. yani onlar başka şeyler. ama türkiye'nin içinde bulunduğu şu günler, bu kadar uzlaşmaz, bu kadar kavgacı, bu kadar çözümsüzlüğü arayan bir yaşam felsefesini benimsemiş bir ortamda benim şarkılarıma insanların ihtiyaçları yok. kişisel düşüncem..

    o zaman daha huzurlu bir ortamda yani ben de daha huzurlu ortam istiyorum o zaman. evet buna hakkım var. bunca sene konuşmuş, ettiği laflar dinlenmemiş bir insan olarak huzurlu, kavga edilmeyen bir ortam istiyorum yani...."

    o günden bugüne iyiye giden bir şey olmadı barış abi.. daha uzlaşmaz daha kavgacı daha gürültülü olduk. en son bıraktığın gibi bu dünya. kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok. ve daha da kötüsü, içi boş insanlar bu dünyada çok fazla yer kaplıyor artık.

  • ulan ibine. adam çalışma sermayesini yaratamayıp kredilere ödeme yapıyor ve stok çekebilmesi için alacağı firma yabancı buyük ihtimalle para olmadan mal vermiyor. senin gibi ibineler de adamın halini bilmeden boyle laf çakıyor. piyasa şu anda bu tip firmalar ile dolu. çalışma sermayeleri kurdan eridiği için peşin mal parasını almak zorunda kalıyorlar. senin huyun suyun hürmetine değil yani. ibinelik olsun diye yapmıyorlar. piyasa tamamen nakite döndü bu bir iki senedir. alış bebişim.

  • akla ve mantığa göre, inanmadığı bir dinin tehditleriyle korkutmanın anlamsız olduğu kişi.

    "kişiyi dahil olmadığı bir inanç sisteminin tehditleriyle yönlendirmeye çalışmak abesle iştigaldir." akıl fikir, 3263