hesabın var mı? giriş yap

  • düşünsene jürgen klopp stuttgartta mekan basmaya gidiyor.

    tanım: yürüyen ego + yürüyen cahil fatih terim'in şaşırtmayan hareketlerinden biridir.

  • sıcak bir yaz gecesi, yazlıktayız...
    odamdayım uyku tutmuyor, vakit de geçmiyor, derken telefonuma bir mesaj "uyudun mu prenses?"...
    hemen cevap yapışıyor "uyku tutmadı, yanıyomm çok sıcak!"...
    ardından beklenen cevap öttürüyor telefonumu "odama gelsene"...
    yüzüme pis bir sırıtış dalga dalga yayılıyor ve en doğal halimle odasına dalıyorum...

    ablam benim yaa, uyumak bilmeyen bebesini nihayet uyutmuş ve sigarasını yalnız içmek istememiş..

    sonrasında bi mesaj daha geliyor "sessiz konuşun eşşolueşekler, torunlar uyuyor" *

  • dünyanın belkide en kalıplaşmış şiirleri erhan güleryüz şiirleridir. cem yılmaz ın beş adımda anadolu rock yapımı misali bir yapımı, hazırlanışı, fırınlanışı ve paketlenişi vardır..

    1- zaman kalıpları: son günlerde, bu aralar,bu sabah, bu günlerde, bügün, dün, geçen gün...

    2- iklim koşuları hakkında bilgi verme: havalar serin, yapraklar kaldırımlara dökülüyor, karlar eriyor, güneş daha erken batıyor, yağmur bastırıyor...

    3-acındırma cümleleri: kimselerle konuşmuyorum, kimsem kalmadı artık, o kadar yalnızım ki bu dünyada,kalmadı bir beklentim artık hayatta, artık herkes bir bir gidiyor..

    4-günlük hayattan gereksiz bilgiler verme: aynı kahveye takılıyorum hala, arka bahçedeki baraka da geçen gün yıkıldı, geçen ay alt komşu kirayı vermedi, artık çıkmıyorum istiklal e, ara sıra balkona çıkıyorum fesleğenler kurumuş...

    5-kahvaltıda, iftarda, sahurda, sofrada bulunanlar: kahvaltı masamda pekmez peynir helva, iftarda 1 parça tahinli ekmek ve su, gitarımın yanında çayım ve şekerim, sahurda yumurta gofret ve ıhlamur,soframda kuru ekmek tarhana..

    6-ortak tanıdıktan referans verme: fatma hanım bakıyor artık bana, hüseyin abi acıdı halime de tornacıda iş buldu, geçen münevver ablayı gördüm seni sordu birşey diyemedim, kahveci hayri arada geliyor ziyaretime...

    7-evin durumu hakkında bilgi verme: sağda solda kirli kıyafetler odamda, fotoğraflar saçılmış odanın her yerine,mutfak perişan bardaklar kırılmış tabaklar yerlerde, balkonda yerde sigara izmaritleri....

    8-sevgiliye yaltaklanma cümleleri:ben hala sensiz yaşamayı beceremiyorum, bir sen eksiksin içimde, evin her odasında sanki sesin yankılanıyor,kapıyı çalıyorum bazen sanki sen içerideymişsin gibi...

    9-kapanış sloganı: bana sen öğrettin sevmeyi!!,ayrılık unutanlara mahsus ben seni unutamadım ki!!herkes unuttu beni bari sen unutma beni!!oysa ben, ben seni unutmak için sevmedim ki!!

    şimdi biraz pratik yapalım,

    örnek1
    bugünlerde havalar soğuk,
    kimsem kalmadı artık
    arasıra balkona çıkıyorum, fesleğenler kurumuş..
    soframda tarhana ekmek su,
    kahveci hayri geliyor arada ziyaretime,
    balkonda yerde sigara izmaritleri..
    bir sen, biiir sen eksiksin içimde
    oysa ben, ben seni unutamadım ki!!

    örnek2
    bu sabah hava serin,
    yapraklar kaldırımlara dökülüyor
    o kadar yalnızım ki bu dünyada.
    geçen ay alt komşu kirayı vermedi.
    sahurda yumurta gofret ıhlamur..
    hüseyin abi acıdı halime de tornacı da iş buldu..
    fotoğraflar saçılmış odanın her yerine,
    evin her odasında sanki sesin yankılanıyor,
    ayrılık unutanlara mahsus,
    ben seni unutamadım ki!

  • normalde olması gerekendir. anayasa hükmü açık, kişinin cumhurbaşkanı seçildikten sonra vekilliği düşer. yani ysk sonuçları resmi gazetede yayınladığı an rte derhal istifa etmelidir çünkü artık cumhurbaşkanı secilmistir. eğer istifa etmez ise mevcut cumhurbaşkanı başbakanlık görevini bir başka akpliye vermelidir. yazdıklarıma ben bile güldüm amk, hukuk devleti mi lan burası.

  • [ilk fularsız tavsiyem bu şahane bilimkurgu]

    insanın ömrünü uzatan şeylerden ilki zeytinyağı, ikincisi de blade runnerı sevmeyenlerle film tartışmamak. diktatör olsam, vize başvurularında bu filmden sahneler sorardım, o kadar seviyorum. dolayısıyla esinlendiği kitabı okumam farzdı.

    do androids dream of electric sheep, filmden epey farklı olduğu için, kıyas yapmak yerine kitaptaki ilginç fikirlere odaklanayım:

    1) insanların çoğunun mars'a göçtüğü, hayvanların çoğunun da soylarının tükendiği radyoaktif bir dünyadayız. kültür, geride kalan az miktardaki "hayatı" koruma üzerine gelişmiş. bunu empatiyi yücelterek yapıyor. mesela en yaygın dini ibadet, sanal gerçeklik yoluyla isa benzeri bir figürle birleşmek ve acısına ortak olmak.

    hayvan beslemek bu yüzden teşvik edilen bir şey. empatinizi göstermenin bir yolu. fakat gerçek canlı hayvanlar çok pahalı olduklarından, çoğunluk sentetik-robotik hayvan besliyor. esas oğlan deckard'ın da böyle bir koyunu var (electric sheep).

    --- spoiler ---

    2) burada ilginç bir ikiyüzlülük gözüküyor: empati ambalajının içinde, gerçek hayvan sahibi olmanın kazandırdığı sosyal statü saklı. deckard bu yüzden koyununun gerçek olmadığını herkesten saklıyor. ona "bakıyor" ama ondan nefret ediyor; tek derdi gerçek bir hayvan alabilmek. bizim gibi belli bir köpeğe veya bal porsuğuna empati duymuyor, onun yerine genel olarak "hayvan sahibi olma" fikrine hayran.

    3) deckard'ın koyunuyla olan ilişkisi, bir kelle avcısı olarak avladığı ("emekli ettiği") kaçak androidlerle olan ilişkisine paralel: androidler empati duymayı beceremedikleri için, o da onlara karşı empati duymuyor ve onları kolayca öldürebiliyor. kullandığı turing testi benzeri test, aradaki bu empati uçurumunu ölçüyor.

    fakat uçurum sandığı kadar geniş değil, kendi de sandığı kadar insan değil. yeni nesil androidlerle karşılaştığında bunu anlıyor. onlar da hayatta benzer bir anlam arayışı içindeler, aynı soruları soruyorlar. belki onlar da bir hayvan sahibi olup ona bakmayı düşlüyorlar (do androids dream of electric sheep?)

    ***

    4) kitabın ortalarında, filmde olmayan mükemmel bir sahne var. deckard'ın ikinci polis istasyonuna gittiği sahne bu. birkaç satırda tüm gerçeklik alt üst oluyor. buradaki bir karakter üzerinden, sadece androidlerin insanlara giderek benzemediği, empati yoksunu olan insanların da androidlere benzedikleri işleniyor. blade runner'daki android şirketinin sloganını hatırlayın: more human than human

    5) deckard'ın bu noktada düştüğü kimlik bunalımının, toplumsal bir paraleli de var. ikinci ana karakter olan isidore, radyoaktivite yüzünden aptala dönmüş (chickenhead). bunun gibi tipler toplumda bir alt kast oluşturuyorlar. mars'a göç edip oranın gen havuzunu kirletmeleri yasak. sadece dünya'daki ayak işlerini yapmalarına izin var. sözde empatiyi yücelten kültür, bu insanlara köpek muamelesi yapıyor.

    6) burada çift katlı bir ironi var: isidore'un arkadaşlık kurabildiği tek kişi kaçak bir android. zor bir arkadaşlık bu ama isidore yalnız olmamaktan o kadar memnun ki, hikayedeki en empatik ve yardımsever karakter o. bu "eksik" insan, deckard'dan daha insan.

    7) giderek belirsizleşen insan-android ayrımına paralel olarak, organik-inorganik ayrımı da anlamsızlaşıyor. hikaye bunu "kipple" dediği, giderek artan çöp yığını kavramı üstünden işlemiş. bu çöp, önceleri, dünyanın terkedilmişliğini ve ölümünü sembolize ediyor gibi gelmişti bana. ama sanki canlı birşeymiş gibi, bir ekosistemmiş gibi sunuluyor giderek. çöpün arasında "evrim" devam ediyor, canlılık yeni formlar alıyor. en sonda, "doğada" bulunan kurbağanın mekanik çıkması, bu değişimin sembolü. işin ilginç tarafı, deckard hayvanın organik olmamasını umursamıyor. eskiden robot koyunundan nefret eden bu adam, artık bu kurbağaya samimi olarak bakmak istiyor.

    9) bu değişimin anlamını görmek için, yaygın din olan mercerism'in geçirdiği değişimi de düşünmek lazım:

    bu dinin uydurma olduğu, mercer'in bir sahte peygamber olduğu, bir noktada tartışmasız biçimde kanıtlanıyor. fakat insanlar yine de dinden soğumuyorlar. aksine, deckard hem hala mercer'le ruhsal birleşme gerçekleştirebiliyor, hem de bunu eskisinden çok daha derin biçimde yapabiliyor (sanal gerçeklikle gerçek arasındaki duvarı yıkacak kadar derin bir bağ). bu, insanın ruhsal ihtiyacının ve empati yeteneğinin derinliğini gösteren bir alt-hikaye.

    gri tonlarıyla dolu bu yolculuğu, deckard daha önce hiç olmadığı kadar insan olarak bitiriyor.
    --- spoiler ---

    ***

    not: alacak parası veya indirecek bilgisi olmayanlar sözlükten erişsinler. çaylaklarsa da emailden (immanuel.tolstoyevski at gmail) veya twitterdan veya blogdan mesaj atsınlar, epub formatında yollayabilirim ingilizcesini.

    not 2: ingilizcesi burada. dili zor değil, az biraz biliyorsanız pratik olmuş olur. cikletsakiz isimli yazar sağolsun, türkçesi de burada

  • hayatın gerçeklerini tokat gibi yüzünüze çarpar. ben dün geceki maçta üç kere sigarayı bıraktım, iki kere hastanelik oldum, iki kere maç yapmaya tövbe ettim, kalede durduğum 6 dakika da 6 gol yedim... şimdi ise bir dağ evine yerleşip odunculuk yapıyorum.

  • taze gidip geldiğim ve gezdiğim tüm şehirler listesine sıralamaya en altın bir üstünde giriş yapan şehir.

    kötü değil ama sıkıcı bir yer. kişisel görüşüm sabah erken bir saatte gidilip akşama kadar gezilip gece kalmadan dönülebilecek bir şehir olduğu yönünde. o sebeple başka bir şehir ile birleştirilebilir.

    gezilecek yerler oldukça az. başlayalım;

    1- kölner dom

    gerçekten gördüğüm en iyi katedraldi. hakkını yemek istemem. ücretsiz gezilebiliyor olması büyük bir avantaj. devasa bir yapı. fotoğrafını çekerken kadraja sığdırma konusunda zorlandığımı itiraf ediyorum.

    2- hohenzoller köprüsü

    meşhur anahtarlı köprü. bu köprüyü geçip ren nehrinin karşı kıyısından dom'a bakmak müthiş bir keyifti. yalnız köprüde yer kalmamış anahtarlardan, insanlar başka anahtarların üzerine asmış. bilemiyorum bence karma yaratabilir gibi geldi *

    3- great saint martin kilisesi

    söze hafta içi saat 12'de açıldığını belirterek başlamak isterim. bir dom olmasa da gerçekten görkemli ama sade bir katolik kilisesi. ücretsiz.

    4- el-de haus

    beni en çok etkileyen yapı buydu. eskiden gestapo merkezi olarak kullanılmış olan bu binanın iki katı müze ve ağırlıklı olarak ikinci dünya savaşına ait fotoğraflardan oluşurken binanın bodrum katı işkence odaları ve tutukluların kaldığı odalardan oluşuyor. bu kat gerçekten vurucuydu. bina içerisinde neredeyse herşeyin almanca anlatılması eksi bir özellik olmakla birlikte bazı tutukluların hikayeleri ingilizce olarak da anlatılmış. insanın yüzüne nazilerin ne kadar boktan insanlar olduğunu ve ikinci dünya savaşının ne kadar acılarla dolu olduğunu bol bol vuruyor. köln'e gidecek olanlara mutlaka tavsiye ettiğim bir durak. bileti gün itibariyle 4.5 euro.

    açıkçası fazla bir zaman ayırmadığım için bu şehre gezilecek yerleri bu kadar benim için. birkaç müze de var benim ilgimi çekmediğinden gezmedim. gelen mesajlardan birinde resim severlere şiddetle ludwig museum önerildi. meraklısına duyurulur.

    içinde bulunduğum süre boyunca ingilizceden çok türkçe konuştum diyebilirim. bol bol türk var. kurulu düzenimiz var tayfasına da denk geldim izmirli solcu bir babanın çocuğuna da. bu sebeple küçük bir türkiye diyebilirim sanırım.

    alman döneri güzelmiş. porsiyonlar büyük, yerken mide fesatı geçirdim. ama oldukça lezzetliydi. ilgili mekan: mangal döner

    lokal birası olan kölsch fena değil. pilsener seven bünyem beğendi. ancak marketten aldığım gaffel kölsch çok beğenerek içtiğim bir bira olmadı. tadı düz efes ile carlsberg karışımı biraz da tuborg summertime soslu bir şeydi. ancak denemiş olduğum mühlen kölsch gerçekten leziz bir biraydı.

    son olarak köln bonn havalimanı güvenlik görevlilerine en içten teessüflerimi iletiyorum. bir sivil havacılık kuralı olan bir adet 1 litrelik kilitli poşet içerisinde 100 ml ve altındaki sıvıları taşıma kuralını harfiyen ve oldukça katı bir şekilde uyguladıkları için hem oradan satın aldığım ve türkiyede olmayan bazı ürünlerimi çöpe atmak zorunda kaldım hem de az daha uçağı kaçırıyordum. kesinlikle tolerans göstermedikleri gibi hızlı bir şekilde de işlem yapmıyorlar. sayelerinde havalimanı içerisinde maratonda koşar gibi koşmama rağmen uçağın kapısından giren son kişi oldum. gidecek olanlara bu konuya dikkat etmelerini öneririm. ek olarak tax free ofisi sabah 6da açılmakla birlikte gümrük memurları oldukça suratsız ve atarlı.

    özetle gittik gördük bi havalandık geldik.

  • bir yazarın yeterince kişi tarafından troll olarak gösterilmesi halinde otomatik olarak çaylağa düşürmesini, bu kişilerin de ancak moderasyon tarafından incelendikten sonra da ya uçurulması, ya da çaylaklıktan çıkarılmasını dilediğim yeni sözlük fasilitesi.