hesabın var mı? giriş yap

  • -nüfusumu kaybettim
    +git kaybettim de verirler. ama ceza ödeyeceksin.
    -yok bee kardeşim sobaya atmış yandı diyeceğim ben.
    +senin kardeşin yok.
    -olsun nereden anlayacaklar ?
    +orası nüfus müdürlüğü.

  • sinema ve dizi dünyası cidden vites arttırdı. sanırım içinde bulunduğumuz dönemden öncesinde çoğunlukla salonlarda satılan biletlere mahkumdular ama şuan online platformlara artan büyük taleple birlikte artık çok çok büyük projelere onay vermeye başladılar. bu da iyi bir şey çünkü neredeyse iki senelik bir zaman diliminde yüzüklerin efendisi'nden dune'a kadar bir yığın dev saga'yı ekranlarda göreceğiz.

    foundation da bilimkurgu için böyle bir seri. ancak halihazırda hayran kitlesi olan anlatıları uyarlamak çok kolay bir iş değil çünkü çıta zaten yüksek bir yere kurulmuş vaziyette. mesela yüzüklerin efendisi dizisi yapacaksanız, kusura bakmayın tolkien'e layık bir iş çıkarmanız lazım. ortalama bir işin bile kurtarma ihtimali yok. şimdi isaac asimov gibi bilimkurguyu diyaloglar ve felsefi ikilemlerle bütünleştirerek çok başka noktalara taşıyan bir yazarın tarzına uyum sağlayabilmişler mi bir bakalım.

    --- spoiler ---

    diziye başlamadan önce bi kısa asimov'un tarzından bahsedelim. şimdi bilimkurguda bir temel bilimkurgu var ki bunlar bildiğimiz teknolojilerin ilerletilmiş halidir. mesela biz voyager'ı güneş sisteminin dışına çıkarabiliyoruz ama bu yaklaşık 40 yıl sürüyor ve aracın içinde herhangi bir canlı yok. bu tür bilimkurgularda da her şey fiziğin daha teorik ve ileri halinde planlanıyor ve atıyorum uzak yıldızlara insanları gönderebiliyorsunuz artık. ancak işte warp motoru var, uzay zamanı şöyle büküyorum, insanları araçlarda bu şekilde hayatta tutuyorum, insanlar uyuyorsa onların yerine işleri yürüten robotların beyinleri pozitronik yapıdadır ve şu ilkelerle çalışır diye uzun uzun açıklıyorsunuz. ikinci tür bilimkurgunın ise ne kadar bilimkurgu olduğu bile tartışmalı. çünkü "bilim" ile yapacaklarınızı o kadar abartıyorsunuz ki bunlar büyü müdür fizik midir çok anlaşılmıyor.

    bu dizinin ilk iki bölümde işlediği temel günah da bu aslında. asimov yazım tarzı gereği kendisini sınırlar ve herşeyin nasıl işlediğini en ince ayrıntısına kadar açıklar. örneğin ben, robot kitabında robotlar ile kurduğu problemler o kadar gerçekçidir ki iş robotlardan çıkıp temel mantık problemlerine döner. bu tarzı sevip sevmemenizden bağımsız olarak (çünkü herkesin aradığı şey farklıdır) temel bilimkurgu olan bir şeyi alıp fantastik alana çekerseniz ruhunu katletmiş olursunuz. bu diziyi yazan senaristlerin tam olarak yaptığı da budur.

    zaten dizinin ne kadar üşenilerek yazıldığını kurulum aşamasında da fark edebilirsiniz. mesela bu proje yanlış hatırlamıyorsam 8 sezon olarak tasarlanmış. (ki bence fazla iyimser bir tahmin) bu da demektir ki ilk sezondaki 10 bölümün tamamını kuruluma ayrımanız gerekiyor. mesela yaptığı berbat final ile akıllarda kalmasına rağmen game of thrones'un ilk sezonu yazım tekniği açısından mükemmele yakındır. size karakterleri tanıtır, westeros'u anlatır, insanların ne kadar acımasız olacağını sezdirir. belki bu sezon size sıkıcı gelecektir ama dizinin burada asıl yaptığı şey bir kayayı tepeye doğru taşımaktır. ilk sezonun sekizinci bölümde eddard stark'ın başının kesilmesiyle de o taşı tepeden yuvarlamaya başlar.

    foundation'ın ise hiç böyle zahmetlere girme derdi yok. istiyorlar ki olayların fitili daha tanımadığımız insanlar tarafından ateşlensin ama kimlerin arasında sürtüşme olduğunu bilmeden yani aradaki o politik çekişmeyi inşa etmeden bunu yapamazsınız. ha derseniz ki zaten insanlar kitapları okumuştur ama eğer senaristler de böyle düşündüyse bu kendilerinin tembelliğini tesciller sadece. çünkü sizin yapmanız gereken işi tamamen başkasının sırtına yüklemektir bu. ayrıca uyarlama yapılıyorsa her yapım birbirinden bağımsız şekilde değerlendirilmelidir. yoksa kitabı güzel diye hobbit üçlemesini de beğeniyor olmamız gerekirdi.

    ayrıca kitap, yazın alanındaydı. siz artık görsel bir düzlemdesiniz. bu nedenle atmosfer çalışmasına hem anlatımla hem de çekimlerle tekrar başlamanız gerekiyor. bu kısımda şimdi hakkını verelim cgi gerçekten çok kaliteli. ki ben yeşil perdeden çok hoşlanmayan biriyim normalde ve burada hiç rahatsız etmedi beni görüntüler. rahatsız olduğum kısım ise bunu anlatımla desteklenmemesi. mesela dünyaya bir sütun ile bağlı dışarıdan gelen insanların giriş çıkış yaptığı bir uzay istasyonu var. atmosfer kurmak için bunun nasıl çalıştığını neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğundan bahsetmeniz gerekiyor. hadi diyelim bu detay. koskoca galaksiye yayılan imparatorluk var. bunun içinde yüzlerce farklı halk, binlerce etkili grup olması lazım ki o politik çalkantıyı biz hissedebilelim. peki bu var mı? tabi ki yok. onun yerine imparatorluk ölçeğinden baktığınızda toz kadar önemi olmayan ve neden birbirlerine düşmanlık besledikleri üzerine derin bir açıklama yapılmayan iki halkın çekişmesi var. yani öyle bir şey yapayım ki elimdeki bütçenin hakkını veremeyeyim diye kendinizi zorlasanız bu kadar yüzeysel bir şey çıkaramazsınız ortaya. bu açıdan da yapımcıları tebrik etmek lazım.

    bir de karakterlere ve oyunculuklara bakalım. böyle bir projeye başlarken no-name isimler tercih etmek mantıklıydı eskiden çünkü yani insanların hayatının neredeyse 10 senesi falan burada geçecek. o yüzden bütçe ve sözleşmeler sıkıntı çıkarıyordu. ancak devir değişti. artık büyük dramalar sezonda 10 bölüm yayınlıyor ve hazırlık falan olsa da oyunculara daha büyük özgürlük sağlayabiliyorlar. bir de dizi sektörü gelişmeye devam ediyor. artık anthony hopkins gibi büyük oyuncuları bile dizilerde izleyebiliyoruz. bu dizinin cast'ı ise gerçekten çok zayıf kalmış. ilaç hakkı için benim de çok sevdiğim ve başarılı bulduğum jared harris ve yine bilindik bir isim olan lee pace (kendisini pushing daisies'ten beri takip ederiz) var. geri kalan oyuncular ve karakterler o kadar silik ki iki bölümde aynı karakteri farklı oyuncuya oynatsanız aradaki farkı anlayamazsınız. bu durumdan tabi oyuncular da sorumlu ama yine senaristlerin de hatası var. çünkü yazılan diyaloglar o kadar jenerik ve kasıntı ki diyalogun nereye gideceğini ilk söylenen replikten çıkarabiliyorsunuz. sahnenin geri kalanı da can sıkıntısı haline geliyor haliyle.

    --- spoiler ---

    tabi erken yargılamamak lazım ama ilk iki bölüm hiç umut vermedi diyebilirim. bu durum da açıkçası biraz beni üzdü çünkü dizi bir de hafta hafta yayınlanacakmış. game of thrones'tan beridir yeni bölüm düşse de izlesem diye beklediğim bir şey çıkmadı. o nedenle kaçan bir fırsat olarak gördüm bunu. gerçi bir umut yine de sezon sonuna kadar toparlarlar diye umuyorum. onu da birinci sezon finalinde konuşuruz artık.

  • bitmiyor, sessizliği en son ne zaman tattım bilmiyorum. yaz günleri pencere açık, daha kötüye gidiyor. susmuyorlar. devasa ama kulağa hoş gelmeyen bir orkestra gibiler. sabah kuş sesleri yapıyor açılışı. uyandıklarında tüm odak kendilerinde ama saatler ilerledikçe arka plana geçiyorlar. hani huzurlu denir ya bu sesler için, değil işte. sabahtan akşama kadar duyunca değil. yavaştan ikişer üçer sokağa çıkan çocuklar başlıyorlar hayvan gibi bağırmaya. kuşları kıskanmış olacaklar ki bizim onlardan ne eksiğimiz var dercesine enerjileri bitene kadar tepiniyorlar kendi ses tellerinin üzerinde. tabii bu arada sırası gelen her araç repliğini söyleyip çekiliyor ansızın. külüstürden moderne tüm araçların motor sesi geliyor kulağıma. her otuz dakikada bir ise motor sürücüsü motorunun çıkardığı o mide bulandırıcı sesiyle çevredeki gürültüyü yararak gidiyor bir anda. bir ok gibi bulanıklaştırıyor her şeyi ön plana geçmek için ve lütfen bana söv diye yalvarıyor sanki. bazı külüstür araç sürücüleri ise benim aracım yeterince gürültülü değil dermişcesine eline hoparlör alıp bağırarak geçiyor sokaktan. kimisi, dinleyenlerin bu kadar yüksek ve berbat gürültüyü kimin çıkardığını merak ettiğini düşündüğünden kendini tanıtma ihtiyacı hissedip, eskiciyim ben diyor. kimisi ise dolaylı yoldan anlatıyor. dolmalık biberim var diyor. o sırada karşıdan da akrabası geliyor herhalde. o da, benim de çileğim var diyor. hava kararmaya başladıkça annesini sevmeyenler grubu giriş yapıyor lobiye. arabalarımızdan açtığımız bu iğrenç şarkıları hepinize dinleteceğiz sloganıyla birlikte başlıyorlar işe. eskiden bu grubu susturmak için polisi arayan ben ve diğer site üyeleri artık tenezzül bile etmiyor. daha az önce suçluların dışarıda dolaştığı ülke haberlerine bakan site üyeleri bunun bir işe yaramayacağının geç de olsa farkına varıyor. ben ise aşağıdaki hıyarın güzel gönlü ne isterse onu dinliyorum. bazen bağırıyor bazen kalabalık gelip hayvan gibi konuşuyorlar ama ses etmiyorum. allahın belası ülkeden ya şu an kurtulayım ya da geberip gideyim diye iç geçiriyorum sadece. tabii karanlık çöktüğünde zaten var olan, serengeti düzlüklerinde askerlik yapmış olan başıboş köpekler; “belki burada olduğumuzu bilmeyenler vardır” diye düşünmüş olacaklar ki başlıyorlar havlamaya. normalden daha yavaş konuşan caminin imamı ezan okuduğunda, kendilerine ilahi bir gücün seslendiğini düşünüp cevap verme gereği hissettikleri için aniden kurt moduna geçiş yapıp uuuluyorlar. neyse ki saat sabah dört olduğunda sessizliği yakalıyorum. tek tük araba sesleri çok da rahatsız etmiyor artık. kafamı dinliyorum çünkü nadiren o saate kadar uyanık kalıyorum. az sonra günün en pis, en eski ve en iğrenç sesli motorunun geçeceğini bilmeden anın tadını çıkarıyorum. ama istinasız o an geliyor ve motor, tüm kuşları uyandırıp döngüyü tekrar başlatıyor. ben de bundan kurtuluşum yok deyip kafamı yastığa koyuyorum ve uyumaya çalışıyorum.

  • “içerisinde bulunduğumuz sezonda süper lig, türkiye kupası, uefa avrupa konferans ligi olmak üzere 3 kulvarda da hedefleri yolunda mücadelesine devam eden futbol a takımımız için yarım sezonluk bir planlama yapılmıştır.”

    sezonluk kelimesini yamalak ile değiştirirseniz açıklama ve durumumuz anlamından bir şey kaybetmiyor

    debe editi: ilk debem maalesef 3.5 sene önceki büyük umutlarımın büyük hayal kırıklığına ve hevessizliğe dönüşmesi sonucu geldi. #132229085 nolu entry'e ben de katılıyorum. ismail hocaya başarılar diliyorum.

  • bir çok amerikan filminde defalarca tekrarlanarak insanlara "neden ben böyle yaşamıyorum" dedirten sahneler bütünüdür.

    koşarak basamaklardan inerken kravatımı bağlamaya çalışır, kocaman mutfakta hazırlanmış masadan yalnızca portakal suyundan bir yudum alıp "geç kaldım toplantım var " derken hanımdan küçük bir öpücük ile devasa bir arabaya atlar ve bahçedeki kapalı otoparktan sessiz, sedasız ama yemyeşil bir caddeye çıkıveririm... (kahretsin köpekle şakalaşmayı unuttum)

  • çok normal ve olması gerekendir. iş sözleşmesi iki taraflıdır ve bunun evlilik sözleşmesi ile karıştırılmaması gerekir.

    özel durumlar dışında kişi daha az çaresiz olacağından görüşme daha sağlıklı bir zeminde yapılacaktır. ne iş olsa yaparım moduna giren bir kişi ve bunu fırsat olarak kullanan işverenin birlikteliği ilerleyen zamanda kesin çatırdar zaten.

    kendi çapında bir yöneticiyim ve bana bağlı kişilerin iş görüşmesi yapmasından zerre rahatsızlık duymam. hatta isterlerse beni referanslarına yazabileceklerini de söylemişimdir hep.

    bir patron veya yönetici dolu olan bir pozisyona yeni eleman almak için önce çalışanını çıkartıp iş görüşmelerine daha sonra başlamaz. bu ne kadar normalse bir çalışanın iş görüşmesi yapması o kadar normaldir. zaten o işverenin görüştüğü kişilerin çoğu bir yerlerde çalışıyor.

    bir şekilde çalışanlarının iş görüşmesi yaptığını öğrenip işten çıkarttıklarını anlatmışlar. yapmayın. bu herkesin hakkı.

    eğer çalışanınız iş arıyorsa büyük ihtimalle mutsuzdur. mutsuzluğun çeşitli sebepleri olabilir. maaş konusu bunlardan sadece bir tanesi. ve inanın en önemlisi değil. o kişiyle uzun süre çalışmak istiyorsanız mutlu olmasını sağlayın. aksi halde her yeni gelene iş öğretmekle uğraşır durursunuz.

  • yılların eskitemediği karakter. öyle bir akıllarda kalmış ki bazen ne yapsam daha iyisini bu adamın yapabileceğini düşünürüm, soruyorum sana nasıl bir travmasın sen ruşen amcanın oğlu sedat ?