hesabın var mı? giriş yap

  • bankanın biri iptal ettirdiğim kredi kartım için 2 haftadır arayıp mesaj atıyor. en son içip içip evin önüne gelecekler diye korkuyorum amk...

  • "balkonunuza fazla çıkmayın, karımız, kızımız, asılı çamaşırlarımız var" demek. yaşanmıştır.

    bir de tabii ki eminönü'deki baklava izdihamı var.

    gelen mesajlar üzerine edit: lokasyon tuzla.

  • küçük işletmelerin geliri aylık ortalama kazancı 10-20 bin tl aralığındadır. bunlar harbiden küçük olanlar tabi. normal küçüklükte olanlar 30-50 bin tl arası kazanır.

    türkiye'de eğitim, diploma vs. para kazandırmaz. dünyanın hiçbir yerinde maaşlı çalışan zengin olamaz bu ayrı bir konu ama türkiye'de maaşlı çalışarak orta sınıfa bile gelinemiyor şu an.

    onun dışında emekli olmak falan geçelim. emeklilik yaşı 65. bugün emekli olana kadar yaşayacak mıyız o bile meçhul. verdikleri maaş ise 3 kuruş. sen 3-5 bin tl maaş alıp 2.5-3 bin tl de emekli maaşı aldığın da ne olacak?

    adam kazancının fazlasını biriktirse emekli maaşı olarak alacağın paranın 2 katını faizle alır. en kötü parasını altına falan koysa siz emekli olduktan sonra 40 sene boyunca alacağınız maaşın kat kat fazlasını cebine koymuş olur adam.

    kendimizi avutmaya gerek yok. türkiye'de bir bakkal bile profesörden de doktordan da fazla kazanır.

    siz de kendinize güveniyorsanız yaparsınız bu işleri. güvenmiyorsanız da yapacak bir şey yok. ben bu işi yapamam diyorsan paranla nasıl yatırım yapacağını araştırırsın. maaşlı çalışırsın ama paranla risk alırsın.

    aksi takdirde avrupa'da çocuğun biriktirdiği harçlık kadar maaş alırsın.

    bugün almanya'da bir çocuğa günlük 10 euro harçlık verseler ve çocuk bunu 30 gün biriktirse 300 euro yapıyor. tl karşılığı 4800 tl.

    yani almanya'da bir velet harçlıkları ile sizi işe alıp çalıştırabilir. durum bu.

  • 15 nisan 1920 gunu bugun artik boston'un bir mahallesi haline gelmis bulunan guneyindeki braintree adli kasabada bulunan bir fabrikanin muhasebecileri oldurulur ve iscilere dagitilmak uzerine hazirlanmis yaklasik 16 bin dolar civarinda para, gorgu taniklarina gore 5 italyan gorunumlu adam tarafindan gaspedilir. bu olaydan 20 gun sonra 5 mayis 1920 gunu polis boston'in guneyinde durdurgu bir yolcu arabasindan indirdigi ve uzerlerinden silah ve anarsist bildiriler cikan iki gocmeni soygunla ilgili olduklari gerekcesiyle tutuklar. nicola sacco adindaki ayakkabici ile bartolomeo vanzetti adli balikci bu iki italyan kokenli gocmen, isci grevlerinde ve politik yuruyuslerde her zaman on saflarda bulunan iki anarsisttir.

    31 mayis 1921'de dedham, massachusetts'te, county serif'inin "hear ye! hear ye! god save the commonwealth of massachusetts!" nidasiyla baslayacak davanin 20. yuzyilin en cok tartisilacak davalarindan biri olacagi, 6 kitada yanki yapacagini, insanlik tarihinin ilk kuresel kitle gosterilerinden birine neden olacagini herkes gibi saniklardan "anarchist bastards" diye sozeden amerikan milliyetcisi yargic da habersizdi suphesiz. kit ingilizceleriyle surekli olarak masum olduklarini ve olayla bir ilgilerinin olmadigini soylemeye calisirken, savcinin ne dediklerini anlamadigini ileri surerek, yargilama hukukuna acikca ters bir sekilde cevaplamasi cok zor sorulari bile sadece "evet ya da hayir" diye cevaplandirmalarini istedigi bu iki gocmen anarsist, temmuz 1921'de olume mahkum edilirler. aralarinda bertrand russel, george bernard shaw, dorothy parker gibi bircok unlu ismin de bulundugu yazarlar, sairler, politikacilar ve sivil orgutlerin yillar surecek yeniden yargilanma cabalari, o donem amerikasina karabasan gibi cokmus red scare adli hz konjonktur'un agir atmosferinde bir sonuc vermez ve olaydan 7 yil sonra 1927 yilinda bu iki adam elektrikli sandalye ile idam edilirler. sacco ve vanzetti'nin idami sadece abd'de degil dunyanin bircok kosesinde ama ozellikle latin amerika kentleri ve avrupa'da yuzbinlerce kisinin katildigi dev protesto eylemlerine neden olur. abd'nin paris ve lizbon buyukelciliklerine bombali saldirilar bile gerceklestirilir. almanya'daki protesto gosterilerinde ise olaylar cikar ve 6 kisi olur. italya'nin bir cok kentinde amerika'yla ilgili hersey hedef haline gelir.
    dava tartismasi 1925 yilinda cezaevindeki bir suclunun sacco ve vanzetti'nin olayla bir ilgisi olmadigini, olayi isleyenlerden biri oldugunu itiraf etmesine ragmen ciddiye alinmamasi, dava surecinde ve hatta sonrasinda bile o 16 bin dolarin akibetinin ve nerde oldugunun hicbir sekilde arastirilmamasi, olayin basindan beri polisin elinde olan sacco'ya ait silahin ve mermilerinin olaydan 40 kusur yil sonra 1960'lardaki garip bir balistik incelemeyle olayda kullanildiginin belirlenmesi gibi bircok garipligi de barindiriyor.
    23 agustos 1927 gunu idam edilen nick sacco'nun son cumlesi, "yasasin anarsizm! elveda karicigim, cocuklarim ve arkadaslarim" olur. kayda gecen infaz ani kelimesiyse en insani en saf yardim cagrisidir; "mama!".
    sacco'nun hemen ardindan infaz odasina getirilen vanzetti'nin son sozleriyse "sunun bilinmesini isterim ki masumum! hicbir suc islemedim. bazi gunahlarim oldu ama suc islemedim. ne bu sucu ne de bir baskasini!". kayitlar infaz aninda vanzetti'nin hickirarak yuksek sesle agladigini ancak konusmadigini soyluyor.
    idamlardan 50 yil sonra 1977 yilinda, massachussets valisi michael dukakis, bugun bile cogunlukca, gocmen olmalarinin ama daha cok da ideolojilerinin kurbani olduklarina inanilan bu iki anarsistin, adil yargilanmadiklari gerekcesiyle iade-i itibarlarina karar verir.
    in dubio pro reo denen yargilama ilkesinin ne kadar onemli oldugunu ve "konjonkturel agir atmosfer"lerin adaletsizlik, hukuksuzluk ya da zulme mesruiyet saglamak icin ne kadar munbit bir iklim oldugunu gosteren bu trajik davayi anlatan filmler cekildi, oyunlar oynandi, hikayeler yazildi, sarkilar bestelendi. sacco'nun dedham hapishanesinin koridorlarinda yankilanan "sono innocente!"* cigliklarini duymadiysak bile joan baez ablanin here's to you agitini dinledigimiz her defasinda duymamak mumkun degil bu drami;
    here's to you, nicola and bart
    rest forever here in our hearts
    the last and final moment is yours
    that agony is your triumph

  • "iyilik yap denize at" demişler ama atamadım. dayanamayıp anlatacağım. kardeşim maltepe'de orhangazi ilköğretim okulu'nda sınava giriyor. saat 9:20'de okula geldik sohbet ediyoruz.
    "hayatın bu sınava bağlı değil, rahat ol" geyikleri dönerken anons yapıldı, öğrencilerin sınıflara girmesi gerektiği söylendi.
    öptüm, gaz verip yolladım. elimde kahve ile girişin karşısına oturdum, velileri bahçeden şutlayacakları saati bekliyorum.
    aksiyon burada başlıyor...

    feryat figan bir kız binadan fırladı 'anneeee' diyerek haykırmaya başladı. koşarken bir taraftan da 'orhangazi değil osmangazi' demez mi?
    saate baktım 09:44, kız okulun önünde hüngür hüngür ağlıyor, annesi de ağlamaya başlamaz mı?
    yemin ediyorum bana bir haller oldu. bir an her şeyi unuttum, bildiğin hayatımın amacıymış gibi yerimden fırladım.
    50 metre koşup kızın elinden giriş belgesini aldım, adresi haritada bulup beklemelerini söyledim.
    araba 300 metre mesafede, ben günde 2 paket sigara içiyorum ve hayatımın deparını atıyorum.

    arabanın ilk sahibi sakarya il emniyet müdürü, 2. sahibine satarken çakarları sökmüşler ama siren duruyor.
    dörtlüleri yaktım, sireni çalıştırdım saniyeler içinde okulun önündeyim.

    kız ve annesi arabaya atladı, 7 km yol ve 10 dakikadan biraz fazla zaman var.

    7 milyar insanın önünde konuşma yapsam dudağım titremez ama adrenalin varille salgılanıyor.

    ve evet, 09.58.
    okula bir girişim var, padişah saraya böyle girmemiştir.
    kız sarılıp öyle öptü ki, master card reklamı aklıma geldi.
    "paranın satın alamayacağı şeyler vardır, gerisi için onemliuyarilar"

    umarım başarırsın canım, iyi şanslar...

    edit: düzeltme

  • netflix'de 100 humans adında deneysel bir belgesel var, orada izledim. yüz kişiyi ellişerli olarak iki gruba ayırıyorlar. iki gruba da aynı olay anlatılıyor ve biz de işte tepkileri izliyoruz. anlatılan olay şu: bir anne küçük yaştaki çocuğunu arabanın içinde birkaç saat yalnız bırakarak gidiyor, çocuk da bu sürede havasız kalarak can veriyor.

    ilk gruba bu hikaye anlatılırken ekranda tipsiz, aşırı bakımsız, suratından iğrençlik akan, uyuşturucu bağımlısı stayla bir kadın fotoğrafı görüyoruz. kamera elli kişiye döndüğünde, hepsinin suratında da aynı nefret dolu ifadeler görülüyor ve "sizce ne ceza verilmeli" diye sorulduğunda, 30-40 yıl mahkum olmalı nidaları havada uçuşuyor, hatta bu canavar kadının ömür boyu hapse tıkılması hatta ve hatta idam edilmesi gerek diyenler bile oluyor.

    sıra geliyor diğer elli kişilik gruba. hikaye aynı, ortada ihmalkarlıktan hayatını kaybeden küçük bir çocuk var fakat bu sefer ekranda aşırı güzel, adeta melek gibi bir annenin fotoğrafını görüyoruz. insanların ceza olarak bırakın idam ya da hapis istemini, "bu masum kadın zaten çocuğunu kaybettiği için yeterince acı çekmiş olmalı, o yüzden ceza verilmesin hatta travmasını atlatması için psikolojik destek verilmeli" diyenler bile oluyor.

    şuç aynı oysa ki ama işte dış görünüşün insanlar üzerinde yarattığı etki, adeta dipsiz bir uçurum gibi.

    malesef ben de dış görünüşün her şey olduğunu düşünenlerdenim. dışınız güzelse eğer, insanlar için içinizin çok da bir önemi kalmıyor. dış görünüş yönünden şanslı olan insanların hatalarına kolayca tolerans gösteriliyor ya da onlara pozitif anlamda önyargı yapılıyor. hatta karşıdan karşıya geçerken arabalar bile durup yol veriyor eğer yeterince güzelseniz. değilseniz de yukarıdaki örnekteki gibi yaşamanızın bile bir kıymeti yok diğer insanların gözünde...

    debe editi: çok da uzun yazdım bi' kişi bile okumaz derken bak şimdi.. sabah sabah mutlu oldum valla. teşekkür ediyorum herkese :)

  • eski çalıştığım yerin genel merkezine eğitime gitmiştik. yanımdaki arkadaş tanıdık birini gördü, "dur x'e selam vereyim" dedi. onlar konuşurken ben uzakta kaldım. x'e baktım, boylu poslu, son derece hoş bir adam. ama bunlardan çok bakışları etkiledi beni. hayır bana hiç bakmadı orada, sadece başka biriyle havadan sudan iş konuşurken bile gözlerinden ne kadar iyi kalpli ve merhametli biri olduğu hissediliyordu sanki. "böyle biri bana asla bakmaz" diye düşündüm. o dönem özgüvenim sıfırın da altındaydı. eğitim bitti, geldiğimiz yere döndük, sonraki iki yılda hiç görmedim onu. aynı şirkette birbirimizi hiç tanımadan çalıştık. ben arada bok gibi bir ilişki yaşayıp ayrıldım ama o ilişkinin özgüvenime az da olsa faydası oldu. 2 yıl sonra bizim departman onun olduğu yere taşındı ve biz de nihayet tanışma şansı bulduk. şimdi ise evliyiz, hehe. ilk izlenimim doğruymuş, gerçekten dünyanın en iyi kalpli insanıyla evliyim ve çok mutluyum.

    edit: efenim o çok sevdiğim bakışları klonladım, aynından minik bir tane daha yaptım*.

    büdüt: son derece iyi kalpli iki keçim var efendim. beyim çok iyi ama keçilerle yarışır bir inadı var. neyse ki ben inatçı değilim ama çocuğu klonlarken inadını da klonlamışım. şimdi bir köprüde karşılaşmış inatçı iki keçi şarkısının canlı bir izleyicisi olarak hayatımı sürdürmekteyim. biriyle 13 öbürüyle 6 senedir birlikteyiz, halen çok sevmekteyim.

  • araba almak için yola çıkmış yazar arkadaşa şimdiden hayırlı olsun demekle birlikte aldırmaması gereken entryleri baştan söylemeyi kendime görev edindim.

    1- "el arabası alırsın anca o paraya!" diyen herkesi engelle. hiç aldırış etme. 600 tl'yi yan yana görmemiş ergenler 600 bin tl'yi küçümseyecektir.

    2- "100 bin daha koy şunu al!" diyen herkesi engelle. adam zaten verebileceği maksimum tutarı yazmış. kalkıp "daha da para koy şunu al!" diyorsunuz. o zaman 2 milyon daha koysun porche alsın.

    3- "araba almak salaklıktır. paranı faize koy, dolar al, altın al, borsaya bas, coine yatır!" diyen herkesi engelle. adam arabaya binecek. saydığın yatırım enstrümanlarına değil.

    4- kendi arabasını kakalamaya çalışan herkesi engelle.

    5- beni de engelle. araba önerisi sunamadım. akıl verdim.