hesabın var mı? giriş yap

  • tam olarak 90'lı yılların başına tekabül eder.
    bakmayın şimdi loft'un sıradan bir marka olduğuna, o dönemde statü simgesiydi neredeyse. ben hiç alamadım ama giyinmeyeni dövüyorlardı nerdeyse. pantolonun arka cepleri büyük ve daha aşağı yerleşmişti paçaları biraz geniş, çift dikişli ve dikişler biraz yukarıdaydı. loft etiketinin altından kemer geçerdi. marka görünsün diye millet, tişörtü, kazağı pantolonun içine sokardı.
    popüler olan bir de gri rengi vardı sanki.

  • lan oha artık nereden kulp takacağınızı şaşırdınız be.

    adam "kadının elinin değdiği her şey güzel olur" diye mis gibi slogan yapıyor, değneğin biri de çıkıp buna "cinsiyetçi hede hödö" diyor. yok artık lan.

    ona bakarsan "dünya kadınlar günü" diye kadınlara ayrı gün kutlamak da kadınları ötekileştirmek değil de nedir, hadi bakalım.

  • tüm yiyecekler organik bileşiktir *... ve tüm organik bileşikler temel olarak karbon, hidrojen ve oksijen içerir. bir * mikrodalga fırında ısıtmak ya da pişirmek için kullanılan tek element hidrojendir. burada şu yazıyı okumakta fayda var:http://www.eksisozluk.com/…laşma enerjisi/#28035924

    yiyeceklerde bulunan temel haldeki hidrojen atomu fırın iç sisteminde üretilen uyarıcı elekto-magnetik dalga ( emd )'yı soğurarak uyarılır. üst enerji seviyesine "sıçrayan" elektron "temel hale" geri dönerken aldığı fazladan enerjiyi "emd" olarak dışarı salar. işte salınan bu mikro-dalga enerjisi ısı taşır ve hidrojen atomunu içinde bulunduran nesneyi ( yiyeceği- suyu vs... ) ısıtır.

    bu fırınlar genel olaral kapak açıkken çalışmayacak şekilde tasarlanır... ancak olası bir "kaçak" durumunda en yakından başlayarak su taşıyan ( hidrojen taşıyan ) hemen her nesneyi / yiyeceği ısıtmaya- pişirmeye başlar... en çok risk altında olan organlar da böbreklerdir... çok çabuk "pişerler" çünkü... hamile kadınların da malum nedenle uzak durmalarında fayda var.

    bir kaçak var ise çok basit bir deneyle bulunabilir... öncelikle şu yazıyı okuyun lütfen:(bkz: #26525745)

    olay tamamen bu deneyle ilgilidir... cep telefonunu çalışmayan fırının içine koyun; fırın kapağını kapatın ve telefonu arayın. eğer faraday kafesi fonksiyonu gören fırın kaçak yapmıyorsa telefona ulaşamayacaksınız. ulaşıyorsanız fırınınız sizi de dışarda iken pişirecek demektir. zira bedenimizin %65'i su ve bu su miktarındaki hidrojen atomu sayısı bizi pişirmeye yeter!!!*

  • “sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmazsınız.”

    tam bir polyannacılık örneği, adı üzerinde iş işte, tamam işimizi sevelim(ben çok seviyorum) , ne kadar sevebiliriz ama? sahilde biranla pineklemekten daha keyifli hangi iş olabilir? söyleyiniz bana.

  • o zamanlar rusyada emekli maaşları 150 dolarmış derlerdi insanlar nasıl geçiniyor diye hayret ederdim.
    artık etmiyorum...

  • oturdukları yerden kasıt nedir? ayağa kalkıp bütün gün elimizde bilgisayar yürüyelim mi napalım amk ya?

  • okulun ilk günü. gökçenur (g) anaokuluna başladı. abisiyle (m) aynı okulda. abisi 5'e gidiyor.

    dayı: gönçenur ne yaptınız bugün okulda?
    g: hiç bi şey yapmadık... müdür benimle konuştu.

    şaşkınlık. acaba bi sorun mu var, kavga falan mı ettiler düşüncesiyle soruyoruz:

    d: ne dedi müdür sana?
    g: bilmem, bi şeyler dedi, hatırlamıyorum...

    daha çok meraklandık

    d: bi şey mi oldu?
    g: ...ıııı...

    herkes abisine döndü. mehmet, ne oldu? kardeşinle ilgilenmiyor musun?

    m: yaa, müdür herkesi topladı, açılış konuşması yaptı. bu salak öndeydi, müdür kendisiyle konuştu zannediyor...

  • okul yıllarında hiçbirşey beni matematik dersleri kadar sıkmayı başaramadı. bu matematikle değil, tamamen öğretmenimizin yaklaşımıyla ilgili bir durumdu. kendisi yaşamı normal hayat ve matematik hayatı olarak ikiye ayırmış olan bir kişilikti. derste kımıldamanıza bile izin vermezdi. yere düşen kaleminizi eğilip alamazdınız mesela. öyle yani.
    herneyse benim sıra altından kitap okuma, yanımdakilerle konuşma, yazışma ve hatta camdan dışarıyı izleme girişimlerimin hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. atatürkün gençliğe hitabesinde ve istiklal marşımızda kaç harf olduğunu sayalı 2 hafta kadar oluyordu. sınıfımızın zemini enine 84 boyuna 132 parça taştan oluşuyordu. ben dakikada 14 kez nefes alıyor ortalama 18 kez göz kırpıyordum. deli pösteki sayar gibi lafı benim için artık sadece pösteki sayar gibi şekline dönüşmüştü. hiç işinize yaramayacak şeyleri saymak delilik değildi, aksine akıl sağlığınızı koruyan uykunuzu kaçırıp zihninizi dinç tutan yararlı bir aktiviteydi ama sınıfta sayılabilecek şeylerin sayısı giderek azalıyordu. günlerden bir gün bir harita method yaprağında kaç kare var sorusu zihnimde bu yapraktan kaç adet kağıt gemi yapılabilir şekline dönüştü. evet işte aylardır aradığım, ihtiyacım olan şey buydu... origami.
    ilk denemeler tabi ki başarısızlıkla sonuçlandı. sevgili öğretmenim uzunluğu 5 cmyi geçen her gemiyi fark ediyor, yapım işlemi tamamlanır tamamlanmaz kaçak mal taşıyan bir gemi tespit etmiş sahil güvenlik botu gibi yanıma yanaşıyor ve el emeği göz nuru eserlerime el koyuyordu. daha küçük gemiler yapılmalıydı evet daha küçük, çok daha küçük. sene sonuna doğru kareli defterin bir karesinden gemi yapabilir hale gelmiştim. bu gemiler büyükleri kadar rahat tanımlanamıyor, öğretmenimin radarında tespit edilse bile ne oldukları çıkarılamadığından büyük bir tehlike atlatılmıyordu. sene sonunda matematikten geçmiş, akıl sağlığımı korumuş ve final sınavının soru kağıdından yapılma 286 parçalık bir filoyu matematik öğretmenime hediye etmiştim.
    öğretmenleri seviniz arkadaşlar. onlar içinizdeki yaratıcılığın aynasıdır.