hesabın var mı? giriş yap

  • likya yolu bir antik yol değildir, kültür rotası olarak geçer, yani kültür turizmi odaklı olarak geliştirilmiştir. ilk olarak kate clow tarafından tespit edilmiş, 1999 yılında da kültür rotası açılmıştır. en kapsamlı bilgi de kate clow'un likya yolu kitabındadır.
    likya yolu'nun kesiştiği antik yollar da vardır, örneğin kayaköy'ün kuzeyinde ve güneyinde bu antik yollara rastlanabilir. antik yollarla ilgili bilgi almak için fethiye arkeoloji müzesi ve antalya arkeoloji müzesi'ne bakılabilir, ayrıca patara antik yol yazıtı stadiasmus patarensis ile ilgili yapılan yayında, antik kentlerin ulaşım yollarına dair bilgi verilmektedir. akdeniz üniversitesi'nin stadiasmus patarensis ile ilgili sayfası linktedir.
    fethiye ve ölüdeniz arasında ciddi bir arkeolojik malzeme yığılması vardır.

    üzerinde kalan belli başlı antik kalıntılardan bahsedersek:
    ölüdeniz'iz geçtikten sonra yol bir antik yol ile yaklaşık 3.5 km boyunca çakışmaktadır. bel ve avlan arasında sidyma antik kentinden geçer. ardından letoon'dan kuzeye dönerek xanthos'a ulaşır. patara yol üstünde kalmamakla birlikte (clow'un rotasına göre) kalkan'a ulaşmadan önce eren tepe yönüne dönülerek görülebilir ve görülmelidir. kalkan'ın kuzeyinden devam eden yol kaş hizasında phellos ve antiphellos kentlerinden geçer ve sahile ulaşır. sahilden devam edildiğinde kaletepe, yol içeri doğru tekrar girdiğinde apollonia, apollonia'dan tekrar sahile inildiğinde aperlai antik kentleri vardır. aperlai muazzamdır. daha sonra kaleüçağız yani theimiussa ve simena civarından sahil boyunca devam edilir ve pek çok irili ufaklı kalıntı görülür (buzağılık antik yerleşimi, gökkaya antik yerleşimi, istlada). soura'nın kyısından ve andriake'nin kuzeyinden devam edilirse demre'nin kuzeyinden dolaşılarak myra antik kentine ulaşılır. belören civarında muskar kilise vardır. zeytin mahallesi'nin antik yerleşim alanında geçilerek finike'ye yönlenilir, finike'nin antik kenti phonikos'tan geçer. finike ve kumluca'nın önemli kentleri limyra, arykanda ve rhodiapolis'ten geçmez, ama ziyaretçinin araçla gidip bu kentleri görmesini şahsen öneririm. sahil boyunca gelidonya burnu'na kadar ilerler. yolda melanippe (korsan koyu olarak da bilinir) vardır. ardından teke yarımadası'nın doğu kıyısı boyunca ilerleyerek adrasan, olympos, khimaira, phaselis ve gedelma kalesi da görülerek hisarçandır'a kadar gidilebilir.

    likya ile ilgili bilinmesi gereken şey, arkeolojik malzeme her yerdedir. yürürken sürekli bir şey görürsünüz. kırsal bir alan olması, ana yerleşimlerin dönemin büyük kentlerinin kalıntılarının üzerinde olması (bu kötü bir şey değildir, sürekliliktir, insanlar orada yaşamayı hiç bırakmamıştır.) diğer alanların ise çok fazla bozulmamış olması, çok yoğun bir insan trafiği olmaması gibi etkenler bitki örtüsü ve doğanın kalıntıları korumasını sağlamıştır.

    yolda yürürken olur ya bir heykel, önemli gibi görünen bir şey görürseniz ilgili müzeyi arayınız. yolda yürürken defineci görürseniz ilgili jandarmayı arayınız. kalıntıları seviniz, melanippe'de antik duvarın içinde ateş yakan hıyarlar gibi olmayınız.

    likya yolu'nun kültürü budur. doğaya saygılı, kültüre saygılı bir ziyaret gerektirmektedir. bu ikisine saygı göstermeyecekseniz gitmeyiniz, yazıktır.

    bir de bilgi istiyorsanız, azıcık nezaket öldürmez. nasıl yürünebileceğine dair öneri ve bilgiler çok önemlidir, kolay kolay bulunmayan paylaşımlardır, dolayısıyla bu yolun tarihi, içeriği hakkında bilgi bir çok yerde bulunabiliyorken burada kendi deneyimini paylaşan insanların bilgileri son derece kıymetlidir.

    edit: imla

  • feribottan inip londra yoluna girildiginde, sag seride girip kaza yapanlar olarak derneklesmemiz gereken oyun.

  • yoğun bakımda olduğu söylenen güzel kızım.
    biliyorum hastalığını.
    kanserin ne kadar lanet bir tipinin sana denk geldiğini.
    akciğer metastazlarıyla boğuştuğunu.
    oksijen desteğiyle yaşatıldığını.
    ağrıların için morfin verildiğini.
    o morfinle kuşlar gibi uçtuğunu.
    rüyalar gördüğünü, şarkılar söylediğini.
    nereden mi biliyorum bunları?
    biliyorum çünkü doktorum.
    biliyorum çünkü milyonda 2 görülen bu lanet hastalıktan(osteosarkom) kurtulma olasılığı %1'dir.
    biliyorum çünkü tam 2 yıl önce aynısını yaşadık.
    17 yaşındaki oğlumun ölümünde.
    kemoterapiler, ameliyatlar hepsini yaşadık.
    fitoterapiler, envai çeşit ilaçlar.
    iyi niyetli olmak, dualar okumak yetmiyor.
    hatimler indirmek, kutsal topraklara gitmek falan.
    hepsi yalan.
    sen de insanları ve hayvanları seven ruhu güzel bir gençsin.
    tıpkı oğlum gibi.
    iyi insanlar çok fazla yaşamıyor kızım.
    oğlum hep ''bu dünya adil değil baba'' derdi.
    siz bu dünyaya fazlasınız.
    bu dünya kötülerin cenneti ,iyilerin cehennemi kızım.
    yine de inşallah ben yanılırım, iyileşirsin.
    çünkü çok gençsin, hayat dolusun, yaşamayı seviyorsun.
    allah senin için en hayırlısı neyse onu versin güzel kızım.

  • kendini bilen insan söylemidir.

    ulan bir atatürk'e bak, bir de kendine bak.

    anıt layık olanda kalmalı.

  • leziz zıtlar barındıran bir tasarım ve milliyetçilik hikayesi bu. 99% invisible isimli tasarım podcast'inden yeni duydum, gaza gelip biraz araştırdım ve fularsız entellik'te ve medium'da yazıya döktüm. resimler hariç, içeriği aynen kopyalıyorum.

    ***

    1950 yılında, uruguay sınırının dibinde yaşayan bir brezilyalı çocuk, yeni gelen amerikan filmini izlemek için sınırı geçip bir köy sinemasına gidiyor. filmin ortasında birdenbire ispanyolca bir anons, coşkulu bağırışlar ve çalmaya başlayan uruguay milli marşı... uruguay dünya şampiyonu olmuş. hem de rio'da, 200 bin kişinin önünde, brezilya'yı yenerek.

    bizim gibi bir futbol ülkesinde yetişmiş olanların bile, bu maçın önemini anlaması zor: brezilya o zamanlar pek bilindik bir ülke değil, pek birleşmiş bir millet de değil. elitlerin sporu olarak başlayan futbol popülerleştikçe, halkın harcı haline gelmiş. ve bu dünya kupası, brezilya'nın dünya'ya kendini modern bir ülke olarak tanıtma şansı. bir taşla iki kuş.

    bu tanıtımın ana sahnesi de, yeni stadyum kokusuyla dolu maracana.

    ***

    turnuvaya harika başlıyorlar, gelene 7, geçene 6 gol. son maç komşu uruguay'a karşı ve brezilya ağır favori. hem birkaç ay önce onları 5-1 yenmişler, hem de o zamanlar format farklı olduğundan, brezilya berabere kalsa bile kupayı kazanıyor. tam 200 bin kişi doldurmuş stadı. (deniyor ki, sonradan o maçta olduğunu iddia edenlerin hepsi doğru söylüyor olsaydı, maracana'nın ay kadar büyük olması gerekirdi)

    ilk golü brezilya atıyor. 1950'de rio bir parti şehri değil ama stad coşkudan patlayacak. sonra beraberlik. sorun değil, brezilya hala özgüvenle atak oynuyor. bitime 11 dakika kala, 23 yaşındaki ghiggia sağdan brezilya ceza sahasına giriyor. kaleci barbosa, orta yapacağını düşünerek biraz açılıyor ve ghiggia o açıktan topu ağlara yolluyor (bu videonun ortalarında).

    yıllar sonra, o anki atmosferi şöyle özetlemiş:
    "maracana'nın tarihinde sadece üç kişi kalabalığı susturabilmişti: papa, frank sinatra ve ben"

    ***

    uruguay kupayı kazanıyor. "futbol sadece futbol değildir" sözü sanırım en çok böyle anlar için geçerli. yakın zamana kadar brezilya'nın bir eyaleti olan uruguay için, bu maçın bir bağımsızlık ve milli mit yaratma boyutu var. doğal olarak ghiggia bir milli kahraman oluyor ve bu ünüyle, avrupa'ya oynamaya gidiyor.

    yıllar sonra futbol kariyeri bitip ülkesine dönünce, 1950 milli takımındaki herkes gibi, ona da hükümet tarafından bir iş bulunuyor: hayır, spor bakanlığı, federasyon başkanlığı veya teknik direktörlük değil. montevideo'da bir kumarhanede, hilebazları yakalama işi.

    ghiggia, kumarhaneden emekli olunca, birikimi ve emekli maaşı yetmediğinden, dünya kupası madalyasını satılığa çıkarıyor. neyse ki zengin bir işadamı madalyayı satın almış ve anında kendisine iade etmiş.

    iki ülkede gördüğü saygıyı sembolize edercesine, bu işadamı yarı uruguaylı-yarı brezilyalı biri. hatta, travma yaşattığı maracana'nın walk of fameinde, pele'nin ayak izinin yanındaki ayak izi ghiggia'ya ait. 2015'te ölene kadar, sınırın iki tarafında da gittiği her yerde sıcak karşılanmış.

    ***

    "düşmanlarına" bu saygıyı gösteren brezilyalılar, kalecileri barbosa'yı hiç affetmemişler. işin milli gurur boyutunun ötesinde, yüzeyin hemen altında yatan bir de ırkçılık boyutu var: medya, kaleci dahil takımdaki tüm zencileri günah keçisi ilan ediyor. ne hainlikleri kalıyor, ne aptallıkları.

    aradan geçen senelerde, ırkçılık ağır ağır azalsa da, barbosa bir cüzzamlı gibi dışlanmış hep. hayatını karartan adam ghiggia bile onu savunmuş elinden geldiğince ama nafile. taa 1994'teki milli takım kampını bile ziyaret etmesi engelleniyor, kötü şans getirmemesi için.

    "brezilya'da herhangi bir suçtan ötürü alacağınız maksimum ceza 30 yıl. bense 50 yıldır işlemediğim bir suçun cezasını ödüyorum".

    bu "suçun" cezası sadece futbolculara kesilmedi, "uğursuz" milli takım forması da nasibini aldı. ve bu sayede, o maçın sonucunu uruguay'daki köy sinemasında duyan çocuğun kaderi değişti...

    ***

    garcia schlee, bir rio gazetesinin açtığı tasarım yarışmasına katıldığında 19 yaşındaydı. konu: brezilya milli takımının yeni forması.

    birkaç yıl önce o sinemadayken, oyuncular beyaz bir forma ile sahadaydılar. brezilya'yı artık o uğursuz beyaz ile düşünmek zor, çünkü yarışmayı kazanan schlee, bayraktaki dört canlı rengi de formaya sığdırmayı becerdi. tasarladığı 200 ayrı versiyonun en iyi olanı, o günden beri brezilya'nın simgesi.

    ödül olarak, uruguay sınırındaki köyünden çıkarıp, rio'da milli takım oyuncularının kaldıkları yere yerleştiriyorlar bu genci. anında hayalkırıklığına uğruyor, futbolcuların sürekli içip, kadınlarla düşüp kalktıklarını görünce. "hepsi serseriydi". kısa bir süre sonra evine dönüyor.

    ***

    brezilya milli takımı 62 kupasını kazandığında, onun tasarladığı formayı giyiyordu. tabii henüz renkli televizyon yoktu. o capcanlı renklerin sahada dans edişini izlemek için 70'teki meksika dünya kupası'na kadar bekledi insanlar. artık o forma, neredeyse bayraktan daha önemli bir simgeydi tüm brezilyalılar için. pardon, schlee dışındaki tüm brezilyalılar için...

    bunu anlamak için, renkli tv'nin hemen öncesine, 64'teki darbeye dönmemiz lazım. güney amerika tarihinin bir sabiti olan abd destekli diktatörlüklerden biri de brezilya'da kuruluyor. o sırada schlee bir gazeteci, üniversite hocası ve yazar. askeri diktatörlüklerin "favori" vatandaş modeli olan bir entelektüel yani. tüm benzer solcular gibi tutuklanıyor ve işkenceye uğruyor. serbest bırakıldığında da elbette takip altında, işini kaybetmiş, yurtdışına çıkışı da yasaklanmış.

    (iktidarın da, devletin de, halkın da sağcı olduğu bir ülkede, futbol federasyonu başkanlığı için yapmadığı yalakalık kalmayan ultra-zenginlerin "mağdur" rolü kesmeleri aklıma geldi şimdi.)

    ***

    20 sene süren bu rejimde, yine de muhalefetini sürdürüyor schlee. ona göre, tasarladığı forma, "bir vatandaşlık sembolü değil, bir baskı, yolsuzluk ve statüko sembolü". hikayelerinde, hep o büyüdüğü yer olan uruguay-brezilya sınırı var. hayallerinde de john lennon'ın imagine şarkısındaki gibi sınırsız bir dünya.

    insanların ne kadar zorlama ve hasbelkader çizilmiş çizgilerle ayrılmış olduklarını anlatmaya çalışmış. vatanseverlik adı altında yapılan kabilecilik (tribalism) propagandasını, sınırdaki parçalanmış hayatlar üzerinden işlemiş. sığ milliyetçiliği körüklemek için rejimin kullandığı sembollerden bu yüzden nefret ediyor. kendi çocuğu olan o forma da bu sembollerin en canlısı. öldükten sonra da hep onunla anılacağını bilmesi nasıl bir his olmalı acaba?

    ***

    son bir sırrı var schlee'nin, yakın zamana kadar pek kimseyle paylaşmadığı: 65 sene önce yaptığı gibi, halen milli maç günleri sınırı geçiyor ve sessiz bir bara gidiyor ahaliyle beraber maçı izlemeye... ama üzerinde sarı forma yerine, gök mavisi formayla. çünkü, yarısında kesilip müthiş bir kutlamaya dönüşen çocukluğundaki o filmden beri uruguay'ı tutuyor, brezilya'nın milli simgesinin bu "hain" babası.

    (podcast dinleme tavsiyesi: 99% ınvisible'ı daha önce tavsiye etmiştim. bu bölümünü baştaki linkten dinleyebilirsiniz. ama her podcasti tek tek web üzerinden dinlemek yerine, telefona beyondpod gibi bir uygulama indirin, onun arama menüsünden podcastlere kayıt olun. ben yeni bir podcast'e başladığımda, genelde ayarlardan "taa en baştan üçer üçer bölümleri indir" seçeneğini seçiyorum. eski bölümleri bitirince de "çıktıkça en son bölümünü indir" moduna geçiyorum. her podcast'in bölüm indirme ve saklama ayarları ayrı ayrı yapılabildiğinden bu taktik iyi çalışıyor).

  • olmayan parasını harcamayan bir bireydir.

    vurmaya başlamadan önce düşünün; krediyi neden çektiniz? çok mu ihtiyacınız vardı? ölecek miydiniz çekmeseniz? kesinlikle o okulu okuyamayacak mıydınız? peki okudunuz da ne oldu, hayatınız kurtuldu mu?

    şimdi düşünme işini biraz daha derinleştirelim, aklıma gelen en zaruri kredi olarak öğrenim kredisi geliyor. şu üniversiteye her başlayan bireyin mal bulmuş gibi atladığı ama anlatırken de "o kredi ile makarna aldım yedim ben, kitap aldım, o olmadan okuyamazdım" diye anlattığı kredi var ya, işte o.

    sıfır lirası olan bir birey olarak, ailesinden sıfır lira destek alarak bir üniversiteyi kazandın varsayıyorum, bu durumda durumun kötü ise o kadar çok yerden burs alabiliyorsun ki aklın şaşar. haa burs alamıyorsan ya durumun kötü değil ya da okuman gerekli değil. okusan da bir şey olamayacaksın demektir bu.

    sonra, yok ben ille de okumak istiyorum, bir şey olamayacaksam da kendim görmek istiyorum, yaşayıp öğrenmek istiyorum dedin; yazıldın o kazandığın üniversiteye. e bir tek sen mi varsın hem okuyup hep çalışan? okurken akşamları garsonluk yapamadın mı? üniversitelerin içinde bile öğrenci çalışma programları var ve o programlardan alınan para kredi ile alınan para ile aşağı yukarı aynı. ha ama yok çalışmadan para istiyorsun değil mi?

    çevremde borçsuz adam çok az var benim, olmayan parasıyla araba almış, olmayan parasıyla telefon almış ve hatta çok daha ilginci olmayan parasıyla tatile giden, arabasına ses sistemi yaptıran, sevgilisine mücevher alan bir sürü salak adam var çevremde.

    bakın şunları okuyun ve unutmayın; kredi sadece ama sadece yatırım amaçlı kullanılınca mantıklı olan bir şeydir. kredi çekerek bir yatırım yapıyor ve yatırımın o krediyi ödüyorsa doğrudur, veya öderken zorlanmadığın kredi ile yaptığın yatırımın değeri artıyorsa doğrudur. onun dışında çekilen bilumum kredi yazıktır ziyandır, salaklıktır.
    kredi çekerek tatile giden adam net gerizekalıdır.
    kredi çekerek düğün yapan adam net gerizekalıdır. (2000 liraya salon kiralayandan bahsetmiyorum, çeşitli organizasyonlarla 10-15 bin lira harcayan ve bunu krediyle yapandan bahsediyorum)
    kredi çekerek cep telefonu alan net aptaldır. (paran varsa alırsın, yoksa almamalısın)

  • türk milli takımı yerine, alman milli takımını tercih etmiştir, öyle milliyetçi bir insandır kendisi. isterse reenkarnasyon ile bu yaştan sonra kendini kürşad'a dönüştürsün, bu gerçek değişmeyecek. amatör eğlendirir yani pepito.

  • 1572 yilinda, 23 agustos'u 24 agustos'a baglayan gece fransa'da gerçeklestirilen protestan kiyimi. olayin devaminda yaklasik 20.000 huguenot katledilmistir.

    protestan amiral gaspard de coligny'nin fransa'da etkisini arttirmasi üzerine kraliyet ile protestanligin arasini düzeltmek için henri de navarre(daha sonra henry iv) ile fransiz krali 9. sarl'in kiz kardesi margaretha evlendirilir. ülkenin önde gelen protestanlari bu dügün için koyu katolik olan paris'e gelir. dügünün ertesinde, 22 agustos günü gaspard de coligny'ye suikast düzenlenir. suikast basarisizlikla sonuçlanir ancak kral 9. sarl ve margaretha'nin annesi olan catherine de médicis ve katoliklerin en atesli savunucularindan hendrik de guise, huguenot'larin saldiri sonrasi intikam alacagini iddia ederek, krala saatler süren bir baski uyguladilar.
    iddia'ya göre 9. sarl 'öldürün! hepsini öldürün ki kimse beni sorumlu tutamasin!' diye bagirarak katliama onay verdi.
    bu emir üzerine sadece protestan liderleri degil, dügüne gelen tüm protestanlar 24 agustos sabahi ve devaminda halk tarafindan linç edilir. katliam sirasinda daha önce suikasttan kilpayi kurtulan gaspard de coligny'de öldürülür. 9. sarl'in engellemeye çalismasina ragmen birkaç gün içinde paris'te 2000 protestan, birkaç ay içerisinde ise fransa genelinde 20.000 protestan katledilir.

    henri de navarre zorla katolik yapilir ve hapsedilir. 1576'da hapisten kaçan henri yeniden protestanliga döner.
    daha sonra fransa krali olan henri bir kez daha katolik olur ancak 1598'te nantes buyrugu ile ülkeye din özgürlügü getirir ve 14. louis'nin fontainebleau buyruguna kadar protestanlar rahat içinde yasar.