hesabın var mı? giriş yap

  • gecenin kör bir vakti vefatını öğrendiğim babam, evin küçük bir odasında soğuk beton üzerinde yatıyor. beyaz bir örtüye sarınmış, kefen değil. dudağının kenarında bir tebessüm var, hala aklımda... her daim çatılmış kaşları ve kesmeye kıyamadığı sakalları yok. yanakları kırmızı. sanki her an olduğu yerden kalkıp "öğlene ne yiyeceğiz" diyecekmiş gibi, uyuyor gibi, şekerleme yapıyor gibi yüzüne bakınca. ama kımıldamıyor, konuşmuyor, susuyor.

    odanın kapısından bakıyorum. o yerde yatıyor ben onu izliyorum. hala bir rüyanın içindeyim gibi hissediyorum. biri beni dürtüp uyandırsın istiyorum. orda bekliyorum. çatılmış kaşları gevşemiş, dudağının kenarındaki tebessüm büyüyor gibi baktıkça.

    birileri omzuma dokunup dostça gelip geçiyor. kapıya dayanıyorum hala, bir yere dayanmam lazım, yıkılırım yoksa...

    hastalandığımız zamanlarda "durun ben sizi bir terletirim bişeyciğiniz kalmaz" diyen babam, buz gibi yatıyor. yanına sığışmak istiyorum. usulca yaklaşıyorum. elimi tereddütlü. korku değil bu, onun öldüğü gerçeği ile yüzleşmek. hani filmlerde görürüz ya öyle işte, dokunmakla, dokunmamak arasında kalıyorum. gözlerimi kapatıp elimi yüzünde gezdiriyorum. hala sıcak... bembeyaz, pırıl pırıl parlayan saçlarına dokunuyorum. bir ölüye dokunmak gibi değil bu. ölü gibi değil, ölmüş gibi değil. gözlerimi açıp saçlarını düzeltiyorum, kaşlarını. o kesmeye kıyamadığı sakallarından arta kalanları seviyorum. belki yaşarken sevemediğim kadar çok seviyorum babamı. o yatıyor, ben ağlıyorum. usulca çekiyorum elimi, elimde onun sıcaklığı, içimde ölümünün soğukluğu... ılık ılık ağlıyorum...

  • sonuçta ortaylı hocanın her söylediği kanundur, kesindir, tartışılmaz diye birşey yok.

    bu kendi görüşüdür. ama ben kendisine kesinlikle katılmıyorum.

    bayramlaşmaya gidip sonra geri dönen suriyeliler başta olmak üzere, tüm hepsi yurtlarındaki barış sağlanır sağlanmaz ülkelerine geri gönderilmelidir.

  • hâlâ 10-15 gigabyte gibi 20 sene öncede kalan kota miktarlarını sattıkları yetmiyormuş gibi fiyatlarını da 300 liralara kadar çıkarmışlar. lan instagram reels'tan bir video açıyorsun herif hem 4k yapmış hem de hdr. sadece 1 videoda neredeyse 100 megabyte kota gidiyor. 15 gb neyime yetecek benim hiç mi utanmıyorsunuz? yüksek kotalı tarifeler 600 liradan başlıyor. yüksek dediğim de 30-40 gigabyte.

    5 gigabyte kotalı tarife bile var sene olmuş 2024. reziller. en büyük rezaletse hâlâ istanbul'un göbeğinde çekmeyen mahalleler var. altyapı yatırımı diye bir şey yok.

    edit: hâlâ 10 euro ucuzmuş diyenler var. lan tamam 10 euro'mu al ama karşılığında çağımıza uygun kota ver. 15 gigabyte nedir.

  • milli olduğunuz kızın özelliklerini yazın
    1.ben başlıyorum;

    adı : beyza
    yaş: 17
    boy : 1.73
    kilo: 51

    edit: oha allahsız huur çocukları benim kızı gibmeyen kalmamış. yeter
    (kuzeey tekinoglu ?, 02.12.2012 16:44 ~ 08.12.2012 21:37

    2.adı : beyza
    yaş: 17
    boy : 1.73
    kilo: 51
    (peki neden ?, 02.12.2012 16:45)

    3.adı : beyza
    yaş: 17
    boy : 1.73
    kilo: 51
    (giyaseddin mussolini ?, 02.12.2012 16:45

    25 sayfa böyle gidiyor. ne adamlar yahu :)))

  • prens için talihsiz bi' karşılaşma olduğuna işarettir.
    düşünsene prenssin tatilde bizimle karşılaşıyorsun.

  • zamanın ötesinden gelen edit: arkadaşlar ilk entry uçmuş ilgili kaza şudur: kaza
    motorcunun haklı tavırları, masrafımı karşıla git saçmalıkları irrite edebilir...

    motorların trafik kuralları farklı mı bilmiyorum ama sağdan araç geçilmez. bu durumda motor suçlu oluyor.

    edit:
    kanun numarası: 2918 (karayolları trafik kanunu)
    madde 54/3
    geçme, geçilecek aracın solundaki şeritten yapılır. geçilecek aracın sürücüsü ses ve ışık cihazları ile uyarılarak, geçerken kullanılan şeritte güvenli mesafe gidildikten sonra işaret verilip izlenecek şeride girmekle tamamlanır.
    araçların sağından veya banketlerden yararlanmak suretiyle geçmek yasaktır.
    ancak, herhangi bir araç, başka bir yola, karayoluna bitişik bir mülke girmek veya sola yanaşıp durmak için bu niyetini sola dönüş işareti ile belirtmiş ise bunların sağındaki şeritten geçilebilir.

    motorun herhangi bir özel mülke girme veya durma gibi bir derdi olmadığı için suçludur ve polis suser'in dediği de yanlıştır. işine daha fazla saygı duyup öğrenmesi dileği ile.

  • daha bilgisayar öncesi zamanlarda icat edilmiş ve pozisyonu sebebiyle otoriteye sahip kişilerin işinize burunlarını sokmalarını önlemek için geliştirilmiş bir teknik bu.

    joe adında bir tasarımcı keşfetmiş bunu, müşteriler yapılan tasarımda kendilerinin de payının olduğunu hissetmek için grafikere illa ki şunu değiştirelim, bunu büyütelim gibi taleplerde bulunuyormuş.

    joe abimiz bakmış bu böyle olmayacak, reklam tasarımını müşteriye sunarken kendi kıllı kolunu da afişin bir tarafına koymaya başlamış. tabi müşteri kıllı kolu fark eder etmez bu kol burada ne arıyor, bu böyle olmaz diyormuş, joe da özür dileyip çok haklısınız efendim, sizin de gözünüzden hiç bir şey kaçmıyor, bir önceki hayatınızda sanatçıydınız herhalde ayağı çekip sözlerini "o kıllı kolu çıkarıp baskıya geçelim o zaman" ile bitiriyormuş. müşteri bu sayede kendisini işin başında hissediyormuş ve projeye katkısını sağladığı için başka bir şeye karışmıyormuş.

    işte bu yüzden bu tekniğin adı kıllı kol tekniği olarak biliniyor.

    siz tabi kendinizi kıllı kol ile kısıtlanmış hissetmeyin, kendi durumunuza göre uyarlayınız.

  • ondort yasimdaydim, artik zamani geldi dediler en cok da surekli hastalanarak onlara cektirdigim zulumu azaltmak icin olmali bademciklerimden kurtulmak icin beni ameliyat ettirmeye karar verdiler. okullar subat tatiline girmisti, kotu gri bir ankara kisinda otobus ve dolmusla elimde torba hastaneye gittik uvey annemle. ankara hastanesine gittik, doktoru gorduk, bana kalacagim odayi gosterdiler. tek kisilik oda, babam oyle olsun demis, sagolsun. doktor, "simdi sen dinlen, ameliyat yarina" dedi. uvey annem cocuklar evde yanliz dedi, beni birakip gitti. gunun geri kalan kisminda kitap okudum. gece lambasini acik birakip yattim, hastanenin sesleri acilip kapanan kapilarin sesleri giderek kesildi. uyumusum.
    sabah doktor geldiginde pencereden disari bakiyordum. "yok mu yaninda kimse?" dedi. "yok", dedim, "herkesin isi gucu var". "tamam o zaman hadi gidelim dedi", uzun koridorlardan gecip ameliyathane olmasi gereken yere vardik. "seni uyutamam, yaninda buyuk yok, zaten de bu ameliyatta kimse uyutulmaz, onun icin simdi sen sandalyeye otur" dedi. oturdum. "bademciklerine igne yapacagim, onlari uyusturacagim, ve alacagim, hic acimayacak, tamam mi?" basimi salladim, doktor simdi dusunuyorum da otuz kusur yaslarinda olmaliydi, bana cok yasli gorunuyordu o zaman tabii, koskocaman adam, canin acimayacak diyorsa acimaz herhalde diye dusundum. yanilmisim.
    onume oturdu, yandaki masadan buyuk bir siringa aldi ve igne takti. gozume koskocaman gorunen o igneyi bademciklerimin etrafina batirip cikardikca gozlerimden sesizce gelen yaslari "ne var bunda aglananacak, koskocaman kizsin sen" diyerek gene kendisi sildi. "bitti artik, bundan sonra acimayacak, tamam mi?" bu sefer basimi sallamadim, yalan soylemisti ve ben ona olan inancimi yitirmistim.
    "simdi bademciklerini alacagim, cok surmez hemen biter, sen sessiz dur tamam mi?"
    agzima giren makasi gorunce gozlerimi kapadim, annemi istiyorum dedim icimden, anne neredesin, keske yanimda olsaydin simdi. ama makas agzima girmisti bir kere, hic acimasizca kesiyordu bir yerlerimi; kirt-kirt-kirt-kirt-kirt. doktorun soluklari kalbimin gumburdeyen sesine karisiyor kulaklarima doluyor, basimi donduruyordu. kirt-kirt-kirt-kirt. anne neredesin?
    "tukur simdi" doktor ellerimi tuttu, "buz kesmissin, bak simdi seni yatagina goturup yatiracagiz, dinlenirsin, tamam mi?" tamam degil dedim icimden, beni kestin, sesini duydum, artik tamam degilim. doktor beni odama yolladi, uzun koridorlardan gecip odama geldik. yattim.
    yatagin basinda duran masanin ustundeki siyah klasik telefon oglene dogru caldi. babamdi.
    "nasilsin kizim?"
    "iyiyim baba"
    "istedigin birsey var mi?"
    biraz ilgi, biraz sevkat, tutulacak sicak bir el demedim ona.
    "hayir baba, tesekkur ederim."
    "hadi yat uyu, iki gune kalmaz iyilesirsin"
    "evet, tesekkur ederim"
    ertesi gunu cok kotu oldum, sanki olmayan bademciklerim gene sismistii ve bu sefer artik sesim de cikmiyordu, yataktan hic kalkmadim, doktor geldi beni gormeye, "kimse yok mu yaninda? yanliz misin?" basimi salladim evet babindan. " "hmmmm, sana mecmua getireyim mi, biraz eglenirsin" kalkti gitti bir muddet sonra elinde bir suru mecmuaya geri geldi. "bak fotoroman da var, sever misin?" basimi salladim. fotoromani kim sevmezdi ki o zamanlar? "al oku, ben de burada senin yaninda oturayim, kitabimi okuyayaim."
    o hastanede dort bes gun kalmis olmaliyim, babam ve annem telefonla hatirimi sordular birkac kere, yanima doktorla hemsireden baska kimse gelmedi. aksam yemeginden sonra yarim saat icin bile olsa doktorum bana getirecegi gazeteleri mecmualari nereden buluyorsa buluyor getiriyordu. o kitaplarini okurken ben mecmualarima bakiyordum. son gece ertesi gunu beni taburcu edecegini soyledi. "ama birisinin gelip seni goturmesi lazim, seni kendi basina birakamam kapiya" gulustuk. "uvey annem gelecek sanirim", dedim. "eh nihayet" dedi.
    ertsi sabah beni taburcu ederken tokalastik. ona tesekkur ederken ameliyat icin degil ama sonrasi icin demedim.
    "cok iyi doktorsunuz" dedim, "bir gun ben de sizin gibi bir doktor olmayi isterim"
    kucukcuk cocukmusum gibi burnumu fiskeledi. "daha iyilerini olacaksin sen"
    gene yalan soylemisti, doktor olmayacaktim.