hesabın var mı? giriş yap

  • hala övülmeye devam edildiği için 2. kez yazma ihtiyacı hissettim başlığa.

    ilk olarak hafif çaplı bir spoiler vermek istiyorum diziyi izlemek isterseniz sürprizleri bozmayacak cinsten olacak ama yine de spoiler.

    --- spoiler ---

    şimdi insanların öldürüldüğü bir organizasyon düzenlenmiş, bu organizasyonda görev alanların bile yüzleri gizli. hatta yüzünün görünmesi demek ölmen demek. bu organizasyon için ıssız bir adada kocaman bir tesis kurulmuş, tesisin açılır kapanır dev gibi bir tavanı bile var, tavan kapanınca yukarıdan bakan kimse fark edemiyor orada olduğunu, kamufle edilmiş. güvenlik çok çok çok önemli yani.

    peki bu kadar sıkı güvenlik önlemleri alınmış bir organizasyona polisimiz nasıl sızıyor? önce araç takibi ile. araç ıssız bir yerdeki gemiye gidiyor ama ne hikmetse gece vakti o gemiye gidilen yolda arkadan gelen araç fark edilmiyor. hadi burasına tamam dedik. polisin gemiye girdiği sahnede bitti dizi benim için sonrasında sardıra sardıra izledim sırf başladık bari bitsin diye.

    adam arabanın altına giriyor kimse görmüyor arabanın altından çıkıp içine giriyor kimse görmüyor. içeride sürücüyle kapışıp etkisiz hale getiriyor kimse görmüyor duymuyor. araçtan ceset çıkarıp denize atıyor kimse görmüyor. organizasyona sızıyor ne yapacağı belli değil, işi belli değil vs vs ama içeride de varlığını devam ettirebiliyor sorunsuz. yüzleri belli yarışmacılar tekrar döndüklerinde barkot kontrolü yapılıyor ama çalışanlar için herhangi bir kontrol söz konusu değil. gizlice yarışmacı sızabilir ama çalışan sızamaz. o yüzden rahatlarsa demek.

    --- spoiler ---

    neyse lafı çok uzatmaya gerek yok, sonrasında mantık hataları bolca var. oyunlar desen ayrı sıkıcı. karakterler dersen ayrı sıkıcı ve saçma. kaybedenin öldüğü bir yarışmaya kendi rızanla geri dönüyorsun, tek bir kazanan olacak yani ya öldürecek ya öleceksin buraya geri dönüyorsan senin terminatöre dönmen lazım ama hala tuhaf tuhaf tripler.

    dizide işlenen konu da yeni değil öncesinde benzer ve daha başarılı yapım çok. hani orijinal bir fikir ile ortaya çıkmış olsa dizi insanlar mantık hatalarını görmezden geldi diyeceğim o da yok.

    izleyene beğenene afiyet olsun, ben uyarımı yaptım.

    vakit kaybı.

  • matrix'in üstüne paralel evren, kuantum fiziği giydirilmiş, bol kişisel gelişim referanslı, bestseller roman formüllünün film hali. popüler bir kişisel gelişim kitabı filme çekilse muhtemelen böyle bir film çıkardı ortaya. hikayenin bütün gövdesi matrix'ten alınmış, aksiyon koreografileri ve estetiği de dahil. kahramanın monomyth şablonu bile bire bir aynı matrix'tekiyle. neredeyse sahne sahne kopyalanmış. tek fark matrix bunu popüler bir felsefefi fanteziyle süslerken, bu film amerikalıların her sene onlarcasından ürettiği ve raflarda minyonlar satan kişisel gelişim kitaplarının liberal/kapitalist palavralarla işaret ettiği kendini sev, sen bir enerjisin, her şey senden ötürü böyle, iyi düşün iyi olsun'' tarzı dayatmacı kalıplarla süslenmiş bir halde servis ediliyor.

    byung-chul han yakın zamanda çıkan palyatif toplum - günümüzde acı kitabının sunuşunda iktidarın ve neoliberal küresel politikaların yeni formülünün 'mutlu ol'' düsturu olduğunu belirtir. ''mutluluğun olumluluğu acının olumsuzluğunu yerinden eder. olumlu bir duygusal sermaye olarak mutluluk kesintisiz bir performans yetisi sağlamak durumundadır. kendini motive ve optimize etme uğraşları neoliberal mutluluk dispozitifini oldukça verimli kılar, çünkü iktidarın fazladan bir çaba göstermesine gerek kalmaz. bağımlı kişi bağımlılığının farkında bile değildir. kendini özgür sanır. hiçbir dış baskı olmaksızın kendini gerçekleştirmekte olduğu inancıyla kendi kendi isteğiyle sömürür. özgürlük baskılanmaz, sömürülür. ''özgür ol'' ''itaatkar ol''dan daha daha yıkıcı bir zorlama yaratır. ''

    işte filmimizde süresi boyunca bir formül olarak izleyicisine sattığı mutluluk, kendini gerçekleştirme, yetinme gibi kavramları anlatının temsil ettiği tüm gösterme biçimleriyle, her açıdan en yüksek dozda perdeye fırlatıyor. filmin finale doğru vermesi gereken doruk örge daha 30. dakikadan itibaren iyi tasarlanmış bir formülün içinde yüksek bir özdeşim ve sağaltma yoluyla kitabi ifadelerin görselleştirildiği, her satırının altını çizme hissi uyandıran, havalı, afili cümlelerin fotoğraflaştığı bir kendini iyi hisset cümbüşüne dönüşüyor. yönetmen ve yazarlar bu şablon üstüne epey çalışmışlar belli ki. fakat metinlerinin taşıdığı acıyı görünmez kılıp, mutluluğu her koşulda güzelleyen, olumlayan yapı insan faktörünü de adeta robotik bir üretimi merkezi, sermayesi haline getiriyor. hakikaten ilginç bir film bu açıdan. çünkü okumanıza göre şahane bir film de olabilir bu film, tam bir şeytan işi, düzen temsili olarak da okunabilir.

    ben kesinlikle 2. gruptayım. zira filmin formülü bir türlü iyileş(e)meyen hastaya daha çok ilaç, daha yüksek doz kimyasal vermeyi uygun gören modern dünyanın insanı böylelikle acıdan caydırabileceğini düşünen , acının gerçekliğini hafifleterek onun üstesinden gelebileceği fikrini satmakta beis görmeyen yeni nesil satıcıların formülleriyle bire bir kesişiyor. modern dünyada ve elbet onun yeni mesihi sosyal medyada sürekli şeffaflık talebinde bulunarak iletişimin bu şeffaflaşma yoluyla daha sağlıklı bir hale geleceğini iddia eden ve esasında kontrol ve gözetimi normalleştirerek, insanı insan yapan esas nüveleri (acı, ızdırap, keder, melankoli, benlik, içsellik) ortadan kaldırarak onu yalnızca iletişimin en şiddetli enstrümanlarıyla (sosyal medya) keşfedeceğini düşünen ve bu yüzden içselliği düşmanlaştırarak, iletişimin önünde bir engel gibi gören ve onu totalize ederek bir suç unsuru gibi gösteren çağın en güzel ifadelerinden birine dönüştürmüş yapımcılar. hakikaten her şeyiyle nefis şekilde tasarlanmış ve müşterisini tam can evinden vurmuş bir film. zaten sevenlerinin hunharca övgülerinden bunu anlamak zor değil.

    ileride bu enformasyon çağının dayatmacı sahte mutluluk ve iletişim çılgınlığını anlamak için kesinlikle anahtar görevi görecek filmlerden birisi.

  • arzu ederse pokemonlar hakkında bile şarkı yapabilecek osur osur ipe diz akımının bir numaralı ismi...

    oy pokemon pokemon da
    hasta ettun milletu
    başka iş mi yok idu da
    nerden çiktu pikaçu

  • kendisinin daha iyi otomobil yaparım gibi bir tezi olmadığı halde bazı yazarlar tarafından bu şekilde çamur atılmış ekonomistin togg ile ilgili bilgilendirici köşe yazısı.

  • "hayatını, saygıdeğer bir adam olamamana mazeretler aramakla geçiriyorsun."
    ahmet altan

    nokta...

  • eski dizilerle alakalı olarak "pandemi döneminde neler yaparlardı?" geyiklerinde aklıma direkt george costanza geliyor. muhtemelen aşı yaptırıp yaptırmakta kararsız kalır fakat ücretsiz olduğunu duyunca ertesi gün aşı olmaya giderdi. yolda bir dergi veya gazete haberi görür, bir barda aşı olanlara ücretsiz bir bira verildiğini okur ve oraya gitmeye karar verirdi. kramer ile karşılaşınca ''bir bira veren varsa başka şeyler veren de vardır onları da araştır'' cümlesiyle birlikte gözleri açılır ve ''sen bir dahisin'' diyerek ülke genelindeki diğer fırsatları araştırmaya başlardı. seinfeld'in evine aşı olanlara bir şeyler veren mekanların işaretlenmiş haritası, beş valiz, iki sırt çantası, bir bel çantası, üç kutu maske ve yirmi litre dezenfektan ile birlikte girip ''enayiliğin alemi yok jerry, bu fırsatları değerlendirmemiz gerekir'' diye açıklama yapar ve yolculuğa ikna ederdi. bu arada bazı mekanlar iki doz olanlara ikram yaptıklarını söyleyince aşı merkezine gidip hemen ikinci dozu olmak istediğini söyleyip kavga çıkarma ihtimali de çok yüksekti.

    jerry ve elaine'i kestirebiliyorum ama kramer konusunda olasılıklar sonsuzluğa doğru süzülüyor. kimyager bir arkadaşı tarafından ev ortamında üretilmiş ve koruma oranı %1800 olan bir aşıyı olma ihtimali de vardı, yanlışlıkla 28 doz aşı olma ihtimali de.

  • 1.5 yıl baykuş besledim. yuvasından düşmüş, annesi terk etmiş bir yavruydu. uzun süre ben besledim, büyüdüğünde gözü hep dışarıdaydı. açıkcası pek dışarıya salmak istemiyordum çünkü ev kuşu olmuştu.
    iyi dedim madem çok istiyorsun, ne olur ne olmaz diye ayağına bilezik ve hafif zincir bağladım, omzuma oturttum. 1 ay kadar hiç hareket etmeden omzumda dolaştı, sürekli etrafı izledi. mahalleli ekşisözlük halkı gibi çok korkuyordu. cesaret edenlerin sevmesine eğer o izin veriyorsa ben de izin veriyordum. seçiciydi. sonra yavaş yavaş hareketlendi, bisiklet sürerken ön sepete tüneyip kanatlarını açıyordu. yakında evden ayrılacağını ikimiz de biliyorduk, orman bölgesinin nerede olduğunu bile gösterdim ona.
    bölgesini benimle gezerek tanıdıktan sonra rahatlamaya başladı. ayağındaki zinciri çıkarttım. öğle vakti ben okuldayken evde uyuyor, akşam geldiğimde biraz oyun oynadıktan sonra dışarı çıkmak istiyordu. iyii dedim, açtım pencereyi, oturdu pencerenin dışına. ilk defa kendi başına dışarı adım atmış oldu. bunu bir hafta kadar yaptıktan sonra da ilk defa yalnız başına mahallede uçtu.
    her akşam beraber yemek yerdik ama uçuşları başladıktan sonra yemek yemez oldu. karnına baktım, paşam yemiş “bir şeyler” karnı tok, güzeelll.
    1 ay kadar süre de oğlanı her gece dışarı saldım, sabah ışıklarında da eve geri uyumaya aldım. bazen eve erken geliyordu, cama tık tık yapmazsa imkanı yok gelişini duyamam. çook sessiz uçuyordu. baykuşla yaşadığımı bilen misafirlerim pencereden dışarı baktığında içeriyi gözetleyen bir çift gözü görünce korkarlardı.
    sonrasında da ikimizin de beklediği o gün geldi. nasıl anladık bilmiyorum ama ikimiz de birbirimizle vedalaştık. pencereyi açtım, bana uçarken hünerlerini sergiledi ve gitti.
    3 ay gibi uzuuun bir sürede hiç denk gelmedik. belki de geldi ama uzaktan izledi, ben görmedim. bir gece odamda takılırken bir baykuş sesi, cama tık tık, yatağımdan zıplarken ağlayacaktım neredeyse. evett paşam gelmiş hem de misafiriyle. yanında tanımadığım daha küçük boyutlarda bir baykuş daha vardı ama o bana hiç yaklaşmadı, 5 metre ileride ağaç dalında benim oğlanı bekliyordu. oğlan sevgilisini tanıştırmaya getirdi galiba. eve çağırdım, gelmedi.
    sonrasında bazen hanımla, bazen yalnız, ayda bir ziyaretime geldi. o herkesin korktuğu sesi, cama iki tık tık sedini duymak ve kocaman gözlerini görmek için sabırsızlanıyordum.
    arada bir pencereme hediyeler geliyordu, sahibini biliyorum ama görüşemiyorduk.
    gelelim kalıcı ayrılışımıza, okulum bitti. evi alttan dersi olan arkadaşıma devrettim. sırf onu son kez görmek için mezun olduğum halde gelmesini günlerce bekledim ama gelmedi, denk gelemedik. veda edememiş olmak beni gerçekten üzüyor. onu çok özlüyorum. ben gittikten sonra arkadaşıma 2 sefer hediye bırakmış, sonra bırakmış bir daha da gelmemiş.

    çok hayvan baktım, çok hayvanla beraber yaşadım ama baykuş tanıdığım en ilginç en özel hayvandı. saniyesinde vahşi bir yırtıcı olabilirken bir saniyede bebek moduna geçebiliyordu. eğer yaşıyorsa bu sene 7 yaşına girmiş oldu. batıl inançlara inanmayın aslında inanılmaz tatlı hayvanlar.
    o baykuş sesini çok özlüyorum çoookkk.

  • edit: sorunuz olursa mesaj atabilirsiniz.

    yeni macbook pro satın aldığım için 3 ay ücretsiz izleme imkanı veren platform.

    türkiye'de hizmet vermedikleri için bilmeyen kişiler için nasıl izlediğimi kısaca anlatmak isterim.

    öncelikle yaklaşık 10 senedir sahip olduğum bir apple usa hesabım var, sizlerin de önce bir apple usa hesabına sahip olmanız gerekiyor. basit bir şey.

    apple usa hesabınıza türkiye kredi kartı kaydedemeyeceğiniz için, apple.com üzerinden türkiye'ye ait kredi kartınızla 10$ değerinde bir apple gift card alın ve onu apple usa hesabınıza tanımlayın ardından apple tv+ ücretsiz deneme sürümünü başlatabilirsiniz.

    türkiye'de apple tv uygulaması yüklenebilen herhangi bir android tv'ye apple usa hesabınız ile giriş yapıp tv'den tüm içerikleri yüksek kalitede izlemeye başlayabilirsiniz, iyi seyirler.

    apple tv+ içeriklerinin hepsinde türkçe altyazı var lakin bildiğiniz gibi apple tv+ ile birlikte hbo, amc gibi yapım şirketlerine de abone olabilirsiniz, bunların da 1 ay ücretsiz deneme süreleri var ancak türkçe altyazı yok bilginiz olsun.

  • emin olun olimpiyatları biz kazansaydık aynı durum japonya'da bizim başımıza gelmezdi.

    her yerden pislik akıyor artık bir şey diyemiyorum.

    ayrıca henüz sebebini bilmesek de ben olimpiyatlarla ilgili olduğunu da hiç sanmıyorum.

    iğrenç olay. başka tanım yapamıyorum...

    edit: "emin olun olimpiyatları biz kazansaydık aynı durum japonya da bizim başımıza gelirdi" de, sonra yazdığını sil, bir daha yaz, eğip büküp kıvırmaya çalış. he canım he müslüman anadolu halkına saldırıyorum. bir müslüman olarak müslüman anadolu halkına saldırıyorsam sen de bi düşün ne bu tepki diye. masum bir turisti, bir "insan"ı, sırf canın öyle istedi diye öldür, adına da müslüman de. hangi kitapta yazıyor ulan! işiniz gücünüz her olaydan mağduriyet çıkarmak, hem de bir cana kıymışken!

    rezil ülkemin rezil vatandaşına saldırıyorum ve utanıyorum artık! japon arkadaşlarımın yüzüne bakmaya utanıyorum! ben türk'üm demeye utanıyorum!

  • “15-29 yaş arasındaki 18 milyon gencin 5 milyonu okulda değil, kursta değil, iş yerinde değil! nerede oldukları belli değil! 5 milyon genç! bu ülke kalkınır mı?

    ilk işim bu 5 milyon genci bana bulun diyeceğim” dedi.

    bu akşamın şimdiye kadar yapılmış en kıymetli tespiti. bu kaybı, bu istatistiği ortaya çıkaran ekibini kutluyorum. muharrem ince ve bu ekibin bu ülkeye faydası olur..