• mahalle temacı, yeşilci dolu sözde ama geçenlerde bütün kavakları alerji yapıyor diye kestiler kökünden, çıkan haberler üzerine, ve kimsenin gıkı çıkmadı (beton kaldırımları çatlatan kavakların kökleriyle beraber sökülmesi ve kesilmesiyle oluşan deliklere doldurulmuş çakıl ve koca ağaçlardan geriye kalan talaş, kurban bayramını anımsatıyor nedense). yani sıkıya gelince yeşilcilik furyası bitti. çocuk istismarı olayı vardı mesela bir ara, o daha kolaydı protesto etmeye hemen başlayabilmiştik: koy msn’de nickinin başına bir (x), abuk sabuk sitelerde gezmezsen bi de kendin de sapık değilsen olayı bitirmişsin demektir. ne var ki bununla da sağda solda övünülmüyor ki kardeşim. kim diyebilir yemeğin ortasında "bugün hiç çocuk istismar etmedim, aferin bana" diye. çünkü insanlar sorar "bugün mü?" diye. hataya düşer de "yok hiç etmedim" gibisinden birşeyler söylersen durum daha kötü: "ha imkan olsa yapacaksın yani"...

    sürekli değişen gündemin, "son dakika" haberi aparatlarının üzerimize yığdığı medyalanma şokunun mağduruyuz. tepkisiz bir topluluğuz lan resmen. tam umudu kesiyordum ki tekel işçileri umudun hasını damardan verdi arkadaş. sana bana değil hem de, bireye değil: topluma. sadece o işçiler uyanmadı, bu farkedilsin.

    "tekel eylemi, türk-iş yanı, kızılay-ankara" adresli mektubu teslim eden postacı olduğunu öğrendim.

    ütülediği gömleği eylem çadırına gönderen annem için sevindim.

    işçilere yemek ve çay veren esnafa helal olsun dedim.

    helal olsun sana ankara. "herkes maç bu skorla sonuçlanacak diye beklerken sahneye çıkan oyuncu"dur artık, son yerel seçimde umuduğu kestiğim bu şehir, başkent.

    sıra basında. sıra, kopacak bir ipe iki ucundan asılan güruhtan farkı olmayan bu kalabalıkta. ama basından umudum yok. takip edin, karagöz oynatmaya devam edecekler. ergenekon, tarkan, darbeler, güiza, dalgalar, pelin batu, domuz gribi…

    her yeni gündem son dakika olarak "medyalanma" şoku yaşatacak. rutin gidişat bir sonraki artçı şoka kadar aynen devam edecek. mesela erken seçim muhabbeti başlar birkaç ay sonra, içi boş boş anketler gelir gider ekrana, sayılar kaplar her yanı, bu arada belki devlet bahçeli matemetik öğrenir, kimbilir. sonra kış gelir zaten, petek dinçöz nerede kayak yaparken düşmüş öğreniriz.

    medya sıkılırsa ya da işine gelmezse birkaç gün içinde gündemdeki her konu kapanır, sıra gelir şubat sonu mart başı gelen yersiz sıcaklardan geceleyin orası burası pişik yapan basının küresel ısınma teranesine, haberlerdeki ciddiyetsizliğine. bu sefer her şey daha da kolay. kendini büyük marketlerin deterjan reyonlarında tam anlamıyla güvende ve evinde hissedebilen birisi olarak çok saçma geliyor yapılan açıklamalar, çok yetersiz. yani sadece bu mu; ampulleri sök floresan tak, kağıt harcama, monitörü kapat, olur olmaz yerde global ısınma bir de mümkünse: yoksa dünya 500 yıl sonra kurak olur, su kalmaz, buzul erir su yükselir! sanki hepimiz venedik/merkez'e kayıtlıyız nüfus olarak, bir telaş sardı hepimizi; "su kalmaz buzul erir". erir de ne olur, anlat detayını, mevsimler nasıl bozulur, tarım nasıl ölür anlat bunları. yok. sadece kuru kuruya tehditkar bilgi. aman arabaya binme monoksit olur, sifonu çekme hidroksit olur, tam dellenmeye başlayacaktım ki dünyaca ünlü melih gökçek sırıtışını zamansız, amansızca bir lojman griliğine götüren mahkeme haberi geldi; melih’im, ben senin otobüsle tunalı hilmi caddesi'ne gelebilme ihtimalini sevdim.

    bir topluluk düşünün, birileri bu topluluğu bak oraya, bak oraya, bak buraya diye sağa sola döndürürerek eğleniyor. döndükçe sağa sola yıprandığımızı da göz önüne alırsak, artık buna dur demenin vakti geldi! haydi!

    bakın şurda kuş var...
  • “amerika'da ücra kasabalarda olmadıkça bağımsız basın diye bir şey yoktur. bunu siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. içinizden hiçbiri kendi gerçek düşüncelerini yazmaya cesaret edemez, etseniz bile baştan bilirsiniz ki bu yazdıklarınız asla basılmayacaktır.

    bana, samimi düşüncelerimi çalıştığım gazeteye yazmamam için haftada 150 dolar veriyorlar — sizlerin durumu da aşağı yukarı benimkiyle aynı. ve gerçek düşüncelerinizi yazma ahmaklığını yapacak olursanız sokaklarda kendinize başka bir iş ararsınız. new york gazetecilerinin işi hakikati ortadan kaldırmak, dobra dobra yalan söylemek, saptırmak, iftira etmek, yaltaklanmak ve günlük ekmeği uğruna halkını ve ülkesini satmaktır.

    "bağımsız basın" kutlaması yapmanın ne büyük bir budalalık olduğunu siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. bizler sahne arkasındaki zenginlerin oyuncakları ve kullarıyız. bizler hoplayıp zıplayan kuklalarız; iplerimizi çekiyorlar ve bizler de oynuyoruz. yeteneklerimiz, imkânlarımız ve hayatlarımız başka insanların elinde. bizler entellektüel fahişeleriz.”

    (john swinton, the new york tribune'ün 1880'lerdeki editörü, meslektaşlarına hitaben yaptığı konuşmadan)
  • dünyanın her köşesinde en büyük muhalefet sayılan, ülkemizde ise sadece ve sadece yardakçı olan ya da olması istenen, en azından olması için çaba gösterilen oluşum.
  • rezil de eder vezir de. canı ne isterse.
  • bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememisti. ne yapsa makbule geçmiyor, basin hergün kendisiyle ugrasiyordu.
    nihayet :
    -öyle bir sey yapayim ki, gazeteciler mat olsun, diye düsündü ve ilan etti :
    -pazar günü saat 10'da bakan denizin üzerinden yürüyerek geçecegim.
    pazar sabahi saat 10'da tüm basin mensuplari toplandilar orada. bakan geldi ve elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye basladi. karşı kiyiya kadar da yürüdü geçti. herkesin gözleri dehsetle açilmisti.
    fakat ertesi günü tüm gazetelerde su baslik okundu :
    -bakan yüzme bilmiyor!
  • anayasa tarafından korunan nadir meslek kollarından biridir. benim bildiğim tektir.
  • türkiye'dekilerle ilgili bilgi için;

    http://www.byegm.gov.tr/
  • yöneltilen "borazan", "yandaş", "umursamaz", "kör/sağır" suçlamalarını bir kenara bırakırsak büyük kısmı bastırılmaya çalışılarak inanılırlığı zedelenmeye, korkuyla sindirilmeye çalışılan, ısrarla yönlendirilmeye uğraşılan oluşum.

    insanlar gazetelerden/gazetecilikten, topyekün basından soğutulmaya çalışılıyor ki, bir süre sonra yazdıkları hiçbir şeye inanılmasın; ortaya çıkan her rezilliğin basının suçu/uydurması olduğuna inanılsın...

    korku imparatorluğu kurban istiyor.
  • "merkür, o çiftyüzlü tanrı sadece aklı insanın alabileceği en yüce ışığa ulaşmaya çalışanlara ve yalnızca cognito vespertina'ya güvenmeyenlere lumen naturae [doğal ışık], servator [hizmetkar] ve salvator [kurtarıcı] olarak gelir. bu ışığa dikkat etmeyenler içinse lumen naturae tehlikeli bir ignis fatuus'a [aldatıcı umuda], ruhun rehberi de şeytani bir baştan çıkarıcıya dönüşür. lucifer ışığı getirebilecekken, günümüzde basın ve radyoların ses verdiği propaganda orjilerinden zevk alan yalanlar babasına döner ve sayısız milyonları mahveder." carl gustav jung - aspects of the masculine
hesabın var mı? giriş yap