• kubrick'in teknik dehasını konuşturduğu şahane bir 18.yüzyıl filmidir daha çok.
    zeiss tarafından nasa için tasarlanan ve geliştirilen; uydu fotografçılığında kullanılması planlanan mercekleri, filmde oldukça yer kaplayan mum ışığı sahnelerinde kullanarak, hiç alan derinliği yaratmadan görüntü elde etmiştir. film, kaliteli bir kayıtta izlendiği taktirde karelerin enfesliği es geçilecek gibi değildir.
    ayrıca zoom merceğini kullanması -bu mercekler görüntüyü tablo gibi düzleştirir- dönemin atmosferini yansıtmak için kullandığı metodlardan en önemlisi ve bence en ilgi çekici olanıdır.
    bu teknik detaylara bir de filmin akıcılığı, oyuncuların gayet şahane olan performansları eklenince tadından yenmez. velhasıl kelam, özgün bir stanley kubrick filmidir, başyapıttır barry lyndon...
  • zamanlama hatasi nedeniyle gecenin 1'inde izlemeye ba$ladigim , saatlerin $u an itibariyle 04'ü geçmesi ve bendenizin yarin bir vizesi olmasi hasebiyle beni benden almi$ bir film.
  • sinema tarihinin en iyi 3 filminden biridir. belkide en iyisidir. kubrick bu filmi çekerken kesinlikle dünya dışı varlıklar tarafından kontrol ediliyordu. başka bir açıklaması olamaz bunun. şimdi detaylı bir yazı paylaşacağım bu filmle ilgili. kesintisiz ve zevkle okuyacağınızı düşünüyorum. yazı spoiler içeriyor. o yüzden bunu bilerek okuyunuz. hadi başlayalım:

    filmin konusu: 1700'lerin tam ortasındayız. genç bir irlanda'lı olan redmond barry, bir subayı düelloda öldürünce kaçıp yeni bir hayat kurmak ister. serüvenler sonucu kendisini savaşın tam ortasında prusya ordusunda bulur. savaştan sonra casuslukla görevlendirilip, irlanda'lı bir şövalyenin peşine takılır. onunla birlikte prusya'dan kaçar ve kumarbazlığa başlayarak avrupa'nın kalburüstü sosyetesine karışmayı başarır. ama gözü çok daha yükseklerdedir. ve çöküşü kaçınılmaz olur..

    1975 yapımı bu filmin aslında teknik olarak eşi benzerinin olmadığını söylemek gerekiyor. 18. yüzyılda geçen bu filmde aslında kubrick'in teknik dehasını kullanarak neler yaptığını izliyoruz. kubrick bu filmi, zeiss tarafından nasa için geliştirilen, uydu fotoğrafçılığında kullanılması planlanan mercekleri kullanıp hiç alan derinliği kullanmadan bütün sahneleri çekmiştir. ve hiçbir şekilde yapay ışık kullanmayıp sadece mum ışığı kullanarak çekimlerini tamamlamıştır. ayrıca zoom merceğini kullanarak bütün görüntünün dümdüz olmasını sağlamış ve o dönemi olabildiğince yansıtmak istemiştir. kullanılan bu eşsiz tekniklere filmin akıcılığı, oyunculuklar ve sinematografinin de muazzam olması eklenince film, bir film olmaktan çıkıp bir sanat eserine dönüşmüş.

    kubrick'in sinematografisine her zaman hayran kalmışımdır. a clockwork orange'da yansıtılan çarpıcı gerçekliği sinemasal zekasıyla nakış nakış işleyişinden beridir bu adamın aşığı olup çıktım. burgess bile eminim bu kadar iyi bir film beklemezdi. 9. senfoninin bile çok farklı kullandığına şahit olmuştuk o filmde... barry lyndon'da ise tamamen realist bir tavır sergileyen kubrick'in, realitenin tekniğe de yansıtılabileceğini göstermiş. özellikle, duraksayan sahnelerde bile sadece mekan ve renkleri izleterek bile izleyiciye harika dakikalar yaşatıyor. her sahnesinde sanatın adeta iliklerimize kadar işlediği bu filmde tablo görmeye, muazzam kareler görmeye ve harika kostüm ve makyaj tasarımı görmeye hazır olun.

    william makepeace thackeray'in aynı adlı romanından uyarlanan film de barry lyndon rolüyle ryan o'neal başrolde. kubrick'in oyuncu seçimlerinde de ne kadar doğru hamle yaptığını görüyoruz. oliver filminde yıldızı parlayan o'neal'in bu filmde başrol olması pr açısından çok riskli olsa da o'neal o kadar muazzam bir iş çıkarmış ki belki de sinema tarihinin en iyi performanslarından birine imza atmıştır. ne var ki o sene oscara aday bile olamamıştır. 4 oscar alan filme bir de en iyi erkek oyuncu oscarı yakışmaz mıydı? gerçi hangi akademi o sene jack nicholson varken oscarı o'neal'a verirdi o da ayrı bir gerçek.. film ingiltere'de gişede hiçbir başarı sağlayamazken fransa'da gişe rekorları kırar. filmin bazı bölümleri zaten fransa'da geçmektedir. hiçbir karakterin kötü veya iyi olmadığı, karakterlere dış sesin eşlik ettiği -genelde dış sesler filmin ritmini bozmakla kalmaz fazlalık gibi gelir ama bu filmde tamamen arkadaşımız gibidir-, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi görüntü yönetimine sahip filmimizde bazen teknik sorunlar da görürüz. gerçi bunun sorun olup olmadığı konusunda şüphelerim var çünkü ortada düzeltilebilir birşey olmadığı gibi filme kötü herhangi birşey de katmıyor. bazı yakın plan çekimlerinde kamera defocus olur, bunun sebebi kullanılan lensler ile alakalıdır. çünkü lensler geniş açı için üretilmiştir ve kubrick'de çok fazla yakın plan seven bir yönetmendir. yazının başında belirttiğim gibi dönemi yansıtmak için bu kameraları kullanan kubrick, hem kameradan vazgeçmez hem de yakın plan çekmekten.. film bir kadın dokunuşu ile başlar, umutsuz aşk hikayesi, kaçışlar, kadınlar ve savaşlar barry'nin hikayesini oluşturur. en önemli rol kesinlikle savaşlardadır. çünkü o zamanlarda birçok kesimi etkileyen yedi yıl savaşlarında çok büyük rol üstlenir barry. zengin bir kadınla tanışarak hayatını daha kaliteli sürdürmeye başlar. filmin ilk yarısı yükseliş, ikinci yarısı ise çöküşü temsil eder. ilk yarıda redmond barry'nin barry lyndon'a evrilmesine şahit oluruz. lady lyndon ile evlenen barry, hem paraya hem de ünvana sahip olur. yani çöküşünü sağlayacak her şey onundur; hırs ve kadın. ikinci yarısı ise tamamıyle bir dramadır. hırslarına yenik düşen barry, talihsizliklerle de olsa sadece parasını değil fiziksel özelliklerinden bazılarını da kaybeder (acımasız spoiler).

    kubrick bu filmde sadece bir adamın yükseliş ve inişini tasvir etmez. insanoğlu'nun bitmek bilmeyen para ve şöhret arzusuna çok geniş bir açıdan ışık tutar. film irlanda'da başlayıp irlanda'da biter fakat birçok ülke de hikayeler devam eder. ayrıca 18. yüzyıl ingilteresi'ne de ışık tutar. birbirini tamamlayan kısa hikayeler gibi farklı sahneler sunar. her sahne de bir kısa film izler gibi hissederiz ve her kısa film birbirinden ihtişamlıdır. 18. yüzyıl'ın ışığını, dokusunu cesur sahneler, cömert kıyafetler ve öncü sinematografi ile betimler. kubrick o kadar muazzam bir prodüksiyon yaratmıştır ki, dönemin yüzeylerini ve karmaşık sosyal kodlarını yeniden yaratmış. bazı insanların kubrick filmlerinde çok fazla anlam aradıklarını savunurdum, çünkü kubrick filmleri izlemesi zevkli filmler değildir. çünkü kubrick filmlerini olabildiğince karmaşık anlatır, zihin oyunları oynar. çok fazla uzundur ve çok fazla mesaj vermeye çalışır. fakat kubrick bu filmle bütün bildiklerimizi unutturup gerçek bir hikaye çıkarıp, bunu karıştırmadan direk sunmuş önümüze. üstelik filmde kullanılan dış ses filmle o kadar bütünleşiktir ki izleyici adeta bir roman okuma edasına kapılır. barry lyndon, bu yüzden belki de sadece bir film değildir. barry lyndon bir romandır, bir tablodur, bir sanat eseridir.

    filmde bize mozart, bach, schubert ve vivaldi eşlik eder. her sahnede bizi büyüleyen kubrick bütün klasik müzik tanrılarını filmde birleştirir ve kulağımıza da hitap etmeyi başarır. sadece müzikleri ve diyalogları dinlesek bile filmi baştan sona çözebilir ve anlayabiliriz. kubrick'in sadece bir görüntü uzmanı değil bir ses ustası olduğunu da anlarız. müzikler her sahne de bize eşlik eder. her sahne birbirini tamamlar ve müziklerle ahenk içinde dans eder.

    şu sahne normal bir kafayla çekilmiş olamaz. nakış gibi ilmek ilmek işlenmiş. muazzam.

    ''zenginlik, kalpteki ahlaki boşluğu gizleyen, yok olan bir dünyanın sarhoş ve yıkıcı bir portresi..''
  • yüksek ögrenim kariyerimi ziyadesiyle zedelemi$ , baltalami$ insandir.
  • güzel bir sonsöz ile biter:

    "it was in the reign of george ııı that the aforesaid personages lived and quarreled; good or bad, handsome or ugly, rich or poor they are all equal now.
    //
    bahsi geçen bu kişiler kral 3. george döneminde yaşamış ve birbirleri ile çekişmiştir; iyi ya da kötü, yakışıklı ya da çirkin, zengin ya da fakir, artık hepsi eşit."

    3. george bir kraldı, redmond barry ise soylu değildi; sultan süleyman koca bir imparatorluk yönetti, tebaası ise ona hizmet etti.
    bırakın kralları, imparatorluklar, ülkeler, kültürler, diller bile ölümlü. sümerler muazzam bir uygarlıktı, bugün ise sümerce konuşan topluluk yok. antik yunan'ın görkemli agoraları bugün birer taş yığını, hükümdarları ise çoktan toprağa karıştı.
    bir gün hepimiz eşit olacağız.

    kalıcı olan tek şey ise düşünceler, eserler olacak, bugün o güzel agoralar ya da güçlü hükümdarlar yaşamıyor ama homeros'un tarihini okuyoruz, pythagoras her çocuğun matematik macerasında var oluyor, goethe ile duygulanıyoruz. barry lyndon çekildiği zaman ingiltere başbakanı harold wilson, abd başkanı gerald ford, türkiye başbakanı süleyman demirel imiş, şimdi hepsi toprak oldular, barry lyndon'ı hâlâ hayranlıkla izliyoruz.

    özetle esas mesele bugüne hükmetmek değil, geleceğe güzel şeyler bırakacak şekilde yaşamak.
  • karakterlerin hiçbiri tamamen iyi veya tamamen kötü değildir; her biri her iki özelliğe de sahiptir; bunlarin dengesi kosullariyla degisebilmektedir ve bu filmde kesinlikle çok çok iyi gösterilmistir.
    görüntülerin kusursuzluğunun yani sira kanaatimce filmin zamani mükemmel akmaktadir. zamanin günesle ölçtüğümüz nesnelliği degil tabir-i caizse tutkularla ölçülen öznelliği yansitilmistir.
    benim için izledikten sonra gittikçe zihnimde daha da berraklasan ve önem kazanan bir film olmustur.
    bir stanley kubrick saheseridir.
  • bu filmin son sahnesinde sakinlikle görünen yazı aslında bu filmin ana fikridir; yaşıyorsun, uğraşıyorsun, didiniyorsun, kimilerinden nefret ediyorsun, kimilerini seviyorsun, çabalıyorsun, yalan söylüyorsun, aldatıyorsun, aldanıyorsun, saçma sapan şeylerin ortasına düşüyorsun ama en sonunda seni bu duruma düşürenler de, bu duruma düşürdüklerin de, sen de aynı yere gidiyorsun. öyleyse önemli olan nedir? önemli olan ''anlar''dır. film de baştan aşağı anlar'dan ibarettir. her anı, sindirerek insanın içine döşeyerek verir. bu, filmi yavaş bir film yapmaz. sadece filmin akışı nerdeyse gerçek hayatın akışıyla aynı boyuttadır. bir dönem filmi olarak düşünülse de, aslında kubrick, hemen her döneme ait çektiği filmlerde hep aynı şeyi işler; doğallık. doğaya olan yakınlığımız. varlığımızın kutsal olmadığı aksine ölüm gibi bir gerçek varken, uğraşlarımızın ne denli anlamsız olduğu. eninde sonunda gelinecek noktanın anlamsızlığı. çabalanacak şeylerin başka şeyler olması gerekliliği. işte bu nedenle bu filmin bir mesajı yokmuş gibi görünebilir. mesaj vermeye çabalayan filmlerden olmadığı içindir ki, barry lyndon, karakterlerinin farklılığı ve çok katmanlılığı ile insanın kendisini anlayabilmesini sağlayacak ender filmlerdendir.
  • gorselligin yaninda isitsel olarak da hayli keyifli bir film, shubert'in inanilmaz piano trio in e flat'i film siriasinda sık sık calar, aklımıza kazınır.
    aynı zamanda mozart, haendel,bach gibi muzik tarihinde ismi pek duyulmamış adamların besteleri vardır*.
  • 4 oscarli bir stanley kubrick yapimi.
    kitap okurcasina cekilmi$. daha dogrusu izleyende oyle bir his birakiyor. duru duru oturdugunuz yerden kitap okuyorsunuz.
    harika bir film.
  • 1975 yilinda yapilmis bir filmdir. 18. yy'da gecer. redmond barry'nin sinif atlama calismalarindan yola cikarak donemin ingilteresine goz attirir. genel olarak candide ile büyük benzerlikler taşır. hatta ortam olarak bize patrice leconte'un ridiculesini hatirlatabilir belki de.
    her zamanki kubrick filmleri gibi uzundur*. ama yine canimiz sıkılmaz.
    barry lyndon'u ryan o neal canlandirmistir.
hesabın var mı? giriş yap