• ne zaman gitsem ayaklarımın küçüldüğü ev…
    38 numaradır benim ayaklarım. bazen yarım numara küçük giyerim bazen yarım numara büyük ama aslında 38 numaradır. işe gelirim her gün o ayaklarla. eve dönerim akşamüstleri yürüyerek. eve dönerken rutinimi bozarım bazen, çarşıya uğrarım. balık pazarına gider, manavlardan alış veriş yaparım. ben en çok akşamüstleri severim manavları. gördüğüm en büyük lüx lambalarını yakarlar. domatesler daha bir kırmızı, elmalar daha bir parlak görünür o sarı ışığın altında.

    ne zaman çilek vakti gelse, ayaklarım küçülür yine. babamın elinden tutmuş, manavın oradan geçerken aşırdığım çileğin utancı düşer ayaklarıma. babamın beni yeniden oraya götürüp adamdan özür dilettiği an gelir. adamın gülümseyip ‘’helal olsun’’demesi, sonra babamın bana bir kese kağıdı çilek alması. beyaz gömleğim kirlendi diye akşam annemin söylenmesi.

    ve evimiz. o zamanlar annem, babam ve benden oluşan, şimdilerin uzak baba evi... ne zaman gitsem ayaklarımın küçüldüğü, omuzlarımın daraldığı, yüklerimin azaldığı ailemin evi… isyanlarla, kavgalarla mümkün olan en uzağa gittiğim zamanları düşünüyorum bazen. neyin kavgasıydı onu bile hatırlamıyorum. kimse küsmüyor bana bu evde. kimse yargılamıyor. evet, bazen çok eleştiri var burada ama ceza kesilmiyor. biraz geçmişe dönünce görüyorum ki bu hep böyleydi. ama ben tercihimi gitmekten yana seçtim.
    gittiğim yerde de üzüldüm zaman zaman ama mutlu oldum çoğu zaman. seçtiğim meslek beni hasta etti, yataklara düşürdü birkaç kere ama yeniden seç deseler yine aynını seçerim, başka bir iş beni mutlu edemez bunun kadar. aşık olduğum adamlar, beni sevenler, benim sevdiklerim, unuttuklarım, unutanlar, dostluklarım hepsi geldiğim bu uzak şehirde oldu. insan zamanla unutuyormuş tatsız şeyleri gerçekten, zorlasam da hatırlamıyorum bir zamanlar beni öldüreceğini sandığım acıları.

    38 numara ayaklarımı seviyorum. memnunum, bir sıkıntı çıkarmadılar bana. ama diyorum ya, o evde küçülünce ayaklarım, hani kapıdan içeri girer girmez daha. babama sarıldığım o ilk anda. annemin saçlarımı kokladığı ilk nefeste… yeniden evin sahibi oluyorum ya şartsızca, bir ılıklık hissi oturuyor içime. daim olsa belki zamanla kaynar suya dönecek, belki hep öyle kalacak, bilmiyorum. ama veda vakti geldiğinde daha eşikten adımımı atarken büyüyor yine. ben oluyorum. seçtiğim hayata, uzağa gidiyorum. dönüp geriye bakıyorum, kapı hep yarım açık, belki bir gün yeniden içeri girerim diye.
  • aşkın nur yengi'nin söylediği iç burkan şarkı

    parlak bir inciydim önce
    derinlerde saklanırdım
    baba evi kabuğumdu
    hayat çok uzak sanırdım
    düşlerimle yandım
    sonra sevdalarımla kavruldum
    düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurdum
    kanat takıp da uçurur da bu düşler
    uyandırır en tatlı yerinde
    gün ortasında sabah seherinde
    hatırlanır yeniden
    yatak döşek yatırır da bu düşler
    uyandırır en tatlı yerinde
    gün ortasında sabah seherinde
    hatırlanır yeniden...
  • baba gitse de adı hep onunla anılan evdir. su sikindirik hayatta ne ögrendiysen, neyi unuttuysan, neyi anlayıp neyi anlamadıysan hepsi o evdedir. rahat ettigin tek yer, dara düstügünde ugradıgın tek mekandir. buzdolabını rahatca acıp kapattıgın, canın hicbir sey istemediginde hicbir sey yapmama özgürlügünü kendinde buldugun, "ulan 18'ime geleyim bavulumu toplayıp gidicem" deyip, 18. yas gununde bavulunla kapıda gülüp durdugun ve tabii ki hicbir yere gidemedigindir. baba rakıcıysa, cay bardakları ve beyaz peynirin eksik olmadıgı yerdir. baba obsesifse bir terligin en az on yıl hizmet zorunlulugu olan evdir. baba dayakcının tekiyse anahtarı kaybetmeye korktugundur. baba dünyayı kurtaran adamsa kusursuzlugun yollarını aradıgındır. baba neyse baba evi de olur kısacası. baba gider kokusu kalır. dolaplar acılır baba kokusu aranir. halıların anne babanın evlendigi günden kalma oldugu, cocukken izin verilmediginden dogru dürüst giremedigin salondaki koltuk takımına oturmak icin eskisi kadar da delirilmedigi görüldügünde gitme vakti gelmis demektir. her gittiginde rahatca dönecegin en mükemmel sıgınaktır ayrıca. bildigin baba evi iste lan. babamı özledim.
  • annem ve babam çok yaşlandılar ama hala onların yanındayken sarsak bir çocuğa dönüşüyorum. (bu başlığı sevdim bu arada, neyse o bu başlık, çağrışım yok, referans yok, manipülasyon yok.)

    annem küçük bir kaza geçirmiş geçenlerde, memleketten doktora görünmek için ankara'ya gelmişler. beni bugün -yani dün- arayıp durumdan haberdar etti. tek başıma gitmek zorunda kaldım baba evine. (kadın yok, çocuk yok, ceset yok. baş başayız.)

    ellerini öptüm saygıyla, sonra "geçmiş olsun" dedim anneme. salona geçtik. öyle gergindim ki ne yapacağımı bilemiyordum. sağlık durumlarıyla ilgili bir şeyler sordum galiba, onlar da sorduğum sorulara iyimser cevaplar verdiler (galiba)

    iç sıkıntısıyla oturdum bir süre; sağıma baktım, soluma baktım ve "ben kalkayım artık" dedim. "daha yeni geldin, otur" dediler. oturdum. (hep uslu bir çocuk olmuşumdur.) annem çay demleyeyim sana" diye kalkacak oldu, oturttum. "bütün gün çay içtim zaten" dedim, "zahmet etme lütfen."

    sessizlik.

    babam -adım kadar eminim- televizyonu kapattığına pişman oldu. beni gördüğüne değil belki ama üzerinde süzüldüğü akıntı her ne ise kesildiğine pişman oldu; orada yüzmeyi, kendini güvenle -yüzme bilmese de - bırakmayı hep sevmiştir zaten. (daha kısa bir deyişle aklı havuz kanalının propagandasında kaldı.)

    annem doğurduğu son çocuğa sohbet konusu açmak için aynı soruları yineleyip durdu: "karın nasıl, kızın nasıl?"

    (iyiler anne, herkes iyi ama ben kötüyüm. başım ağır geliyor anne, taşıyamıyorum. senin şefkatine, babamın hoşgörüsüne ihtiyacım var. kafamı koynuna gömüp hüngür hüngür ağlasam çok mu üzülürsün, çok mu yadırgarsın, çok mu kızarsın anne? ah baba! senden ne kadar nefret ettiğimi ve seni ne kadar çok sevdiğimi söylesem sarhoş olduğumu düşünüp televizyonun sesini mi açarsın? ölmüş abimin bunu yapmaya çalıştığı anda olduğu gibi dudaklarının kenarında küstah bir -gülümseme diyemiyorum ben ona- kıvrım mı belirir? bir şey yaptınız, sonra bir şey oldu ama olan şey pek bir şeye benzemiyor baba (anne) genelde pek bir şeye benzemez biliyorum ama yarattığınız şeyin matematiksel bir doğrulukla yaşaması gerektiğine olan inancınız yoruyor beni. tamam, sustum.)

    "aç mısınız, pide alıp geleyim mi?" diye sordum. önce birbirlerine sonra bana baktılar ve "ablan yemek getirdi" dediler, "onu ısıtır yeriz hep beraber." bu hamleye nasıl karşılık vereceğimi bilmiyordum: "peki" demeli ve hep beraber ablamın gönderdiği yemeği mi yemeliydik, yoksa pide yaptırma fikrim konusunda ısrar mı etmeliydim?

    biraz düşündüm, (bir zamanlar ben de düşünebiliyordum) annem ve babam çok yaşlıydı, yemekle bulaşıkla filan uğraşmamaları gerekiyordu, (ne tuhaf, normalde böyle ayrıntılarla hiç ilgilenmem) bu yüzden birazdan ortaya sunacağım fikir kesinlikle harikaydı!

    coşkuyla ayağa kalktım ve "hemen pide yaptırıp geliyorum" dedim, "başka bir isteğiniz var mı?"

    babam, "eski caminin oradaki lokanta güzel yapıyor" dedi, "oradan alsan iyi olur."

    "tabii" dedim coşkuyla (artık bir amacım vardı) "hemen gidip yaptıracağım."

    eski camiye gittim, önerdiği lokantayı buldum ve pideleri sipariş ettim.

    babam ilk ısırığı aldı ve "yanlış yere gitmişsin" dedi. "buranın pidesi güzel olmuyor."

    yanlış camiye gitmiştim. yapacak bir şey yoktu. sarsak bir çocuk gibi hissettim kendimi. telefonuma bakıp bir bahane uydurdum ve izin isteyip ayrıldım baba evimden.

    sonra koşmaya başladım.
  • ayrılmadan önce defolup gideyim artık kendi hayatımı kurayım diye lanetler okuduğunuz,ayrıldıktan sonraysa düştüğünüz çamurdan sıyrılmak için tutunduğunuz,karşılıksız sevildiğiniz.her hatanıza rağmen saygı ve sevgi gördüğünüz yerdir.baba evinden ayrılmanın en güzel yanı oraya tekrar dönmenizdir.

    (bkz: kürkçü dükkanı)
  • orhan kemal'in, avare yıllar ve cemile ile devam eden küçük adamın romanı üçlüsünün ilk kitabı.
  • kucuklugumden beri cok duydum bu tamlamayi. kadin-erkek farketmeksizin en guzel gunlerimiz baba evinde yasadigimiz gunlermis derlerdi.

    bekarliktan, hovardaliktan falan herhalde derdim. bizimkiler baga bahceye gidince siyledikleri turkulerden cikardim bunu. "dikenli bahcede bulgur eliyor/kendi gorunmuyor sesi geliyor." bak aklima bu geldi mesela. ne kadar naif, ne kadar masum bir mani.

    al bi'tane daha:

    "yuce dag basinda bir ulu mese
    mese dallarini sermis gunese
    anasi evinde yetiskin kizlar
    calisir cabalar, emegi bosa"

    eskiden gecim derdi yok muydu? her sey daha mi guzeldi mesela? tek dertleri yuzunu goremeyip sesini duyduklari sevdiceklerin varliginin verdigi masum telas miydi? ya da kizlar yaptigi diger seyler bos gelecek kadar evlilige onem addedecek ne yasiyorlardi?

    hic!

    baba evinde insan derdin tasanin ne oldugunu bilmiyor. maddi kaygilar degil de, bir evin yukunu omuzlamak ne bilmiyorlar. cunku baba evi sirtini yaslayacagin dag, icinde hicbir seyi dusunmeyip sevdicek derdinden baska kafana takacagin bir sey olmayan cennet.

    yoksa insanin kendi evi gibisi yoktur. bilirsiniz. ayri kaldiginizda tuvaletini bile ozlediginiz bambaska bir dunya.

    hal boyleyken, ille de baba evine ozlem; iste bunun anlami omuzlamana gerek kalmayan sorunlar, yasam alanina mudahale edildiginde senin kimseye cemkirmek zorunda kalmayisin, kiraydi faturaydi tasalanmana gerek kalmayisi, herkese destek olmak fakat kimsenin yukunu kendininkinin uzerine koymana gerek kalmayisi...

    bunlari hepimiz biliyoruz da, anlamak icin ille basina bir is gelmesi gerekiyor sanirim. o zaman zaten farkinda oldugun, bildigin bir seyi sadece tekrar etmis olsa da babadan duymak insani on kaplan gucune cikariyor.

    evlatlariniza iyi anne baba olun. bir gun cocuklarinizin desteginize ihtiyaci oldugu zaman size tutunabilmeleri icin iyi anilara, durustlugunuze ve verdiginiz sozleri yerine getirmis olmaniza, zamani gelinceye kadar onlara sahip cikmis olmaniza, bu guvene ihtiyaclari olacak. baba evi butun bu guven ortaminin toplamidir iste.
  • tüyler diken diken, gözler nemli..

    sabırsızlıkla beklenen film...

    --- spoiler ---

    isterim ki;

    yerine güzel bir şey yapılacaksa, güzel bir şey olacaksa, kazmayı ben vurayım be!

    ilk kazma..

    başkası vurursa belki ona dayanamam..

    şimdi insanlar diyorlarki yahu koltukları almayın.

    ya nasıl almayalım? adam oranın tozunu alır tozunu...

    tozunu bri kağıda koyar, tozunu saklar. hani koltuğu moltuğu bırak, gelir oradan yıkıldığı zaman bir tane taşını alır, mermerini alır saklar. der ki;

    bu eski inönü'nün mermeriydi be!
    --- spoiler ---
  • özellikle istanbul'dan taşınmak suretiyle dönülüyorsa, ilk günlerin balayı atmosferinde insanı optimizmin yeni prensi yapacak kadar baş döndürücü olabiliyor. ama denemekte fayda var zira baba evinde keramet vardır arkadaşlar.

    özellikle istanbul'un sinir, stres, depresyon katkılı; korna ve küfür sesleri çeşnili agresif aurasından sakin ve huzurlu bir sahil şeridinin kıta sahanlığına difüze olmak, insanın kan dolaşımında heyecanlı gel-gitlere neden olabiliyormuş.

    geldim ilk işim orta yaşlı kadınların kitap kulübüne girmek oldu. abimin eşi elif şafak'tan aşk kitabını verdi. çok sevdiğim başka bir tanıdığımın eşi ise yazgülü aldoğan'ın kiralık adam'ını çok methetti. bu sayede 35 yaş civarı kadınların çokça rağbet ettiği aşk ve romantizm orijinli kitap dünyasına ilk adımımı attım. bense onlara ihsan oktay anar ve alper canıgüz koleksiyonumu seve seve teslim ettim. benim için de onlar için de değişiklik oldu.

    sabah kalkınca orman içinden yaklaşık 5 kilometre koşup güne sporla başlıyoruz. üstüne istanbul'un aksine ve hatta inadına malzemeden kaçılmamış, çeşidi bol anne kahvaltısı.

    öğleyin arkadaşın bahçesine masayı kurup, yanda güneş ışığında muvaffak bir komutan armoru edasıyla parlayan semaverde çayımızı demleyip akşama kadar okey oynuyoruz. sigara da serbest. annesi pasta, börek servisini hiç ihmal etmiyor. arada bahçeye kurduğumuz hamağa yatıp eşli ihale partisini kaybeden ekibe kendimizi yarım saat sallatıyoruz. iki günde bir de civarda yeni açılan plaja su sporlarına..

    akşam olunca ya arabamızı kimselerin olmadığı eşsiz bir manzaraya çekip, cipsimizle çerezimizi çıtırdata çıtırdata biralarımızı parlatıyoruz, (bu tabiri de reha muhtar'dan öğrendim son günlerde baya kullanıyor), ya da arkadaşın play station cafesinde iki masayı kapatıp baklavasına pes atıyoruz. gece gittiğimiz çorbacı sefalarına değinmiyorum bile..

    sonuçta, istanbul'da girdiğim entry'lere bir de bu akşam girdiklerime şöyle bir göz attım. eski hırçın entryler şu anda aklıma bile gelmiyor. resmen nihat genç idim saba tümer oldum yahu! demek ki sorun istanbul'un canlı görünen fakat ruhsuz atmosferindeymiş. ara ara uzaklaşıp yeniden özleyip sevmek lazımmış.

    bir süre politik eleştiri ve tepki içeren içerikli entryler aklıma bile gelmeyecek herhalde. selahattin duman gibi yediğim yemeğin omega 3 içerip içermediği olacak tek derdim ve bunu afili cümlelerle anlatıp, hayatın zevklerinden dem vuracağım. peder kaliteli sigara içeyim diye her sabah paramı da başucuma bırakıyor. iyi ki hemen işe başlamayıp, hayatın içine atıldığımda sıkça göremeyeceğim anneciğim ve babacığımı son kez doya doya görmeyi tercih etmişim. son tatilimdeyim ve çok mutluyum, denemekte yarar var..
  • gidiyorum ben!kendi yuvamın dişi kuşu olmaya...

    annem saksılara naneler ekti! burayı aratmasın diye… taç yapraklı çiçekler hazırladı üzerlerine kurdele bağladı… ve çeyizindeki tablolardan ayırdı bana…

    dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor…

    ben ağlıyorum.

    dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor…

    yağmurun sesiyle ağlıyorum…

    odamdayım…

    26 yaşımı tamamladığım baba evindeyim…

    misafirim artık!

    bu evde misafirim…

    sayılı günlerim kaldı kalıcı yuvama uçmama…

    misafir gözüyle görüyor ev halkı beni birkaç aydır…

    annem kristal gözyaşlarını saklıyor benden

    usul usul ağlıyor zaman zaman

    babamın yüzü gülse de, ben görüyorum gözlerindeki kederi…

    misafirim artık odamda…

    eşyalar yavaş yavaş kutulara yerleşiyor,odamsa misafir odası olma telaşında…badana yapılacak birkaç kanepe yerleşecek köşeyi ikiye ayıran cam kenarlarına…

    eşinle geldiğinizde bu odada kalırsınız diyor annem…

    bu odada kalacakmışız biz!misafir odasında…

    az önce geçirdim sevdiğimi…

    mutluluk olsa da gözlerimizde;birazcıkta hüzün ele veriyordu kendini…

    nasıl geçti yıllar?

    göz açıp kapayana dek geçip gidiverdi…

    nelere şahit oldu evin kıyı bölümündeki bana ayrılmış bu mekan…

    ne mutluluklara, ne hüzünlere, ne acılara…

    küçük dünyam dedim hep odama…

    acılarımı da mutluluklarımı da en derinden yaşadığım yıllarda…

    neleri sığdırdım içine…

    işte şu ahşap sandık, el emeğim! nasılda hevesle yapmıştım. bittiğinde kucağıma alıp bakın ben yaptım benim eserim diyerek göstermiştim ev halkına…

    gar dolabımda asılı olan giyim etiketleri nasılda hoşuma giderdi onları gelişigüzel iliştirivermek oracığa…

    duvardaki bordürler…

    bahara aşık ben!az mı aramıştım çarşıda bahar rengi olmalı baktıkça mutlu olmalıyım diyerek…

    ablam ve yengemin de yardımıyla tam bir günümüzü almıştı düzene sokmak!

    duvarımdaki papatya tacım kuruyup şekli bozulsa da mutlu ediyor beni her bakışımda…

    duvarlarım…

    acılarımla yumrukladığım duvarlarım…

    dibe vurmayı severdim ölümüne kanamayı acı çekmeyi…

    kimseye sezdirmeden kimseyi üzmeden…

    içip içip dağıttığım nefret edip kahrettiğim ayıldığımda başımdaki ince sızıdan öteye hiçbir şeyin kalmadığı ‘yine güzeliz!’dediğim toyluk yıllarımda…

    şu an sırt yanımda kalan aynam…

    göz yaşlarımın bana ne kadar yakıştığını orda görmedim mi ben!

    ilk karın toprağa düştüğünü bu odada kutlamadım mı!

    baharın benim tüm hastalıklarıma çare olduğunu yine küçük dünyamda keşfetmedim mi?…

    ilk yeğenimi kucağıma verdiklerinde bu yatağa boylu boyunca uzanıp günlüğüme not düşmedim mi ‘hoş geldin bebek…pabucumu dama attın!’diyerek…13 yaşındaydım o zamanlar…evden ayrılmama 13 kala…

    mutluluk sarhoşu da oldum…

    hüzün ayyaşı da…

    sevdim…sevildim…

    kanadım kanattım…

    ama ben hiç bu kadar aşık olmadım…

    hiç kimseyi ölümüne sevmedim..

    seni terk ettirecek hiç kimse çıkmadı ki karşıma…

    ama onu sende tanıdın!

    ve tanık oldun mutluluğuma…

    odam halen gideceğimi idrak edemiyor…

    5 parmağımı geçmeyecek sayıda gün kaldı benim taşınmama…

    bibloların kaldırılışına,kışlıklarımın yazlıklarımın kutulanmasına,dolaplarımın

    boşalmasına halen anlam veremiyor ne zamanki taşıma aracı kapının önüne gelecek bu oda tamamen boşalacak işte o an ıssız kalacak…

    ağlayacağım…

    odamın ağladığını hissedeceğim…

    gidiyorum ben…

    başka yuvanın dişi kuşu olmaya …

    yeni düzen…iki kişilik kocaman bir yatak…

    mutlu muyum?

    çok…

    ama birazda hüzün var içimde…

    “baba evini özleyecek misin?” dedim bu gece sevdiğime…

    “ben seni istediğimiz gün idrak ettim o evden ayrılacağımı” dedi…

    “sen” dedi gözlerini süzerek…

    düşündüm…

    içimde kopan fırtınalara kulak asmadan “bu odanın aynısından evimize de yaparsan özlemem” dedim!ve gözlerimi kaçırarak gülümsedim…

    “yaparız tabii” dedi…

    “hatta şu lambayı da dedim onu da götürelim”…

    sonrasında uzun bir sessizlik…

    çok özliycem ben burayı…

    burada gülmeyi…

    burada aylamayı…

    buraya sığınmayı…

    hatta burada saklı içilen sigaraları bile…

    misafirlerimi burada ağırlamayı…

    sır kutusu odamı…

    gidiyorum ben…

    düzenini kendimizin belirlediği kocaman bir eve…

    orada ben yokum…

    biz varız…

    artık iki kişi için yaşayacağım…

    yemekler yapacağım…misafirlerimi salonumda ağırlayacağım…

    çay demleyip balkonumuza çıkacağız…

    ama hanımeli kokusu olmayacak…

    annem saksılara naneler ekti!

    burayı aratmasın diye…

    taç yapraklı çiçekler hazırladı üzerlerine kurdele bağladı…

    ve çeyizindeki tablolardan ayırdı bana…

    el emeği işlemelerinden…

    evlendiklerinde aldıkları antika radyoyu bana veriyor sen çok seversin eskileri diye…

    dilinde yine türküler…

    bana öğrettiği melodiler…

    içim acıyor…

    belli etmesem de koyuyor bana gidişim…

    gelin oluyorum ben hem ağlarım hem giderim gibisinden…

    bir çok danteller,oyalanmış havlular…

    krinkıllar,taftalar…

    kutu kutu eşyalar…

    üzerine düşülen notlar…

    kırılacak eşyalar,salon eşyaları,mutfak gereçleri…

    hazırlanmayı bekleyen kınalar…

    davetli listesi..

    anne yemeklerinin yazılacağı kocaman bir ajanda…

    bende senin gibi olucam anne…

    evimin annesi olmaya gidiyorum…

    gitmeme az kaldı!

    her şeyi özliycem………..

    hoşça kal odam…

    hoşça kal baba evim...
hesabın var mı? giriş yap