• frank sinatra' nın "ava' yla aşkımız o kadar ateşliydi ki sonunda birbirimizi yaktık" dediği kadın. çok güzel, insanı ezecek,unufak edecek kadar güzel. en güzel.
  • dünyanın görmüş olduğu en güzel ve cazip kadınlardan biridir. küçük bir yerde doğmuş büyümüştür, çıplak ayaklı konstes'tir. frank sinatra ile dillere destan bir aşk yaşamış ve trajik bir şekilde hayatını kaybetmiştir. 1950'lerde bir dergide kendisinden "dünyanın en güzel hayvanı" olarak söz edilmiştir. güzelliğinin güncel muadili -kanımca- monica bellucci'dir. kendsi "güzel kadın" tarifi gibi bir şeydir.
  • ancelina coli'den başka güzel bilmeyen günümüz beylerini, her gün bir doz ava gardner'a maruz bırakmak lazım! malum yeni nesil zirzop beylerimiz güzelliği de yanlış kulvarlarda değerlendiriyorlar. ondan tanıştırıyorum kendilerini bu unutulmaya yüz tutmuş gerçek güzellerle. görünce gerçek olanla sahte olanı ayırd edebilsinler diye.

    mühim not: çok didaktik bir günümdeyim, kaçın canınızı kurtarın!
  • henüz 16 yaşındayken çekilmiş resimlerini görünce "bu kadınsa biz neyiz?" sorgusuna sebebiyet veren afet-i devran.
  • bir donem ernest hemingway ile "baba"nin kuba'daki malikanesinde takilmislar.

    hemingway, bir sabah gardner'in havuza cirilciplak girdigini gorup yardimcilarina "bu havuzun suyunu bosaltani vururum" demis.

    ava ablamiz kuba'ya kadar gitmisken fidel castro ile de ask yasiyor ama bu bilgi nedense wikipedia sayfasina konmuyor...
  • frank sinatra ile olan fırtınalı ilişkisi bittikten sonra ( 60'ların sonları sanırım. ) sinatra'nın gencecik, kısacık saçlı mia farrow'la ilişkiye girmesi üzerine "sonunda frank'in bir oğlan çocuğuyla yatağa gireceğini biliyordum." diyerek, eski yavukluya buhranlı bir anında uçarak döner tekme atmış eski zaman güzeli.

    kaynak, fi tarihinde okuduğum popüler sinema dergisinin bir sayısıydı, emin değilim.
  • “mutlu bir eviniz yoksa şöhret ve servet hiçbir şey ifade etmez.” demiş 1922 yılında bugün doğan amerikalı sinema sanatçısı.

    "toprağımsız kadınsılık" gardner'ın ekran kişiliği için uygun ve sıkça kullanılan bir tanımdır; bu nitelik kısmen kırsalda yetişirken kazanılmıştır.

    fakir bir tütün çiftçisinin kızı olan gardner, erkek fatma gibi bir şeydi ve metro-goldwyn-mayer yetenek avcılarının kayınbiraderinin new york'taki fotoğraf stüdyosunun vitrininde portrelerini gördükleri 18 yaşına kadar oyunculuk kariyerini düşünmedi.

    bir deneme çekimi yapıldı ve incelikten yoksunluğu ve zor anlaşılır kalın ses tonu mgm stüdyo şefi louis b. mayer'in "rol yapamıyor, konuşamıyor, müthiş..." demesine neden oldu.

    stüdyo tarafından oyunculuk, duruş ve hitabet konusunda yoğun bir şekilde eğitilen gardner, ekran kariyerinin ilk dört yılında çoğunlukla dekoratif küçük rollerde yer aldı.

    büyük çıkışını, stüdyo onu universal pictures'a kara film klasiği the killers (1946) için ödünç verdiğinde yaptı; filmde gardner, ekrana yeni gelen burt lancaster'ın karşısında ikiyüzlü bir baştan çıkarı bir karakteri canlandırdı.

    daha sonra "dünyanın en güzel hayvanı" olarak tanıtıldığı mgm'de ve diğer stüdyolarda the hucksters (1947), one touch of venus (1948), show boat (1951) ve the snows of kilimanjaro (1952) gibi filmlerde daha iyi rollerde yer aldı.

    gardner'ın bir oyuncu olarak yeteneği en iyi george cukor, john ford ve joseph l. mankiewicz gibi üst düzey yönetmenler için çektiği filmlerde ortaya çıktı.

    bir keresinde, "oyunculukta tek bir kuralım var," demişti, "yönetmene güvenmek ve ona kalbini ve ruhunu vermek."

    gardner'ın ford'un mogambo'sunda clark gable'ın karşısında canlandırdığı cesur, sert karakter - yavru bir fili ve yavru bir gergedanı beslemeye çalıştığı unutulmaz ve komik bir sahneyle vurgulanır - aktrise tek akademi ödülü adaylığını kazandırdı.

    pek çok kişi mankiewicz'in humphrey bogart'la başrollerini paylaştığı the barefoot contessa filminin, paçavradan zenginliğe uzanan öyküsünün gardner'ın kendi yaşamıyla kabaca paralellik göstermesi nedeniyle, gardner'ın kesin filmi olduğunu düşünüyor.

    cukor'un bhowani junction (1956) adlı filmi, yukarıda adı geçen filmlerden daha az ilgi görse de, gardner'ın iki kültür ve birden fazla sevgili arasında kalan melez bir ingiliz-hintli kadın kahraman olarak belki de en çok övgü alan performansını sergilediği filmdir.

    the sun also rises (1957), on the beach (1959), seven days in may (1964) ve the night of the ıguana (1964) gardner'ın sonraki filmlerinin en iyileri arasındadır.

    1980'lerin sonlarına kadar aktif kalmasına rağmen, yaşlandıkça rol bulmakta zorlandı ve kendi itirafıyla, sonraki filmlerinin çoğu "ganimet için" yapıldı.

    gardner, aktör mickey rooney (1942-43) ve orkestra şefi artie shaw (1945-46) ile fırtınalı ve kamuoyuna mal olmuş evlilikler yaşadı; şarkıcı-oyuncu frank sinatra (1951-57) ile olan evliliği ise, tutku ve kıskançlığın aynı ölçüde ön planda olduğu bir ilişki olarak, yüzyılın en efsanevi hollywood aşklarından biri oldu.

    gardner'ın kendisi de dahil olmak üzere pek çok kişi, yeteneklerinin hak ettiği ekran kariyerine hiçbir zaman sahip olamadığını düşünüyordu; bir eleştirmenin açıkladığı gibi, "görünüşü bunu kaçınılmaz kıldı."

    hayatı boyunca deokrat parti destekçisi olan gardner biyografi yazarlarına göre ''yaşamımın ilk yıllarında hristiyanlığa maruz kalsam da şu anda ateistim'' demiştir.

    ömrü boyunca sigara içmesinin ardından geçirdiği zatürre, altta yatan lupus eritematozus hastalığıyla birleşince 1986'da gardner'ı kısmen felçli bırakan bir felç geçirdi.

    tıbbi masraflarını karşılayabilmesine rağmen sinatra, amerika birleşik devletleri'ndeki bir uzmana yapacağı ziyaretin masraflarını karşılamak istedi ve tıbbi personeli olan özel bir uçak ayarlamasına izin verdi. ocak 1990'da, 67 yaşındayken, 1968'den beri yaşadığı londra'daki 34 ennismore gardens adresindeki evinde zatürre ve fibrozan alveolit nedeniyle öldü...

    gardner, smithfield, kuzey carolina'daki sunset memorial park'ta kardeşleri ve ebeveynleri jonas ve molly gardner'ın yanına gömülmüştür.
  • frank sinatrayla olan kavgaları çok ünlüymüş bu dilberin. ikisinin de ağzı çok bozuk olduğu için gittikleri heryerde birbirlerine girer bağrış çağrış küfür ederlermiş. daha sonra hiçbir şey olmamış gibi ilişkilerine devam ederlermiş. ava gardnerin bazı resimleri için,

    http://web.ukonline.co.uk/…es/classic/gardner/s.htm
  • tüm kadınların kraliçesi
  • dünya üzerinde yürümüş gelmiş geçmiş ve gelebilecek en en en güzel kadın. şöhretinin zirvesinde olduğu yıllarda "hayvani güzellik" "imkansız derece güzel" tanımlamalarıyla anlatılmıştır güzelliği. hatta en sevilen "barefoot contessa" filmin sloganı "most beautiful animal"dır.
    ava gardner new york'a yaptığı bir akraba ziyareti sırasında akrabası olan adamın fotograf stüdyosunda bir vesikalık çektirir. o kadar güzel bir genç kadındır ki adam resmi vitrine asmadan edemez.
    bir kaç hafta içersinde yoldan geçen bir mgm yetkilisi resmi fark eder ve ava'ya ulaşır. hayat hikayasi işte böyle başlar.
    dönemin en zengin en söhretli adamlarıyla beraber olur. unutulmaz filmler çeker. howard huges ki o yıllarda amerikanın en zenginidir uzatmalı sevgilisidir. huges ava’ya milyonlarca dolarlik pirlantalar hediye eder. fakat ava bunlari hic bir zaman kabul etmez. capkin bir kadın olan ava istediği her erkeği elde edip kendine delice aşık edebilmiştir ancak yaptığı 3 evlilik içerisinde ve onlarca sevgilisinden unutamadığı tek isim frank sinatra olur. 1951 den 1957'ye kadar 20 yuzyılın en büyük en fırtınalı en ihtiraslı aşklarından birini yaşarlar. ava 2 kez hamile kalır ancak ikisinde de dogum yapmak istemez..
    ava gardner müthiş öfkesi ile bilinir. sinatra ile kavga ettiği zamanlar evde kırılmadık eşya bırakmaz. odasına çıkıp sakinleşince üst kattan aşağı merdiven boşluğuna doğru parfünü sıkar. ((ava gardnerin özel yapım parfümleri meşhurdur)) ev parfüm kokusu ile dolunca frank ava'nın sakinleştiğini anlar ve yukarı çıkar...
    sinatra ava için california plam spring'de özzel bir ev yaptırmıştır. piyano şeklinde bir havuzu olan ev bugun amerikan mimarisinin nadir örnekleri arasında kabul edilipi koruma alatına alınmıştır.
    frank ve ava birbirlerini o kadar severler ki bu aşk adete ikisini de yakar. frank ülke dışında ava'dan uzak geçirdiği her gün ava'yı telgrafsız veya mektupsuz bırakmaz. ancak frank'in aşırı kıskançlığı ava'yı yıpratır. buna karşılık ava da çok kıskanç ve zor bir kadındır. sinatra 2 kez intihar girişiminde bulunur. evlilikleri cok sürmez ve 1953-54 gibi ayrılırlar. resmi boşanma 57dir.
    boşandıktan sonra ava tüm hızıyla hayatına devam eder. ancak frank ağır bir depresyona girer. ava gardnerin yağlı boya resmi karşısında günlerce içki içer.
    londrada oldugu bir gün sinirle ava'nın yanındaki resmini yırtar atar. sonra pişman olur ve arkadaşlarıyla evin içinnde yırtık parçaları aramaya başlarlar. tüm parçalar bulunur ancak yüzün yarısına denk gelen ufak parçayı bitürlü bulamazlar. o sırada pizza siparişi getiren çocuk da aramaya katılır ve parçayı bulur frank kolundaki altın saati çıkarıp çocuga verir...

    frank bu acıları yaşarken ava çapkınlıklarına devam eder.

    "klimanjoronun karları" filimin büyük başarısından sonra ernest hewingway'le yakınlaşır ve yine bir hewingway romanını filme aktarmak için çalışmalara başlanır.
    bu süre içersinde ava, heminway'in yazlık evinde misafir edilir.
    bir gece hewingway ava'yı havuzda çırılçıplak yüzerken görür ve kendini göstermeden onu izler. daha sonra görevlilere "bir daha asla havuzun suyunu boşaltmayacaksınız" der...

    işte ava gardner böyle bir kadındır...

    1954 gibi once cok sevdigi ispanyaya tasinir. amaci hollywood baskisindan kurtulmaktir. yuksek avrupa sosyetesiyle takilir. sabahlara kadar suren partilerde flamingo oynayarak tam 13 yil gecirir.. “hollywood’da kimse benden fazla gunesin dogusunu” gormedi demistir. ispanya hukumetiyle olan bir vergi sorunu yuzunden 1968'de londra'ya taşınır ve sakin bir hayat sürmeye başlar.sinatra olan ilişkisi hiç kopmaz. otobiografisini yazar. " ya mücevherlerimi satıcaktım ya kitap yazıcaktım" der..

    maddi olarak sıkıntıya düşer ama sinatra ava'ya ölene kadar sürekli maddi destekde bulunur.

    ava gardner; "150 yıl yaşamak isterdim ama bir elimde viski kadehi diğer elimde sigara olarak ölmek şartıyla" der. dediği gibi de olur. sigaranın sebep olduğu rahatsızlardan dolayı 1990'da hayatını kaybeder.

    frank sinatra ava'nın öldüğünü duydugunda kendini tam 3 gün odasına kitler, kimseyle görüşmez ve boğula boğula hıçkıra hıçkıra durmaksızın ağlar..

    ava gardner "harika bir hayat yaşadım. 25 yıl film çektim ama görüyorum ki her kadın gibi evlenip çocuk sahibi olmalıymısım" da demiştir.....

    kabri kuzey carolina'dadır.

    huzur içinde yat bütün kadınların kraliçesi. bu gece sana içiyorum.

    edit ; bu unutulmus baslikta ava gardner entrymin okunacagini dusunmemistim..
    madem begenildi kendisi hakkinda ufak bir kac detay daha yazayim.

    ava gardner kuzey carolina’li yani guney amerikalidir. 5 cocuklu bir ciftci ailesinin cocugudur ve tam bir kasaba kizidir.

    ufacik dunyasinda yasayip giderken kendini birden bire hollywood’da bulmus , hayatinin sonuna kadar bu ortama adaptasyon sorunu yasamistir.

    cunki bu kucuk koylu kizi her ne kadar cok zeki olsa da bir turlu ozguvenini yukseltemez. hep bir ozguvensizlik ve cekingenlik icindedir.

    icki icmesinin ve sigarayi elinden dusurmemesibin nedeni budur. bir keresinde “ickinin tadini sevmiyorum sadece kendime guvenim geliyor” demistir. ayrica “cahil olmak cok kotu ne konusacaginizi bir turlu bilemezsiniz” seklinde laflarida vardir.

    aslinda ava gardner muthis zekasi ile hollywood’a kolayca adapte olur, kendini korkunc gelistirir ancak icindeki bu hislerden kurtulamaz.

    ilk kocasi o yillardaki populer stand up showmeni onemli komeyden mickey rooney ava gardner’e bastan yaratir. onu tam bir hanimefendi yapar.
    ava gardner ilk kocasi ile evlendiginde hala bakiredir.
    “seks yapmayi ogreniyorsunuz, mikey ile harika hir cift olduk hic yataktan cikmazdik bana seksi o ogretti ogrendikce de daha cok sevdim” demistir.

    ava gercekten sekse cok duskun bir kadindir. konakladigi otellerde begendigi bellboylari bile tek gecelik odasina goturmusligu vardir..

    ava yaslilik yillarinda icindeki yemek yapan dikis diken kucuk kasaba kizinin hic olmedigi soylemistir .. kendi oyunculugunuda hic begenmedigi ve onemsemedigi halde aslinda kusiusuz bir oyuncu olan ava gardner en iyi amerikan actressleri arasinda ilk 25’e girmeyi basarmistir.
hesabın var mı? giriş yap