• 1964'de my fair lady ile en iyi yönetmen oscarini almistir.
  • clark gable'ın kaprisleri hasebiyle gone with the wind'i victor fleming'e devrettiyse de bi uncredited katkısı vardır. gable sebep olarak cukor'un filmlerinde kadınları ön plana çıkardığını göstermiş, gani gani olmasa da aktörlere, hele de gable gibi aktörlere nispeten fazla sayıda yönetmen mevcut bulunduğundan, stüdyo kaprisi sineye çekmiş, cukor'a "hadi babacım" demiştir. bunun yanında the philadelphia story, a star is born isimli ünlü filmleri de vardır. ben çukor diye okuyorum soyadını. adı zaten corç.
  • gone with the wind film setini, epeyce bir bolumunu cektikten sonra clark gable'in erkek gibi yonetmen istemesi, yani escinsel olmasi yuzunden terk etmek zorunda birakilan yonetmen. katharine hepburn'un, the philadelphia story'i yonetmesini ozellikle istedigi film adami.
  • gone with the wind, the philadelphia story, holiday, gaslight, a star is born, adam's rib, born yesterday, a double life, let's make love ve daha nice filmin usta yönetmeni... katherine hepburn'ün "tahminen" favori yönetmenlerinden. tahminen diyorum, zira bilmiyorum fav. yönetmeni miydi, değil miydi. ama hepburn, cukor'la sıkça çalıştı kariyeri boyunca. the philly story, adam's rib, the corn is green, keeper of the flame, pat and mike, little women, sylvia scarlett ve holiday filmlerinde cukor'la çalışmış. judy holliday de cukor'la sıkça çalışmış.

    sevdiğim yönetmenlerden. özgün ve şaşırtıcı bir tarafı var. herkesin erkeklerin hikâyelerini anlattığı bir dönemde, yani hollywood'un altın çağında (40'lar, 50'ler) çıkıp kadınlara odaklanan filmler yaptı. yukarıda yazılmış, "kadın oyuncuları, kadın karakterleri ve kadınların hikâyelerini bu denli önemsemesi, gone with the wind'dan şutlanmasına sebep olmuş" diye. ama bu bir söylenti, doğru mu değil mi bilemiyoruz, imdb'deki trivia'da cukor'un kovulma nedeni ünlü yapımcı selznick'le filmin senaryosu ve yönetimi konusunda anlaşamamasıymış. neyse, cukor, gone'ın çoğunu çekmiş olsa da övgüleri yüz yıldır victor fleming kapıyor. bu arada, filmlerini izleyince adamın erkeklerden çok kadınların hikâyelerini anlatmaktan haz aldığını fark etmek mümkün. öte yandan filmografisine şöyle bir bakıldığında genelde romantik komedilere ve müzikallere imza attığı görülüyor. bu iki türü de çok seviyordu rahmetli. my fair lady en ünlü müzikali. ama bence bu iki türde sıkça film yapmış olsa da en iyi filmi açık ara gaslight. yani philly story, holiday, my fair lady iyi filmler. gone with the wind ve adam's rib de en iyi filmlerinden ama listenin zirvesine gaslight'ı koyarım ki cukor gerilimin de altından kalkabileceğini kanıtlamıştı bu filmiyle.
  • döneminde hollywood'da iliskilerini özgürce yasamak imkansız olsa da escinseldi; ömrü boyunca rol yapmamıs, erdemli bir yasam surmustur. kadın oyuncuların savunucusu olmus, joan crawford, ava gardner, greta garbo, katharine hepburn, lauren bacall gibi oyuncularla setlerin dısında, ozel hayatında da yakın dostluklar surdurmustur. sohbeti çok iyi bir kisiymis, davet edildigi her yerde kadın ve erkekleri anlattıgı hikayelerle kendisine hayran bırakırmıs.

    macar yahudisi bir ailenin çocugu olarak manhattan'da dunyaya gelmistir. kariyeri, henuz çocukken tanıstıgı david o. selznick'in yardımıyla baslamıstır. selznick ilerleyen yıllarda onun akıl hocası da olmustur, ki ikili birbirine fiziken de çok benzer. selznick'in asistanının soyledigine gore aralarında ask diye tanımlanacak bir hayranlık da varmıs. birbirlerini çok iyi anlar ve birbirlerine çok saygı duyarlarmıs, ayrıca birlikte çok eglenirlermis.

    clark gable cukor'dan hazzetmezmis, onunla çalısırken gone with the wind'in setine çok mutsuz gelirmis. kendisi gibi maço, yine kendisi gibi antisemit ve homofobik olan yonetmen victor fleming'le iyi anlasırmıs. selznick'den bahsederken "the jewboy there", cukor'dan soz ederkense "that fag" derlermis. açık açık da herkesin yanında soylerlermis, gizleme geregi duymazlarmıs. george cukor gone with the wind'in yonetmenliginden kovulunca gable, fleming'le çalısmaktan asırı mutluluk duymus. ikilinin diger ortak merakları da motorsiklet ve avlanmakmıs.

    cukor ve sanatını daha iyi tanımak için:
    patrick mcgilligan'ın "george cukor: a double life: a biography of the gentleman director" ve murray pomerance'ın "george cukor: hollywood master" kitaplarını tavsiye ederim.
    aynı sekilde peter bogdanovich'in aralarında cukor'ın oldugu çesitli yonetmenlerle roportajlarından olusan "who the devil made ıt"'i de epey degerli bir kaynaktır.

    cukor, ispanyol yonetmen luis bunuel'in abd'de oldugu sırada, 16 kasım 1972'de aralarında alfred hitchcock, billy wilder, robert mulligan, william wyler, louis malle ve robert wise'ın oldugu sampiyonlar ligi gibi bir grubu evinde oglen yemegine davet etmis ve soyle guzel bir fotograf ortaya çıkmıstır:

    az bilinen, hak ettigi ilgiyi gorememis bir filmi için (bkz: a woman's face)
hesabın var mı? giriş yap