• çok tuhaf iki olay geçmiş başından. aziz nesin, anılarının onunla ilgili kısmında anlatır... bir ara dolmakalemlere merak sarmış çelebi. kurcalar, mekanizmalarına bakar, yazmayanları tamir eder, cebinde de bazen yirmi, otuz tanesiyle dolaşırmış.

    6-7 eylül olayları'nın ertesi günü yolda yürürken yeni aldığı kalemlerden birini denemek için defterine eski yazıyla "ince narince" diye yazıp yürümeye devam etmiş. bir süre sonra karşısına çıkan iki polis üstünü aramaya karar vermiş ve tabii ceketinden yirmi kadar dolmakalem, bir de o "ince narince" yazılı not defteri çıkmış. polisler dolmakalemlerin olaylar sırasında yağmalanan dükkânlardan çalındığından eminmişler emin olmasına da şu deftere yazılan eski yazının ne manaya geldiğini çözemeyince şifre gibi bir şey olduğunu düşünüp iyiden iyiye şüphelenmişler. çelebi onun "ince narince" anlamına geldiğini, kalemi öylesine denemek için aklına gelen ilk şeyi yazdığını, bu kadar kalemi de sırf onlara olan merakından dolayı taşıdığını anlatana kadar akla karayı seçmiş, neticede güç bela kurtulmuş ellerinden.

    bir de hamparsum notası hikâyesi var ki o da evlere şenlik... polis arama yapmak üzere evine gelmiş. buldukları nota kâğıtlarını şifre sanarak sormuşlar nedir bu diye. müzik notasıdır demiş, hamparsum notası. inanmamışlar elbet. bunun üzerine çelebi ispat için almış önüne notaları başlamış ut çalmaya. bu vartayı da böyle atlatmış.

    o değil de... her şeyi şifre kabul eden polis, ya şairin ceket cebinde ya da evinin bir köşesinde om mani padme hum yazan bir şey bulsaydı ne olurdu acaba diye düşünmeden edemiyor insan.

    ps: `@nagato uzumaki` adlı kullanıcıdan debe sonrası gelen şöyle bir mesaj var: "arkadaşlar gayet başarılı , efendi ama maddi durumu kötü 4 tane yetim öğrencimize yardım yapmak isterseniz çok memnun oluruz :) hatta bu öğrencilerden birisi şehit yakını ( ayakkabı, kıyafet, defter , kitap vb) artık neye ihtiyacı varsa :))"
  • meşhur alıntısının tam şiiri;

    ibrâhim
    içimdeki putları devir
    elindeki baltayla
    kırılan putların yerine
    yenilerini koyan kim

    güneş buzdan evimi yıktı
    koca buzlar düştü
    putların boyunları kırıldı
    ibrâhim
    güneşi evime sokan kim

    asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
    buhtunnasır put yaptı
    ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
    güzeller bende kaldı

    ibrâhim
    gönlümü put sanıp kıran kim
  • çiçekleri koparmadan, yerlerinde muhafaza ederek, koparılmışlarsa da mümkün olduğunca yaşatarak seven kişileri severim. ince ruhlu ve üstelik kitaplara hizmette bulunmuş insanları da keza. asaf hâlet çelebi de, şiirle hiç alakam olmamasına rağmen, o çiçek detayı yüzünden gülümseyerek andıklarımdandır. ince ruhuyla geçmiş bir devrin kalbinden. fakat devrinin insanlarının çoğu, onun inceliklerini anlayabilmek yerine, istihzalı gülüşlerine malzeme etmişler. çoğu da onun tabiatını yoracak kabalıklar sergilemişler.

    münevver ayaşlı, "işittiklerim, gördüklerim, bildiklerim"de, paris'te öğrenmeye başladığı farsçasını ilerletmek için istanbul üniversitesindeki derslere katılabilmek maksadıyla, aziz dostu asaf hâlet çelebi'nin delaletini (referansını) rica ettiğini, bu yüzden birlikte ahmet ateş'in odasına gittiklerini, çelebi'nin saygı ve nezaketine karşılık, ateş'in çok kibirli bir şekilde, "bıkmadınız mı daha bu osmanlı, şark terbiyesinden? bırakın bu şark nezaketini!" diye tepki gösterdiğini yazıyor.

    bu hatırayı, bu satırları okurken, öylesine nazik bir insanın, hem de hanımefendi bir dostunun önünde, nasıl bir yürek sıkıntısı yaşamış olabileceğini düşünerek fazlasıyla hüzünlenmiş, gözlerimin dolmasına mani olamamıştım.

    incelik bu topraklarda hep eziklik olarak görülmüştür zaten. fakat öte yandan, sonra da oturup sosyolojik çıkarımlar kasarlar, ne idik ne olduk, insanlıktan ve saygıdan nasıl uzaklaştık diye. sen cebindeki çiçeği bile düşünecek kadar kadim kültüründen nasiplenip zarafetini yüreğinde taşımasını bilenleri korumazsan, ortada insanlığı süsleyip yeşertecek ve örnek teşkil edecek zarif ve hassas ruhlar kalır mı!
  • korkunç bir hüzne sahip
    mevlanasever şair.
    eski ile yeni,
    doğu ile batı arasında
    yeniyi eskiden alip
    eskiyi yeniden inşa eden
    ahşap bir kitaplık gibidir,
    bir benzeri de yoktur.
  • asaf halet çelebi ve şiiri üzerine yazacağım yazıya ilk cümlem şöyle olacak:

    ustası yoktu, çırağı da olmadı.
  • bakanlar ona, gövdesini görürler, o başka yerdedir; gömenler onu, gövdesini gömerler, o başka yerdedir, sana bana olan ona da olmuştur, kendi cübbesi altında yok olmuştur; şimdi ufacık bir tohumda koskoca bir ağaçtır; adı olmayan yerlerde, geçip gidenlere bakarak adını unutmuştur.

    asaf hâlet çelebi, saf haletin peşindeki çelebi, kısaca "ah çelebi"
  • evet bütün bir ikinci yeni asaf halet'in paltosundan çikmiştir da kim bu bahtiyaaar diye sorsan şu küçücük dakikada ibrahim, bütün o yüzeysel bilmelerden derin duygular doğacağını zanneden, yüzeylerini derin gösterenler ve başina üşüştükleri cansever ve uyar şiirlerine bakip bakip ağlayanlar arasindan yapacağımız çekilişe bir tek orhan boran katilabilir. o da adi güzel olduğu için.
    ona letrist diyenler taş olur galiba ama o arada nefesi kesilip de arada kalanlardan, ilk eşi yahudi roza hanim'dan 943'de ayrilip, dayisinin kizi nermin hanim'la evlendikten hele bir de sonra ömer doğduktan sonra nisuaz'dan, küllük'e pirpir gezen tozan adamda letrizm mi kalir afedersin. "gündüz şiirlerimde yamaçlarda otlayan kuzulardan bahsedip akşam sofrada bir koyun parçasi yiyemem ben" diyen yekpare, bölüntüsüz yaşayan adamdan letrist, kuzusuna göre muamele edip kesen kasaptan da bir halt olmaz. kesin konuştum burada ama on senedir şeker getiririm bir kere elimi ısırmışlığı yok.
  • om mani padme hum adli siir kitabi, adam yayindan cikmis, mukemmel bir kitap. bütün siirlerine bayildim. ama en çok mara
  • "içimdeki putları kıran kim ibrahim / ya yerine yenilerini koyan?"
    büyük sorusunun sahibi.
  • hakkında yazılması gereken hemen her şey yazılmış, ben de kendi düşüncelerimi paylaşayım. asaf halet, türk şairlerinin en dikkate değerlerinden biridir. tanpınar, “bir şairin en büyük keşfi, kendi iç alemine götürecek muharririni bulmaktır” diyor huzur’da. bu anlamda, benim alfabem asaf halet çelebi'dir. o'nun şiiri yaşamın tuhaf ve tatlı bir açıklamasıdır. mizacındaki tatlılık, ağırbaşlılık, zaman zaman acayip bulunan tavır fakat çelebi üslubu şiirlerinde kolaylıkla görülür. çırağan devrinden kalan harap bir saray karşısında söylenebilecek sözlerin en güzelini söylemiştir: “her boş odaya girişimde bir kahkaha / ve çıkışımda bir kahkaha.” şiirlerinde en çok hangi mevzuyu işlediği sorusuna, “gündüz, şiirlerimde, yamaçlarda otlayan kuzulardan bahsedip, akşam soframda henüz kesilmiş bir koyun parçası yiyemem” diyerek mevlevi karakterini de göstermiştir. resai eriş'in şu kısa yazısı çelebi'yi çok iyi anlatmaktadır.

    şiir nedir sualine verdiği cevap da bir o kadar güzeldir: “şiir salhaneye bağlı bir kurumdur. içinde sadece kalp parçaları satılır. bu kalp parçalarını satana şair derler. elinde vezin denilen hassas bir terazi bulunur. şairler, yüzyıllar boyunca hep kalp satmışlardır.”

    şairliğinin yanı sıra kendine has, benim çok sevdiğim bir mizah anlayışı vardır. bu mizah anlayışını görmek isteyenler bilhassa verdikleri röportajlara bakabilir. örneğin, yedigün muhabirlerinden hikmet feridun'a boynundaki kravatı göstererek "ingiltere'den geldi, özbeöz anglosaksondur" der. abidin dino hakkında şöyle yazar: "abidin'in en mühim günahlarından birisi koyun eti yemesindedir. bununla beraber hiç olmazsa insan eti yememesi bu günahı hafifletmektedir." bu mizah anlayışı ve mizaha konu olabilecek kişiliği yüzünden kendisi gibi beylerbeyili olan refik halid karay onunla az mı alay etmiştir. gerçi bu yalnız refik halid karay'a has bir durum değildir. asaf halet çelebi, ilginç kişiliğinden ötürü bir dönem basının ve mizah dergilerinin malzemesi olmuş, onlar sayesinde ünlenmiştir.

    ayrıca fransızca'dan (ve fransızcaya) ve farsça'dan çevrileri de vardır. çevirilerini incelemek için budizm edebiyatından örnekler, eski budistlerin sözleri ve şevket buhari'den seçme parçalar'a bakılabilir.
hesabın var mı? giriş yap