• temmuz başında 4 gün dhermi, 1 gün de tiran'da bulunmuş biri olarak gözlemlerimden bahsedeceğim.

    döviz başını almış gitmişken buraya sıkışıp kaldık diye düşünmeyin. benim gibi çok insan var bu ucuz ve vizesiz ülkelere rotasını çeviren. o yüzden acaba yurtiçi yerine oraları mı denesek diyenlere şiddetle tavsiye ediyorum.

    yazı biraz uzun olacak baştan söyleyeyim. bir de, memleket özlemi çeken arnavut arkadaşlarınız akrabalarınız varsa onlara da atın bu yazıyı.

    arnavutluk tatil amacıyla gitme yeri olarak maalesef bilinmiyor. gidip görünce ne kadar underrated bir yer diyip üzüldüm. genelde karadağ'ı çok duyuyorum. oraya da istiyorum fakat burası da çok güzel.

    bence siz kendiniz haritaları açıp şöyle bir göz atın. bu ülke nerede, kimlere komşu, hangi denize kıyısı var diye.

    gözlemlerimden bahsetmeden önce ekonomik açıdan ele alayım.

    ilk olarak, havaalanından merkeze 200 lek karşılığında otobüsle gidebiliyorsunuz.
    operatörümün yurtdışında çalışacağını iddia ettiği hattım çalışmadı. 20 euro iner inmez götüme girdi. orda havaalanın çıkışında vodafone standı var. turist paketi var. ben bir hafta kalacağım için süresiyle ilgilenmedim. yurtdışına kapalı, 40 gb olduğunu hatırlıyorum. standdaki kız da yurt içi şu kadar dakika diye etkilemeye çalıştı. sanki kimi arayacam amk. kız da istanbul istanbul diye kafamı zikti. cüzdanından 50 lira çıkarıp bu kaç euro yapıyor dedi. kafamı malesef diyerek salladım. yazık, çok para sanmış. sultan süleymanı tanıyor musun diyor. bizim ev sahibinin eniştesi dedim.

    ben bodrum/yalıkavak'dan gittim oraya. o yüzden yurtiçi tatil fiyatları aklımda tazeydi. ha bir de, para birimi olan lek ile vereceğim. lek olan fiyatları 4'e bölerseniz tl karşılığına ulaşıyorsunuz. ayrıca bu fiyatları mahallenizin bakkalı ile kıyaslama hatasına düşüp bana "ama burda daha ucuz" demeyin. oranın bodrum'undan bahsediyoruz. fiyatların arnavutluk geneline kıyasla tavan olduğu yer. o kulvarda değerlendirin. tatil gözüyle baktığımız için diğer tatil adayı olan yerlerle kıyaslayın ve yurtdışı olduğunu da unutmayın.

    not : mekanların yüzde doksanı, nakit ödeme kabul ediyor. bu uyarıyı görmenize rağmen benim gibi dikkate almayıp mekana giderseniz o sıcakta atmye söve söve yürürsünüz.

    yemek : fastfood olarak et dürüm çok yaygın. domuz eti seçeneği de var, alırken soruyorlar. fiyatı 400 lek. ama çok fena doyurucu. türkiyedeki marullu dönerden sonra dolu dolu döner yiyince zevkten dört köşe oldum. her seferinde domuz etlisini yedim. aşık oldum.

    not : yemek konusunda buradaki gibi malzemeden kısalım olayı yok.

    arnavut mutfağı, italyan mutfağından ciddi derecede etkilenmiş. o yüzden makarna ve pizza ağırlıkta. makarna yemek istemedim. sürekli farklı pizzalar denedim. dhermi'de blue royal restorant var. oranın baba yerlerinden sayabiliriz. sicilyan pizzası vardı. tüm gezideki en favori yemeğim bu oldu. hatta son gün gidip tekrar yedim veda eder gibi. bu arada fiyatı 800 lek. makarna ve deniz ürünü çeşitliliği çok fazla restorantlarda.

    görsel

    görsel

    yukarıda adını hatırlayamadığım bir restorantın menüsü. benim gözümde burayı daha ucuz yapan ana etmen alkol fiyatları aslında. mesela içeceğim hep yerel olsun diyerekten kendi biraları olan korca'yı içtim sürekli. 250 lek. yani 60-70 lira. 30luk bira hiç görmedim. burda bir mekanda 30'luk biranın fiyatlarını bir düşünün.

    beachlerde bira fiyatı 400 lek'e kadar yükseliyor. bodrum'da mekanlarda 30luk bira fiyatları 150-170 lira arası değişiyor. kokteyller de 300-600 lek arası değişiyor. yalıkavak'ta 400-900 lira arası. hatta 4 gün arayla iki farklı ülkede sex on the beach içtim. biri 100 lira, diğeri 400 lira. bilin bakalım 400 liralık olan hangi ülkede ??

    yalnız tekrar hatırlatayım : yazlık yerlerden bahsediyoruz. başkent veya iç kesimlerden değil. adriyatik ve iyon denizi kıyılarından bahsediyoruz.

    kalacak yer : inanılmaz ucuz.

    kaldığım yer mesela

    tektim ama zevkine iki kişilik dedim ucuz diye. 4 gece 2 kişi : 5.200 küsür tl ödedim. eğer birisiyle gitseydim maliyeti düşünün. ki şöyle bir şey de var. tuttuğum dairede bir adet çift kişilik, iki tane de tekli yatak vardı. arayıp o iki tekliyi alabilirsiniz dedim. gerek yok kalsın dediler. yani 4 kişi gitseydik 4 günlük maliyet bin liraya düşecekti. deniz manzaralı müthiş bir yer.

    durres
    avlonya
    vlora
    berat
    ksamil
    sarande
    dhermi

    tatil için bu yerlere mutlaka bakın. burada durres, başkente en yakın olanı. ülkede havaalanı sadece tiran'da var. ekstradan otobüsle gideceğinizi unutmayın. dhermi güneyde mesela. üç buçuk saat yol gittim otobüsle. otobüs demişken bizdeki şehirler arası otobüsler gelmesin aklınıza. şöyle bir şey kendisi :

    görsel

    görsel

    okul servisinizi klimasız düşünün. gitmeden önce okumuştum bununla alakalı. ben keyif aldım. amaç deneyimlemek bence. aynı konfor olduktan sonra bir anlamı yok bence oraya kadar gitmenin. haritada da göreceğiniz üzere, güneyde yer alan sarande'ye giden bu otobüs parası 15 euro.

    neyse mali kısmı yeter. tatil için düşünülebilecek yerlerin başına eklemenizi tavsiye ederim. şimdi genel tecrübe ve gözlemlerimden bahsetmek istiyorum. evet karışık kafa göz giriyorum :

    - ülkedeki en çok göze batan sorun tabi ki ulaşım. dağlardan oluştuğu için düz yol yok. habire alengirli yollardan gidiyorsunuz. tepeden denize iniyoruz. deniz görünüyor. bir saat geçti, denize bir türlü inemedik aq.

    hatta gitmeden önce, kalacağım tesisin sahibiyle konuştum. dedim havaalanından direk kalacağım tarafa otobüs falan var mı diye. burda öyle şeyler yok, bir otobüs deniz kıyısından gider, yolda inersin direk araba yok dedi. ben de nasıl ya yıl olmuş 2023 dedim. adam da olamaz çünkü dağlar var dedi. hayatımda duyduğum en komik sebeplerden olabilir. dağlar var diye evden de mi çıkmayalım amk. bizim ülkede de dağlar var. çıldırıcam nasıl bir cevap arkadaş.

    - kırsal kesimi müthiş. şehirler arası yolculuk yaparken sürekli tepelerden, dağlardan geçtik mükemmel manzaralar eşliğinde. iç kesimlere girdikçe ülkenin orijinalliğine dokunma fırsatınız daha çok oluyor. mesela bir restorantta durduk. o kadar hoşuma gitti ki. ufak taverna tarzında. baba-kız işletiyorlar. çok kibarlardı. şurada çalışsam ne dert ne tasa kalır dedim. uçurum dibinde bir yerdi.

    - arnavutça inanılmaz zor bir dil. her dil, bir familyaya aittir, yani başka bir dile benzer. ing-almanca, türkçe-azerice, vb. bu arnavutça kendi başına bir birey. üç ifade öğrenebildim. özellikle tiranda google translate olmasa boku yerdim. liseden beri yabancı dil olaylarının içinde biri olarak, avrupalı biri konuştuğunda en azından hangi dil olduğunu az çok çıkartırım. ama bu bambaşka bir şey.

    yerlilere bu konuyu sürekli açtım. farkındalar. bizden çok daha fazla harf olduğunu söylediler. bu da onlara, başka dil öğrenirken daha çok sese aşina oldukları için avantaj sağlıyormuş.

    - dil konusunda, italyanca bilenlere güzel bir süprizi var ülkenin. kuzeyde ingilizce, güneyde ise italyanca ve yunanca popüler. mesela otogara giderken sadece italyanca bilen bir kadına yardım etttim. follow me diyerek peşime taktım. aynı yere gidiyorduk. vardık. şoförle ingilizce konuşmak istedim, bilmiyor. rusça girdim, onu da bilmiyor. o sırada kadın italyanca konuştu ve anlaştı. göt gibi kaldım. ne alaka lan dedim. iki tane ultra popüler iki dil bilmeme rağmen o kadının anlaşması bana koydu. sonra marketlerde farkettim, sayıları italyanca söylüyolar.

    zaten tvyi açıyorsunuz
    bir kanalda normal arnavutça haberler
    diğerinde arnavutça altyazılı türk dizisi
    diğerinde italyan kanalı
    diğerinde yunan kanalı

    ben hakkımı arnavutça superman'den yana kullandım. ilginç bir deneyimdi.

    türkçe ile çok ortak kelimesi varmış : bahçe, tencere mesela. şu an aklıma gelmedi ama kız çok saymıştı.

    onlardaki bazı erkek isimleri, bizde kadın ismi. mesela kıza, türkiyedeki bazı erkek isimlerinin sonuna -iye eki koyarak kadına çevirebileceğimizi anlatıyordum. mesela lütfü-lütfiye dedim. kızın babasının adı lütfiye çıktı, kız şok oldu aq. dedim sorry, bizde böyle.

    - bu arada gelelim bize nasıl baktıklarına. kimse alınmasın darılmasın, ben burda duyduklarımı gördüklerimi anlatıyorum.

    modern türkiyeye aşıklar. hele dizilerimizi bizden daha iyi biliyorlar. 15 yaşında bir kıza denk geldim, türkçe anlıyordu. tamamen dizilerden öğrenmiş. yerli bir kızla sohbet ediyodum. tvyi önce brezilya pembe dizileri bastı, arkasından ispanyollar, sonra da türkler dedi. henüz kore karakteri açılmamış yani orda :)

    söz konusu tarih olduğunda aynı güzel şeyleri söyleyemeyeceğim. benim denk geldiklerimden bahsediyorum. özellikle iskender paşa onlar için superman. hani bazı ülkeler zamanında ruslardan veya almanlardan çok çekmiştir de haz etmez ya, benzer durum. onlar da, bizim onlara çok çektirdiğimizi, rahat bırakmadığımızı düşünüyor. tarih konusunda bir bizi, iki sırpları sevmiyorlar. avrupa'nın belasının sırplar olduğunu düşünüyorlar. kosova savaşı yine olsun, yine gideriz diyorlar. ama genel olarak, tüm insanları sevdiklerini ama politikanın işleri bu hale getirdiğini, bu yüzden de siyasetten nefret ettiklerini söylüyorlar.

    ayrıca şakalaşırken hitler'in adı geçti sohbette. ciddileşerek biz bu ülkede o adamın adını kullanmıyoruz dedi.

    yunanlarla olan çekişmemizin farkındalar. sınırdaş oldukları için ve çokça yunan gelip gittiği için onlardan öğrenmişler. baklava yunanların dedi bir kız. çok da sikimde dedim. istanbul'da yiyemedikten sonra bir anlamı yok dedim, kulağımda baş koymuşum türküsü çaldı. bence güzel temsil ettim sizi.

    - tiran merkezde bir tane yunan fast-food yemekleri satan yere denk gelince daldım hemen. yunan mutfağını seviyorum aslında, niyetim iyi. yöresel neyiniz var dedim. dürüm gösteriyor bana. dürümü de mi siz buldunuz dedim. bakın ben turkiyeden geliyorum, komşu ziyareti bu. özel bir yöresel yemeğiniz yok mu dedim. burger king tarzı kızartmalar gösteriyorlar. püh dedim sizin yapacağınız işe. dürüm güzeldi, ama dürüm işte. ismi öylesine yunan. it dalaşına giren f16'lar gibi ayak üstü it dalaşına girip rahatsız ettim yorgos lantimosun çocuklarını.

    - yine tiran'da, seyyar satıcılar dikkatimi cekti. burda alışmışım ufak aksesuar satan seyyarcılara. orda sebze meyve satıyorlar. oturmuş dürümü yiyorum. bir anda elinde muzla bir amca belirdi. bana muz uzatıyor. içimden ne alaka amca dürüm yiyorum burda dedim. başka yerde de elma uzattı bir teyze.pakuk prenses geldi aklıma, dedim bak ben bilmediğim etmediğim bir yerdeyim öyle uzatılan her elmayı yemem. şaka bir yana üzüldüm ama. yaşlı insanlar bu şekilde etrafta iki tane sebze meyve satmak için dolanıyor. çok da efendiler. yabancı olmanıza rağmen hayır dediğinizde anlıyor ve diretmiyorlar.

    - ülkede pos cihazı problemi var. nakit taşımanız gerek. atmler de sağolsun fena geçiriyor. bir kaç gün sonra yerlilere isyan etmeye başladım bu durum hakkında. gülerek geri kalmış bir ülke olduklarını söylediler.

    aslında burada yine politik anlamda bir sorun var. ülkedeki çoğu sorunun altını kazdığınızda bizdeki gibi bir yönetim sorunu çıkıyor ortaya. bürokrasinin inanılmaz yavaş olduğunu, devleti yönetenlerin çok geri kafalı olduğunu söylüyorlar. turizmin de önündeki en büyük engel olduğunu söylüyorlar. biz bir istekte bulunduğumuzda bunun yukarı gitme süresi çok uzun diyorlar. bir de aşağı inmesi var tabi. üzücü. daha iyi olabilirdiler.

    - işletmecilere buranın cok güzel olduğunu fakat özelikle türkiye'de bilinmediğini söyledim. onlar da farkında. ülke yönetiminin buna pek önem vermediğini söylüyorlar. dibindeki yunan otellerinin özensiz odalara çok yüksek fiyat biçtiğini, buranın daha ucuz olmasına rağmen bilinmemesine onlar da üzülüyor. zaten bu bölgede tatil denilince yunanistan ve türkiye ön planda. bence arnavutluk gibi güzel ülkeler turizm konusunda kendisine çeki düzen verse bu tacı bizden kolaylıkla alabilir. tarihi yapı anlamında demiyorum. bu konuda bizle hiçbiri yarışamaz. deniz tatilinden bahsediyorum. çünkü bodrum'da gördüğüm kadarıyla turizme biraz doymuşluk var. fiyatlar o biçim, müşteriye muamele kötü. çünkü rehavet var. nasıl olsa geliyor kafası. şu küçük ülkeler bir atılım yapsa da bizimkileri bir silkelese.

    - ve o malum soruyu arnavutlara sordum. türkiyede arnavut inadı diye bir şey olduğunu ve düşündüklerini sorduğumda neredeyse hepsi onayladı :) örnek olarak da yönetimdeki geri kafalı inatçı yetkilileri söylüyorlar.

    - hollywood'da arnavutların çete ve mafya olarak gösterilmesini sordum yerlilere. başka ulkelere ciddi manada göç olduğunu ve göç edenlerin arasında çokça vasıfsız olduğunu düşünüyorlar. bu vasıfsızlar yüzünden de adlarının kirlendiğini düşünüyorlar.

    bu arada maalesef bizdeki gibi, genç nüfus yurtdışına kaçmak istiyor. gidip tutunamayıp geri gelen çok oluyormuş.

    - sigara çok pahalı ya. sarı camel normalde içmem ama birisi ikram etti, hosuma gitti. maceraya girmeyeyim diyip hep onu içtim. 360 lek. gelirken kendiniz getirin.

    - amerikalı bir çift ile tanıştım. amerikan vatandaşı ikisi de, ama almanya'da yaşıyorlar 7-8 yıldır. şu lükse bakar mısınız? ülkeye kuzeyden giriş yapmışlar. her yerde ikişer gün kalarak güneye doğru gidiyorlar. iyice kaynaştım bunlarla. biz her sene böyle geziyoruz. avrupa'yı gezelim önümüzdeki senle dediler. gözlerim dolacaktı neredeyse. çünkü dolar euro yüksek desem anlamayacaklar. bizim ülkeden öyle zart diye vize alamıyoruz desem oh why? diyecekler. bu sohbete kadar eşitti. niye moralimi bozuyorsunuz, ne güzel oturuyorduk dedim.

    neyse, deniz kenarı kentlerden birinde ev almak istediklerini söylediler. batıdaki nispeten zengin sayabileceğimiz ülkelerden insanlar buraların ileride değerleneceğini düşünerekten bu tarafta yatırıma yöneldiğini söylüyorlar. bize de arap geliyor amk.

    arap demişken, hiç mülteci görmedim(nasıl konu geçişi ama). dilencileri de yüzde yüz yerli. ithal dilenci görmedim. bizde yabancı dilenci yok diyordu bir kız. lan nasıl yok diyerekten inanmakta güçlük çektim.

    - ülkede arap yok, inananabiliyor musunuz? bir, belki iki tane görmüşümdür. arapsız, pakisiz bir dünya ne kadar güzelmiş diyerek eski günlerimizi hatırlayıp üzüldüm.

    - düzensiz göçmen konusunda bize üzülüyorlar. kötü şeyler duyduklarını söylediler. dedim siz yatın kalkın şükredin sizde yoklar. gelip ona buna taciz etsinler de sıçalım ağızlarına diyorlar genel olarak. balkanlardan türkiye'ye olan göçte herkese kucak açtığını ve hoşgörülü olduğunu övüyorlar. dedim biz ülkemizde çevreye saygı duyan herkesi el üstünde tutarız, ruslar ve ukraynalılar bizde parti yapıyor. herkes bana soruyor dış işleri bakanı gibi hissettim. yakın zamanda bu konuyla ilgileneceğiz dedim :) yalnız fetocu ağzıyla sormazsanız sevinirim diyecektim.

    - bozuk paraların çoğu bir boka yaramıyor. devlet tedavülden kaldırmayı unutmuş. sıcakta bayır çıkmıştım. elimi cebime attım bozuk halde 120 lek vardı. markete girip bu kadar paralık içecek bir şey istiyorum dedim. bana güldüler. su bile yokmuş. halbuki elimde tutarken zengin hissetmiştim. (piyade tüfeği)

    - gitmeden önce güvenlik konusunda şüphelerim vardı. başkente dönene kadar hiç bir şekilde sorun yaşamadan çok rahat bir şekilde gezdim tozdum. insanları çok yardım sever. ingilizce bilmeseler bile size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

    - gittiğinizde yabancı bir ülkedeymiş gibi hissetmeyeceksiniz. tipler aynı biz.

    - bir kız türkçedeki küfürleri merak etti. biraz küfürleştik kendisiyle. bu konuda da benziyoruz. küfürler, toplumun hassasiyetini gösteren önemli faktörlerdir bana gore. yani küfürlerden o toplumun neye değer verdiğini çözebiliriz. mesela soy ağacını şey yapayım diye çok ağır bir küfür olduğunu dedim bizde de var bu. yani onlar da aile, sülale, soy olaylarına önem veriyorlar.

    - almışım havlumu denize gidiyorum bayır aşağı. müthiş bir manzara. sessiz sakin bir ortam. bir yandan da türkiyedeki arkadaşımla telefondayım. dar bir yol. arabalar falan geçiyor. etrafım birden bir at sürüsü tarafından çevrildi. ne tepki vereceğimi arkadaşıma ne söyleyeceğimi şaşırdım. bu durum nasıl anlatılır ki ? telefonu kapatıp duran bir arabanın arkasına geçip bekledim. köylerde falan inektir odur budur çok denk geldim ama at sürüsüne hiç denk gelmemiştim. hem de modern arabaların geçtiği deniz kenarı bir yerde. aklıma geldikçe gülüyorum. sanırım sadece arnavutluk'ta denk gelebileceğim bir şey bu. yolu şaşırmışlar galiba. aralarında yavrular da vardı. sonra geldikleri yöne gidip kayboldular. ahaha rüya gibiydi aq.

    - başkent pek başkent gibi değil. herkes şikayet etmiş. benim çok hoşuma gitti. gençlerin söylediğine göre bar ve diskolar dışında vakit geçirebilecekleri konusunda şehir pek bir şey sunmuyor. diskolardan birine gittim ne oluyor diye. deli gibi eğleniyorlar. ama böyle yer gördüğüm kadarıyla çok az.

    - tiran'daki meşhur meydanı gezdim. çok güzel yapılar var. bunkart'lardan birine girmeyi çok istedim. çok uzun kuyruk vardı ve zamanım kısıtlıydı. siz girin mutlaka.

    - uçak bileti alırken thy diye alıyorsunuz, arnavut havayolları uçağı ile gidiyorsunuz. orada thy bürosu da yok. thy'nin uçuşu oraya yok yani. aklınızda bulunsun.

    giderken de girişte göstermeniz için dönüş biletinizle alakalı bir belge olsun. thy yetkilileri bu konuda beni uyardı. lazım olmadı, girişte görevliyle konuşup hallettim. neden geldin diye sordu. ne olur ne olmaz yanınızda bulunsun.

    - giriş ve çıkışta pasaporta herhangi bir şey vurmamaları konusunu sözlükte okumustum gitmeden once. türkiye'ye gelirken oradaki görevliye sordum herhagi bir şey basmayacak mısınız diye. hayır dedi. gülesim geldi. millet ülkesine insan almaz. bunların umrunda değil. hayır belki önceki gün üç kişiyi öldürdüm ve ülkeme kaçıyorum ?!

    falan filan. aklıma gelenler bunlar. kısacası güzel yer. doğal güzellikleri, insanlarının sıcak kanlılığı, bize nazaran ucuz oluşu falan ziyaret etmek için yeterli sebepler.

    okuduğunuz için falamenderit

    edit : yazarken konuları unutmadan bir an önce yazayım diye telaş yaptığım için habire hata çıkıyor ve düzeltiyorum. o yüzden edit yapıyorum sürekli yanlış anlaşılmasın. yaparken de aklıma gelen ayrıntıları ekliyorum.
  • arkadaşımla birlikte 1 hafta bulunup, 3 gün önce geldiğimiz balkan ülkesi. gitmek isteyenler için uzun bir yazı olacak baştan söyleyeyim.

    2 gün vlore, 4 gün ksamil'de kaldık. son gün uçağımız perşembe sabaha karşı olduğu için, tiran'ı da ufak bir turladık.

    ilk baştaki planımız arabayla yunanistan'a gidip, selanik'te 2 gün geçirip öyle bu ülkeye girmekti fakat amaaan kim uğraşacak şengen vizesiyle deyip, direkt uçakla geldik tiran'a. bileti nisan ayında aldığımız için, 2 kişi gidiş-dönüş pegasus'la toplam 7 bin lira ödedik. tiran'da da araba kiralamıştık gitmeden önce. belki de en iyi yaptığımız iş, araba kiralamak oldu çünkü büyük bir nimet arabanın olması, gezip görmek için bu ülkeyi.

    tiran havalimanına indiğimizde hayvani bir sıcak karşıladı bizi. havalimanı çok küçük olduğundan dolayı, pasaport sırası bir hayli fazlaydı ve 45 dk bekledik damgalanmak için. çift olduğumuz ve sağlık sigortalarımız, otel rezervasyonlarımızın çıktısı elimizde olduğu için, hiç soru sormadan, sorunsuz direkt pasaportlarımız damgalanıp geçtik kontrolden.

    kontrolden sonra yaptığımız ilk iş; hat almak oldu. havalimanındaki gsm firmalarındaki turistik hatlar aşırı pahalıymış. en ucuzu 24 euro idi. vodafone'den iki haftalık, 40 gb'lık hat için 24 euro ödedik. belki tiran merkezde daha ucuza hatlar vardır fakat direkt buradan alalım dedik. arabayı, alandaki büyük firmalardan değil de başka bir siteden kiraladık 2 ay önce. büyük firmalardaki fiyatlar aşırı pahalıydı. bir site bulduk ve o siteden kiraladık. kiraladığımız araç vw eos cabrio idi. normalde günlüğü 25 euro idi fakat yüksek sezonda gittiğimiz için, 40 euro'ya kiraladık ve toplam 240 euro ödedik arabaya. daha ucuza da bulduk fakat sırf cabrio olduğu için dedik alalım bunu. kiraladığımız adamla konuştuk hemen geldi havalimanına teslim etti arabayı.

    arabayı teslim aldıktan sonra ilk önceliğimiz durres'te yemek yiyip, oradan kalacağımız yer olan vlore'ye geçmek idi. tiran-durres arası yakın zaten, 40 dk'da gidiliyor bu sahil şehrine. durres-vlore arası da 1.5-2 saat gibi bir süre.

    durres'te arabayı park edip değişik ne yesek diye bakınırken, tatil boyunca yediğimiz tek değişik şeyi yedik belki de koca ülkede çünkü yemek kültürü yok, her yer ama her yer ızgara et, tavuk, balık - suvlake üzerine. parayı da bu şehirde bozdurduk. 1 euro 105 lek idi, havalimanında 98 lek'e bile bozuyorlardı. dedik durres'te bozarız ki iyi ki de öyle yapmışız. bu arada adım başı döviz büroları var her şehirde, direkt havalimanında bozmayın paranızı. neyse, oturduk bi restorana değişik ne var diye baktık, bir tek gulaş diye bir yemeği gördük. macar yemeğiymiş. bildiğin et sote içine, pilav ya da patates püresi koyuyorlar. ondan yedik, hoşumuza da gitti, güzeldi yani.

    bu arada abartısız her 300-500 metrede bir akaryakıt istasyonları var ve fiyatları çok değişken. bizim araç lpg'li olduğu için gaz aldık hep ve gaz fiyatları hiç sabit değildi. genelde 0.45-0.60 lek arası değişiyordu ve 10 istasyonun 8'inde kredi kartı geçmiyor bilginiz olsun.

    durres'ten yola çıkıp yaklaşık 2 saate yakın bir sürede, avlonya veyahut kendi dillerinde söyledikleri gibi vlore'ye vardık akşam 6 gibi. buradaki oteli booking üzerinden iki geceliği 40 euro'ya aldık. fiyat gayet uygun çünkü bu paranın altına başka otel yok. bu şehri çok ama çok sevdik. selanik ile izmir birbirine nasıl benziyorsa, vlore de bu iki şehre çok benziyor. uzunca ağaçlı sahili, geniş caddeleri, büyük binaları, caddedeki restoran ve barların çokluğu, tatlı bir kalabalığı, bi yerlerden gelen yüksek sesteki müzikler, kimsenin kimseye karışmadığı, ormanların içinden denize açılan yolları ile aşık olduğumuz çok güzel bir şehir.

    tek kötü yanı denizi kirli buranın fakat bu da sorun değil. hemen 15-20 km ilerisinde radhime ve orikum gibi ilçeler var ve oraların denizi çok daha güzel ve turkuaz renginde. biz de oralara gittik deniz için. şezlong için 700 lek ödedik. bu arada 1 lira - 3.60 lek yapıyor, tl bazında oradan hesaplayın fiyatları. alkol ve yemekler çok ucuz.

    gece hayatı için gidenler olacaksa unutsunlar. gece hayatı yok bu ülkenin. saat 12 oldu mu, tüm mekanlardaki müzikler kapanıyor. mevcut iktidar öyle uygun görmüş. 2 günümüzü bu şehirde geçirdikten sonra ksamil için hazırdık. üzüle üzüle ayrıldık vlore'den. normalde vlore-ksamil arası 150 km (2-2.5 saat) iken, biz sabah 11'de çıktığımız yoldan, akşam 7'de vardık. anayoldan değil de sahil yolundan geldik. hep deniz kenarından, hep virajlı ve dağlık yollardan geldik ve yol üzerinde hem yemek, hem denize girmek için, hem de panoramik manzaraları görmek için çokça durunca, yol bir hayli uzadı fakat değdi bunun için de.

    eğer sizin de rotanız bizimki gibiyse, kesinlikle sahil rotasından gidin ksamil'e. uzun ve yorucu fakat büyüleniyorsunuz. dağların ve ormanların içinden geçip, sağ tarafınız alabildiğine adriyatik denizi.

    ksamil'e vardığımızda yoğun bir trafikle karşılaştık. tek bir tane ana caddesi ve yüksek sezon olduğundan ötürü bir hayli kalabalıktı. açıkçası ksamil için büyük bir heyecanla gidip, hayal kırıklığı yaşadık. beklediğimiz gibi çıkmadı ksamil. bildiğin köyü, tatil köyüne çevirmişler. alaçatı nasılsa, ksamil de öyle işte. topraklı yolları, yokuşları, kalabalığı, tüm sokakların ve caddelerin darlığı, bizi biraz sıktı fakat muazzam güzel denizi var. cam renginde, dibini gördüğünüz, tertemiz denizleri ve koyları.

    buradaki otele de 4 gece için 4 bin lira ödedik. airbnb'den bulmuştuk. yeni yapılmış bir villa idi. odası, tuvaleti, banyosu tertemizdi. çok da güzel denize bakan bir balkonumuz vardı.

    burası muazzam pahalı tatil köyü olduğu için. yeme-içme vlore'ye göre 200-300 lek daha fazla fakat asıl sorun özel plajların pahalılığı. en ucuzu 1500 lek iken, 5000 lek isteyen bile vardı şezlonglara. halk plajı 2 tane var burada, hiç para vermem diyorsanız ki biz oraya da girdik, denizin temizliğine ve berraklığına aşık olduk.

    yemeklerin pahalı oluşuna bakmayın, vlore'ye göre normal pahalılık var fakat inanılmaz doyuyorsunuz. bir porsiyon olarak gelen herhangi bir yemekle tıka basa doyuyorsunuz ve ülkemizdeki porsiyonların azlığına ve o porsiyonların fahiş fiyatlara satılmasına sövüyorsunuz. yani f/p açısından pahalı gibi gelen restoranlar aslında hiç de pahalı gelmiyor insana. şöyle bir örnek vereyim;

    ksamil'de bir balık restoranına girdik. koce dedikleri çipura balıktan iki tane (bir tanesi 500 gr), bir tane kocaman yunan salatası, bir tane kocaman karides güveç, bir bira ve bir kadeh rakıya tl bazında 900 lira ödedik. şimdi bu yediklerinizin aynısını alaçatı'da yediğinizi düşünün. düşünemediniz di mi gelecek olan hesabı. işte şimdi bir de ksamil'deki fiyatların aslında çok da pahalı olmadığını anlayacaksınız.

    akşamları ksamil'den ziyade, 15 km ötedeki sarande şehrine gittik 2 gece. orası da tam bir şehir görüntüsünde olduğu için orayı da sevdik fakat vlore'ye göre biraz daha ufak, dar ve kalabalık.

    ksamil'de de 4 günü tamamladıktan sonra çarşamba öğlen gibi tiran için yola çıktık. yol üzerinde ergiri diye bir şehre uğradık. buranın özelliği; osmanlı şehri olması. yüzyıllarca osmanlı'nın elinde olup, balkan savaşlarında kaybedilen bir şehir. unesco tarafından koruma altına alınmış osmanlı kasabası olarak. burada da 2 saatten fazla durduk fakat hava 40 derece olunca kaleye çıkamadık, kalenin altında bulunan kafelerde zaman geçirdik.

    ergiri'den, tiran'a 2.5 saatte geçtik. tiran, tahminimizden daha güzel bir şehir çıktı ve burası diğer gittiğimiz şehirlere nispeten çok çok ucuz. ortasındaki kocaman gölü, ferah havası, geniş yolları ve sokakları, çok hoştu tiran.

    son olarak; başta dediğim gibi, araba kiralamak büyük bir nimet çünkü biz arnavutluk'un batısında durmadığımız, görmediğimiz, uğramadığımız yer; girmediğimiz deniz kalmadı. dolu dolu 7 gün geçirdik. tek keşke dediğimiz şey; vlore'de 2 değil de 3 gün kalmamamız oldu. açıkçası ben arnvutluk'un turizm yönünden bu kadar güzel oluşunu bilmiyordum, şaşırdım. gitmezseniz çok bir şey kaybetmezsiniz fakat gittiğinize de pişman olmazsınız. biz çok sevdik vlore'yi ve tiran'ı.

    fiyat soracaklar için yazayım;

    uçak bileti iki kişi gidiş-dönüş: 7 bin tl
    araba kirası toplam: 5.500 tl
    gaz toplam: 1000 tl
    oteller toplam: 5.200 tl

    geri kalan da yeme içme.
  • güzel memleket. arnavutların türkleri sevmesi de, şehir efsanesi değil, gerçektir. osmanlı'yı özledikleri ise gerçekten şehir efsanesi gibi, pek öyle bir durum gözlemlemedim. ancak belirttiğim gibi, türkiye ve türkler seviliyor, bunun sebebi de osmanlı'dan ziyade kosova'da türkiye'nin oynadığı rol, türkiye'nin sırbistan'a karşı açık bir şekilde arnavutları savunması ve ilginçtir, türk dizileri.

    29 mart'ta, arnavutluk millî futbol takımı ile ermenistan millî futbol takımı, euro 2016 ön elemeleri kapsamında karşı karşıya gelmiş, arnavutluk'taki maçı 2-1 arnavutlar kazanmış idi. şu videoda arnavut taraftarın türk bayrağı açarak ermenileri kızdırması görülüyor. güzel şeyler tabii bunlar... *

    güncelleme: itinugursuzunondegideni sağolsun uyardı, erişilmez hâle gelmiş olan video linki yenilendi.

    güncelleme 2: bluntaf mesajla haber verdi, video tekrar yenilendi.
  • suriyeden toplanacak kimyasal silahların amerika tarafından parasal yardım karşılığında burada imha ettirilmek istenmesi üzerine halkı ayaklanıp hükümeti protesto etmeye başlamış. elbetteki tamamı değildir ama, takdir ettim adamları. helal olsun valla. ibret alınması lazım.

    amerika da şey demiş:

    -yeaaaa, siz soğuk savaş sonrası kendi silahlarınızı imha ettiğinizden dolayı tecrübeli olduğunuzdan dolayı şeyettiydik biz.

    siktirin ordan yavşaklar.

    (bkz: yalanına sokayım)
  • türkçede +lık ekiyle anılan tek ülke ismi.

    merak ettiniz mi neden arnavutistan ya da arnavutya falan değil? bunun hikayesi 1912-13'te şekilleniyor. balkanların her bir tarafının teker teker kuş gibi uçup gittiği osmanlı topraklarında, bu yıllarda oradan bir ülkeymişçesine arnavutistan diye bahsetmek milli değerlere ve politikaya aykırıydı çünkü. "oralar arnavutluk topraklar" demek ifadeyi biraz yumuşatıyordu.

    işin ilgi çekici tarafı günümüzde de bu algı oyununun beyinlerde tüm canlılığıyla yer ediyor olmasıdır. başka ülkeler için katalonya, laponya gibi bölge isimleri normal karşılanırken güneydoğu türkiye'ye kürdistan derseniz milletin gözü döner. ama "o bölge hep kürtlüktür." derseniz bir sorun olmaz.
  • "kartallarin ulkesi" olarak bilinir arnavutluk. balkanlarin guney bolgelerinde, gunumuzde arnavutluk topraklarinin oldugu yerlerde antik zamanlarda illyria(ilirya) bulunmaktaydi.

    ilirya kulturunun kokleri, tarihciler tarafindan tas devrine kadar baglanabilse bile, yaklasik m.o. 2000 yillari sirasinda, yani bronz caglarda arnavutluk topraklarina tam anlami ile yerlestikleri soylenmektedir.

    arnavutlar, tarih boyunca once yunanlilar, sonra romalilar, sonra tekrar yunanlilar ve en son osmanlilarin egemenligine girmistir.

    28 kasim 1912 yilinda bagimsizligini kazanmistir. 1925'de baskan secilen ahmed bey zogu, daha sonra kral birinci zog olarak anilmaya baslandi. 1939 yilinda, italya'nin isgaline maruz kalmis, butun savas boyunca da isgal altinda kalmisti.

    29 kasim 1944 yilnda (farkindaysaniz cumhuriyet bayramlarindan bir gun sonra) komunist kontrolune giren ulke, enver hoca'nin (gavurlar buna enver hoxha da derler) basa gecmesi ile diktatorluk donemine geri donmustur. nisan 1985'de hoca'nin olumu ile bosalan komunist otorite, 20 subat 1991'de tamamiylen yikilmistir.

    komunizmin yikilmasindan sonra bati ile olan baglari cok siki olan, bagimsiz, kucuk ama demokratik bir ulke halini almistir.
  • bu ulkenin kizlari, izmir kizlarindan bile guzeldir.
  • "arnavutluk milliyetçiliğinin ... bir osmanlı yazarı şemsettin sami'nin çabalarıyla inşa edilmesi, milliyetçiliğin ancak dışarıdan ithal edilebilen bir ideoloji olduğunun kanıtı" imiş.

    (bkz: #115997411)

    bravo.

    solcu görünümlü kürtçü tiyatrosuna hoşgeldiniz.

    yoldaş yalnız şemseddin sami'nin gerçek adı sami fraşeri. osmanlı demişsin ama adam arnavut. anası ve babası da arnavut. dedeleri ve nineleri de. lütfen yavru kutup ayısını hatırla.

    sami fraşeri, 1850'de güney arnavutluk'ta permet'e yakın fraşeri kasabasında doğmuş. tımar sahibi fraşeri ailesinden, ki diğer iki kardeşi naim ve abdül de arnavutluk tarihinde önemli roller oynamış insanlar.

    sami fraşeri, ağabeyi abdül fraşeri ile birlikte 1878'de latin ve yunan harflerini kullanan ilk arnavut alfabesini geliştirmiş ve arnavutça bir gramer kitabı yazmış. kardeşi naim fraşeri de arnavut milli şiirinin kurucusu olarak kabul edilen biri.

    gelelim "türkçülüğün bayraktarlığının etnik olarak türk olmayanlarca yapılması" iddiasına ki maalesef bu da uydurma.

    kesin ve tartışmasız olarak yusuf akçura, ziya gökalp, zeki velidi togan ve hüseyinzade ali turan özbeöz türk'tür.

    soyu sopu, milleti belli olan insanların etnik kökeni hakkında bilgi çarpıtmak ve bu uğurda doğruyu eğip bükmeye çalışmak beyhude bir davranıştır.

    nihayetinde ekşi sözlük zemininde yalanlar içinde yuvarlanıp insanları aldatmaya çalışmak ahlaki bir davranış değildir.

    ayıptır. okuyucuya saygısızlıktır.

    son olarak şunu eklemek istiyorum. haysiyet yoksunu ali kemal soysuzu da vaktinde ziya gökalp'e "sen türk değil"sin demişti.

    üstad'ın evrensel cevabı aşağıdadır:

    ~
    "türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır:
    sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
    türklük hadimine türk değil diyen
    soyca türk olsa da piçtir, türk değil!
    ~
  • barındırdığı arnavut nüfusu kadar arnavut kökenliyi de türkiye'de de bulabilirsiniz.
  • ingilizce bilmeyen bir garsondan deniz ürünlü bir pizza isteyebilmek için beden diline başvurulduğunda, içinde yüzülebilecek kadar bol domatesli bir pizza yemek zorunda kalınabilecek ülke.
hesabın var mı? giriş yap