• "un livre peut contribuer à changer la vie personnelle, à briser la solitude des choses subies et enfouies, à se penser différemment."

    annie ernaux
    discours pour le prix nobel de littérature
    7 décembre 2022

    nobel'i aldıktan sonra bir röportajında “beni okumaya -seneler- ile başlayın!” diyor. ben de seneler, boş dolaplar ve babamın yeri'ni peş peşe okudum. öncelikle, yani bence genel okura hitap etmeyebilir. bir kurgudan ziyade otobiyografik öğeler var, bilinç akışı tekniği gibi. zihinden dökülenlerin roman gibi paragraflarca ayrılmadan uzun uzun anlatımı bazı okuyucuyu sıkabilir. doğaçlama, hem kendisinin, hem toplumsal bellek anlatısı var.
    yani bir metafor yok, karşılaştırma yok kitaplarda. ama dili basit hatta halk arası deyimler de sıkça var. ayrıca kendisi de kitaplarını roman olarak veya kurgu ya da kurgu dışı olarak sınıflandırmayı kabul etmiyor. anlattıkları gerçek hayat lakin bir duygusu bir hissi var bu da okuyucuya geniş bir düşünme alanı açıyor.

    seneler (les années) fransız yakın tarihine ilişkin toplumsal, tarihsel ve siyasal olayları anlatırken, orta ve yükselen sınıf alışkanlıkları, aile ve toplumun belirlediği yaşama tarzlarını, çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının biçimlenişini, yazarın en mahrem anılarını kayda geçirmiş gibi.
    değişik bir anlatım biçimi, yazarın ailesi, evliliği, boşanması gibi özellikle kadınlık durumuyla ilişkilenen koşullar üzerinden, mücadelenin, umutların ve hayal kırıklıklarının, sınıf mücadelelerinin anlatısını sunan bir günce.. aslında seneler son altmış yıl fransa'sının; siyasal, toplumsal, kültürel ve entelektüel anlamlarda bir değişim çetelesini de tutuyor gibi. biraz kadın olmak, biraz tüketim toplumuna geçiş, küreselleşme, evrensel sorunların muazzam anlatımı var. ilk başlarda biraz ne okuyorum ben gibi yadırgasam da sevdim diyebilirim.

    boş dolaplar (les armoires vides) ise yazarın
    ilhamını anne-babasından ve kendi çocukluğundan aldığı en çok kendinden yola çıkarak işçi sınıfı ve burjuva düzeni arasındaki dünyaya yeniden dönüp baktığı, özgür ve içinden geldiği gibi, sansürsüz yansıttığı bir kitabı.
    birey olma yolundaki inişleri, çıkışları, psikolojik gel gitleri, ailesi ve kendisiyle çarpışmaları, çatışmaları var. kürtaj macerasıyla başlayan geçmişe dönük anlatımlar yapan ben diliyle yazmadığı bir otobiyografi demek daha doğru. yine bulunduğu sınıftan ayrılma çabası ve mücadelesi hakim.

    babamın yeri (la place) ise artık anne ve babasından üst sınıfta yer almış bir kadın, sarsıcı bir başlangıcı var. o diğer kitaplardaki anne-babayı yargılayan, beğenmeyen üslup yok. daha kendisiyle barışmış, mücadelesini kazanmış bir evlat.
    hatta onlara hak veren, bulundukları, yetiştikleri şartlara göre değerlendiren, onları anlayan bir birey. yazım dilini en çok sevdiğim bu kitap oldu. o var olma savaşını kazanmış olma hissi çok samimiydi. yani öncekilerde olduğu gibi o çığlık çığlığa kendi mücadelesini anlatmaya çalışan kadın yok. sakin, çok duru ve fakat gerçeği bir duyguyla eşleştirdiğimiz bir yapısı, anlatımı var. sanırım hatıra dediğimiz kavramın öyle bir etkisi bu. babasının ölümüyle başlayan kitap yine onun ölümüyle bitiyor.

    ben biraz düşünsel anlamda simone de beauvoir'ya benzettim. o da kendi aile hikâyesini, yetişimini, eğitimini anlatmayı seçer ya. yazınsal ve hatta duygu geçişlerinde de marguerite duras okumuşum gibi hissettim. bana yazım dili, akışı onu anımsattı. ama şundan dolayı;
    1950'lerde fransa'da geleneksel roman anlayışını yıkan yeni bir tarz ortaya çıkmıştı. romanın esas öğelerinde değişiklikler yapan veya onları reddeden bu tarza "yeni roman" (nouveau roman) demişlerdi.
    james joyce, vladimir nabokov, samuel beckett, virginia woolf ve cortazar gibi yazarlarla birlikte marguerite duras da bu gruba dahildi mesela. yani klasik romanlardaki anlatıcı, mekan ve
    zaman anlayışı alışılmışın dışında.
    gerçeklik alanını sezgiler yoluyla hissettirmeye çalışıp, sınırları ortadan kaldırmayı amaçladıklarını söyleyebiliriz özetle..
    tam da benim hissettiğim gibi “ben ne okudum simdi?" diyebilirsiniz. ernaux'da da öyle, konu o kadar geniş ki özellikle senelerde, durmadan yer ve yön değiştiriyor..
    yanılmış da olabilirim, bilemedim. bir hikayenin serüveni değil de, bir serüvenin anlatımı gibi ön plana çıkmaya başlamış daha çok. ya da m.proust'un, “kayıp zamanın izinde” (a la recheche du temps perdu) ki romanı gibi anısal, zihinsel hesaplaşmalar, yargılamalar hissiyatı da var. pek çok eleştirmen de benzetmiş zaten. veya pek çok yazarı içinde bulunduğu toplumsal sınıfın dikkatini çeken, belleğinde anımsamaya değer bulduğu, kolektif yaşanmışlıkları eserlerinde yansıtma eğiliminde veya geride kalanlara iletme güdüsü, kaygısı ile görüyoruz. örneğin milan kundera'da da vardır tarihin roman formunda yazımı. hatta, tarihin bizi tanıyacak ve bizimle ilgili bilgi verecek bir otorite olmadığını söyler ve karşısına roman tarihini koyar. ernaux'da da öyle, hem kendi hayatının gözlemcisi bir yazar var, hem de okuyucuya da aslında bir kuşağın tarihini anlatıyor.
    yani kitaplar evet kurgu değil ama bir toplumsal bellek kavramı üzerine kurgulanmış, öyle algıladım.

    diğer kitaplarını da okurum sanırım çünkü yılları devirmiş, bambaşka bir kültürde, başka bir coğrafyada yetişmiş bir kadın ama dünyanın ayrı ayrı yerlerinde yaşayan pek çok kadının iç sesi gibi. aynı hisleri, kim olduğumuzu, kadınlığımızı, cinselliği, evliliği, yaşamın pespayeliğini, sınıf çatışmalarını çok çok şeffaf bir dille ve titiz, objektif bir duyarlılıkla anlatıyor. anlatılanlar hepimizin hikayesi gibi.
    o yüzden de biz okur olarak kitaplarla kurduğumuz ilişki aynı zamanda yazarın dünyasıyla ve kendi yetiştiğimiz toplumla da aramızda bir köprü kurabiliyor. bunu ne kadar içselleştirirsek de o kadar yakın buluyoruz galiba.
    ayrıca;
    çok samimi, eğip bükmeden, süslemeden, kelime oyunu yapmadan, anlattığını anlamam için yorulmadığım, ağdalı dilden uzak tarzı sanıyorum nobel'i bin kez hak etmiş dedirtti bana.. eğer ernaux'ya bir tanımlama yapacak olsam “şahane bir bellek anlatıcısı veya bir edebi etnograf” derim. basitçe, dümdüz cümlelerle, karşılıklı oturup tüm içtenliğiyle geçmişi yad ediyormuşuz gibi. koca bir tarihin üstünde yürütüyor okurunu sanki, ya da zamanın birinde onunla tanışmışım gibi hafızamda yarattığı etki.. nasıl oldu da yabancılık çekmedim, ne kadar da tanıdık tüm bunlar gibi bir his.. ama işte galiba iyi yazarlık tam olarak böyle bir şey. hatıralara gösterdiği özene, dikkate, yaklaşımına, bizi bize anlatan tavrına bayıldım. dünyaya, hayata bakışta ortak olmak, aynı duyguda buluşmak çok biricik, çok kıymetli.. ahh bir de gustave flaubert hayranı, madam bovary en sevdiği kitapmış benim gibi.. tahmini zor değil çünkü o da aslında fransa'nın gelişimi içinde bir kadın yerinin hikâyesidir.
    zira ernaux'yu bir kadın olma deneyiminden ayrı düşünemem.

    bu arada kendisiyle ilgili küçük bir dedikodu..
    ilk romanını eşinden gizli yazmış, roman çok başarılı olunca huysuzlanan (bence kıskanan!) kocası, “benden gizli roman yazabildiğine göre beni de aldatabilirsin” demiş ve bir süre sonra çift boşanmış. hakkında daha fazla bilgi edinmek için de şöyle bir belgesel linki var!
    https://twitter.com/…ilm/status/1577996701553524736
    ayrıca kendisinin blog sayfası da çok güzel, yazmak kadar okumanın da ne denli önemli olduğunu anlatıyor. ben insan benliğinin oluşumunda anıların, akan zamanın götürdüklerinin&getirdiklerinin etkisine çok inanırım, belleksiz kalmak istemem. bu yüzden sanırım kendisini tanıdıkça daha çok sevdim. dünya tatlısı bir kadın canlandı gözümde..

    merci de tout coeur annie ernaux <3
  • türkiye yayıncısı can yayınları'nın editörü cem alpan'ın çağdaş okuma atölyesinde tartışacağı yazardı... bu dersler öncesinde açıklanmıştır. tam da anne ernaux'nun nobel almasından önce...

    en azından yayıncılık sektöründe birileri ne yaptığının, ne yayımladığının farkında dedirtmiştir...
  • henüz ilk romanında geleneğe (tolstoy dâhil) sırt çeviren romancı:

    "kürtaj oldum, odamda dinleniyorum, bir şeyler okumak istiyorum ama tolstoy ya da ona benzer bir başkasını değil, yeni kürtaj olmuş genç bir kadın hakkında yazılmış bir şeyler okumak istiyorum, neden kimse böyle şeyler yazmaz?"*
  • çok severek okuduğum, kişisel bir öykü anlatırken bile kendine değil belleğinde birikene odaklanan bir yazar. bunu da ne öfke ne ahlanma ne nostaljiyle yapıyor. sınıfların ve nesillerin hikayesini anlatan bir yazar. bugün kadıköy'deydi yazarlık üslubunu aynen yansıtan les années super-8 belgeseliyle. orta üst sınıf bir fransız ailesinin anılarında gezdikleri ülkelerin tarihine tanık olduk. ernaux, kendinden "o" diye bahsediyordu. yıllar romanındaki gibi "ben" , "biz"in hikayesini anlatmanın vesilesi. film sonrası sohbette okumalarımda edindiğim izlenimler doğrulanmış oldu. bir sinemasever ve edebiyatsever olarak mutlu ayrıldım salondan. ernaux'la bir selfie çekmeye çalışanlara uzaktan baktım, bu anıyı kamerama değil hafızama kaydettim. sadeces sohbetten bir kare çekerek not düştüm.

    as bayrakları as. benim için kitabını imzalamış. beni hiç tanımadığı ve bir yazar olarak ben onu tanıyamadığım halde; bunu ego yapmayıp imzalatmak için getirdiğim kitabı ernaux'a ulaştıran müge iplikçi kitabı kargoyla göndereceğini söyledi. meğer ne güzel insanmış.
  • seneler romanıyla ne kadar önemli bir yazar olduğunu kanıtlamıştır. mutlaka okunmalı kitapları can yayınları'ndan çıkmakta.

    edit: ödül komitesinin "kişisel hafızanın köklerini, yabancılaşmalarını ortaya çıkardığı için" alt mesajıyla almış.

    edit 2: son olarak nobelprize.org canlı yayınında nobel komitesi başkanına sordular ilk kez okuyacak olanlar hangi kitabıyla başlamalı diye o da etkileyici bir baba portresi çizen la place(babamın yeri) isimli kitabı söyledi. bu da kimmiş bu gadın neyin nesiymiş diye bilgi arayanlara not olsun.
  • "sonra farkına varıyorduk ki bütün yetişkinliğimiz, bizimle hiç alakası olmayan hükümetlerin yönetiminde geçmişti. bir mayıs ayı hariç, siyasette yüzümüzü güldüren tek bir şey görmediğimiz, yokuş aşağı umutsuz bir kayışı andıran tam yirmi üç yıl. gençliğimizden bir şey çalınmışçasına hınç duyuyorduk."

    *
  • 1984'te yazdığı la place isimli eserle renaudot ödülünü alan otobiyografik türde yazan fransız yazar, edebiyat öğretmeni. yine otobiyografik nitelikteki bu eserde babasıyla olan ilişkisine fransa'nın küçük bir kasabasında onla büyürken yaşadığı deneyimleri merkezine alıyor.

    ayrıca yazar tam bir sosyal hayat destekçisi. göğüs kanserinden, gençlik çağına, doğumdan, alzheimer hastalığına kadar birçok soruna eğiliyor.

    les années isimli kitapta ilk kez üçüncü bir gözlemci bakış açısıyla konumunu değiştiriyor ve bu kitapta fransız toplumuna ve ikinci dünya savaşından günümüze gerçekçi bir dünya perspektifi sergiliyor.

    2022 edit: hoollleeey annie teyze aldı ödülü çok severümmmm. ama keşke iranlı kadın yazar shahrnush parsipur alsaydı. güzel bir mesaj da olurdu.
  • nobel'i kendisine çok yakıştırdığım kadın. kendisine, edebiyatına ve eserlerine dair bir yazı için:
    https://serbestiyet.com/…lu-annie-ernauxnun-106180/

    "ernaux, son 30 yılda gitgide daha çok karşımıza çıkan bir edebiyat türü olan özkurmacanın mucitlerinden ve yaşayan en önemli temsilcilerinden biri; dolayısıyla bu ödülü bir anlamda bu türü yücelten bir ödül olarak da okumak mümkün. biricik, öznel, sıradan olandan edebiyat devşiren ve eski süslü, ihtişamlı, olaylı edebiyatın karşısında gitgide daha kuvvetli biçimde dikilmeye başlayan bu sade ve gerçek biçimin hak ettiği övgüleri aldığını görmekten mutluluk duyuyorum."
  • ernaux edebiyatının temelini oluşturan sınıf atlamak veya transclasse olmak türkiye'de normalin bir parçasıdır.

    79 doğumlu biriyim, ki halen genç sayılırım, iş hayatında birlikte kariyer yaptığım birçok arkadaşım, anne-babalarına göre transclasse niteğindeler.

    hatta daha da abartayım büyükanne-baba tarafına inince neredeyse herkes transclasse. hatta benim büyük dedemin amiral olduğunu söylediğimde insanlar sabetaycı olduğumu iddia ediyorlardı.

    demek istediğim şu: fransa'da bir tranclasse hikayeleri anlatmak bir cesaret gerektirirken, türkiye'de övünç kaynağıdır.

    tam tersine ancak geçmişe doğru herhangi bir asalet veya servet hikayesi anlatmak cesaret olabilir.

    bu anlamda ernaux okumaları karşılaştırmalı edebiyat, hatta sosyoloji açısından bir maden niteliğindedir.

    diğer taraftan türkiye'de yeni dönemde bunun değişmeye başladığını göreceğiz. z kuşağı ilk defa anne babasından fakir olan kuşak olacak.
  • nobel ödülünü alması hakkında komite'nin “ernaux’ya nobel edebiyat ödülü, kişisel hafızanın kökleri, kolektif baskılanması ve yabancılaşması konusunda gösterdiği cesaret ve klinik duyarlılık konusundaki çalışmaları sebebiyle layık görüldü” şeklinde açıklama yaptığı yazar.

    --- spoiler ---

    türkçede yalın tutku, babamın yeri, boş dolaplar, seneler, kürtaj, isimli kitapları bulunuyor.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap