• beni cok ekileyen nadir filmlerden biri.
    filmdeki ana karakter, bir taksi soforu. bir gun uc yasli adami taksiye almasiyla tum hayati degisir. bu uc adam aslinda birer melektir. meleklerden birinin taksiciye bakıp (bkz: tim roth) "senin hayatinin anlamini yitirmissin, hayatin anlami asktir" cinsinden bir ogut vermesiyle birlikte, esas adamimiz harekete gecer. bir kasabadan gecerken gordugu tuhaf ve gizemli bir kadina asik olan amcamin, onu elde etmek icin yapmadigi numara kalmaz. sonunda elde eder de istedigini. ama ara sira gordugu cupid formatindaki erkek cocugu, amcamin kafasini oldkca karistirir ve sevdigi kizin "daha ne istiyorsun ki, biz cenneti birbirimizin gozlerinde bulduk" demesine ragmen, arabasiyla beraber cupid'in kayboldugu ucurumdan asagi birakir kendini.
    kendini tarifi imkansiz gariplikte bir ortamda bulan amcam, cupid'e sorar: beni neden cagirdin?
    cupid cevap verir: benim seni cagirdigimi da nerden cikardin? sen kendin geldin buraya
    adamin geri donmek istemesi uzerine cupid :
    buradan geri donemezsin. siz insanlar hep aynisiniz. hicbirseyle yetinmiyorsunuz ve sonucta elinizdekinin hepsini kaybediyorsunuz. bundan sonra bu cehennemin tadini cikarmaya bak!
  • kaç kere izlediğimi hatırlayamadığım,her seferinde başka bir ayrıntıyı yakalayıp beni hayrete düşüren,tereddütsüz izlediğim en iyi film diyebileceğim,olağanüstü senaryoya ve görüntülere sahip film.
  • beri yandan film bana düş kurma, ona inanma ve peşinden gitme süreçlerinin uygulayıcısı olan üç ayrı karakteri de birbiriyle karşılaştırıyor gibi geliyor.

    belgeselci abileri tek bir karakter olarak ele alırsak, onlar 3 yıl boyunca utah'ın zorlu yollarını arşınladı; sadece ve sadece o thr tollkeeper'i bulana kadar. hakkında hiç bir şey bilmiyorlardı; ne nerede olduğunu biliyorlardı, ne de bu çılgınlığı neden yaptığını. ama arayıp durdular onu. ve sonunda buldular da. bulunca da peşini bırakmadılar, onunla ahbap oldular, aralarında en iri olan onu göbek kaslarında havaya kaldırıp indirerek daha farklı bir ruh hali ile trombon çalmasını sağladı. adam sevinmişi; onlara içi ısınmıştı. epey bir zaman geçtikten sonra böyle çocukça bir şey kalbini yumuşatmıştı. hangi insan elli yıl boyunca bekler ki bir şeyin gerçekleşmesini, ya da bir insanı? ve sadece beklemek tabi ki; arada başka şeylerle uğraşmak, bir iş bulmak ya da çoluk çocuğa karışıp torun torba sahip olmak gibi şeyleri es geçerek beklemek. sadece beklemek. inanmak. ve sonra beklenenin gerçek olması, ama beklendiği gibi olmaması. hayat boşa mı harcandı acaba? hayır, çünkü inançla doıldurulmuştu. altına hücum günlerinden o günlere kadar sürmüş bir inanç, şimdi yerini usul usul ölüme terk ediyordu. aralarında en yaşlısı the tollkeeper.

    belgeselcilerin inancı daha farklıydı; heyecanlı gençlerdi her biri. aslında inançtan çok bir amaçları vardı. sinemacı idiler ve bir efsaneyi ölümsüzleştirmeye çalışıyorlardı. bedel ödemek bir ödüldü neredeyse onlar için. her biri gençliğin verdiği güç ve azimle ağaçları yerinden sökebilecek gibi kuvvetliydi. otuzlarına varmamışlardı muhtemelen. tanıklık ettikleri bu uslanmaz çaba, henüz anlayamayacak ve hissedemeyecek kadar taş kesilmedikleri için bir tür mirastı. ödenen bedelleri ödülün varlığına armağan edebiliyor idiler ki, bu da onlar ve inanç kavramı için çok ama çok önemliydi.

    ve taksi şöförümüz. aralarında en genç olan. the tollkeeper çoktan fosil olmuştu. taksi şöförü ölmek istiyordu. ama kendinden ve hayattan o kadar kopmuştu ki, ölmeye bile ne takati vardı ne de gerçek bir isteği. onun için zaten yaşamak gerçek anlamda bir ölme biçimiydi, ve soyguncunun "asaletin geleceği yoktur" derken ne kastettiğini henüz anlayamıyordu. modern hayatın içinde binlerce insanla tanışmasına yol açan "boktan" bir işi vardı ve bu kadar çok insan tanıdığı için dünyanın gizemine yabancılaşmış, insanlara ve onlara karşı ısrara tamamiyle boş vermişti. ama allahı var, o iyi biriydi. masum sayılabilecek kadar kaybetmişti. çok kaybeden insanlar diğerlerine göre hep daha masumdur ya zaten... bir ihtiyacı vardı; kendisi de tam olarak tanımlayamıyordu ya, birinin bu ihtiyacı ortaya çıkarması, ne olduğu hakkında sahibini de bilgilendirmesi gerekiyordu. taksi şöförü ölürcesine yalnızdı. kimse onu merak etmiyordu artık. merak etmeyeni biz de merak etmeyiz.

    gel gör ki taksiye binenler melekti. "ne zamandır seni arıyordum" kişiliğinde insanlardı. bir köprü idiler, bir tür düş idiler. birileri onları görüyordu -belki de taksi şöförü- ve bu da inanılmayacak gerçeklerin de gerçekten gerçek olabileceğinin kanıytıydı. masumiyet hala gerçekti. aşk hala gerçekti. sevgi diye bir şey hala vardı ve inanç hala kar ediyordu.

    bunu taksi şöförünün tam olarak idrak etmesi ise, hayatımda görmüş olduğum en yaratıcı ilk görüşte aşk anlatımı ile gerçekleşiyordu. adam hayatın pabucunda açtığı delikten aşkı görüyordu. epey bir yol tepmişti ama, galiba değmişti buna.

    ama taksi şöförü kayıp bir kimseydi. kendine bedel ödetebiliyordu. ama bu bedellerin içinde yuvalanmaktan kendini alamıyordu. gözleri aşkı görebiliyor idiyse de, aşkın yaşanabileceği tek ahne olan hayatı göremiyordu artık. fark ettiği ise, onun da diğerleri gibi bir başkasını gördüğü bir düşten ibaret olmasıydı. buna katlanamadı, ve daha fazlasını da istedi;cennet'i. "sonunda ilk defa her şeyi anlıyorum" yanılmıştı tabi. küçük çıplak çocuk -ki filmdeki gerçek melekti- tahta kanatlarıyla orada burada ortaya çıkıyordu. bir başka dünyanın varlığından bahsediyor, bunu sezdiriyordu: tahta gibi bir şey işte. hayatını düş gerçekliğinde yaşamanın bir yolunu buldun; ama hala emin değilsin, bırakmıyorsun kendini, tatmin olmuyorsun. senin bu düşü yaşamaya hakkın yok. ölemediğin zamanlarda bile görünmemiştim ben sana. anlamıyorsun değil mi? anlamıyorsun.

    taksi şöförü bir ara kendini bırakabildiğinden bahsediyordu filmde. bir kez de olsa kendini bırakmış ve uçmuştu. özgürdü. özgürlüğü ölümle karıştırdı, düşü de hayatla kirletti.
  • bazen kendime bu film niye çekildi diye soruyorum. kahretsin, bu film çekildi, demek ki bir daha çekilemeyecek. ben bu filmi bir daha ilk defa izlemiş olamayacağım. dünya üzerinde hala bu filmi izlememiş olanlar var ve onlar bir gün filmi izleyebilecek olma ihtimaline sahip oldukları için çok şanslılar.
  • ne istedigini bilemeyen, o yuzden de aradigi seyi buldugunun farkina varmadan onu kaybeden gunumuz insanının trajedisini anlatan inanılmaz etkileyici bir film.
    fotografik açıdan mukemmel
  • türkçe altyazılı biçimde, kısa bir özeti de vardır
    animals with the tollkeeper (1998) synoptical movie clip
  • kadrosunu görünce gaza gelip aldığım ama beklediğimi vermeyen film. seyrettikten sonra güpegündüz uyuttu beni.
  • 2005'te izleyip 2010'a kadar kopyasını aradığım ve sonunda geçen yaz bulduğum filmdir. torrent'lerde hayvanlı pornolarla mı uğraşmadım, sırf bu filme özel rapidshare üyeliği mi almadım... sonunda bir hafta süren indirmenin sonucunda elde ettim. eşsiz bir hikaye, eşsiz oyunculuklar... şanssızlığını yenip hak ettiği değeri kazanır umarım.
  • istisnasiz herkesin cok sevdigi benimse nefret ettigim bir filmdir. michael di jiacomonun yaptigi filmin festival gosteriminde isiklar yandiginda insanlarin o yuzlerinde buyulenme hissine hayret ve sinirle bakmiştim. hala cozebilmis degilim o insanlarla ayni filmi mi izledim.
  • bir başyapıt olmaktan öteye geçememiş filmdir..
hesabın var mı? giriş yap