• imgeleri:

    - müstakil, dubleks ve bahçeli ev
    - evcil köpek
    - en az 3 çocuklu mutlu aileler
    - neon ışıklı kafe ve kumarhaneler
    - fastfood mekanları
    - şehir merkezlerindeki gökdelenler
    - amerikan doları
    - koridor boyunca dolapların dizili olduğu, yüzme havuzlu okullar
    - kamyonet veya stationwagon tipi büyük arabalar
    - özgürlük heykeli, golden gate köprüsü, empire state binası, kodak tiyatrosu, hollywood tabelası gibi semboller
  • it's called the american dream, because you have to be asleep to believe it.

    amerikan rüyası deniyor, çünkü inanmak için uykuda olmanız gerek.

    (bkz: george carlin)
  • istanbulun tasi topragi altin muadili bir materyal zenginlik ruyasindan baslayip -belki de onu maskelemek, romantize etmek icin- ozgurluk, esitlik gibi daha soyut kavramlara genisleyen bir ruya.

    tabii cesitli azinliklar icin esitligin taa 60'lardaki civil rights movement'a kadar devlet duzeyinde dahi taninmamasi bunu ciddiye almayi zorlastiriyor. ote yandan bunlar gorece kavramlar; kiyas edilen yer sefalet icinde doganlarin ayni sekilde olmeleri neredeyse kesin olan zamaninin kalabalik avrupa kentleri, baskici bir merkeziyetcilikse pekala ciddiye almak mumkun.

    neyse, tarihini bosvereyim, asil ilginc olan bugunku kullanimi. kimsenin tam olarak ne anlatmaya calistigini bildiremeyen ama kabul gormek icin tekrarlanmasi zorunlu, yuceltilmesi her zaman icin alkis selini garantileyecek kavramlardan biri bu. populer kulture baskin sekilde gecmis haline saldirmak daha kolay; yokluktan baslayip lamborciniler icinde yuzecek hale gelmekse amerikan ruyasi, bu asiri luksun toplumun geri kalanina maliyeti uzerinden dalgasini gecebiliriz. ama bir politikaci sikistigi her konuda veya kresendo yaratmak istedigi her meydan konusmasinda boyle bir cagrisimi kullanirsa, hele ki derin bir resesyonun konusuldugu gunumuz ekonomik kosullarinda, bu ters tepebilir.

    onun yerine yetenekli ve caliskan herkesin kendine duzgun bir hayat kurabilme sansi dersen, bu amerikaya ozgu birsey degil. yetenekli ve caliskan kisiler, demokratik sosyalist toplumlarda da makul bir hayat surebilirler, hele hele mixed-ekonomik sistemlerde (eski turkiye) veya avrupa gibi daha sosyal devlete meyilli sistemlerde de bu mumkun.

    insanlari ancak 80 odali evlerin ruyasiyla motive edersen eninde sonunda gerceklikle (ve halkin cogunluguyla) bagini koparirsin ama makul bir hayat vaadiyle de amerikan tarzi motivasyon mumkun degil. yani politik olarak kullanilmasi sakincali olmayan amerikan ruyasi cagrisimi, bana gore asiri-luks sansinin ve makul/duzgun * hayat kurma hakkinin arasinda bir yerde. ve ne olursa olsun bol ozgurluk soslu olacak.

    modern politik soylevde bu kavram, sikca amerikan versiyonu serbest pazarin savunusunda kullaniliyor. bu son secim kampanyasinda da cumhuriyetciler son bir umutla obamaya sosyalist dediler, zenginlerin vergisini arttirip orta sinifinkini azaltayim dedigi icin. (ve derken de "spread the wealth" sozuklerini kullandi, onun uzerine akbaba gibi atladilar, halbuki adamin farki en zengin yuzde 5'lik kesim icin vergi oranini 36'den 39'a cikarmak, yani clinton donemindeki oranlara donmek). bu baglamda, kac tane "amerikan ruyasi" temali, gozu yasli cumhuriyetci konusmasi dinledim hatirlamiyorum. iste efenim, sosyalist obama, tum dunya vatandaslarinin gozunde tuten amerikan ruyasini baltalamak istiyormus. oradan olayi "un-american" olmaya baglayanlar, yani asiri de-regule edilmis pazarlari veya reagan'cilarin uydurdugu * trickle down soslu vergi yapisini, bir sekilde vatanperverlikle birlestirerek adama hain demeye getirenler, bini bir paraydi. isin kotusu, bu ruya tanimi o kadar oturmus ki, obama'nin savunusu da, "ben parayi orta sinifa veriyorum ki is kurabilsinler ve bir gun amerikan ruyasina ulasabilme sanslari olsun" cizgisinde oldu.

    yani diyecegim politik diskurde, bizdeki herkesin daima ve her konuda selam cakmasi zorunlu olan ataturk'un (culugunun, sevgisinin, askinin, sv), devletciligi ve merkeziyetciligi mesrulastirmakta kullanilmasina benzer sekilde, burada da amerikan ruyasi, kapitalizmi dahi degil, onun cok belirli bir versiyonunu, monetary olmasa bile vergi tartismasinda gordugumuz uzere spesifik fiscal politikalari belirleyecek sekilde kullanilmakta. ayni bizdeki gibi vatan sevgisi/milliyetcilikle kolkola girebilecek kadar oynak ve belirsiz bir dayanak bu, o yuzden ilk veya en cok kullanan kazaniyor.

    halbuki biraz daha yakindan bakinca amerikan ruyasinin en tartismasiz ve one cikarilmasi en az riskli olan ozgurluk kisminin dahi sakat oldugu belli, ozgurluk, ifade ozgurlugunden ibaret degil zira. aslinda parayla alakasi olmayan neredeyse tek ozgurluk tipinin, amerikadaki tek gercek ozgurluk olmasi da beklendik. geri kalanlar finansal bagimsizlik gerektiriyor. hatta, kapitalizmin sirin bir tanimi olan finansal yatirim ozgurlugu, yani paranla ne yapacagina karar verebilme ozgurlugu de pratikte, neredeyse kulliyen sahip olunan gelire/zenginlige bagli. isin asli, nufusun cok buyuk kesiminin, bundan 30 yil sonra finansal olarak nerede olacaklari belli, bu da onlarin nerelerde yasayacaklarini, kulturel gelisimlerini, onlar da politik goruslerini, cocuklarinin sanslarini, vs az cok belirliyor. o zaman ozgurluk lafta kaliyor. dahasi, caliskanlik ve yetenek allah vergisi denecek kadar acik seviyelerde olsalar dahi, cevreye bagli olarak filizlenip degerlendirilecek seylerdir; bu insanlarin hayatlarini kokten degistirebilmeleri cok zor.

    lakin, istatiksel olarak birer anomali olan basarili insanlarin istisnai hikayeleri "bak isteyince oluyormus" seklinde insanlarin kafalarina kakildikca, sosyal etkenlerin etkisi gozardi edilip, herseyin insanin icinden gelen degerlere/niyetlere bagli oldugu sonucu doguyor. kisacasi, sistemde temel bir yamuk yok, amerikan ruyasina erismek senin elinde, fakirsen hata az cok senin, zenginsen de bunu hakettin. orta sinifin bu sacmaligi bu kadar guzel bir sekilde yemesine inanamiyorum, normal sartlarda cok daha populist olan "zengin ceo'lardan alip size verecegim" durusuna karsi resmen dayanabildi. millet basarisizligini cogunlukla kendine maledip, firsat esitliginin olmadigi bir sistemde basarinin/zenginligin/amerikan ruyasinin, bireysel potansiyele bagli oldugu gorusunu icsellestirmis herhalde. aksi halde, kicini kanepeden kaldirip gosteri yapmasi, direnmesi, calismasi, muhtemelen bu ugurda hayatini heba etmesi lazim, kim ugrasir.

    fakirligin ve basitligin bir erdem olmasinin fakirlerde yaratacagi huzur gibi, cile cekmenin sevap olmasinin baskaldirmaya sansi veya cesareti olmayanlarin yureklerini sogutmasi gibi, yahut weber'in protestan calisma ahlaki baglaminda kole gibi calisanlarin bunu onur saymalari gibi, amerikan ruyasi da ne yaparlarsa yapsinlar o ruyaya hicbir zaman erisemeyecek olanlarin sucu sistemde aramak yerine kafayi fazla kurcalamayarak yuvarlanip gitmelerine olanak vermekte.
  • bu "rüya"ya inanırsanız abd fırsatlar ülkesidir, sıfırdan başlayıp en tepeye ulaşabilirsiniz. abd toplumunda, özellikle göçmenler arasında bu rüyaya inanmayan yok gibi gördüğüm kadarıyla. çinli bir arkadaşa sordum, "sizin memleket hocalara iyi para vermeye başladı dönmeyi düşünmüyor musun?" diye. "ben abd'ye bir bavulla ve cebimde yüz dolarla geldim, şimdi evim arabam var, çin'de kalan aileme para gönderiyorum, hepsi de çalışkan ve akıllı olduğum için. dönmem, artık ben çin asıllı amerikalıyım" dedi. yemiş yutmuş hikayeyi, başarılı da olmuş daha ne?

    peki kazın ayağı öyle mi, hakikaten abd fırsatlar ülkesi mi? sosyal bilim diye birşey var, adamlar ölçmüşler bakmışlar social mobility ne kadar, fakir doğanların zengin olma, babası üç kuruşa çalışanın üç kuruşa adam çalıştırma pozisyonuna gelme ihtimali ne diye. ne bulmuşlar, abd bu konuda en kötü ülkelerden biri, sınıf ayrımının çok belirgin yaşandığı ingiltereden sonra en kötü yer neredeyse gelişmiş ülkeler arasında. hatta bir sürü metrikte türkiyeden fersah fersah kötü. yani rüya denen olay tamamen yalan, fakir doğan fakir yaşıyor ekseriyetle. peki niye bu tabir hala ortalıkta

    ben bu entriyi yazmaya

    'amerikan rüyası abd'de yaşayan garibanları başarısızlıklarının kendi hataları olduğuna inandırma metodudur'

    demek için başlamıştım, baktım gördüm ki yukarıda immanuel tolstoyevski benim ifade edebileceğimden bin kat daha güzel anlatmış aynı görüşü.

    abd'ye gelir de başarılı bir hayat kurarsanız bile inanmayın buna, benim dangalak çinli arkadaşım gibi yapmayın, rüya felan yok. varsa türk rüyası da var, orada da upward mobility nin yolu öss, ales, kpss gibi kısaltmalarla döşeli ne yazık ki, ortada yaygın işleyen başka bir yol yok girişimcilik gibi. gidin test çözün, türk rüyası kpss'den atama kopartmak.
  • holywood filmlerinin beynimize beynimize işlediği ışıltılı rüya. gittim mi gördüm mü oraları. hayır. ama işte sinemanın ve edebiyatın zehri hayallerinizi şekillendirebiliyor. ha ne olacak rüya gerçeğe dönüşse. bir halt olacağı da yok aslında. ben yine sıkılmaya, bunalmaya devam ederim oralarda. huzursuz ruhlar her yerde huzursuzdur nasılsa.
  • bir süre önce hipnotize olmuş şekilde instagram keşfette takılırken bir yüzük resmine denk geldim. bir tektaş resmi, ama taşı minicik. yani gerçekten minicik. öyle yapılmış, yani minimalist ve sade olsun diye özellikle küçücük seçilmiş taşı. çok zarif buldum, resmi paylaşan hesabın diğer resimlerine de bakmak istedim. danimarkalı bir kuyumcunun instagram hesabıymış. adamların envanterindeki bütün tektaş yüzüklerin taşı minicik. en büyüğü 0,25 karat falandı ve bu bile gerçekten çok çok büyüktü diğerleriyle kıyaslandığında.

    yorumlara baktım, danimarkalı kadınlar kendi dillerinde "fiyatı ne kadar", "online alışveriş mümkün mü", "dükkanınız nerede" gibi sorular sormuşlar. sonra başka bir şey daha gördüm. benim gibi resmi keşfet'te gören amerikalı kadınlar hesaba üşüşmüşler. yazdıkları yorumlar şu şekilde:

    "ahaha kim böyle bir yüzüğe evet der ki"
    "şaka gibi, bununla biri bana evlenme teklif etse kıçına tekmeyi basarım"
    "hangi zavallı kadın bunu kendine yedirebilir" (kahkaha atan smayli)
    "çok şükür bu kadar umutsuz değilim" (şeytan smayli)

    ve bazıları arkadaşlarını etiketleyip şöyle yazmışlar:

    "andrea, bir de kendininkine küçük diyordun, şuna bak taşı görmek için mikroskop lazım ahahaha" (kahkaha atan smayli)

    bütün bu yorumlara rağmen (ülkelerindeki şahane eğitim sistemi sayesinde ana dilleri gibi ingilizce bilen) danimarkalı kadınlar da, hesabın danimarkalı sahibi de tenezzül edip bu saçma yorumlara cevap yazmamış.

    amerika bu işte. her şeyin daha iyisini, daha büyüğünü hakediyorsun. bir şeyin daha büyüğünü alabileceksen mutlaka almalısın, almıyorsan enayisin. bilenler bilir, amerika'da bu ablaların normal kabul ettiği büyüklükteki tektaşlar minimum 1 karattan başlar. bunun altında bir yüzükle evlenme teklif edildiyse mutlaka ama mutlaka ilerki yıllarda o tektaş upgrade edilmelidir. (tiffany gibi firmaların böyle upgrade olanakları vardır mesela. ) elmas da türkiye'deki ve avrupa'daki kadar pahalı bir şey değildir.

    neyse. konumuz tektaş değildi, çok açıldık.

    the little book of lykke diye bir kitap okumaya başladım geçenlerde. kopenhag'daki mutluluk enstitüsü tarafından basılmış. toplumlar nasıl mutlu olur, kollektif mutluluğa erişmek için neler yapabiliriz sorularına cevap arayan bir kitap. belki çoktan türkçesi çıkmıştir bile, bir bakın isterseniz. yazarı meik wiking. kitabın yazılma sebebi ise danimarka'nın dünyanın en mutlu ülkeleri sıralamasında hep birinci çıkması. adam kendi ülkesinden örnekler vererek danimarkalıların neden genel olarak daha mutlu ve huzurlu olduğunu anlatıyor.

    kitabın bir bölümü danimarkalıların alışverişe ve paraya yaklaşımlarına ayrılmış. çok detay vermeyeceğim, ama adam şöyle yazmış: danimarka'da conspicuous consumption yani çarpıcı, belirgin, göze batan harcamalar ayıplanır. bir insan ne kadar zengin olursa olsun çok pahalı olduğu dışardan belli olan şeyler giyiyor, yapıyor ve takıyorsa toplum tarafından dışlanır. hatta şöyle bir şey de diyor:

    danimarka'da çok çok pahalı bir araba satın alıp plakasına da "success" yani başarı yazdırırsanız insanların arabanızı anahtarla çizmelerini garantilemiş olursunuz.

    oysa amerika'da kazandığın parayla, arabanla, gittiğin tatille övünmek o kadar normal bir şey ki. kadınlar otobüste, mağazalarda falan birbirlerinin tektaşlarına bakıp "wow, ne kadar da büyük, çok güzelmiş, şanslı bir kadınsın" diye birbirlerine iltifat ediyorlar. çok normal bunlar. tekrar tektaşa döndük, ama baştaki hikaye aslında bu yaklaşım farkını çok güzel açıklıyor. amerikalı kadınların taktığı kadar büyük tektaşlar danimarka'da yok. danimarkalıların parası olmadığı için değil. öyle şeyler takmadıkları, takmak istemedikleri için yok. bu kadar basit.

    ve danimarkalılar mutlu. amerikalılar mutsuz.

    yanlış anlaşılmasın, amerikalılardan çok şey öğrendim ben. 27 yaşıma kadar türkiye'de öğrenemediğim şeyleri özellikle. rahat olmayı ve davranmayı mesela. başardıklarımdan güven duymayı, kendimi eksik görmemeyi, daha çok çalışmayı öğrendim. doğal olmayı öğrendim, kasmamayı, içimden geldiği gibi davranmayı ve yaşamayı öğrendim. sürekli yüzüm asık gezmemem gerektiğini, sokakta tanımadığım insanlara gülümsemenin, sohbet etmenin gayet normal (hatta beklenilen) bir şey olduğunu öğrendim. kurallara uymanın, dürüstlüğün önemini öğrendim. sınav yaparken öğrencilerimi sınıfta 20 dakika yalnız bıraksam bile asla kopya çekmeyeceklerini öğrendim mesela.

    bir de, paranın mutluluk getirmediğini öğrendim. hayattaki başarıyı kazanılan parayla ölçmenin anlamsızlığını öğrendim. hep daha fazlasını istemenin ve kıyasıya rekabetin tatminsizlikten başka bir şey getirmediğini öğrendim. amerikan rüyasından öğrenebileceğimiz çok şey var, yeter ki bakmayı, görmeyi bilelim.
  • dünyanın geri kalanı için kabus.
    (güzel olduğunuz kadar klişesiniz bayan)
  • bulasikciliktan milyonerlige cikmakta bu rüyanin bir parcasidir
  • tanıdık gelmiyor mu?
    "amerikan rüyası budur; hayatını satabileceğin bir şey haline getirmek."

    (bkz: chuck palahniuk)
    (bkz: tekinsiz)
    (bkz: ayrıntı yayınları)
  • varolmayanın öyleymiş gibi gösterilmek istenmesi durumu. özellikle amerika yapımlı filmlerde genellikle göze çarpan husus. herkesin müstakil evlerde yaşadığı ailenin anne baba çocuklar ve ev köpeğinden oluştuğu, sokaklarda hep çıtır insanların gezindiği, herkesin zayıf olduğu, paraların bolca bulunduğunu düşündürttüren saçmalık.
hesabın var mı? giriş yap