• "henüz trajedi(acı ve felaket) tarafından dokunulmamış hayat; gençliğin en derin tanımıdır."

    otur düşün şimdi...
  • bugün 'bir kadının "memnun oldum" dediği tek yer tanışma faslıdır.' şeklinde bir sözünü gördüm ve başlığına ileti yazmayı görev bildim
  • " genel dusunuruz fakat ayrintilarla yasariz."

    alfred north whitehead
  • kedi ve köpek arasındaki fark için "bir köpek kucağınıza atlarsa, sizi sevdiğindendir; aynı şeyi bir kedi yaparsa, kucağınız sıcak olduğu içindir." demiş.
  • aims of education adli eserinde eğitimcilere seslenen insan. şöyle ki:

    sakin herşeyi öğretmeye kalkmayin,
    ama neyi, her neyi öğretiyorsaniz,
    onu iyi, çok iyi öğretin ki, çocuk,
    öğrenmeyi ve düşünmeyi öğrensin.
  • bütün felsefenin platon'a düşülmüş bir dipnot olduğunu düşünen ingiliz matematikçi ve filozof.
  • bertrand russell'in hocasi, matematikci. principia mathematica'yi russell'la beraber yazmistir.
  • tanrı'nın geleceği belirlemeye gücünün yetmeyeceğini, geleceğin tanrı'yı belirleyeceği görüşünü ortaya atmış düşünürdür. kendisinin süreç felsefesine göre tanrı ne her şeye kadirdir ne de her şeyi bilendir. o, olayların ilerleyişine göre değişen bir varlıktır.
  • whitehead genelde çok karmaşık yazan bir filozof , fakat çok berrak çalışan bir matematikçi olarak nam salmıştır.

    bertrand russell'a birlikte ele aldıkları principia mathematica adlı eserin temel amacı matematiği mantık zeminine oturtarak temellendirmektir. kitapta en açık ve net olarak bildiğimizi düşündüğümüz basit aritmetik işlemlerin uzun kanıtları bulunur. hedef, apaçık şekilde işleyen matematiğin neden bu kadar apaçık bir şekilde işlediğini kesinliği içinde göstermektir. dolayısıyla, neden bu kadar yalın ve net çalışan bir matematikçi olduğunu gayet iyi anlayabiliriz, zira matematik disiplini kesinlikler ve bu sembolik teamüller üzerine kuruludur. bunun üzerine kurulu olmasa en basit bir aritmetik işlemini (1+1'i) bile gerçekleştiremezdik.

    gelelim, felsefesinin karmaşık karakterine ve bunun sebeplerine. öncelikle karmaşık olmasının dezavantajlarına değinmemiz gerekir. her karmaşık fakat yazdıkları bir kere anlaşıldığında bu karmaşıklığın ortadan kalktığı yazar gibi, whitehead'in de felsefesi çokça hiç olmadığı kategoriler altında tanımlanmış ve asıl problemleri bu magazinel tutum yüzünden es geçilmiştir.

    örneğin, whitehead naif bir realist olmakla suçlanır. kant sonrasında bir kant-öncesi (pre-kantian) düşünür olduğu söylenir. metafizikçi denir, geçilir vs. oysa düşünceyi ve düşünce sistemlerini bu tarz kategoriler altında hapsetme çabası whitehead'in en temelde düşman olduğu yaklaşım biçimidir. -izm'lerden bahsedebiliriz, fakat ancak bağlantıları aydınlatabilmek adına onlardan bahsedebiliriz. bu -izm'ler bizim oyuncak kutularımız, fetiş odalarımız olmaya başladığı takdirde, yani bağlantılı halinden bu -izmleri söküp alarak bu -izm kabının kendisine gerçeklik atfettiğimiz takdirde, sadece düşünceyi durdurmuş ve onun aydınlatıcı gücünü köreltmiş oluruz. bunları söyledikten sonra ona isnat edilen bu tarz "gerici" kategorilerin ne kadar haksız olduğunu fark edebiliriz.

    şimdi peşin hükümlerimizi bir kenara bırakalım ve whitehead'in düşüncesinin izini sürelim. gündelik ve basit bir izlenimden başlayalım bu işe. hani hep şöyle öğütler verilir ya: "kötülüğü göreceksin ki iyiliğin ne olduğunu anlayacaksın." ya da, "o kadar çok mutsuzluk yaşadım ki, ufak mutlulukların değerini anladım." gibi bir düşünce biçimi vardır. bu tarz bir izlenimin buraya sığmayacak binlerce biçimi mevcut olsa da hep belli bir formu mevcuttur bu düşüncelerin. o da şöyle özetlenebilir: kavramlar ve şeylerin değeri ancak birbirleriyle ilişkilerinden ileri gelir. işte, whitehead böyle temel bir izlenimin sahip olduğu formun sadece izlenimlerde değil, en karmaşık düşünce biçimlerinde, doğaya dair her şeyde bulunduğunu görerek işe koyulmuştur. dolayısıyla, ilişki önemli, çünkü şeylerin kendisini kuran ve onların değerini veren şey ilişkilerdir. şurada yazdığım bu yazı ancak sol frame'ün üzerindeki ekşisözlük yazısı ve bu yazının okunduğu ekran üzerindeki bu yazıdır. bu yazının nakletmeye çalıştığı düşünce her ne kadar tüm bu ekşisözlük arayüzünden, çevrendeki tüm cisimlerden soyutlanmış olarak zihninde bir "anlam" ifade etse de, bu anlam o kadar da soyut ve çevresinden bağımsız bir karakterde değildir. her bir cümle ve bu cümleler arasındaki ilişkiler belli bir ilişkisel düzleme yerleşen bir şablondur ve bu şablonların "tamamının", bir şablona diğeri üzerinde hiyerarşik bir öncelik vermeden izini sürmemiz gerekir.

    tek ihtiyacımız olan şey, doğru temellenmiş bir farktır. yani öncekiyle sonrakini, önceki ve sonraki yapan ayırıcı, eleyici ve şu an gerçekleşen olay ne ise, tam da o olayın kendisini kuran ve kurarak onu işaret eden fark.

    dolayısıyla, ben aslında yoğum. sen yoksun. ekşisözlük yok. bu arayüz yok. ne var biliyor musun? ilişkiler var. bu ilişkilerin ifadesi olarak olaylar var. bu olaylar birbirlerinden ayrıldıkları ölçüde bahsedilebilen rabıtalar (nexus) var ve bu rabıtaları kümelediğimizde var olduğunu söylediğimiz şablonlar var. en nihayetinde de, ne var biliyor musun? yeni var. yenilik var. çünkü bu ilişkisellik içinde sürekli yeni bir bağlantı kurulma olasılığı sadece mevcut değil, bu ontolojik ilişkiselliğin getirdiği bir zorunluluk da. yani yeni zorunludur. fakat yeni, soyut bir potansiyelin mecburi gerçekleşmesi anlamına gelmez. tam da bu yüzden yeni zorunludur. zira yeni, gerçeğin doğasında zaten çoktan içerilir. bu tarz bir potansiyel anlayışı, sonrasında whitehead'in düşüncesinden oldukça etkilenen deleuze'ün virtüel olarak adlandırdığı kavramdır. oysa, aslında tam da bu nokta deleuze ile whitehead'in ayrıldığı noktayı da işaret eder. buna göre, deleuze virtüel kavramında sonsuz bir potansiyeli ve genişletilmiş bir gerçekliği işaret ederken bu gerçekliğin sürekli bir aktüel hale gelmeden (bedenselleşme, ampirik olarak tanımlanabilir hale gelme, mevcudiyet kazanma, somut hale gelerek ete kemiğe bürünme vs.) kopamayacağını iddia ederken, whitehead'e göre, hayal gücünün de işe koşulduğu sonsuz nesneler alanı aktüel hale gelmese de olur. ete kemiğe bürünmese bile yeniyi zorunlu kılan bu ontoloji whitehead'in temel varlığı tanrı olarak görmesi, deleuze'ün ise temel varlığı kaos olarak görmesinin sonucudur. yani whitehead ve deleuze arasındaki ayrım, deist ve ateist arasındaki bir ayrıma da bizi götürür.

    whitehead'e göre, beden bizim olsa da, biz bedenin bir faaliyeti olarak tanımlanırız. bu da paradoksal bir duruma kapılarını açar. bu paradoksal gözüken durumun kavramsal çözümünü hâl kavramını ortaya atmakta bulur whitehead. ona göre, her hâl, kendi doğası içinde aktif olan önceki bir dünyayı varsayar. doğanın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği, ne zaman ben'im başladığım ne zaman özne'den bahsettiğimiz ne zaman nesneye geçtiğimiz, ne zaman totolojik bir mantıktan söz ettiğimiz ve ne zaman içerikli bir olguya geçtiğimiz belirsizdir. whitehead düşüncesinin keşfettiği bu araziyi analitik bir amrikan felsefeci olan willard van orman quine da kat etmiş ve analitik sentetik ayrımının dogmatik olduğunu mantık doğrularının ve olgu doğrularının arasında ampirik olarak reddedilebilirlik bakımından sadece bir derece farkı olduğunu, aralarında bir doğa farkı bulunmadığını söyleyerek reddetmiş ve hume çatalı'nı çöpe atmıştır. whitehead düşüncesi ise, quine'ın hiç ulaşmadığı bir araziye doğru yol almış ve quine'ın her şeyin ontolojisi olarak gördüğü fiziği yaşamdan yoksun bir yöntem olarak görmüştür. burada whitehead'in yaşamı, inorganik de olmak üzere her şeye atfettiğini tahmin edebiliriz. ona göre her hâl bir ilgi faaliyetidir. fakat, kendi dolaysız gerçekleşmesiyle meşgul olmasına rağmen, evrenle ilgilidir. hâl bir birliktir, şimdi diye adlandırdığımız şeydir, fakat sürekli değişir. değişirken ise, bir amacı (telos) bulunur. bu amaç, bileşenlerinin muhafazasıdır, en azından bu bileşenlerin yoğunluğunun muhafazasıdır. gördüğünüz üzere, bilimcilerin temel düsturundan kati bir şekilde ayrılmıştır whitehead. çünkü bilime göre, olgular kayıtsız ve amaçsızdır. ilgi, amaç, arzu gibi kavramlar insanın öznel yaşantısının getirdiği sentimental soyutlamalardır. boş inançlara götürür. böyle billim yapılmaz. homeopati gibidir tüm bu metafiziksel spekülasyonlar. çünkü bilimin sınırlarını aşar. bilimin sınırları test edilebilirliğin ve 3. gözün, yani kayıtsız bir olgunun hipotetik (koşullu) karakterinin terk edildiği yerde aşılır ve artık bilimden bahsedemeyiz.

    oysa, bilimin bu bakış açısı bize hâlâ yaşamı zihinsellik, öznellikmiş gibi sunar. böylece bilimciler tam zıtlarında yer alan öznelci bakış açılarıyla tuhaf bir suç ortaklığı içerisine girerek yaşamın, deneyimin üzerini örterler. üzerini örtme biçimleri farklı olsa bile iki tavır da, hem yaşam ve zihinselliği eşleştirir, hem de bunu yaparken yaşamı doğadan ayırır.

    peki yaşam insan denilen bu "şey"de nasıl ifadesini bulur? haz olarak der whitehead. neyin hazzıdır bu diye sorarız hemen? ona göre bu haz, geçmişten kaynaklanan ve geleceği amaçlayan duygunun hazzıdır. hazzın karakteri skaler değil, vaktöreldir.

    descartes'ın skaler karakterdeki varım'ı bu yaşamsal hazzı, şüphe duyulması mümkün olmayan tek şey olan tözsel özne ve yalın varoluş olarak konumlandırarak "varım" demenin getirdiği malzeme karmaşasını tutarlı tek bir histe biçimlendirme işidir. fakat en nihayetinde "düşünüyorum, öyleyse varım." bir iştir, faaliyettir yani. tüm duyguların, hazların, umutların, korkuların, pişmanlıkların, seçenek değerlendirmelerinin ve kararların birliğini ortaya koyma faaliyetidir. tam da bir faaliyet olmasından ötürü, bu bir süreçtir. olaylardan yalnızca birine işaret eder. doğanın yaşamsal faaliyeti içerisinde öyle çok da önemli ve hiyerarşik olarak temele alınması gereken bir olay da değildir bu.

    whitehead, doğadaki yaşamdan bahsederken insan merkezci değil bilakis insan merkezciliğin altını oyan, onu dünyaya açan ve insanın kendine "hak" gördüğü her şeyin aslında nesnel ve nesnel olmasından ötürü hiç de hiyerarşik olarak temelde varsayılamayacak konumunu gün yüzüne çıkarır. dolayısıyla, whitehead candır.
  • fotoğraf ve telgraf (1830'lar), rotatif (1840'lar), daktilo (1860'lar), transatlantik kablo (1866), telefon (1876), film ve telsiz telgraf (1895). alfred north whitehead durumu çok iyi özetlemektedir: "19. yüzyılın en büyük buluşu, buluş fikrinin kendisidir."
    (bkz: teknopoli)
    10. yy yazmışım r evolution uyardı sağ olsun.
hesabın var mı? giriş yap