• ara guler'in şakayla karışık; "ben o fotoğrafları çekmeseydim kenan erim burayı rüyasında görürdü.." dediği yer.

    antik kentin keşfi, menderes dönemi bölgedeki bir baraj inşaatının açılışıyla ilgili fotoğraf temini için ara güler'in bölgeye gelip önce kendisine eşlik eden belediye şöförüyle mesai aşımından dolayı kavga etmesi, geceyi geçirmek için bir köye sığınmaları, köy kahvesindeki insanların binlerce yıllık sütün başlarının üzerinde pişpirik oynamasının dikkatini çekmesiyle başlar, ardından bölgeyi araştıracak adam arar bulamaz, eşinin tercümesiyle birkaç yurtdışı dergiye yollar fotoğrafları, yabancı basının ilgisi ve bilgi istemesiyle, son çare istanbul arkeoloji müzesi müdürüne giden ara güler'e kenan erim tavsiye edilir. ve olaylar gelişir..

    kaynak; ara güler'in "ölmeden önce sağlam bir kayda geçmesini" istemesiyle kendi anlatımı / aktaran; çoşkun aral.
    yayım; özel gösterim-82 / iz tv

    son olarak bi'ekleme yapayım da yanlış anlaşılmasın; ara güler, öyle sen buldum ben buldum kavgasıyla öfkesini kusmuş değildir yani, hatta programda buraya bir daha gelemem diye erim'in mezarının da fotoğrafını çekmiştir..
  • ephesos'u gezen bir insanın ister istemez kıyasa tabi tuttuğu bir yer. üstüne burasının görece düşük kalmış popülaritesi ve kenti gezdikten sonra "burası bunu haketmiyor" duygusallığı eklendiğinde,
    ephesos'a on basar, ondan çok daha büyük, daha muhteşem gibisinden yorumlar da peşi sıra geliyor. godfather karizması, münir özkul sevecenliğiyle öyle olmadığını söylemeliyim.
    rakamların dilinden konuşursak, ephesos'un kapladığı alan yaklaşık 350 hektar, burası ise yaklaşık 90. popülasyon açısından değerlendirebilmek için ise aphrodisias'ın bir kent niteliği kazandığı milattan sonraki ilk üç yüzyılı ele almak gerekiyor. çünkü bunun öncesindeki çağlarda (ephesos yine bir metropolken) burası köy-kasaba arası gidip gelen bir yerleşim alanı. (ki daha fazlası da olması pek mümkün değil, aşağıda nedenlerinden bahsedicem). bu üç yüzyıllık dönemde ephesos'un nüfusu çeyrek milyon civarında ve bilinen bütün dünyanın en büyük dört kentinden biri olarak kabul ediliyor. (diğer üçünden ikisi roma ve aleksandria, sonuncusu içinse genelde kartaca, nadiren antiokheia'nın adı geçiyor).
    aphrodisias'ın nüfusu için kazıcıların önerdiği rakam ise 15-20 bin arası. (peki o zaman 20 bin nüfuslu kente, niye 30 bin kişilik hipodrom yapmışlar diye ukalalık yapan gözlük. çatlama gelicez oraya)
    şu nüfus-ebat konusunu, antik çağ kriterlerine göre aphrodisias'ın "küçük ölçekli", ephesos'un "mega ölçekli" kentler olduğunu söyleyerek kapayalım.

    aphrodisias'la ilgili çokça yapılan eleştiri, kış mevsiminde veya ilk baharın başlarında gidenlerin sık sık dile getirdiği "agoradaki bataklık" sorunu. (iki kurbağa için birbirimizi yemeye değer mi canlar)
    benzeri bi felaketle, benzer mevsimlerde miletos'a (veya daha bissürü kente) gidenler de karşılaşıyor (sonra onlar da çok kalp kırıyor). oysa ki bu durumun sorumlusu kış-bahar başlarında engellenemez bir şekilde yükselen yer altı suları. şimdi aphro'daki teknik detayları pek bilmiyorum, ama kimi yerlerde bu sorunu çözmenin (en azından günümüz teknolojisi ile) pek bir mümkünatı yok. kimi yerlerde mümkün olsa bile, 50-100 bin dolar bütçeyle idare edilen bi kazıya, kışın su basmasın diye milyon dolar bağlayacak bi babayiğit yok. ve kimi kimi yerlerde ise bunu yapmanın yegane yolu, antik kenti kaldırıp, altındaki su yatağını değiştirmekten geçiyor. (gerçi yer altı suları basmasın diye kenti mundar etmek ne derece mantıklı).
    antik çağlarda su basınca n'apıyolardı, diye soranlar olabilir. muhtemelen o zaman su basmıyodu. en azından kentin merkezinde böyle bi sorun yaşanmıyodu. burası bi deprem bölgesi ve kent de sıkı bi fay hattının üzerinde. (yer altı suları da genelde fay kırıklarından yükselirler. hatta jeofizikçiler de fay haritalarını çizerken su sızmalarının olduğu bu kırıklardan faydalanır). sonraki bin yıllarda doğmuş bi sorun olması muhtemel. tüm bunların üzerine tekrar apho'daki teknik detayları bilmediğimi söyliyim. ama bi çok kentte kış-bahar bataklıkları maalesef böyle bi sorun. ve eğer burası bi antik kent olmasa, hani sağa sola kazma vura vura bi şekilde bu sorunu yine çözersin.
    bu konu üzerine son olarak iki şey daha söylemek lazım. birincisi bu sorun salt türkiye'ye ve türkiye'deki antik kentlere özgü bi sorun değil. öyleymiş gibi ifade etmek biraz haksızlık.
    ikincisi, bu sorun kazı ekibinin umursamazlığını değil, bu sorunu çözemiyor olmasını gösterir. onlara da haksızlık etmeyelim.

    şimdi burasıyla ilgili "yavaş kazılıyor" eleştirisine (!) gelelim. aslında hiç gelmesek. ne biliyim arkeolojinin bir bilim olarak başladığı ve ilk kazmanın vurulduğu pompei'nin 1764'ten beri bilfiil kazıldığını ve daha çook kazılacağını söyleyelim. bir kenti, mevcut ekibi beş katına çıkartarak kazmanın çok da avantaj olmadığını da söyleyelim. çünkü önemli olan, yer altında ne var ne yoksa bi an önce çıkarmak değildir. ne definecilik yapılıyor, ne de kazı yarışması. çıkardıklarını yorumlayabilmek, restore edebilmek, sergileyebilmek gibi aşamalar söz konusu. ayrıca ortaya çıkarılmış koskoca bir kent söz konusuyken, bu kentin verdiği hazları bi kenara bırakıp, "niye alttakiler daha çıkmadı" diye sorgulamak, biraz eğreti bir tavır. bir kazıyı yapan insanların bilimsel sorumluluğu, ne var ne yoksa gün ışığına çıkarmak değil, çıkardıklarını yorumlamak, yayınlamak ve korumakla başlıyor. ve ayrıca senin bu günkü imkanlarınla yer altını tümüyle kazman etik bir tavır da değil. arkeoloji nihayetinde bilimsel bir tahribattır. bunu ne kadar çok zamana yayarak yaparsan, teknolojinin sağladığı imkanlardan da o kadar faydalanırsın. hiç bir arkeolog, gelecek çağlarda vandal bir hırsla ve ilkel bir içgüdüyle anılan bir insan olmak istemeyecektir. son olarak, "kazıların yavaş ilerlediğini" söyleyenler ya konuştukları konu hakkında hiç bir şey bilmiyorlardır ya da art niyetlidirler diyelim. onlar aphrodisias'ın sergen yalçın'ıdır.

    şimdi gelelim ören yerinde çamaşır iplerinin asılması ve bu yerleşimle iç içe geçmiş köy hayatı (ya da geyre hayatı). bu bakış açısı tam olarak yontulmamış kentli elitizmin ifadesi. aphrodisias'ı diğer antik kentlerden (belki de bütün antik kentlerden) ayıran yönü, buradaki yerleşik halka, "biz burada antik kent bulduk, hadi siz de sittirin gidin" denmemiş olması. ve bunun olabilmesi için canını dişine takmış (ellerinden, ayaklarından öpülesi) kenan erim'in ve columbia üniversitesinin çabaları. bir tarafta köy hayatı olabildiğince canlılığı ile yaşatılmaya çalışılırken, diğer tarafta (yeryüzünün o en şanslı) köy çocukları antik heykellerin arasında saklambaç oynayarak büyüyorlar. (bunu ne sulukule'nin romanlarını kent hayatına yakıştıramayan akp elitizm; ne de türbanlı kadınların türkiye'yi rezil ettiğini düşünen chp elitizmi anlayamaz). aphoridisias bir arkeolojik kazıdan ve bir antik kentten çok daha fazlasını ifade eden bir proje. geçmiş bin yılların dünyası ile bugünün dünyasını "birbirine düşman etmeden", "birbirine bağlayarak" var etmeye çalışan arkeolojik bir köprü. eğer bu köprünün görüntüsü birilerini rahatsız ediyorsa, sorgulamaları gereken şey de kendi düşün dünyaları.

    son olarak yukarıda kentle ilgili bi şeyler söyliyeceğime dair çeşitli kereler artistik çektim. ama saatin kaç olduğuna bakarsan, neden pilmin bittiğini anlayabilirsin. artistik hakkımı saklı tutuyor, kenan erim'le, ara güler'in yanaklarını şapır şupurluyorum.
  • onca gördüğüm antik kent arasında en etkileyicilerinden.. ayırt edici yönlerinden en önemlisi küçücük bir tepenin ardından aniden karşınıza çıkan ve halen tüm görkemi ile ayakta duran, devasa stadyum.. stadyuma giriş kısımları, seyirci kısımları tamamen ayakta ve aşağıya indiğinizde büyü artarak devam ediyor. bir diğeri hamam yapısı. hamam kısmı hem çok büyük hem çok iyi korunmuş hem de havuzların ve havuz başındaki heykellerin mermer işçiliği inanılmaz etkileyici. o anda binlerce yıl öncesine gidip o havuzun üstünü kapatıp, kendisini sıcacık mermer havuzun içinde devasa heykellere karşı dinlenirken hayal etmeden geçen yoktur sanırım.. bir diğeri kent meclisi idi.. etkileyici tarafı çok iyi korunmuş olması: giriş kısım, tek tek odalar, girişteki heykeller, meclis toplantı kısmı çok iyi korunmuş.. son olarak da gördüğüm en büyük pazar yerinin burada olduğunu belirtmeli,, kenar kısımdaki sütunların halen ayakta olması, ortadaki büyük havuzun net bir şekilde seçilebilmesi hayal kurmanızı o kadar kolaylaştırıyor ki.. hayal gücünüze en az ihtiyaç duyacağınız, mevcut verilerin görece çok daha yeterli olduğu antik kent.. ha kent girişindeki muhteşem müzesi, 1950'lerden kalma hikayesinin fotoğraflandığı eski yapı fotoğraf evi, ömrünü bu kente adamış "aphrodisias emekçisi" diyebileceğim prof. kenan erim için özel oluşturulan kısım ve oradaki kazı giysilerinden tutun da birçok özel eşyasını görebileceğiniz özel salon, sonra kentin "mucidi" prof. kenan erim'in mezarının afrodit tapınağı tören kapısının hemen yanı başında görülmesi üzerine yaşanan duygu seli hep birlikte değerlendirildiğinde ilk üçte yeri olan antik kent...
  • tatil planlarını genelde antik yörelerde yapmayı tercih eden birisi olarak bergama efes şirince gezilerini tamamladıktan sonra 2 gün için antalya'da denize girmeyi planlamıştım. üzülerek söylüyorum yolda rastgele kahverengi tabelada afrodisias yazısını görünce bı gidip bakayım dedim. ülkeme birkez daha hayran kaldım. bu topraklar bizde değilde italya fransa yada benzer avrupa ülkelerinden birinde olsaydı deniz turizminden daha fazla tarih ve kültür turizmi için bir dünya merkezi olurdu. kesin.
  • kent adını, aşk ve güzellik tanrıçası aphrodite'den almıştır. aphrodisias ismi ilk olarak m.ö. 2.yy da kullanılmaya başlanmıştır. kent daha önce başka adlarla anılıyordu. kullanılan isimler sırasıyla ;

    lelegonpolis
    megapolis
    ninoi
    aphrodisias
    kayra
    geyre

    yerleşim geç neolitik çağa kadar uzanmaktadır. akropolde ve pekmeztepede yapılan kazılar neticesinde, iki köyün varlığı kanıtlanmıştır. m.ö. ii yy da roma egemenliğinin güçlenmesiyle, kent kutsal yöre olarak önem kazanmış ve aphrodisias ismini almıştır.

    kazılarda ortaya çıkarılan tiyatronun sahne yapısının duvarlarındaki yazılarda, caesar'ın, aphrodite'e hediye ettiği altın bir eros heykelinden söz edilmektedir. dolayısıyla caesar kente gelmiş, tanrıçaya sadakatini sunmuştur.

    i.ö. 44 yılında caesar'ın öldürülmesinden sonra katillerin yandaşlarından olan labienus'ce adamları kenti ele geçirip talan etmişlerdir.

    i. ve iii. yy arası buradaki heykeltraşlık okulunun ünü her yere yayılmıştır. salbakos'dan ( babadağ) çıkartılan mermerler, burada işlenip birçok yerden gelen siparişleri karşılamaya çalışıyordu.

    aphrodisias birçok eyaletin başkentliğini yaptı. roma'nın bölünmesiyle kentin kaderi önce doğu roma, daha sonrada bizans'ın eline kaldı.

    iv. yy da hristiyanlığın yayılması burada bir piskoposluk merkezinin kurulmasını sağlamış fakat kökleri çok eskilere dayanan pagan kültürünü yok edememiştir. ilk iki hristiyan azizi burada şehit edilmiştir ama her şeye rağmen paganizm etkisi sürdürmüştür.

    kent, 350 ve 360 lı yıllarda tıpkı komşu kent efes gibi ciddi depremlerle sarsılmıştır.
  • yolunuz denizli-aydın taraflarına düşerse buraya uğrayın tarzı entryler görüyorum. hayır arkadaşlar burası uğranacak bir yer değil. hususi gidilecek bir yer. türkiye'nin en güzel antik kentlerinden birisi. zibilyon tane heykel var. zaten şehir heykeltıraşlık okulu ile tanınıyormuş. hele sevgi gönül salonu nedir öyle. tetrapylon bölümü nefis bir fotoğraflık yer. hipodrom kısmı muazzam. lütfen buraya yoldan geçerken uğranılacak yer muamelesi yapmayın. gidin ve gezin.
  • dün 4. defa ziyaret ettiğim yer yalnız şunu buldum burada zannedersem gizli bir rebel üssü vardı başka bir açıklama getiremedim.

    http://24.media.tumblr.com/…73sqxq1qhk5zfo1_500.jpg
  • 2006 yılında aphrodisias (geyre) yakınlarında, bir mermer blok üzerine yazılmış olan ve m.s. 2. yüzyıl sonlarına tarihlenen grekçe bir mezar şiiri bulundu. helenis adındaki bir annenin, philadelphos adındaki oğlu için yazdığı bu şiirin çevirisi şöyledir:

    bu mezarı, philadelphos, sen ölünce acılarla yaptırdım
    ben, annen helenis, üzerine bu sözleri yazdırdım
    nasıl öldün, nerelerde, kimin peşinde; bilmiyorum
    şimdi ben yitip giden oğlumun ruhunu arıyorum
    bu yüzden, oğlum, tek dileğim hades’e gitmek
    ben talihsiz, seninle orada sonsuza dek dinlenmek.

    kaynak
  • unesco dünya mirası listesine girmiştir. haber
  • ilk yerleşimlerinin tunç çağında(mo: 2800) başladığı ve bizans döneminin sonuna kadar büyük bir yerleşim yeri olarak kullanılan antik kenttir. antik kentle ilintili olarak afrodisias müzesini hayata geçirmek için kurulan geyre vakfı tarafından yakın zamanda bir kampanya başlatılmıştır.

    yaz sıcağı karacasu ovasını yakıp kavururken otların bürüdüğü tepelerde dolaşırken insan, afrodit tapınağı, odeon, stadium,agora ve ısıtma düzenleri bugüne kadar sağlam kalmış hamamları görünce zamanın nasıl da hızlı akıp gittiğini, yaşamın ne denli tüketici olduğunu görerek hüzünlenir. bu hüzün duygusu, zeytin ağaçlarının ardından batmaya başlayan güneşin son ışıklarının anadolunun en iyi korunmuş antik stadyumunun mermerleri üzerinde sarı haleler bıraktığı zaman tuhaf bir yalnızlığa sürükler insanı cırcır böceklerinin bitmek tükenmek bilmeyen bağırışlarının içinde. bıyıklı bekçi, tel kapıların asma kilidini kilitleyip evine çekildikten iki saat sonra yıldızlarla yüklü gökyüzünde yükselen ay ışığının yansıdığı sütunların üstünde çantanızdan çıkardığınız ılık şarabı yudumlayıp uzaklardan gelen köpek sesleriyle ürperir ve geçmişi, geleceği, insanları, bu sütunların arasında afroditin adına sevişen, şarkı söyleyen, sarhoş olan ve acı çeken insanları düşünür vay be dersiniz.
    (bkz: antik kentte sabahlamak)
hesabın var mı? giriş yap