• cem karaca parçası. sözleri şöyledir:

    oturmuşum yatağa ben beni düşünürüm
    kapı baht kapısı bahtımın kapısı kapalı
    karanlığın rengini bilmem
    aydınlık ne demek?
    mutlu olmak sevmekse sevmek aydınlık demek

    dışarda kar yağarsa hissederim görmem
    ayak sesin uzakta koklarım duymam

    bir köşeye savrulmuş buruş buruş ceketim
    sensiz ellerim üşür içerimde kar yağar.
  • cem karaca'nın almanya'da 1970 yılında ferdy klein orkestrası ile kaydettiği dört 45'likten birisi olan adsız/unut beni'nin a yüzü şarkısı.
  • "dışarda kar yağarsa

    hissederim görmem

    ayak sesin uzaktan

    koklarım duymam"

    ah diye iç geçirmek sonra karlı bir gecede. ellerim üşür sen yoksun diye ve içerimde karlar yagar, bembeyaz bir ölüm kaplar dört bir yanı, lapa lapa yagarken kar, düşen her bir tane kalbime düşer sanki, dışarda kar yagarsa hissederim görmem, görmedim de zaten hic, hep hissetim, kimi zaman dogru kimi zaman yanliş, hala üşüyor ellerim, hala sen yoksun, bekliyorum ama yoksun, ve hala kar yagıyor bembeyaz ve bir o kadar simsiyah gecede...
  • türklerin kendilerine mahsus miras taksimi usulleri vardı. görenekler gereğince baba ocağını asıl varisi en küçük oğuldu. oba, çadır küçüğe kalırdı. yani ailenin başı büyük oğul değil, küçüğü olurdu. yalnız türklerde görülen bu görenek ilk önce kulağa biraz garip gelse de, iyi düşünülürse dedelerimizin gayet doğru bir iş yaptığını itiraf etmek gerekir.

    bir ailenin büyük oğlu bir dereceye kadar kendini kurtarmış ve yaşamanın yolunu bulmuş demektir. çünkü büyük oğullar, genellikle babalarının kanatları altında büyüdükleri, babalarından birçok sermaye aldıkları ve yardım gördükleri halde, küçük oğullar bunlara nail olmaya vakit bulamadan babaları vefat eder. küçük oğul kendisine yuva ve geçim kuramadan rehberini kaybetmiş olur. demek ki ona hazır bir ocak vermek yerinde olacaktır. işte türkler bu düşünceler sebebiyle obalarını en küçük oğullarına bırakırlardı. büyük oğul babasının silahlarına ve kavga atına sahip olurdu. ortancalar ise çok kere büyük bir şeye nail olamayarak kendi çalışmasıyla, kendi gücüyle bir şeyler yapmaya mecbur kalırdı.

    bunlar ortaçağın seyyar şövalyeleri gibi vukuat ve servet aramaya, talihlerini denemeye çıkarlardı. bu tür şövalyeler adlarını gizler ve kendilerini “adsız” çağırırlardı. adsız, kılıcını kuşanır, ok mahfazasını beline, yayını omzuna takar, kargısını eline alır, atına biner, obasına veda ederdi.

    adsızlar genellikle çin sınırlarına ve çok kere çin içlerine kadar gider, her türlü vukuata karışırdı. adsız muhtaç olanlara cesaretini ve askeri maharetini kiraya verirdi. intizamdan yoksun çin asker müfrezelerini talim ve terbiye ederdi. zengin bir çin derebeyinin muhafızı, muhafız bölüğü kumandanı olurdu. adsız, çok kere bulunduğu yerde evlenir ve kendi oba halkından birçok kişiyi oraya getirirdi. bu şekilde türkler çin’in kuzeyindeki ahalinin bir kısmını meydana getirmiş oldu.

    adsız, çok kere kendi nefsini birine satardı. bağdat halifelerine çok kere köle namıyla gidip, sonra hükümet ve saltanatı zapt edip yönetici olan türklerin bir kısmını “adsızlar”oluşturuyordu. lakin bir “türk adsızı” herşeyden evvel bir “ad” arardı.

    biraz dolaştıktan ve dövüş fenninde usta olduktan sonra genç adsız, kahramanlıkla meşhur ve obası halkı arasında hatırlı beylerden birinin çadırına gider, beyin orada olmadığı bir sırada karısının yanına varıp bir ad isterdi. hanım ile adsız arasında şöyle bir konuşma geçerdi:

    —adın ne? kimsin?
    —türk’üm, adsızım.
    —ne istersin?
    —isterim ki sen benim anam olasın, isterim ki kocan bana bir “ad” versin.

    burada adsız, kadının ellerini öper, kadın adsıza himaye verir “ad” vaat eder. bey çadıra geldiği vakit bu yabancıyı görür, karısına kim olduğunu sorar. kadın adsızın ne istediğini söyler, bey karısının sorduğu soruları tekrarladıktan sonra der ki:

    —ad, verilmez, kazanılır.
    —kazanacağım.
    —benim adım, lekesiz şanlı bir addır, çok pahalıdır.
    —ben de ona göre çalışacağım.
    —peki, hele bakalım.

    o günden itibaren adsız çadırın en fedakâr ve en çalışkan adamı olur. artık adsız, beyin kölesi ve sahip olduğu eşyasından bir şey hükmüne girmiştir. gece ve gündüz vaktini hizmetle, atlara bakmakla, koyunları gütmekle, süt sağmak ve kımız yapmakla geçirir. şurasını da unutmamalı kibir “adsız” kendi soyunun temizliğinden ve ehemmiyetinden daha üstün bir beye; kendi kabilesinden daha itibarlı ve temiz bir kabileye müracaat etmez, mesela alelade bir “kâlâç” adsızı, bir “barlas”a bir “kayı kanıklı”ya gidip ad istemez. adsızların çadırlarda geçirecekleri asude çoban hayatı çok sürmez. günün birinde “han” ya çin’e yahut komşu memleketlerden birine akın etmek lüzumu görür. oba ve ulus beylerine buyruk yollar, beyler kendi kabile efradını alıp hanın yanına gider. böyle bir gün, adsız için bayram sayılır. artık yararlık göstereceği, kılıcıyla bir ad satın alacağı zaman gelmiştir. adsız adını almak istediği beyin silahşorü demektir.

    türklerin akını dehşetli olurdu. ölüm seli gibi akıp giden türk kahramanlarının önünü kesecek, onları yolundan çevirecek milletler pek az görülmüştür. akınlar, düzenli bir savaş anlamına gelmez. amaçları,toprakları verimsiz olan, bir şey yetiştirmeyen türklere yiyecek ve giyecek tedarik etmektir. onun için türklerin akını dehşetli bir kasırgaya, şiddetli bir fırtınaya benzerve lakin çok defa uzun sürmezdi.

    fakat bu akınlarda kan dökülmediği nadir olurdu. iş bittikten, yurda dönüldükten sonra şayet ölmemiş ve ölü gibi söz söyleyemeyecek bir hale gelmemiş, yaralanmamış ise adsız, akından kazandığını efendisine takdim ederdi. oysa akından, kavgadan yarasız dönen adsız görülmemiş bir şeydi. beyin gözü önünde aslan oğlu aslan olduğunu ispat eden bir adsız, artık beyin adını taşır, onun evlatlığı olurdu. bütün bu hale çok kere aşk da karışırdı. çadırın kızı adsızı severdi ama türklerde fuhuş bilinmediğinden, bu aşkın ilk tezahürü kız tarafından, adsızın yaralarının tımar edilmesinden ibaret kalır ve ölümden kurtulabilen adsız, çok kere beyin damadı olurdu…

    (filibeli ahmet hilmi)
  • ah cem karaca!

    altmışını göremeden öldü. muhteşem bir sesi ve harika şarkıları vardı.

    adsız
  • içini kanırtan şarkılardan biridir, defalarca dinlenmemesi tavsiye edilir, ağlatır durduk yere. sözleri tam olarak şöyledir:

    oturmuşum yatağa
    ben beni düşünürüm
    kapı baht kapısı
    bahtımın kapısı kapalı
    karanlığın rengini bilemem
    aydınlık ne demek
    mutlu olmak sevmekse
    sevmek aydınlık demek

    dışarda kar yağarsa
    hissederim görmem
    ayak sesin uzaktan
    koklarım duymam
    bir köşeye savrulmuş
    buruş buruş ceketin
    sensiz ellerim üşür
    içerimde kar yağar
  • çok duyulmasın istediğim, kanımca en güzel cem karaca şarkılarından. paslı demir yutmuş gibi yapar adamı.
  • üst üste en az beş kez dinlediğim, bana soğuk bakırköy günlerinde yaşadıklarımı hatırlatan, duygulanmaktan da öteye geçiren, harika bir cem baba şarkısıdır. ölmeden canlı canlı bir kez de olsa cem karaca dinledim ya bu bana bir ömür yeter. her cem karaca şarkısı dinlediğimde bunu düşünüyorum ve mutlu oluyorum. iyi ki varmış.
    sensiz ellerim üşür içerimde kar yağar...
  • tehlikeli sayılabilecek bir cem karaca şarkısı.
  • her satırı adamın icini yakar. oyle böyle degil. yakar ki ne yakar. ilk satırdan baslar;

    oturup kendini düşünür insan.

    kapanan kapılarını düşünür.

    karanlığı bilemeden aydınlığın sevmek olduğunu bilmek.

    görmeden hissetmek.

    ne fayda..

    ah !
hesabın var mı? giriş yap