• "kalbinde biraz zekâ olmıyanlar
    hiç çekilmiyor
    ve zekasında biraz kalb olmıyanlar
    hiç sevilmiyor"

    demiş büyük yazar.

    edit: 2013'ten beri eleştirilen ironik bir kelime silindi.
  • hamdullah suphi bey'e paris'ten gönderdiği bir mektupta şöyle yazmış: "ah, ne olmak isterim bilir misin hamdullah? saat gibi bir şey! her şeyi vaktinde yapabilmek, hiçbir zaman yorgunluk hissetmemek, bir engelle karşılaşmamak, memnun ve mesut olmak isterdim." ne yazık ki hayatı bozuk bir saat gibi geçmiştir.
  • bakınız şinasi bey, beyoğlu'nu nasıl anlatmış "çamlıca'daki eniştemiz" nam kitabında:

    "... o zamanlar beyoğlu geceleri tünel'den halep çarşısına kadar canlı ve eğlenceliydi. elektrik yok, havagazı vardı. barlar, sinemalar yok, lokantalar ve çalgılı gazinolar vardı. otomobiller yok, ucuz faytonlar, kupalar vardı. elhamra sinemasının yerinde, üst katta -merdiven başında şekilleri değiştirici ve güldürücü aynalariyle- palais de cristal kafe şantanı ve karşısında, şimdi, kırmızı saint-antoine kilisesinin olduğu yerde, kondordia tiyatrosu vardı. halep çarşısından itibaren taksim'e kadar nisbeten daha tenha ve karanlık bir mıntıka başlar ve ortasında büyük ağacı, bunun yanındaki hamidiye çeşmesiyle, küçücük taksim meydanı geçildikten sonra, seyrek ve hafif ışıkların yarı gösterdiği babayâni ve karanlıkça bir yol şişli'ye kadar uzardı.

    ... insanlar gibi şehirler de nasıl değişiyor! hâtıralarımız hakikatleri görüp de tanıyamıyor, hâtıralarımın sarayları şimdi gördüğüm mahallelere sığamıyor, kubbeleri hâlâ eski velvelelerle dolup taşıyor, ve etrafımdaki şehir bana artık yabancılaşmış gibi görünüyor."

    zaman sadece gamları değiştirmiyor şüphesiz..
  • everest yayınları 2023 yılında abdülhak şinasi hisar'ın eserlerini yayınlamaya devam ediyor. yayınevinin şimdiye kadar yayınladığı kitapları buradan inceleyebilirsiniz.
    https://www.everestyayinlari.com/…nasi-hisar/185540

    yayınevi bütün kitapları hem ciltli hem de ciltsiz (karton kapak) formatında yayınlıyor. türk edebiyatının önemli yazarlarından birisi için gayet özenli bir yaklaşım olarak görüyorum ben bunu. ne yazık ki bütçem elvermediği için ve ayrıca ciltsiz kitapların kapakları renkli ve güzel olduğu için ciltsiz olanlardan aldım. cep kitapları boyutunda, baskı kalitesi de güzel. ücret olarak da fena değil. ciltli kitaplardan alamadığım için bunların kaliteleri hakkında bir yorum yapamıyorum. (kitapları daha hesaplı olmak isteyenler için ufak bir tüyo: yazarın kitapları amazon'da bulunabiliyor. en hesaplı buradan alabilirsiniz. prime üye iseniz 10 kitap aldığınızda artı yüzde 10 indirimi de unutmayın.)

    yazarın kitapları yakın tarihte en son yapı kredi yayınları tarafından yayınlanıyordu ve şu entryde de belirtildiği üzere en son 2014 yılından itibaren telif sözleşmesi bittiğinden olsa gerek yayınlanması durdu ve yıllardır piyasada bulunmuyordu. (bkz: #147307516)

    everest yayınevi yazarın telif haklarını aldıktan sonra ilk olarak ekim 2022'de yazarın eserlerinden altısını yayınladı. bunlar:

    fahim bey ve biz, ali nizami bey’in alafrangalığı ve şeyhliği, çamlıca’daki eniştemiz isimli romanları ve boğaziçi yalıları, boğaziçi mehtapları ve geçmiş zaman köşkleri isimli eserleri.

    ocak 2023'de ise ikinci bir grup eseri yayınlandı. yine aynı şekilde ciltli ve ciltsiz seçeneği ile yayınlanan bu beş kitap da aşağıdaki gibi:

    geçmiş zaman fıkraları, aşk imiş her ne vâr âlemde, istanbul ve pierre loti, ahmet haşim şiiri ve hayatı, yahya kemal’e veda

    meraklısına ek:
    tam da bu entry'nin debeye girdiği gün sadece cep kitabı boyutunda (12x6 cm) yayınlanan kitapların kitap boyutunda (13.5x19.5 cm) yayınlandığını gördüm. haklı olarak cep kitabı formatı dışında normal kitap boyutunda da basılmasını isteyen arkadaşlara duyurulur.
  • abdülhak şinasi bey, marcel proust'un kitaplarını bıkmadan usanmadan defalarca hatmettiği için, boğaziçi'ni proust anlatmış zannıyla şaşırabilir -hisar'dan önce proust okuyan- bedbaht okurlar.
  • orhan pamuk'un istanbul'undaki "dört hüzünlü ve yalnız yazar"dan biridir abdülhak şinasi hisar. diğerleri malum: yahya kemal beyatlı, ahmet hamdi tanpınar ve reşat ekrem koçu...

    abdülhak şinasi hisar, soyadını çevresinde doğup büyüdüğü rumelihisarı’ndan almıştır. istanbul’un, hassaten boğaz’ın aşığıdır. tıpkı yahya kemal gibi o da bir dönem ankara’da hariciye'de yöneticilik yapmışsa da dayanamayıp istanbul’a dönmüştür. yine yahya kemal gibi hisar da paris’e okumaya gitmiş ama diploma alamadan geri dönmüştü. okullarının kayıtlarına göre yahya kemal’in de hisar’ın da dersleri çok kötüydü. kitapları almanca ve ingilizce’ye tercüme edildi.

    efsunlu bir dille eski istanbul’u anlatmış, yaşadığı devrin istanbul’unu bir ressam titizliğiyle amma velâkin resim sanatının da ötesinde bir dille anlatmıştır. hisar’ın istanbul’u şüphesiz köşkler, konaklar, yalılar, boğaziçi ve hisar ile gümüşsuyu ile mahduttu. içinde yaşadığı ihtişamdan “öteki istanbul”un sefaletine sıra gelmedi. ama tam da yalnızlığına uygun olarak bir garip olarak hayata veda etti.

    kendisinden üç yaş küçük kardeşi selim nüzhet gerçek, 1945 senesinde yalnız yaşadığı ictihad apartmanı’nda beyin kanamasından öldüğünde, hisar 57 yaşındaydı. bu trajik ölümden 18 sene sonra abdülhak şinasi bu sefer cihangir’de tıpkı kardeşi gibi tek başına yaşadığı rüyam apartmanı’nda beyin kanamasından 3 mayıs 1963’te vefat etti. öldüğünde cebinde, “bakıyyesi 66 lira” yazan bir banka cüzdanı çıkmıştı. başka da parası veya mülkü yoktu. istanbul için yaşadı, istanbul’da öldü.

    cenazesi belediye himmetiyle kaldırıldı ve merkezefendi mezarlığı’na defnedildi. oysa üstad, doğduğu, büyüdüğü ve soyadını aldığı hisar civarında defnedilmek istiyordu. aşiyan mezarlığı’nda yer yok dediler. ancak kendisinden sonra da buraya sayısız cenaze defnedildi. ölmüş bedeni bugün merkezefendi’de olsa da hisar’a yakışan, tanpınar’ın, yahya kemal’in, orhan veli’nin, münir nurettin’in, edip cansever’in yanı başıdır. aziz ruhu sanırım sık sık aşiyan’da dolaşmaktadır.
  • şinasi beyin "aşk imiş her ne var âlemde" nam bir antolojisi de bulunur.. şöyle bir hikayesi vardır bu antolojinin: şinasi beyin, ilk gençliğinden itibaren sevdiği tüm mısra ve beyitleri özel defterinde kaydetmek gibi bir huyu var imiş ve gün gelmiş bu antoloji doğmuş (kısa bir hikaye oldu farkındayım)..

    103 sayfadan mürekkep bu eser: önsöz, aşk imiş her ne var âlemde, hüsn ü an, hava vü heves, ayş ü nuş, aşk ü garâm, yâr ve cânan, âh minel-aşk, kelâl ü melâl, kâm ü vuslat, fırak ve hicran, yâd ve tahattür ve şairlerin ölüm tarihleri gibi bölümlere ayrılmıştır.. bu zarif antolojinin, en çok da lâle devri'nin eşsiz bülbülü "ayş ü nuş" bölümü fevkaladedir..

    daha anlatacağım efendim: benzer bir antoloji çalışması, çok daha evvel, ii. mahmut zamanında da yapılmıştır.. namlı ferruh efendi'nin ortaköy'deki yalısında toplanan şiirseverler, divan edebiyatının en latif mısra ve beyitlerini seçip "nevadür'ül âsar" adıyla yayınlamışlardır.. yine bir gün toplandıklarında, hazırladıkları bu antolojinin en güzel mısraını da seçmişlerdir bu şiirbaz efendiler.. yazarı belli olmayan bu mısra şöyledir:

    "bugün şâdım ki yâr ağlar benümçün."
  • bu aralar camlica'daki enistemiz adlı kitabını okuyorum, sarkastik bi melankoli, bunun da ilanihaye hastası olucaz sanirim. takıntılarimiz da benzediği için kendisine daha da sempati duydum; kokular ve görüntulerle ilgili birtakım hassasiyetlerimden dolayı benim de çocukluğumdan beri hayatım bazı yiyeceklerden iğrenerek ve bunlarla karsilasmamaya çalışarak geçti, geçmeye de devam ediyor. (alaycı bakışlar kasıtlı göze sokmalar dahil.) bu yiyeceklerin kokularından ve bana nahoş gelen görüntülerinden çok çektiğimden (çocukluk rüyalarımdaki en büyük kabus karpuzdu:s) elma kokusuna dayanamayan abdulhak şinasi'yi çok iyi anlıyorum, en büyük kavgalarimi ifrit olduğum birtakım yiyecekler yüzünden yapmış olabilirim:s herkes için aynı sonucu vermese de, bazı ayrıntılar üzerinde yoğunlaşarak keskinleşmiş bir dikkatin yazarken işlevsel olabileceğine ve hisar'ın yazınını zenginlestirdigine inanıyorum. bu mesela, fevkaladenin fevkinde bi tasvir:

    "deli eniştemizde, her zaman çabuk düşünen ve karar veren adamlarda olduğu gibi, fikirler kendiliklerinden tamamlanırdı ve o geç kaldığını sanarak her zaman acele acele konuşurdu. fakat, telaşından, düşüncesinin etrafinda acemi bir tarzda dönüp dolaşarak, üst üste ve yan yana lüzumsuz kelimeler ve cümleler tekrar eder, maksadını bunlarla duyurmaya kalkışmasının saffetini de size ayrıca seyredilecek bir samimiyet örneği diye kabul ettirmek isterdi. hemen daima konuştuğu halde, acaba bir şey söylerken lakırdısına bir başka şey daha karıştırdığı için miydi? sözleri bazan anlaşılmaz ve bizleri şaşırtırdı. bundan dolayı kendimizi onu daima dinlemeye mecbur saymazdık. bazan o söylerdi de biz oynar ve duymazdık. o konuşurken kendisiyle daima biraz arası açık olan babam acaba sinirlenir miydi? zira babamın onun yüzüne hiç bakmadığına dikkat etmiştim. fakat kendisinin bunu görmüyor gibi bir hali vardı. durmadan söylerdi. ancak asıl dinlenilmediklerini göre göre artık dinlenilmeye muhtaç olmadan kendi kendilerine söylemeye alışanlardır ki bazan en tarafsız ve en doğru sözleri söylerler. zaten belki de en güzel sözler, böylece, duyulmak maksadıyla söyenmemiş olan ve duyulmamış kalanlardır."
  • "zaten, biraz dikkat etsek, görürüz ki, insanların çoğu yarı deli, yarı iradelidirler. ve kah iradeleriyle, kah delilikleriyle hareket ederler. onları olduklarından daha az deli veya daha çok iradeli zannetmek hatalıdır. eğer her yaptıklarını mantıki bir zihnin hesaplariyla izah etmeğe kalkışırsanız, kendilerine, çok kere hatırlarına bile gelmemiş olan maksatlar isnat etmiş olursunuz. hayatı ilmi denecek bir görüşle kavrarsanız, çok kere, insanların yaptıklarında böyle makul sebepler ve söylediklerinde mantıki manalar bulunmadığını anlarsınız. kendi hareketlerimizin garabetinden gaflet ederek başkalarının yaptıklarında daima mantık aramak adetinden korunmalı ve kurtulmalıyız. bütün hayatlar o kadar delişmenliklerle doludur ki, eğer hepsi anlatılsa bir kısmına inanılamaz ve her harekete makul bir sebep aransa daima bulunamaz. her geçirdiğimiz zaman, biraz sonra, kendimize delilik zamanları diye görünmeğe mahkumdur. zira delişmenliğinden haberi olan bizler, bir türlü tatmin edilemeyen mantığımızla hatsız, hasta olan insanlarız. ötekilerse bundan haberleri olmayan ve rahat kalanlardır. çünkü kendini bilmeyen bir hafif delişmenlik bir nevi kurtuluştur. hayal içinde yüzen insanlar belki etraflarındakileri üzerler, fakat gördüğümüz hakikat değil, inandıkları hülya içinde kalarak kendilerini bu imanla kurtarırlar!"
  • devrinde yaşamak istediğim, cümlelerini kendime ilham edindiğim, gözlerini görebilseydim eğer manalarının tefsirine vaktimi seve seve harcayacağımı bildiğim, nev’i şahsına münhasır bir insan, o da kitaplarındaki delilerden biridir, yüreğimde.

    baskıları maalesef yeni yeni gündeme gelen muazzam kitaplarında görülür ki donkişotu her daim delilik timsali görmüştür. 1952 yılında kendisiyle yapılmış bir röportajda karakterlerle ilgili sorulan “yansımanız mıdır” anlamındaki klasik bir soruya da bu örnekle cevap vermiştir: “cervantes'in don kişot'u doğduğu zaman "don kişot kimdir?" diye sormuşlardır. halbuki cervantes olmasaydı don kişot olur muydu?”

    deliliği ele aldığı ve mantıklı çıkarımlar yaparak gizli kapaklı methiyeler düzdüğü kitabı çamlıcadaki eniştemiz olmasına rağmen fahim bey ve bizde de- bir devam kitabı görüntüsü oluşturur vaziyette- deliliğe değinir durur.insanın deli olası gelir:

    “onlarla görüşünce artık mücerret olarak insanların aklına, mantığına, muhakemesine itimat etmek gibi hiç caiz olmayan hafifmeşrepliklerden kurtuluruz”*

    “sağırların yanında her zaman söylemeyi adet edindiğimiz sözlerin lüzumsuzluğunu duyduğumuz ve söylenmeye değer sözlerin azlığını idrak ettiğimiz gibi delilerin yanında da nice muhakemelerden vazgeçmek ve kabul edilmesi başka bir şuura ihtiyaç gösterecek şeyleri söylememek lüzumunu anlar ve susarız.”` :çamlıcadaki eniştemiz `

    ki o herkeste farklı oranlarda da olsa delilik belirtileri sezer. ve der ki:

    “insanlara verilecek en iyi nasihat ruhlarının deliliğinden kurtulmaya çalışmaları değildir. madem ki buna imkan yok, madem ki hakikatte böyle bir kurtuluş yoktur, insanlara verilecek en kıymetli nasihat bu delilikleriyle iyi geçinmek sanatı ve ondan istifade etmeyi bilmek hüneri olmalıdır.nice sanatkarların sanatları böyle ehlileştirmiş oldukları cinnetlerinden gelir.”*

    eğlenceli bir adamdır da, sorgulamalarında gülmek zaman zaman mümkündür.“bir adamın kendi kendine akıllı demesinden ala delilik nişanesi olur mu?” diyerek akıl sahibi olduğunu söyleyenlere de çelme takar.*

    albülhak şinasi hisar’ın bir eserinde bahis konusu olan fahim bey için dillendirdiklerini eserlerini her okuyuşumda kendisi için hissederim:
    “ annemizin veya büyükannemizin açtığı bir eski zaman sandığı içinden nasıl gönüllerin derinden sezdiği ve hafif hafif bayıltıcı bulduğu bir ıtır duyulursa ekseriyetle bu sözleriyle sanki eski layihaları biraz saklamış bir takım kurumuş çiçekler, lavanta çiçeği torbaları, öd ağacı, gül suyu, çiçek suyu, amber çiçeği, kil, el sabunları, günlük ve tütsü gibi eski zaman kokan şeyler koklatmış oluyordu.” bu enfes kokular içinde hayalden, hakikatten, erdemden, güzellikten, en güzeli istanbul’dan, hasıl ı kelam hiç eskimeyen eskilerden bahseder..istanbulu önce ondan okumak sonra gezmek gerek. bu kadar da nettir yani durum.

    o kadar az kitabı var ki, oysa şahsına yakışacak kimbilir kaç kitabı daha olabilirdi? okudukça bitmesinden korktuğum sayfalarına sarılıyım amcam.o sonsuz sayfalarına ulaşmak mümkün olmadığına göre, tekrarlara devamdan ele kalan başka ne çare?

    doğumumdan on dokuz yıl önce vefat etmiş bir insanla benzer şeyleri hissediyor olmak duyguların tekerrürden ibaret olduğunu mu gösterir? yoksa yalnızca bizlerin benzer hayata tekabül edişini mi?

    dilerim, sığındığı tüm düşleri bu dünyaya bırakıp hakikate göçtüğünde hayatı boyunca aklının derin sorgulamalarına set çekemeyip yorgun düşürdüğü yüreği, hani onun dediği gibi, hiç rüya görülmemiş bakir bir yatakta bakir rüyaların kucağını sığınak edinmiş huzurla ebedi evinde saadet içinde uyuyordur..*
hesabın var mı? giriş yap