• abdülhak şinasi hisar 'ın kitabıdır.

    bağlam yayınları/103
    anlatı/5,
    abdülhak şinasi hisar bütün eserleri/2
    birinci basım: ekim 1996 (1944'de yazılmıştır)

    görsel
  • xxvı

    hayat duyguları ve ölüm düşünceleri

    'bazan hayat ve çok kere de ölüm, sevdiklerimizi ve birlikte yaşadıklarımızı bizden ayırınca içimizde eski bazı heveslerimizin söndüğünü ve bazı neşelerimizin sona erdiğini duyarız. artık onlarla birlikte düşünmeye alıştığımız fikirleri bir daha deşemiyecek ve onlarla birlikte gülmeye alışkın olduğumuz mevzularda bir daha gülemiyeceğiz demektir. böylece ölenlerin birçok alakalarımızı ve duygularımızı içimizden söküp kendileriyle birlikte götürdüklerini; onlarla beraber biraz da fikirlerimizin ve hislerimizin göçtüğünü ve kendimizin de biraz öldüğümüzü, parça parça ölmekte olduğumuzu anlarız. ölümün sevdiklerimizi ve bildiklerimizi birer birer yolumuzdan çekip aldığını göre göre onun bizimle münasebeti olmayan bir yabancı değil, fakat gölgesi yollarımızı saran bir bildik olduğunu ve hafızamızdaki mezarlık böyle büyüdükçe yavaş yavaş bize doğru yakla§tığını düşünmeye koyuluruz.

    hayatın bizimle kendi aralarındaki mesafeyi çoğaltan ba§kalarının ölümlerine daha ziyade tahammül edebiliriz. zira onları kaybetmek acısını haklarında duymaya başladığımız kayıtsızlık, hiddet veya nefret tedavi edebilir. fakat ölümleriyle ayrılmış olduklarımızın acısına zamanın yavaş yavaş olgunlaştırdığı unutkanlıktan başka çare bulunamıyor.

    eniştemizle halamın aramızdan ebedi ayrılışlarına kolay kolay alışamıyordum. birisinin keyifle tebessümünü gizleyen üzüntülü ve ötekinin safvetli bakışlarını perdeleyen hüzünlü halleri gözümün önünden gitmiyordu. diyordum ki, hayat lezzeti yine her yanda taze taze duyulurken kocaman şehrin vapur ve tren sesleri gönüllerimize eski sevgileri, hatıraları ve uzak ve dağınık yerlerin hazlarını çağıracak! boğaziçi'nin emektar vapurları, üsküdar'a doğru güya lezzet denkleri taşıya taşıya yol alacaklar! üsküdar' dan bir manevi yükseliş duygusuyla çamlıca'ya çıkışlar; çamlıca' dan, bir musiki dinleyiş hazziyle, ıstanbul'a bakışlar tekrarlanacak! istanbul günlerinin olmuş meyvalar gibi lezzetli ak-şamlarında, itikatlarının rahmetinde yürüyerek evlerine dönenler, muratlarına ermişler gibi geçecekler! geç kalınış çocuklar gibi, trenler, neşelerinden haykırarak, erenköy'üne doğru koşacaklar!

    bezgin günlerimizde, dünyanın manaları gilya vücudumuzdan akan kanlar gibi, gönlümüzden boşalarak, artık her şey gözümüzden düşünce, biz, odamızın inine çekilecek, yatağımızın deryasına dalacağız. o zaman hafızamızın ufuklarından eski muhabbetli günler ve eski lezzetli geceler, melek kanatlariyle gelerek, ve melek sesleriyle mırıldanarak; bizi eski ninniler gibi uyutacak! yaralanmış gibi yattığımız yataklar bizi vapurlar ve trenler gibi hulyalarımızın ikliminde ve rüyalarımızın diyarında dolaştıracak ve biz, bu yorgun seyahatlerden, geceden doğan günler gibi, yine dinlenmiş çıkacağız!

    sabahlar bize hayat lezzetini bir süt gibi sunacak. horozlar, seslerinin fıskiyelerini boğazlarını yırtarcasına yükseltirken, bir zafer sesiyle parıldayan güneşlerle, birçok şeyler vadeden asırlar gibi, ağırbaşlı günler doğacak. içimizde çocukluklar, sevgiler ve hulyalar çağlayacak ve biz kollarımızı, ağzımızı ve kalbimizi kucaklamak, öpmek ve sevmek istediğimiz hayata uzatacağız. bizi; derimizin içine yapılan aşılar gibi gençleştiren çocuk sesleri duyulacak ve biz, tahtıravalli oynar gibi, hazan yarı irademizle, hazan da yarı deliliğimizle kalkacağız. temcit pilavı gibi ısıtılmış eski masalları günün havadislerine karıştırarak, bütün ezeli mevzuları yeni meseleler ve davalar halinde kızıltıran gazeteler çıkacak ve müvezziler, içlerindeki yazılar kadar iddialı seslerle haykırarak, bunları zafer hüccetleri gibi dağıtacaklar. mucizeler beklemekten vazgeçtiğimizden beri gönlümüzü hafif ve ellerimizi temiz tutmaya yarayan bir sadelik ve usululukla dolaşacağız. düşüncesiz adamların beyinleri kadar boş kalan güzel yerlerde kendi kendimizle dolaşacağız. güneş, ruhumuzu ısıtan bir alk gibi, dünya hayatını büyüleyecek. dünya, yine, ressamlarını şaşırtan mucizelerine devam edecek. suların üstünde güneşin eriyen altınlarından doğan pırlantalar, fani ömürlerimizi hatırlayarak rikkatimize dokunan bir saniyelik parıldayışlariyle, üst üste kaynaşacaktır. yüksek ökçeleri üstünde, açık şemsiyeleri altında ve lavantalarının havası içinde, mücevherlerini liyakat madalyaları ve iftihar nişanları gibi talıyan sultanlar kadar süslü, mağrur ve kendilerine inanmış kadınlar göreceğiz ve bunlar, gözlerimiz önünde geçen bir hadise gibi, tesirli bir yüz taşıyarak ve ağırbaşlı bir musikiye uyarak önümüzden yavaş yavaş geçecekler. başkalarını halimize acındıran yoksulluklarımızı biz duymıyacak, zaaflarımızı biz kavramıyacak, kifayetsizliğimizi biz anlamıyacağız. biz de, günün münazaalarına, kahramanlar gibi atılıp karışacağız!

    yaşlana yaşlana gözlerimizden nice perdeler kalkacak. günün birinde nihayet kendi kendimizle tanışarak kıymetli bir dost kazanacağız. mahallesinin gürültülerini kendini saran ve okşayan bir deniz gibi duyarak, zaman içinde yüzen evimiz, arada bir, değişecek ve biz kabuğumuzu değiştirmiş gibi olacağız. içlerinde yaşayıp ayrıldığımız mahalleleri eski sevgililerimiz gibi hatırlayacağız. ihtiyar bir köşk bahçesindeki demir parmaklıkların siyah dantelaları üstünden sarkan hanımellerinin kokusunu gönlümüzü okşamış eller gibi hatırlayacağız. gölgelerini yere ve gönlümüze birer şefkat ve teselli gibi seren güzel ağaçların bu gölgesine sığınacağız. küçük evimiz içinde ferah gönüllerin gülleri aç,acak. bazan evimizde itibarımızı arttıran, herkese nazımızı çektiren ve bizi dinlendiren küçücük hastalıklarımız olacak ve bunlarla duygularımız inceleşecek. bir horoz, bir kuş veya bir vapur, bir tren ötecek ve içimizde sıra sıra gizlice nöbet bekliyen hatıralar, birdenbire kucak kucağa düşecekler. doyduğumuz ve bıktığımız şeylere tekrar acıkacağız. duygularımızı coşturan nice hummalı seslerin davetlerini duyacağız. guya gidecekleri uzak yerleri haber veren derjn sesli vapurlar bizi suların ve hulyalarımızın beliklerinde sallayarak, zevkimizin hasret çektiği tılsımlı diyarlara ulaştıracak ve dönüşlerin hazzı gidişlerinkini aşacak!

    akşamlar bize hayat lezzetini bir içki gibi sunacak. ümitli, ümitsiz, kayıtlı, kayıtsız günler ve gecelerimiz için nice saatler kuracağız. hayat telakkileri bizimkine uyan -tatlı dilli akrabalar, ahbaplar ve geçmi§ zamanlar yakından ve uzaktan gelecek ve ruhumuzun aksi-sedasını duymak zevkiyle, bizimle gıiya §çşifreli bir lisanla konuşacaklar. gönüllerin muhabbetiyle tütsülü saatlerde yaşlılar zamanla büyülenmiş eski dertlerini hoş masallar gibi anlatacaklar. nice insanlar biçare ömürlerinin maceralarını en tuhaf vakalar gibi hikaye ederek bizi güldüren garabetlerine yine devam edecekler. nice zevkleri, bozuk paralar gibi, harcamak için, cebimizden çıkaracağız. her sahada yeni neslin istidatları meharetlerini cambazlar gibi gösterecekler. eski at cambazhanelerinin kaybolmuş sandığımız çalgıları, arada bir, hafızamızda perendeler atacak. güzeller bize görünüşleriyle, ruyalarını vererek, zevkin mev'ut olduğunu duyuracak ve saadetin mümkün olduğunu düşündürecekler. şeklin ve manzaranın güzelliğini takdire meylimiz artacak ve dünya güzellikleni, bizim için, git gide sevdiğimiz yüzlerde toplanmış gözükecek. sevdiğimiz güzelliklerden geçen zamanlarımıza ince bir tad sirayet edecek ve biz artık güzel bulduklarımızdan, aynı zamanda, zeka gibi, vefa gibi, bulamıyacağımız faziletleri aramıyacağız. hep renk, tüy, biçim ve süsten bahseden kadınların kuş dillerini dinliyerek, bu sözlerle dinlenmeye alışacağız!

    yaşlana yaşlana gözlerimizden nice perdeler kalkacak. sönmesi bütün kainatımızı söndürdüğünü ve bizi ebedi karanlıklara batırdığını sandığımız büyük bir aşkın yıllar süren gecesinden sonra, yeniden duyacağımız başka bir aşkın güneşi doğacak ve geçirdiğimiz karanlıkta aklımızla gönlümüzü donduran buzları eritecek: uzaklardan, muhabbet dolu kutular gibi mektuplar gelecek ve bunların birer cümlesi, eski vefalı zamanlarda duyduğumuz çalgıların bir havası ve eski gönüllü bestelerin bir nakaratı gibi, artık hafızamızda işliyecek. saadetimiz için kurulmuş bütün oyuncakları, söz dinlemez ve uslanmaz çocuklar gibi, içlerindekini görmek için daima kıracak, sonra, kırılacak ve ağlıyacağız. gündüz hulyalar ve ece ruyalar imdadımıza yetişecek. karanlıklarımızın uzunca dolaşan bazı eski gözlerin sonsuz bakışları bize koruyucu melekler gibi bakacak. nice şeyler sevecek ve hayatın kendisini bütün bu şeylerin hepsinden ve hatta, canımızı, kendi ömrümüzden bile daha çok sevdiğimizi duyacağız. "yarabbi! ne çok yaşamışım, ne de çok hatıralarım var!" diyeceğiz. fakat bu hayatın ekşimtrak çeşnisinden yemekle doymıyacağız. her günün ve her gecenin ekmeği ve suyu gibi, hazzı ve hulyası da bize yeni gelecek. her ümit kapısı kapandıkça yeni bir hayal kapısı açılacak ve imkanı olan bütün bu güzel şeyler, ancak yaşayanlar için mümkün olacak!

    fakat, eyvah! diyordum, bizi bırakmış ve bizim de kendilerini bırakmış olduklarımız, artık seslerini bir şefkat halinde duyamıyacaklarımız, tebessümlerini gözlerimizle öpemiyeceklerimiz, muhabbetleriyle bir daha doyamıyacaklarımız, artık gitgide unuttuklarımız, kendilerinin de ömürlerinin mayası olmuş bütün bu şeylerden onlar şimdi ne duyacaklar. bütün bunlar, şimdilik, daha bizimdir. fakat onlar, deli eniştemizle zavallı halam, orada, uzaklarda, gömüldükleri topraklarda, biri karacaahmette, öteki mevlevihane kapısı civarında, unutulmuş, kaybolmuş mezarlarında bütün bunlardan sanki ne duyar, ne anlarlar? yavaş yavaş, parça parça ölen bizler, ölülerin birdenbire ne kadar ölmüş olduklarına bir türlü akıl erdiremiyoruz. onlar artık kendilerinden bize geçmiş, biraz da bizde kalmış zerreleriyle, ancak biraz bizim içimizde yaşayabilirler. onları ancak biz, biraz hatırlamakla, içimizde, kendimize karıştırarak belki bir gölge, belki bir rüya halinde, biraz daha yalatmış oluruz!

    fakat, ölülerden bize ancak hepsi az süren, bozulmadan evvel bile belki yanlış ve herhalde müphem, hepsi de havalanan kokular gibi dağılan birtakım hatıralar kalmış oluyor. her şey, ruyalar gibi, o kadar seyyal geçiyor ki bu kadar zahmetle yaşanan ıamanlardan insana birtakım vesveselerden başka bir şey kalmıyor!

    ölülerin arkasında kalanlar, onların hatıralarını da ancak kendi boylarına indirerek, kendi huylariyle bozarak ve kendi unutkanlıklarına göre parça parça hatırlarlar. bu da, bu hislerin alacakaranlığında, başkalarının hafızalarında, yani dünyanın en az emin olan sahasında, onlara nasip olan sonuncu bir kalış, bir hayal varlığının sonuncu gölgeleridir. zira kendilerini biraz tanımış olan bu unutkanlar da bir gün gidince, artık yeryüzünde onları biraz olsun sayıklayacak kimseler de bulunmaz!'
hesabın var mı? giriş yap