• 22 ekim 2021'de yayımlanacağı duyurulmuş olan yeni dream theater albümü.

    şarkı listesi:
    1. the alien (9:32)
    2. answering the call (7:35)
    3. ınvisible monster (6:31)
    4. sleeping giant (10:05)
    5. transcending time (6:25)
    6. awaken the master (9:47)
    7. a view from the top of the world (20:24)
  • the alien faciasından sonra biraz gönlümü almayı başarmış albüm.

    özellikle albümle aynı adı taşıyan
    a view from the top of the world şarkısını çok beğendim. progressive alanda çok güzel ve soyut riffler taşıyor. violin ve çello sesi beni benden aldı. ama iki büyük eleştirim olacak. ilki main melody için çok fazla key kullanmışlar. birine alışamadan bir diğeri başlıyor. sallıyorum ilk iki nota a minor dizisi, sonraki nota f# minor sonra hoop g major... abi kafa gitti iyice dinlerken. beyninde mıncıklanma hissettim. ek olarak akustik bölümde on the backs of angels 'taki kullandığınız e minor 9 akorunun aynısını kullandınız. ama e notası mı emin değilim. gitarım yanımda değil, deneyemedim.

    bir diğer eleştiri petrucci'nin solosu. şarkının zirveye çıkardığı duyguları toplayıp solo section ını başlatıyor ama tam anlamıyla tatmin edemiyor dinleyicileri. örneğin octavarium, the best of times gibi şarkılarda son solo öncesi riff 2 kere tekrar eder. ilk tekrarda tam aha dolo geliyor derken bir kez daha çalarlar. bu müzikal bir yöntemdir. ancak o solo ile zirvedeki duyguları etrafa saçamazsa insanın içinde boğulmuş gibi bir his kalır.

    bunun harici ben albümün kapağı dahil şarkılarını falan beğendim. özellikle kapak geçmiş albümlere selam çakıyor. bu adamların yaptıkları albüm kapağı bile içinde bir milyon şifre barındıran bir şaheserdir. bu arada maginiyi çok eleştirmiştim ama güzel çalmış. beni haksız çıkardı.

    transcending time şarkısı bildiğiniz happy şarkı. yani major based. hatta mixolydian falan geldi kulağıma. tabi şarkı içinde bu yüz kez falan değişiyor. ama bir bölümünde phrygian dizisi kullanmışlar. zaten sesten direkt anlıyorum. çünkü kendisine has bir melodisi olur. bir oryantal hava katar. ki ben çok severim. böyle tam oooh içim rahatladı derken kısa kesip yine boğulmama sebep oldular.

    albümün özeti benim için şu; dream theater fena bir iş çıkarmamış. ama dinlerken sürekli o müzikal duyguyu yarıda kesmişler. afedersiniz iş*rken yarıda bırakmış gibi hissettiriyor. bak müzisyenseniz dediğimi anlarsınız.

    geldik puanlamaya.
    özgün ana melodi: 10/8
    müzikal teknik: 10/9
    melodinin kulağa hitabeti: 10/7
    akıcılık: 10/6
    keyboard solo: 10/8
    petrucci solo: 10/6
    sunum:10/9
  • aşırı kompreslenmiş ve işlenmiş davul sound'undnan dolayı dinlemekte zorlandığım albüm. over-engineering tüm enstrümanlarda hissediliyor ama davulda patron çılıdırmış tamamen.

    buradan size sesleniyorum, ey dream theater neden? tekrar ediyorum, neden?
    bir de albümü kendiniz kaydetmişsiniz. aşırı iyi müzisyenlersiniz ama bu sound nedir. mükemmeliyetçiliğiniz sizi yedi bitirdi.

    kapatacağım sizi bir odaya, tüm ekipmanınızı da elinizden alacağım. sadece benim verdiklerimi çalacaksınız, kontrol odasına girmek de yasak. çıldırttınız adamı. kapatıyorum albümü de, dinlenmiyor ulan, dinlenmiyor!
  • 22 ekim çıkışlı dream theater albümü.

    dream theater hayranıyım ve çok beğendim. bence son zamanlardaki en iyi işleri olmuş.
  • dream theater, son albümü distance over time'ın üstünden çok da vakit geçmeden yeni albümleri a view from the top of the world'ü çıkardı. aslında bu albüm covid nedeni ile turne programının yarıda kalması sonrası başlayan bir boşluğun son ürünü. bu boşlukta gitarist john petrucci boş durmadı ve önce solo albümünü, sonra da klavyeci jordan rudess ile liquid tension experiment 3'ü kaydetti. bu iki albüm de grubun dthq adlı yeni stüdyosunda kaydedilmişti. bu gazla beraber, dream theater da yeni albüm kayıtlarına girişti.

    elimizdeki albüm, grubun kendi stüdyosunda çalışmanın verdiği rahatlık ve özgüven ile ortaya çıkmış, sound olarak oldukça başarılı bir eser. gruba kalırsa bunun bir nedeni yeni stüdyo, diğeri de petrucci'nin de son solo albümünde çalışan ve şu an judas priest'in konser gitaristliğini yapan andy sneap'in mixing ve mastering'teki başarısı. özellikle iron maiden'ın senjutsu'sunu dinlediğimiz bu yakın dönemde dinlediğimiz bu albüm pırıl pırıl bir kayıt. mesela geçen albümde bana kalırsa sadece gitar ve bateri çok öne çıkıyordu. burada ise klavye de bas gitar da vokal de diğerleri gibi çok iyi kaydedilmiş. sadece kayıtla alakalı da değil. petrucci, rudess ve john myung üçlüsü zaten belli başlı standartlarını koruyor. davulda mike mangini, bir önceki albümün de önüne geçen bir performans göstermekte. vokalde james labrie de sorunsuz ilerliyor.

    böyle anlatınca sanki dream theater'ın en iyi albümünü dinliyormuşuz gibi olsa da aslında öyle değil. kayıt ve performans ne kadar iyi olsa da bence şarkılar o kadar güçlü ya da akılda kalıcı değil. aslında neredeyse hepsinin nakaratları güzel ama onun dışında artık çok fazla aşina olduğumuz dream theater numaraları var. albümde de sadece yedi şarkı olduğu için bu uzun şarkılar içindeki melodiler birbirlerine giriyor. akıl bazen de eski şarkılara gidiyor. yani dream theater, şarkı yazarlığı ve performans anlamında çok da yeni bir şey önermiyor bu albümde. kısacası her zamanki dream theater, güzel bir kayıt ile yine karşımızda. sürpriz yok. özellikle ilk dinleyişte albüm tek bir şarkıdan oluşuyor gibi gelse de şarkılar arası nüanslar zamanla biraz daha oturuyor. albümün sonundaki epik de bence beklentilerin altında, düz bir eser. tabii düz derken, dream theater standartında bir düzlükten bahsediyorum. yoksa merak etmeyin, bol bol deli gibi ritm ve ölçü değişiklikleri, çılgın sololar bu şarkıda da albüm boyunca da mevcut.

    albümü açan the alien tam bir dream theater şarkısı. girişini aç, hiç bilmeyen birisine "işte dream theater böyle bir şey" diye dinlet. öyle çok şaşırtan, coşturan bir bölüm yok. beklentileri tam karşılayan, şaşırtmayan bir eser. özellikle güzel olduğunu belirtmek istediğim şeyler var. öncelikle ben şarkının davullarını çok beğendim. statik bir çalma stili yok zaten mangini'nin ama aralara aralara serpiştirdiği o küçük numaralar eğlenceli. 5:30 gibi kısa bir süre daha tribal davullar kullanılan bir bölüm var ki çok hoşuma gitti. bas gitarla beraber çok iyi gidiyordu, keşke daha bile uzun tutsalardı. neyse ki bas gitar o ritmi, sonraki petrucci solosunda da uzun uzun devam ettirmekte. bunun dışında girişteki karmabolün birinci dakikada daha duygulu bir gitar solosuna bağlanmasıyla ortaya çıkan rahatlama hissiyatı pek güzel. benzer bir melodiyi "i am the alien" ile başlayan kıtada da kullanmışlar ve benzer rahatlama hissi orada da geliyor. zaten onun ardından da o melodinin neredeyse aynısı ile şarkı bitiyor. bir de james labrie'nin yazdığı sözler hoşuma gitti. geçen albüm yine benzer bir temaya sahip pale blue dot ile kapanmıştı. böylece grup kaldığı yerden devam ediyor. insanın durmak bilmez merakı ve yeni yerler keşfetme arzusu şarkının temasını oluştururken, uzayda artık bir uzaylıya dönüştüğümüz iddia ediliyor. vokal, gitar ve klavye için özel bir şey demeye gerek yok gibi. standartlar korunmuş. şarkıda "dijital insan" tabiri kullanılırken, klavyenin bazı anlarda çok yapay bir hale gelmesi hoş bir dokunuş. sonlarda ise klavyenin koro sesini taklit etmesi de şarkının insanı tekrardan odak noktasına almasını gösteriyor. bence çok heyecan verici bir dt şarkısı değil ama umduğumuz tadı sunan bir şarkı.

    answering the call başladığında aklımda seçilen ritimden ötürü hemen "i know the pieces fit" sözleri yankılanıyor. bu melodi nakaratta da sözler arasında çalmakta. ancak şarkıya direkt schism çakması demeye gerek yok çünkü gerisi pek de alakalı değil. bu arada "weeping mother, too late to cry" kısmında da aklım avenged sevenfold'un so far away'in "never feared for anything" kısmı aklıma geliyor. bu da sadece tek mısra. yani belli başlı etkileşimler olsa da büyük resimde bir problem yok. şarkının ilk yarısını genel olarak vokal taşıyor ki vokal melodilerini çok beğendim. özellikle nakarat başarılı. şarkının ikinci yarısında da petrucci ve rudess ikilisine "buyrun beyler saha sizin" diye yer açılmış. onlar da nefes almadan arka arkaya sololar ile boş kağıdı doldurmuşlar. en güzeli de herhalde bu bölümün sonunda beraber çaldıkları anlar. şarkının sonu biraz daha ilginç. şarkının diğer kalanına göre daha sert bir gitar rifi üstüne klavye daha elektronik sesler çıkarıp bir önceki şarkı olan the alien'a sanki selam gönderiyor. sözler de ilk şarkı ile sanki biraz alakalı. keza ilk şarkıda insanoğlu yeni bir dünya ararken, burada kendi dünyamızı yakıp yıktığımız ve bir çözüm bulamadığımızı anlatılıyor. bu bağlantı da tesadüf değil çünkü bu sözler de labrie'nin kaleminden çıkma. tool'a benzettiğim ana rifi güçlü olsa da, ilk şarkıda olduğu gibi kötü olmayan ama çok da özel olamayan bir şarkı gibi hissediyorum.

    albümden duyduğumuz ikinci şarkı olan invisible monster, gördüğüm kadarıyla biraz "radio-friendly" denerek eleştirildi. yani dream theater'ın diğer şarkılarına göre daha az karışık olsa da bu esere bir hit şarkı olma amacı ithaf etmek doğru değil. şarkıda biraz korku filmi soundtrack'i havası var. şarkı girişindeki ve solonun başındaki efektli gitar arpeji, yine solonun başındaki davullar ve de rüzgar efektleri, ve de elbette şarkının sözleri bir gerginlik, bir belirsizlik hissettiriyor. ancak nakarat standard bir dream theater nakaratı. "the serpent inside" diye başlayan kısmın arka planındaki gitar melodileri de çok eğlenceli. ancak şarkıda herhalde en çok gitar solosunu sevdim. petrucci hız ve melodiyi bir araya getirdiği zaman gerçekten tadına doyum olmuyor. 4:25 gibi petrucci'nin neo-klasik bir tarzdan çalıp, rudess'in de harpsichord efektli bir klavye ile eşlik etmesi (ki bu efekt son şarkıda da var) şarkının benim için zirvesi ama çok kısa tutmuşlar maalesef. tadı damakta kalıyor. sonuç olarak belki müzikal olarak çok albümün en durgun eserlerinden biri ama yine de karanlık havası ve muhtesem solosu ile albümdeki favorilerimden.

    sleeping giant, bir önceki şarkının içerdiği korku filmi havasını devam ettirir gibi açılsa da tamamen başka bir şarkıya evriliyor. şarkı aslında sertlik ve duygusallık arasında gidip gidip gelen bir yapıda. sert kısımlarda gitar aslında dt standartlarına göre daha basit rifler kullanıyor, soloda da çok çarpıcı işler yok gibi geliyor. acayip teknik işler var elbette ama beni çok vuran bir an yok. klavye de yine çok şaşırtıcı değil. gitar sololarına kıyasla buralarda daha çok eğlensem de klavye solosu da öyle unutulmaz değil. ancak solonun ilk bölümünde zaman zaman rudess'in yapmayı çok sevdiği eski kafa, ragtime tadında bir solo var ki bu tarz şarkının ciddiyetini bozsa da hep hoşuma gidiyor. yapacak bir şey yok. bir de sololu bölüm sonunda "the alien"ın sonundaki gibi koro sesleri kullanması hoşuma gitti. şarkıya enerjisini bence davul atakları veriyor. sololar sırasında da bas gitar, öne çok iyi çıkıp, iyi bir destek veriyor. şarkının duygusallığına en güzel örnek herhalde nakaratın ilk tekrarı. tanıdık ama güzel bir vokal melodisi, piyano ile güzel birleşiyor. vokaller bence nakarat dışında da çok başarılı. hatta ikinci kıtanın ortasında bir ara verip "oooo" diye bıraktıkları melodiyi çok zevkli buldum. tam konserlik bir bölüm yapmışlar. şarkıya outro olarak ekledikleri bölüm de duygusal anlamda daha öne çıkan bölümlerden ki scenes from a memory albümünü çağrıştırdı. sözlerden bahsemedik bu arada. petrucci'nin yazdığı sözler insanın içindeki iyilik ve kötülüğün savaşına gönderme yapıyor. albümün sözleri genel olarak insanoğlu ve insanın içindeki çatışmalar konusunda çok tutarlı bir yol izliyor.

    transcending time, albümün genel havasından daha farklı, daha mutlu bir sounda sahip. bu nedenle bir çok dt hayranı şarkıya hemen "albümün en kötü şarkısı" yaftasını yatıştırdı. bence sadece bu nedenle şarkıya kötü demek doğru değil. aksine albüme farklı bir hava vermesi ile hoşuma gidiyor. girişteki, biraz komik tonlu, klavyenin çaldığı melodiler bence tatlı. aklıma da solitary shell'i getiriyor. bu melodiyi daha sonra gitar da çalıyor ama aynı hissi vermiyor. klavyenin soloları dışında sonlara doğru şarkının iki tane kısa piyano bölümü var. birincisinde yine gitar eşlik etse de ikincisi tamamen bir piyano solosu. bu bölümler de zaten pozitif havadaki şarkıyı iyiden iyiye yumuşacık bir hale getiriyor. vokaller de şarkı boyunca sıcak bir his vermeye devam ediyor. özellikle en sonra "transcending time" diye tekrar edilen bölümde bunu farketmek mümkün. ancak 3:30 gibi başlayan gitar solosunun daha sert ve daha oryantal tatlar içermesi ile şarkının genel havasından çok farklı bir yöne gidiliyor. sonlarında petrucci'nin yaptığı numaralar çok karizmatik. sözler ise aslında öyle pozitif değil. ucu oldukça açık bırakılan sözler aslında doğanın içinde kendini bulan birinin zaman mevhumunu kaybetmesi gibi bir konuda.

    transcending time sonrası bu pozitif havayı yok etmek için en uygun eser olarak awaken the master'ı dinliyoruz. bu albüm öncesinde petrucci'nin ilk kez sekiz telli bir gitar kullanacağını duymuştuk ama hangi şarkıda olduğunu bilmiyorduk. lakin bu şarkının girişi başladığı anda sekiz telli gitarın nerede olduğu ortaya çıkıyor çünkü oldukça karanlık bir rif ile şarkı açılıyor. şarkının devamında, herhalde kulak aşinalığı kazandığım için, sekiz telli gitar bana o kadar da sert gelmiyor. zaten petrucci de bütün şarkı boyunca en sert telli kullanmıyor ama tabii şarkı başında, ana rifi tek başına duyunca etkilenmemek zor. gitarın en etkileyici olduğu yer ise altıncı dakikada wah pedalına abanan petrucci'nin çaldığı bölüm. hatta albümün en güzel anlarından biri olduğu kesin. aslında aynı melodiyi daha önce ve de şarkı sonunda klavyeden duyuyoruz ama wah desteği ile aynı melodi apayrı bir şeye dönüşüyor. bunun dışında yine klasik olarak bol bol gitar ve klavye soloları dinliyoruz. bu sololardan wah performansı sonrası duyduğumuz kısımda çok klas mangini performansları da duymak mümkün. myung'ın sözleri yine albümün genel temasına uygun olarak insanın kendi içinde dengeyi bulup, bir yolculuğa çıkarak kendini bulma çabasına değinmekte. sekiz telli gitarı dengelemek için yine ara ara piyano ya da daha melodik klavye notaları duyuyoruz. sözler öncesi nispeten daha duygulu küçük bir gitar solosu da var. yine de wah'lı bölüm dışında o kadar da akılda kalıcı bir eser olduğunu sanmıyorum.

    geldik, meşhur "epik" şarkıya. albüme adını veren a view from the top of the world maşallah 20 dakikadan fazla süren upuzun bir şarkı. ancak baştan söyleyeyim: hiç de öyle "epik gibi epik" bir şarkı değil. elbette müzikal olarak çok dolu ki buna değineceğiz. öte yandan bu kadar uzun bir şarkının getirmek zorunda olduğu ilginçlik ve görkem burada mevcut değil. aksine akılda kalıcı bir motifi bulunmayan, aşırı ilginç şeyler içermeyen bir müzik. önce sözler ve konudan başlayayım çünkü bu tarz bir şarkı her şeyden önce ilginç bir konudan bahseder. burada ise eye of the tiger'dan fırlama bir gaz verme şarkısı var. ınsanın limitlerini zorlayıp, fiziksel limitlerinin ötesine geçip imkansıza yakın hedefleri başarmasına değinen şarkının konusu tek başına kötü değil ama 20 dakika boyunca süren bir şarkıda konu belli bir hikayeye bağlanmadığı için çok havada kalıyor. şarkının müzikal olarak dikkat çeken birkaç yeri var. benim için en önemlisi daha şarkının ilk bölümü olan the crowning glory'de duymaya başladığımız orkestral düzenlemeler. ancak gerçek bir orkestra yerine rudess'in bir arkadaşı ile beraber geliştirdiği ios uygulaması kullanılarak ipad'den kaydedilmiş bu bölüm. bence çok başarılı bir proje, şarkıda da çok uygun kullanılmış. özellikle şarkının ikinci bölümü olan rapture of the deep'te duyduğumuz sentetik çello acayip güzel. bu çellonun çaldığı melodinin elektro gitar versiyonu da cillop gibi, özellikle de bu bölümün sonundaki solo inanılmaz. genel olarak şarkının yavaşladığı rapture of the deep bence müzikal olarak çok doyurucu. nakarat şarkıda beğendiğim anlardan başka birisi. james labrie burada ve şarkının genelinde yine çok iyi. nakarat sonrası john myung'ın bas gitar kaydı leziz. bu bas gitarın üstüne uzun uzun bir kıta inşa etmişler, bu da işe yarıyor. öte yandan çok fazla birbirinden kopuk kopuk enstrümantal kısımlar var. hepsi iyi çalınmış (mesela üçüncü bölüm the driving force'un girişinde klavye de gitar da deliriyor) ama farklı parçalar arasında pek bir uyum yok. ortada bir hikaye olmadığı için de bir şeye bağlanmıyor. yine de the driving force'taki harpsichord ve onu takip eden klavye solosu zevkli. yani şarkının içinde bol bol güzel bölüm var ama bir bütün şarkı olarak düşündüğümde benim için çok akmıyor.

    albüm de aslında özetlemek gerekirse öyle. hiçbir noktasında kötü bir müzik duymuyorum. her şey ustaca, hatta bir dream theater klasiği olarak belki de gereğinden fazla ustaca ve steril çalınmış. ancak işte o vuruculuk, kalbe ya da beyne dokunuş hissi o kadar fazla yok. distance over time'ı daha ilk dinlediğimde "ya bu şarkı bak iyi, yine dinleyeyim" derken burada şarkı şarkı gidemiyorum. "şu şarkının burası, o şarkının şurası" gibi yorumlar yapıyorum. hele ilk dinlediğimde hiçbir iz bırakmadan öyle akıp gitmişti. döndüre döndüre biraz daha kendini sevdirdi. belki biraz daha bile zaman gerekiyordur. prog metal sevenler için tavsiye ederim. dinleyicisini uçuracak bir iş değil ama dream theater'dan falsosuz, tertemiz bir performans dinlemek isteyenlere birebir.

    3.5/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: invisible monster, awaken the master, sleeping giant
  • dream theater'ın 22 ekim 2021'de piyasaya çıkmış son albümü.

    albümü full konsantre olarak 2 kere dinleyebildim. çok çabuk sevilesi bir albüm değil açıkcası -ki bu hoşuma gitti. parçaların başladığı gibi bitmemesi, en durağan yerde tansiyonu birden arttırmaları, 90'lar dream theater'ının alışılmış hareketleri idi ve bu şekilde ilerleyen besteler görmek sevindirici.
    albümle ilgili bir diğer hoşuma giden konu ise, mike mangini'nin distance over time ile yavaştan hissettirilen özgün stilinin bu albümde daha da belirginleşmesi olmuş. öncesinde petrucci'nin yazdığı ve drum machineden hallice olan sound, yerini oldukça organik ve güçlü bir stile bırakmış. bu esasında mangini'yi dt öncesinden de bilen bizler için şaşılmadık bir durum. bu arada çıtayı biraz daha yükselterek şunu da söylemek isterim ki, eğer portnoy ayrılmamış olsa idi distance over time ve bu albüm seviyesinde çalışmaları asla göremeyecektik. train of thought ile başlayan ve sonrasında "en iyi albümümüz bu", "daha karanlık", "daha sert" diye diye devam eden albümlerin içinde maalesef o kadar yavan besteler vardi ki, dinlerken "90'larda falling into infinity ya da scenes from a memory için akmar önünde sabahladığım grup bu grup mu?" diyordum. mangini'nin gelmesi az da olsa heyecanlandırdı ise de bu vasat albümler serisi devam etti. "the astonishing'den beter ne yapılabilirdi?" derken son 2 albümleri ile ters köşe oldum. açıkçası train of thought'tan beri portnoy'un stilini de beğenmemeye başlamıştım. images and words ve özellikle awake albümlerindeki tertemiz ve özenli çalan adam gitmiş, yerine haldır huldur çalan biri gelmiş gibiydi. bu albüm ile mangini o özenli stili gruba geri kazandırmış. neredeyse 60 yaşında ama hala yeni fikirlerin peşinde, belki bestekar olarak değil ama çok iyi bir davulcu olarak grubun sounduna oldukça büyük bir katkı yapmış.
    jordan rudess'in de son 2 albümdür 1000 tane değişik ses efekti ile kafamızı ütülemeyip sadece çok iyi bir klavyeci olarak ne kadar güzel işler çıkarttığına şahit olmak ayrı bir mutluluk.

    dinlemesi ve sevmesi vakit alacak bir albüm ancak, grubun hala iyi ya da kötü, yeni fikirlerin peşinden gidiyor olması eski bir dt hayranı olarak beni mutlu etti.
  • invisible monster gibi harika bir riffi olan şarkıya evsahipliği yapan yeni dream theater albümü. şarkı riffi adeta images and words döneminden çıkmış gibi.
    maalesef onun dışında albümde çok fazla orijinal iş yok gibi. yani albüm kötü değil, kendi içinde günümüz müziği için iyi bir progresif metal albümü. fakat albümdeki her bir şarkı daha önceki - özellikle portnoy sonrası dönem- dt şarkılarının varyasyonları gibi geliyor. işçilik tek tek harika aslında, john petrucci hiç bir zaman eskimiyor, her solosu kendine hayran bıraktırıyor, rudess'i genelde fazla civ civ yapıyor diye eleştirirler, albümde gayet dozunda bırakmış. bir tek mangini albümün her anında davul duyulmalı diye hırs yapmış sanki, kick drumların, tomların olmadığı boşluk bırakmıyor.
    portnoy sonrası dt'ye fazla sövülüyor, ama bence mesela dramatic turn of events harika bir albümdür. mangini'li dt'nin de çok iyi olabileceğinin kanıtıdır.
    kısacası dream theater özellikle son 10 yıldır kendi yaptıkları işleri fazla tekrar ediyorlar. farklı yapıda şarkılar üretmenin zamanı geldi. risk alsalar, mesela zamanında muse özentisi olarak görülen prophets of war tarzı işler bile deneseler en azından hala taze müzik ürettiklerinin sinyalini vermiş olacaklar.
    bu haliyle dream theater dondurucudan çıkarılıp çözülüp ısıtılan yemek gibi geliyor.
  • tükkana gelmiştir. pek ümidim yok ama dinleyip bakıcaz belki yazarım ama ondan da pek ümidim yok.
  • dream theater'ın kariyerinin en zayıf halkası. james labrie vokallerinin bittiği enstrümanların arasında kaybolup müziği sıkıcı hale getiren albüm. sony'nin bazı prog albümlerinin çift cd olarak basıp ikinci cd’sinin enstrümantal olan versiyonu da yayınlanmış ve vokalsiz dinlemesi gayet keyif verici olabilen albüm.
  • yalnızca dream theater hayranları tarafından değil tüm dünyaki prog severler tarafından grubun 2000'li yıllarda çıkardığı 10 albümün en iyi 3. sü olarak görülüyor. öyle görülüyor olacak ki prog archives notu şu gün itibari ile 3.82. bakalım gelecek yıllar neler gösterecek, bu albümün de üstüne çıkabilecekler mi cidden merak ediyorum. çok yaşa dream theater

    sdoit 4.15
    adtoe 3.84
    avfttow 3.82
hesabın var mı? giriş yap