• arkadi ve boris strugatski romanı. bilim kurgu kisvesi altında politik eleştiri.
  • (aka: hard to be a god)
    imdb sayfasından da görülebileceği üzere, 2015 nika ödüllerinde ortalığı silip süpürmüştür.
    izlenmeli...
  • (bkz: idi i smotri)
  • ithaki bilimkurgu klasikleri dizisinin 23. kitabı olarak, tanrı olmak zor iş ismiyle türkçeye çevrilmiş ve basılmıştır.
    http://kayiprihtim.com/…aberler/tanri-olmak-zor-is/
  • arkadi ve boris strugatski kardeşlerin kitabı. tanrı olmak zor iş adıyla çevirmiş ithaki.daha öncesinde imge yayınları ''zor şey tanrı olmak'' ismiyle çevirmiş.
    ithaki bilim kurgu klasikleri serisi sayesinde tanıştığım yazarlar kendileri, okuduğum ilk kitapları.

    --- spoiler ---

    yer:arkanar krallığı zaman:ortaçağ olarak adlandırabileceğimiz bir dönem. (kitapta bilinmeyen bir dönem olarak geçiyor) dünyadan gözlemci olarak bu krallığı gönderilen rumata ise baş kahramanımız. okuma yazma bilmenin, şiir yazmanın, bilimsel çalışmaların yasak olduğu bir krallık. çünkü arkanar krallığına okuyan insan lazım değil, sadık insan lazım.
    sondeyiş bölümünde boris'in bahsettiği üzere kitabın üç silahşörler tadında eğlenceli bir hikaye olması planlanırken, dönemin rusya'sında parlak bir gelecek hayali kurmanın imkansız olduğunu fark etmişler ve kitap bu şekilde ilerlemiş.

    --- spoiler ---
  • boris ve arkadi ştrugatski'nin yazdığı; orta çağ karanlığına, cehalet ve köleliğe, baskıya karşı bir eleştiri olarak yazılmış karanlık güzel bir bilim kurgu romanı.

    --- spoiler ---

    ''kötülük tükenmez. hiç kimse, onu yeryüzünde azaltamaz. kendi kaderini birazcık düzeltebilir ama daima başkalarının kaderlerini kötüleştirme pahasına. az ya da çok zalim krallar az ya da çok vahşi baronlar, kendine zulmedenlere takdir, kurtarıcılarına ise nefret besleyen cahil halklar her zaman olacak. olacak çünkü bir köle, zalimler zalimi de olsa, efendisini kurtarıcısından daha iyi tanır zira her köle, kendisini efendisinin yerine koyar da, bencillikten uzak kurtarıcısının yerine koyabilen pek azdır. insanlar böyledir don rumata, dünya böyle bir yer.''

    --- spoiler ---
  • kötülüğe, zulme, bilgisizliğe ve karanlığa doğru ilerleyen günümüz toplumlarının evrildiği yönün öngörülebilir bir distopya olduğunun kanıtı niteliğinde okunması gereken boris-arkadi strugatski kardeşlerin yazdığı bilim kurgu kitabı.

    kitabın sonunda değinildiği üzere eğlenceli bir bilim-kurgu hikaye tasarısı üzerinde durulurken o dönem rusya'daki siyasi iktidarın yarattığı baskı ortamında karanlığa, bilgisizliğe ve baskıya karşı olan fikir üzerinde evrilerek oluşan kavramlar, türkçeye çevrilen ismiyle tanrı olmak zor iş'in yazılıp günümüze de ışık tutmasını sağlamıştır.

    ---spoiler ---

    hiçbir devlet, bilim olmadan gelişemez; komşuları yok eder onu. sanat ve genel kültür olmazsa devlet kendini değerlendirme ve böylece çeki düzen verme yetisini kaybeder, her saniye ikiyüzlüler ve alçaklar doğurmaya başlar, yurttaşlarında tüketim çılgınlığı ve kibir gelişir, sonunda da daha akıllı komşularının kurbanı oluverirler. ellerinden geleni artlarına bırakmasınlar, kitap kurtlarına zulmetsinler, bilimi yasaklasınlar, sanatı yok etsinler; er ya da geç ayakları birbirine dolanacak, dişlerini çağresizce ve nefretle sıkacaklar ama iktidar sarhoşu ahmak ve cahillerin nefret ettiği insanlığa yeni bir yol açılacak.

    ---spoiler---

    edit: imla
  • --- spoiler ---
    "o halde öyle yap ki, insanlar her şeye sahip olsunlar, böylece senin ona verdiklerini birbirlerinden çalmasınlar."
    "bu da insanların yararına olmaz," dedi rumata, iç çekerek, "zira o zaman insanlar her şeyi emek harcamadan benim ellerimden alır, çalışmayı unutur, hayatın anlamını kaybeder ve ebediyen besleyip giydirmem gerekecek evcil hayvanlara dönerler."
    --- spoiler ---

    kitabın benim için en ilginç yanı yazarların dönemin atmosferinden nasıl etkilendiğini her sayfada hissettirmesi oldu. kruşçev döneminde yapılan "sanat sansürü" zaten kitabın başlangıcında size orta çağ cadı avı seviyesinde veriliyor. yüksek uygarlığın* olaylar karşısında izleme-müdahale ikileminden çıkamaması belki tek ülke sosyalizmi eleştirisi olarak yorumlanabilir*.
    tanrıların hediyesi olarak istenen şimşek* bölümü ise; küba krizi sonrasında yazılan kitapta dönemin sansür baskısının o kadar da fazla hissedilmediğini düşündürüyor.
    don reba anagramı ise sovyet gizli polis şefi beria anagramı olarak kör göze parmak seviyesinde bir gönderme olarak kitapta bolca karşınıza çıkıyor.*

    yazarların kendi kafalarındaki komünizm ve ideal gelecek size de umut verip, insanlık tarihini ve kültürlerin evrimini sorgulamanız sağlar diye umuyorum.

    sonuç olarak kendi sözleriyle: "ve komünizm bizim için özgürlük ve yaratıcılığı destekleyen bir dünya ideali ise, onlar için komünizm, insanların parti ve hükumetin hükümlerini hemen ve sorgusuz sualsiz yerine getiren insanlardan oluşan bir dünyaydı."
  • don kondor'un anlatıldığı sahneye bakın:

    "don kondor içeri daldı:
    yüksek yargıç ve soan tüccar cumhuriyeti'nin büyük devlet mührünün koruyucusu, on iki tüccar birliği'nin başkan yardımcısı ve imparatorluk adil merhamet madalyası sahibi."
    sanki bana diego armando maradona, veh veh veh...

    rumata düşündü:
    "beni şimdi öldürecek olsalar, bu barbar topluluğu hayatta gördüğüm son şey olacak."

    "biz fizikçi değil, tarihçiyiz. bizim için zaman birimi saniye değil, asır; burada yaptığımız da ekin ekmek değil, sadece toprağı ekin için hazırlamak."
  • okumaya kesinlikle değer bir kitap. öfkenin ve nefretin bu kitaptaki kadar iyi bir tasvirine pek rastlamadım. o sebepten buraya uzun bir alıntıyla eklemek istedim.
    önden izahat: ilk kısımdaki diyalog sonrası uzun tek bir paragraftı aslında, okuma kolaylığı için böldüm birkaç yerinden:

    “duvardaki derin bir nişten elinde baltasıyla nöbetçi akıncı çıkıverdi. “girilmez” dedi tehditkar bir sesle.

    “hadi oradan salak!” dedi rumata ve onu itekledi.

    arkasından gelen akıncının kararsız ayak seslerini duyuyordu; ansızın kendisini, bu aşağılama dolu tarzının ve kaba jestlerin, artık kendisinin içkin bir niteliği olduğunu, soylu bir hödük numarası yapmadığını, önemli ölçüde düpedüz öyle olduğunu düşünürken yakaladı. dünya’da böyle davransaydı ne hissedeceğini düşündü; utanç ve tiksintiye kapıldı. neden? ne oldu bana? çocukluğumdan beri kazandığım kendi gibilerine, insana, adına insan denilen anlamlı varlığa saygı ve güvenim nerede kaldı? artık bana hiçbirin şey yardımı olmaz, diye düşündü dehşet içinde. artık bunlardan gerçekten nefret ediyorum, iğreniyorum... onlara acımıyorum, hayır nefret ediyorum ve iğreniyorum.

    daha demin önünden geçtiğim şu delikanlının ahmaklığının ve hayvanlığının, sosyal şartların, rezil eğitiminin, her şeyin maddi şartlarını ortaya koyabilirim ama apaçık görüyorum ki, bu benim düşmanım, sevdiğim her şeyin düşmanı, dostlarımın düşmanı, en kutsal saydığım bütün şeylerin düşmanı. ve ben ondan teorik olarak değil, “bu durumun tipik bir temsilcisi” olduğu için değil, kişi olarak, insan olarak nefret ediyorum. onun sümüklü burnundan, pis bedeninden, kör inancından, cinsel ihtiyaçlar ve içki dışında kalan her şeye olan kininden nefret ediyorum.

    işte orada: ayaklarını sürüyor, şiş göbekli babası daha altı ay önce kurtlu un ve küflü reçel işinde uzmanlaşsın diye sopaya yatırıyordu bunu; işte orada: burnunu çekiyor, kuş beyinli namussuz aptal kafasına tıkılan kurallardan uygun olan maddeyi hatırlamak için kendine eziyet ediyor, ne yapacağına bir türlü karar veremiyor: asil bir barona karşı baltasını mı kullansa, “nöbetçi” diye seslenip yardım mı çağırsa, yoksa sadece önünden mi çekilse ama zaten ne karar verirse versin, kimse bilmeyecek. her şeye boşverecek, nişine dönecek, ağzına bir parça akağaç atacak ve salyalarını akıtıp ağzını şapırdatarak çiğneyecek. ve hiçbir şeyi bilmek istemiyor, hiçbir şeyi düşünmek istemiyor.

    düşünmek! şahanımız don reba’nın bu cahil delikanlıdan bir farkı var mı? evet, elbette reba’nın psikolojisi ve refleksleri daha karmaşık ama düşünceleri sarayın bu amonyak kokulu, canice suçlara sahne olmuş koridorlarına benziyor ve dayanılmaz bir şekilde tiksindirici; korkunç bir cani, vicdansız bir örümcek. ben buraya insanları sevmek, onların doğruları bulmasına, gökyüzünü görmesine yardım etmek için geldim. hayır kötü bir gözlemciyim ben, diye düşündü umutsuzluk içinde. tarihçi olarak da beş para etmem. peki ne zaman düştüm ben, don kondor’un sözünü ettiği uçurumdan aşağı? bir tanrının merhametten başka bir şey hissetmeye hakkı var mıdır?"
hesabın var mı? giriş yap