9 entry daha
  • okumaya kesinlikle değer bir kitap. öfkenin ve nefretin bu kitaptaki kadar iyi bir tasvirine pek rastlamadım. o sebepten buraya uzun bir alıntıyla eklemek istedim.
    önden izahat: ilk kısımdaki diyalog sonrası uzun tek bir paragraftı aslında, okuma kolaylığı için böldüm birkaç yerinden:

    “duvardaki derin bir nişten elinde baltasıyla nöbetçi akıncı çıkıverdi. “girilmez” dedi tehditkar bir sesle.

    “hadi oradan salak!” dedi rumata ve onu itekledi.

    arkasından gelen akıncının kararsız ayak seslerini duyuyordu; ansızın kendisini, bu aşağılama dolu tarzının ve kaba jestlerin, artık kendisinin içkin bir niteliği olduğunu, soylu bir hödük numarası yapmadığını, önemli ölçüde düpedüz öyle olduğunu düşünürken yakaladı. dünya’da böyle davransaydı ne hissedeceğini düşündü; utanç ve tiksintiye kapıldı. neden? ne oldu bana? çocukluğumdan beri kazandığım kendi gibilerine, insana, adına insan denilen anlamlı varlığa saygı ve güvenim nerede kaldı? artık bana hiçbirin şey yardımı olmaz, diye düşündü dehşet içinde. artık bunlardan gerçekten nefret ediyorum, iğreniyorum... onlara acımıyorum, hayır nefret ediyorum ve iğreniyorum.

    daha demin önünden geçtiğim şu delikanlının ahmaklığının ve hayvanlığının, sosyal şartların, rezil eğitiminin, her şeyin maddi şartlarını ortaya koyabilirim ama apaçık görüyorum ki, bu benim düşmanım, sevdiğim her şeyin düşmanı, dostlarımın düşmanı, en kutsal saydığım bütün şeylerin düşmanı. ve ben ondan teorik olarak değil, “bu durumun tipik bir temsilcisi” olduğu için değil, kişi olarak, insan olarak nefret ediyorum. onun sümüklü burnundan, pis bedeninden, kör inancından, cinsel ihtiyaçlar ve içki dışında kalan her şeye olan kininden nefret ediyorum.

    işte orada: ayaklarını sürüyor, şiş göbekli babası daha altı ay önce kurtlu un ve küflü reçel işinde uzmanlaşsın diye sopaya yatırıyordu bunu; işte orada: burnunu çekiyor, kuş beyinli namussuz aptal kafasına tıkılan kurallardan uygun olan maddeyi hatırlamak için kendine eziyet ediyor, ne yapacağına bir türlü karar veremiyor: asil bir barona karşı baltasını mı kullansa, “nöbetçi” diye seslenip yardım mı çağırsa, yoksa sadece önünden mi çekilse ama zaten ne karar verirse versin, kimse bilmeyecek. her şeye boşverecek, nişine dönecek, ağzına bir parça akağaç atacak ve salyalarını akıtıp ağzını şapırdatarak çiğneyecek. ve hiçbir şeyi bilmek istemiyor, hiçbir şeyi düşünmek istemiyor.

    düşünmek! şahanımız don reba’nın bu cahil delikanlıdan bir farkı var mı? evet, elbette reba’nın psikolojisi ve refleksleri daha karmaşık ama düşünceleri sarayın bu amonyak kokulu, canice suçlara sahne olmuş koridorlarına benziyor ve dayanılmaz bir şekilde tiksindirici; korkunç bir cani, vicdansız bir örümcek. ben buraya insanları sevmek, onların doğruları bulmasına, gökyüzünü görmesine yardım etmek için geldim. hayır kötü bir gözlemciyim ben, diye düşündü umutsuzluk içinde. tarihçi olarak da beş para etmem. peki ne zaman düştüm ben, don kondor’un sözünü ettiği uçurumdan aşağı? bir tanrının merhametten başka bir şey hissetmeye hakkı var mıdır?"
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap